k : : . y Ölikte içelim / konuşmak — maşlar — Tencesinde bulunmuşt. kır Geçmiş asırlarda se « Sadabad » Sini böyle tenha bir yere sormuş- niçin çağırdığını tu. Şair Nedim ce verdi Nuri aynım! Bu gece Padişaha yazacağım met- hiye için şu mehtaptan ve bu Tâlelerden ilham almak üzere buraya gel- miştim. Fakat sensiz ru- hum ©o kadar sıkıldı, o kadar karardı ki, bir ke- lime yazmağa muvaffak olamadım ve sizi mak - küstahlığında Tundum. Nedim, bu sözü mütc; kip sevgilisine bir kadeh sarap uzattı: elim Zeynep! bir- Tath tatlı neşel mek için birer kadeh şa- rap içelim. Zeynep, Nedimin israrı karşısında fazla mukave- ve Zeynep şarabı çok seviyordu. Bir akşam evvel de Üçüncü sultan Ahmedin « Altın top»eğ- Padişah o gece kızlar; — Gülün, oynayın ! Diye irade etmişti. Göz z y.ıpıyorlaıdı “Zeynep, kendi eliyle bir kadeh şarap doldurarak : - Bunu da benin elim- den içmez misiniz ? dedi. Nedimin neşesi gelmişti; ÜN vünercer 5 SAHTE PRENSES Ben onu elde etmenir buldum .. Siz, paraca yardım çare- yalnır bana ve bunun için meşru bir şekilde olmasına | çalışınız. Para ve tavası Başka bir şey istemiyorum . İkisi birden cevap verdile: — Pekalâ ... Fakat, tehditle onu elde :hııek nasıl mümkün alacak? Cim, vahşiyane bir tavurla diş- lerini gıcırdattı: — Nasıl mı? - dedi - sevdiğim kız İspanyalı imiş. Amerikada , yahudilerle mücadele sahası ser- " besttir. Onu ölümle tehdit ede- Millet n at hayatı: 2 eglenceleri kalemi, kâatı eline aldı, ıs" ; .vıLı aat süf bir kaç mısra karaladı. -Artık keyfim yerinde, sen karşımda - oldunca, zındanda da olsam yine güzel ve kolayca yazabi- lirim. Çünki sen benim düşünme ve yaratma ka- biliyetimi — artırıyorsun; haydi cananım. Birer da- ne daha... Dedi. Kadehleri dudaklarına götürmüşlerdi .. Zeynep 'birden garip bir çığlık kopardı : — Efendimiz geliyor !!! Camlı köşkün kapısın- dan Sutan Ahmet görün- müştü Nedimin elinden şarap kadehi düştü.. Neşesi kaç- mış ve korkusundan vü- cudüu — titremeğe , başla- mışti. ğ Zeynep, kendisini oraya getiren harem ağasının iki yüzlü seyaset takip ederek. göze girmek için gi Padişaha haber verdiğini tahmin etmişti. Zaman ne zaman..? Remezanda akşam eza- n a bir kacı ada, Caya sorar: Hoca efendi saat kaç? — Neden Soruyorsun ? topu topu bir dane saatim| var.., — Hayır efendim, onu dimek istemedim ... Kaça geldi? - Vallahi, köstegile be- ber yüz seksen iki akçe- saat kalarak n birisi Ho- unu a ye mal oldu.. Efendim, ben anlata- madım, galiba! Akşama ne var, canım? —Bize iftaramı gelecek- n? Tam sırası ... Fakat mademki sordun, sayayım: Âlâ arpa ekmegi, taze sovan, kavun, hiyar .. Belki bir az da bulgur pilâvı — Degil A Hocam.. sen benimle alay ediyorsun ! Şimdi ne zemandayız? —Tam orta yaz.. Sıcak- ların en şiddetli zamanı .. — Lâkin ben Hocaya eglence olduğumı hiç ha- tırıma getirmemiştim. Canım Hocacığım! ben sana zaman ne zamandır. diye sorıyorum ! Hah şöyle söylesene.. Bunu bilmeyecek ne var a evlat ? zaman, ahir zamandır! Kazma kılıfı! Bir kaç köy çocuğu bir viranelikte oynarken eski bir çizme bulmuşlar. Çocuklar hiç çizme gör- medikleri için bunu bir şeye benzetememişler. — Bu ne biçim şey? — Aceba ne dir? — Hiç bir şeye benzete- miyorum! Çocuklar böyle “arala- yında, bunun ne oldugunu tetkik ve muhakeme eder- lerken, O esnada oradan geçmekte olan Hoca, lafa karışarak demi: Çocuklar, neden gü- iltü ediyorsunuz? Bu buldugunuz şey kazma kılıfıdır! mz, — Mühterem | hanım — efendi — elendi... Bizi Vütfen den — pek Zevcim de dadır; - şimdi gelecek... ce kim bilir, ne kadar memnun olur... Ben — İhtimal ki, beni gördüğü için memnun kalır; çünki mektep arkadaşımdır... — Fakat, — şimdi size söyliyeceğim sözleri işitecek olursa memnuniyeti derhal kedere tebeddül eder! Muhterem - hanım efendi—İ?İ.. Neden?... Ben — Neden olacak, efendim? Size, onun bir surını haber vere- ceğim de ondanl... Kocânızın bir metresi var.. Ö, bu metresi öyle seviyor ki, sizi brakıp onu alacakl Mühterem — hamim — elendi— Aaaa,.. Ne diyorsunuz?...(Heyecan alâmetleri — gösterir) Doğru mu Sörliyoramnz! Ben— İşte, metresinin zevcinize yazdığı mektuplar. Muhterem hanım efendi —- ( Mek- tupları pür dehşet okudüktan çonra - kanepenin üzerin yi koyun kapanarak ağlar:) Öl Öhööö... Öhööö... Ben — (Cep defterime alelâcele bir şeyler yazarım. Bazı krakiler çizip bururum. Bu esnade, Muhte- " hâlâ rem hanım efendi ağla- maktadır. — Notlarım sonra: ) — Yüzün | kapatıyorsunuz? / Başı | öylî ğğlnznız al. (Muhterem hanım efendi başını kaldırır. Ben bazı notlar daha kaydederim) Muhterem hânıtnın zevci -(Oda- ya girerek) Ooo0l.. Sen bu; ba?.. (Karısının ağladığımı görür) Niçin ağlıyorsun? Mühterem — banım . efendi — Öhööö... ağlamakta devam eder) Ben — (Hanımın zevcine yak- daşarak) Fena bir haber almi Muhterem hanım efendi — (Ağ- lamakta devam eder ) Evet pek fena haber. Muhterem hanımın zevci— (Te- lâşa düşer) Ne gibi? Ben — Aşk meselesi meydana çıktı da onun için üzülüyor. M: h. zevci — Hanği aşk me- seles Ben — Hanım efendinin bir âşıkı olduğunu sen öyrenmişsin de.. ( Yüzlerine dikkatle bakar, defterime bir şeyler kaydederii Muhterem he. — Neler söy- liyorsunuz ?... Ben — (Soğuk kanlı) Evet, bunu öyrenmiş de sırrının meyda- na çıktığı için ağlıyor. Mühterem h. e. — (Hayreti büs- bütün artar. Ben, cebimden bir fotograf makinesi çıkararak, onun, © halde resmini alırım.) 71? âkili 1 R — Yine razı olmazsa? Dedi. — O vakıt öldüreceğimli! — Yakalanırsan...? Hükümet benim onu öldürdü- ğümü nerden bilecek? Tenha bir yerde... — Hayır.. Seni böyle bir cina- yet işlemekten menederim. İnsan cidden sevdigi bir kadını kendi eliyle öldüremez... Klara, kalbindeki şüpheyi izale için: — Bu İspanyol güzeli ile sen nasıl tanıştın? Dedi. — Gazinoda tanıştık ve seviştik... — Seviştik, diyorsun! Oda seni sevdi mi? — Zannediyorum! — Benden — ismini — saklıyor.. | Emin olunuzki henüz ismini bilmiyorum. — Bu kızın ismini söyler misin? — Çok tuhaf., ben böyle se- vişmekten hiç bir şey anlamam! Vilson, Meksikalının bu derece üstüne düştüğü bu sinema yıldı: | zını görmek istemişti. ( — Bugün tekrar — buluşacak- | mısınız? — Akşam üstü 'ayni gazinoda.. — Saat kaçta...? — Her akşam beşte çay içme. ğe geliyor. — Şu senin kalbini çalan kızı biz de bir defa görsek fena olmaz zannederim... —Bu akşam geliniz; zaten 'onu nâsıl olsa tanıyacaksınız çün- ki izdivaç için her halde benim tarafımdan onunla görüşmek ve anlaşmak lâzımdır. Bu fikri Klara