Ş Sahife 6 Akşam Yazı meşkediniz C.C ÖAPBO GU Ç EZETİR Çocuk bakkal dükkânı- na girdi. Bakkalı selam- ladı: : — Akşamlar hayrolsun usta — Olsun. — Senden 25 kuruşluk pirinç 15 kuruşluk un, 30 kuruşluk makarna, 60 kuruşluk şeker alıp iki lira versem, bana kaç para geri verirsin? — 70 kuruş. — Teşekkürederim, ya- rınki — hesap — vazifemi yaptım. PÜ ALÜNEÜA ” ç Kul olma Çalışmak alay - de; Yaşamak kolay deği Eğer cahil kalırsan . Sürünürsün yi bil Oku, yaz, çalış, durma, Kahve sefası kurma Bir gün nadim olursun, yan gelipte oturma Yorulma bıkma oğul Mekteplerden feyiz bul. Dünyanın vcu uzun , Efendi ol, olma kul . - Bir ay içinde. Dün matbaamıza bir hanım — geldi, Fenerde «meryem ana> Mektebi binasında açılan Millet mektebinde bir aydan beri muntezaman dersle- re devam ettiğini söyli- yerek, ulak bir şikâyet Ve temennisi olduğundan bahsetti. Hanımın, ev- velce hiç okuyup yazma bilmediği halde bir ay içinde bütün — harfleri bellemiş ve düşüncesini yazmağa —muktı bir hale gelmiş olduğunu memnuniyetle gördük. Bu talebe hanımın ya- nımızda oturup — yazdığı şu mektubu, diger talebe hanımlara vesilei teşvik olur ümidiyle aynen bu sütuna dercediyoruz: « Efendim Bir aydan beri Millet mektebine — gidiyorum . Diger mektepjerin ders- hanelerinde sdba yandığı halde bizim sınıfta yan- mıyor. - Buzhane - gibi.. soğuktan titriyoruz, ders yapmak kabil olmiyor. Hasta olacağız diye kork- tuğumuz halde dersler- den geri kalmamak için devam ediyoruz. Bu iş. bir çare bulunmasını ve soğuktan kurtarılmamızı rica ederiz.» | #ermiyordu. Hindistanın dağlarında, biri Av- rupalı, ikisi Hintli, üç adam bin | türlü takayyütle ilerliyorlar. | Elinde tüfek olan Avrupalı, yer- hilere sordu: — Yaklaşıyor mıyız? — Evet, Efendimiz... Şu döne- meci döner dönmez, kaplanın inine yüz metro yaklaşmış bu- hunacağız! Onu, oradaki çalılar arasında, bir kere, bir kadını parçalarken görmüştüm. Bu gün-| kaçırdığı çoban da, kaplanı gene aynı yerde görmüşmüş. Acaba zavallının imdadına vaktinde ye- tişebilecek miyiz?... Acaba, çobanı kurtarmanız nasip olacak mı? Avrupalı, tüfeğini elinde sık- yordu; nışancılığına itimadı vardı: göz bebeği, gördüğünü — yanlış görmezdi; eli, titremezdi. Dönemeci saptılar. İnsan yiyici hayvanın bulunduğu sahaya yaklaştıklarını bissettik- lerinden, Hintliler, tiril tiril titriyor- lardı. Üç kişilik kafilede bir kork- mıyan Avrupalıydı. Şayet o olma- sa, ona güvenmeseler, ötekilerin buralara kadar sokulmaları kabil irinci Hintli, usulla: İşte geldik! - Dedi. İi üç adım daha attılar. Saz- lan aralıyarak arasından baktılar. Filhakika, «İnsan yiyici» çubuk çubuk siyah çizgili sarı derisi, kehlibar parçalarma — benzeyen gözlerile upuzun uzanmıştı. Ne kadar da müheykel şeydi. , sazlar arasından ba- çobanı da gördüler. Kap- an pençeleri arasındaydı. İnsan yiyici cidden pek mü- taazzım bir tavırla - duruyordu. Bu dağlara — insanlardan ziyade hakim olduğunu hissediyor gibiydi. Avrupalı, dikkatli bakınca far- ketti ki, çoban henüz ölmemiş; kattâ pek yaralanmamış. bile... Göz kapakları, muayyen fasıla- larla açılıp kapanıyordu. Göğsü, kapana tutulmnş bir şikâı niyle inip kalkmakta Avrupalı, kaplanın sol gözü nışan alıp ateş etmek istedi. Lâ- kin, koluna bir az daha emniyet gelmesini beklemeği muvafık buldu. Bu aralık, kaplan, pençesinden çobanı brakmıştı. On, on beş metro öte tarafa doğru gitti. Ba- şını aksi istikamete çevirdi. Göz- lerini yarı kapadı. Sanki şikarına artık ehemmiyet | Çoban, büyük bir ümit ile, yü- zü koyun, yerde sürüne sürüne, ileriledi. Beş on metro gitmiş, gitmemişti ki, kaplan, bir. sıçra- yışta onun yanımı buldu. H Bllye ı İnsan yiyen — 29 Kânunusani 1929 Çobanı pençeleri arasına aldı. Sürükliyerek eski yerine braktı. Avrupalı: “Kedinin fariyle oynadığı gibi © da insanla oyniyor,,, diye Dü- şündü. Ve, hemcinsinin fare konulmasına kızdı. Kapiana ateş edecekti; lâkin, çobanın başı, tam ara yerdeyi Ateş edemedi; bekledi. İnsan yiyici, oyununda devam ediyordu. Çobanı, gene orada brakıp çe- kildi. Biçare adam, kendisiyle alay edildiğini bilmekle beraber, ümitsizliğe kapılmıyordu. Hakir, zelil bir halde, sürüklen» meye devam etti. Kaplan, gene gözleri yarı ka- yerine palı, güya, hiç oralı değildi. Avrupalının yüreği ciz etti. Hemcinsini, bir - hayvanın kud- reti - karşısında böyle muzmahil ve perişan — görmekten — ztrap çekiyordu. İstedi ki, hayvana, hayvanlığını bildirsin; İnsan kudreti karşısında diğil, başına değil; -ayı İdürmemek, yalnız sakat- istiyordu. Ateş etti. Hayvan, sağ pençesi ” kanıldığı için, acı bir homurdanmayla'sıçradı. Olduğu yerde toparlandı. Başına gelen bu felâketi çobandan bili- yordu. Ona hücuma hazırlandı Lâkin, Avrupalının attığı ikinci el silâh, onu olduğu yere yığdı, braktı: -Öteki pençesi de kırılmış- tı. Kımıldanamıyordu. Çoban, bu umulmadık. kurtu- duştan çıldırmışa dönmütü. Kolla- riyle bacaklarıyle delice hareket- ler yaparak — insanlara — doğru koştu. i Bir hafta sonra, İnsan yiyen hayvan, bir kafes içinde kasaba- dan kasabaya dolaşıyor;' çoluğa çocuğa maskara oluyordu. mi: ( Hatice Süreyya ) izmirin 1928 tütün mahsulu İzmir Ticaret ve sanayi odası 1928 Tütün mahsulu hakkında esaslı bazı malümat toplanmıştır, Bu malümata göre İzmir iktisadi mıntakasının Üşak ve Sındırğı hariç olmak üzre 1928 - senesi in rekoltesi 22,915,000 kilodur. Rekoltenin — nısfından — fazlası şimdiye kadar satılmıştır. Muhtelif kumpanyalar tarafından mubayaa edilen tütünlerin miktarı 14,980,000 kilodur. Fiaatlar asgari 25 azami 210 kuruştur. “ Tefrika nümerosu: 58 SAHTE PRENSES — Eger Cak şimdi hayatta ol- sa bizi ne yapardı? Bu bir kadın sesi idi. Meksikalı, sesin ğeldiği kapıya doğru yü kalbi çarpıyordu.. Yabancı adam fena bir fikirle gelmemişti. Kulağını kapıya da- yadı. Kadının sualine bir erkeğin verdiği şu cevabı işitmişti : — Bize ne mi yapardı? Lâkin bu da sual mi ya?! Derhal idamı- mız için bizi mahkemeye verdirir ve elektrikli ölüm, sandalyasını kendi eliyle hazırlardı... Meksikalı gözlerini açmış, bu cevabı hayretle dinliyordu! Esrar- #ngiz bir hanenin içinde bulun- duğunu tahmin ederek korkmuştu. — O kadar uzak yerden gi Nakil: p. dim, emaneti vermeden gitmem.. beni yimezler yal dedi. Meksikalı birden kapıyı açarak içeriye girmişti. Vilson ve Klara baş başa, şez longta oturuyorlardı. Bu yabancı adamı birdenbire karşılarında gö- Tünce şaşırmışlardı. Vilson ani bir tecavüze maruz kaldığına zahip olarak elini cebine atmış ve rovelverine - sarılmak istemişti. Fakat Meksikalının mü- tebessim çehresi, onların böyle şiddetli davranmağa lüzum gös- termemişti. Meksikalı gülerek: — Acele etmeyiniz! Elinizden bir kaza çıkar.. Peşın haber ve- reyim ki, benim | ölmeğe niyetim yoktur. Sizi gör- meğe geldim; terbiyesiz uşakla- | rınız beni kapıdan brakmadılar. Vilson haykırdı; — O halde, müsade almadan buraya kadar nasıl gelebildin? için... buraya gelmek o ir şey mi? İki yum- sallayınca — soluğu aldım! — Kimisin ve ne isliyorsun? — Meksikalı bir kö, bir şey istemiyorum! Vilson “ Meksika , — sözünü duyunca Klaranın yüzüne baktı. Meksikalı sözüne devaml: — Mister Vilson sizsini — Evet .. — Size bir defter vereceğimi — Nasıl defter? Bir hatıra defteri.. — Deftere ihtiyacını yok! Sizin hatıra defteriniz. köyün civarında, göl kenarında buldum.. Meksikalı cebinden ufak bir defter çıkarıp uzatır. — Bu sizin defteriniz.. kabında yazılı olan adres de sizin adresiniz değil mi? Vilson kendi hatıra defterini görünce tanıdı. | — Bu defter senin eline nasıl | geçti | yledim yal göl kenarında buldum... — Hangi gölün kenarında? — Meksikada, — Sen Meksikalı mısın? — Burada işin ne ? — Orasını sorma | Nene |: sen bana bu defteri sana - geti diğimden memnun olup olmadığı ni söyle ! — Çok memnun oldum.. Te şekkür ederim. Fak: Vilson, klaranın yüzüne baktı ve Meksikalı görmeden gözünün ücüyle işaret ederek Vaziyetin ehemmiyetini ima etti. sonra Mek- l yer gösterdi. — Buyurunuz! — Epiyce yoruldum. bir ay kaç gün Nevyorka / geleli oldu? — On beş gün oluyor. — Yine dönecek misin memle- | ketine? Tabi. heni orada dört gözle bekliyorlar. Bir hafta için geldk ğ * onbeş gün oldu; hal — Sormayın başıma gelenleri.. Vilson israr eder — Söyle bakalı: S1 çok fena bir F ! Gözlerimin içi ateş dolu bir kıza rast gelmiş, bir bakışta beni yaktı, kavurdu.