da tasvip etmi ti. Cim, saat beşte gazinoda bu- luşmak üzre Vilsonun şatosundan ayrıldı. Saf meksikalı bu hayırhah dost- larından istedigi yardımı görece- ginden dolayı memnundu. AA Bazinoda bir tesadüf: « Ah kardeşim!.. senmisin? » Akşam... saat beş... Vilson ve klara, gazinonun en boş ve tenha bir köşesinde oturuyorlar. — Vilson! — Ne var yavrum? — İçimde sebepsiz bir heyecan issediyorum... Acaba neden?l Nevyorka geldigimiz gündenbe-| Ti ilk defa sokağa çıktığın için olacak... sonra, üstelik bir az da rahatsızsır i EJOÖ at İrıİıoratuarı 2 gubat AYLY — Nedir bu yaptık- larin? - Nedön zeyeğimintiyöylini alıyorsunuz? Zevcemin âşıkı kim? Ben — Vay! Zevcenin âşıkı ben olduğumu —hâlâ — bilmiyor mıydın? M. h. Zevci — Ne?., Mühterem senin metresin mi? Ben — Evet . (İkisinin birden resmini alırım, Muhterem h. zevci, rovelverini çıkarıp üzerime hücum ederse de onu sımsıkı yakalarım.) Mersi. , Muhterem h. e. ve M, h. zevci— (İkisi birden) Mersi mi? Ben — (Koltuğa rahatça otura- K AAA ben BAA daha kaydettikten sonra) Hem mersi, hem de, sizi rahatsız eti affinizi rica ederiml nuz ki, ben, hikâye , fiyatro' piyesi yazmakla haj tımı kazanırım.... Gene de - bir roman yazmaktayım. Bu romanda, Mubterem hanım efendi. tipinde, bir hanım efendinin yüzündeki hayret, korku, elem, ağlama, nef- ret ifadelerini tasvir etmek zaru- reti vardı. Aynı zamanda, sen tipte bir erkeği de tasvir ede- cektim, aziziml... Binaenaleyh, bir lâboratuara — ihtiyacım — vardı .. Öyleya : Kimyagerlerin, hikmet şinasların , baktriologların , sanayl müntesiplerinin ve sairenin lâbora- tuarı oluyor; hattâ , ressamların , heykeltraşların modellerle lebalep atölyeleri mevcot bulunuyor da, ir edebiyat lâboratuarı yok ? Edipler de hayatı tetkik meeburiyetindedirler.. İşte, demii ihdas etti bana lâzım olan tarza getirdim. Fotoğrafilerinizi çıkardım, kroki- lerinizi çizdim, iğiniz sözle- rin notlarını aldım. Şimdi, yaza- cağım roman, tamamiyle tabil, tamamiyle tecribevi ( — experi- mental ) ve ilmi olacak! Karı koca, gülmekten kıriliyor- lardı; - dediler - lâbura> taar esnasında bizim cektiğimiz iztirapları ne yapacağız? Gülümsedim: — Lâboratuarlarda, âlimler, üze- rinde tecrübe yaptıkları tavşanla- raş farelere, kyrbağalara, koçlara, maymunlara, Hint domuzu deni- len kubaylara işkence etmez wi? unutoyorsunüz! Biçare hayvanların ilimi - yüzi den öldürüldükleri sık sik vakidir. Siz de edebiyat uğruna azıcık iztirap çekmiş olun! Ne çıkar? M.h. zevci, sordu: — Ya seni vursaydım? — © da olabilirdi. Lâboratu- varlardaki indifalar neticesiyle cam veren âlimler az mı? Edebiyat kurbanı giderdim. (Va-Na) — Kalbim ne kadar çok çarpı- yör bilsen...> Garsonun henüz getirdigi ga- zozları — içiyorlardı. — Gazinonun şanosunda bir kaç dansöz rakse» diyor ve alkışlanıyordu. — Cim halâ gelm: — Söz verdi, şimdi gelir. — Şu adama her halde yardım edecegiz, degil mi Vilson? — Şüphesiz.. Çünki, vaziyetimiz tehlikelidir. Cim bize çok Tâzım olacak bir' adamdır. X Çok cessur... — Aynı zamanda da safl Gazinonun kapısı açıldı. yanında genç bir. kızla girdi. Meksikalı, — Vilson ve klarayı araştırıyordu; köşede oturdukla- rınt gördü.. Masaya doğru ilerile- di ? Cim, içeriye * (Mabadi var)