SAYFA :£ Acı Biber haborini aldım. Adam yollamış: «Gelsin, bonl Börsün, fenayım, vâsiyetim var.» domiş. Koşup gittim. Yorgan döçek, yatıyordu. leğin çemborini, elinden alıp kendisi çevirecek derecede «germ - Ü - sörd> görmüş, ölürken bile gülmesini bilecok Insanlardan oldu- u İçin, günde yediği İki övün yemek kadar hayati bir Ihtiyacı da, övünü- nükte ve cinas - büfesinden çimlenmektedir. Hazırladığı nükteyi, halsizliğine rağmen, bir ükide şekeri bir Ikİ del — Göong vurdu, oğul, dedi. Gerçi daha birinci tokmak, amma, malüm ya, Hak oyunu bu. Tokmak Üç defa Inor. Üçüncüde Abbas yolcul Gerl ka- cağını bilmediğim için seni htiyar dostumun hast beğenomedim. Hü hesap etmemek şartiyle, #mercosine dilinin Üstünde, zevklk dan İkİ tokmağın ne zaman vur Bırttım. Vasiyotim var. Motanet vermeğe, tesolliye çalıştım. Sinek kovar gibi olini salladı. dedi, Evvelâ, bu kriz niçin geldi, onu anla- tayım, İhtiyarlık zannetmo, gençlikten ölüyorum. Ne bakıyorsün öyle şaş- | Kın şaşkın? Benl gençllk öldürüyor, yâni torunum Hasan. Dün, bir arka- daşına, babasından İKi lira harçlığı nasıl aldığını anlatıyordu. biliyor musun? «Moruğa bir açmaz yaptım, İki papelini şıpinişi vurüvey> — Birak şimidi. bunlar nalninla Bunu duyünca oraya yı bin Ilra param var. sın; Cen — sert tarlanın — mahsulü, dim, cinsten kapı çüşka kapı yorüm: Çocuklar baraya papel der Yazan: Buber Neumanı VTamara, uzun boylu, narin yirmi yaşlarında bi- genç kızdı Tefrika No: 31 'Ya hele ahçı!.. Bütün bu adam- lar, bizi canımızdan bıktırıyor- lardı, Bölge gefi, bizi hırpalı - 'yor; nöbetçi, inletiyor; ahçı, bi zi aç bırakıyordu. Bütün gün, kulaklarımıza akseden yegâne terane şu idi — Davai! Davai!. Haydi ba- kalım, yürüyü, Her akşam üzeri kulübemize; yorgunluktan bellerimiz bükü - Tü, bitgin bir halde dönüyor - duk. Çoğu zaman, içecek sâde bir çorba bile bulamadığımız i- çin aç yatıyorduk. Kafalarımızı işgal eden yegâne- mâsum dü - şünce; bir kilo ekmeğe kavuş - maktı. Ben yine eski arkadaşlarımla birlikte çalışmağa — koyulmuş- |- tum. Bunlar arasında, samimi- »yetlerine en çök — güvendiğim Üç kişi vardı: Alexandra, kü- gük bir edebiyatçı olan Tamara. Ve içli halk şarkıları söyleyen Tania.. Bir sabah, ben ve Ta- mara, sıtmadan, ayağa kalka - mayacak bir duruma düştük.. Nöbetçi, evvelâ bizl şüpheyle karşıladı, Fakat sonra, ateşten yandığımızı görerek, bizi kulü- bede bıraktı. Bütün gün, kuru toprağın üzerine uzanıp din- lendik. Bizi kavuran ateşe rağ- men kendimizi mes'ut hissedi - yorduk. Tamara, uzun — boylu, narin yapılı, yirmi yaşlarında bir genç kızdı. Babasının israrile, tıb tahsili yapmıştı. Fakat 0 - nun, asıl edebiyata merakı var dı. “Üniversite arkadaşlarının kurdukları “bir edebi — kulüpte, Zaman zaman eserlerini okuyor du. Bir gün «hürriyet kasidesi» adlı bir manzume, onun mah- vına sebep olacaktı. Zavallı Ta- mara, Guepeu ajanları tarafın- dan yakalanıp, komünist aleyh- luglığı suçile hapise mahküm edilmişti. Tamara, Leninskoi kampında iken mantosunu çaldırmış oldu- Bu için, bütün gece, soğuktan titriyordu. Üzüntüsünden, — zi- yadesile zaiflemişti. Tevkif edil- diği fnı hâtırladıkça gözleri do- luyor ve göyle diyordu: — İşin en hazin tarafı şuki, annem evde yalnız başına kal - dı. Zira babamı, benden altı ay muşim. Şimdi. v m öldükten sonra, bu para İle bir tarla satın alın- biberl gezllip dağıtılsın. Bu memleketin yirmi milyon nüfusuna toker teker vasiyet ed- babalarına enayi, moruk, analarına bunak, koca karı, 'se, evin İçini tulumbacı kovuşuna çevirirlerse, ağızları 'a derhal bu biberden sürsünler. Çivi çiviyi sökur. eşok arısı soktu. Çüşka biderinden başka ilâci yoktur artık bunun. HAMDİ VAROĞLU Kalb krizl geçirmiş. Halini sık çerezler kaydırdıktan sonraı alelâcüte çe- No deol, Bankada üç iyetimi dinle eklisin.. çocuklü Her ailetere sene, — bu bedava Çocuklarımızın dilini Çevirent Nazım Kemal önce yakalayıp hapse attılar. Maalesef biz, üç gün zarfın- da iyileşmiştik. Yine tekrar iş başına dönmek icabediyordu. Fakat tam bu sırada, bir sa- kaya ihtiyaç hâsıl olmuştu. Bir gün nöbetçi, hepimizi karşısına dikerek sordu: — İçinizden, öküzleri araba- 'ya koşmasını bilen var mı? Ben ileriye atılıp bu ifeyi mükemmelen yapacağımı söyle- dim. Bunun üzerine bana uzun bir ip verdiler; sonra tarlaya gidip iki öküz almamı ve onları bir kağnı arabasına — koşmamı emrettiler. Öküzler, tarlada ot- luyorlardı. Hayvanlara ,büyük bir tereddüt ve endişeyle yak- laştım. Fakat onlar, beni daha uzaktan görür görmez kaçışma- ga başladılar. - Peşlerine düş- tüm. Ben koştukca onlar, uzak laşıyordu. Nöbetçinin — becerik- sizliğime şahit olmasını İstemi- yordum, Aklıma bir kurnazlık geldi. Otların arasına saklan - dım. Aradan çok geçmeden, ö- küzler de yere çöktüler, İçle- rinden birine, sürüne sürüne sokuldum ve ipimi onun bo) nuzlarına taktım. Hayvan, bir- denbire irkildi. Fakat artık işten geçmişti! Şimdi bir ikinci sini nasıl ele geçireceğimi dü - şünüyordum. Birinci öküzü, ar kama katarak ilerlemeğe çalı- Bıyordum. Fakat bu esnada mu tizeye benzer bir şeyle karşı - laştım: Başka bir öküz, guruptan ay- rılarak yanımıza geldi. Meğer bu iki öküzü, her zaman bera- ber koşarlarmış.. Birinci ökü - zün adı Vassia, ikincisinin ise Mika idi.. Bu iki mazlüm öküzle, esaret hayatımın en güzel günlerini geçirdim. Her sabah, bir kay - nağın bulunduğu tepeye, hep birlikte tırmanıyorduk. Ben, «Stoi> diye bağırınca, evvelâ Mika, sonra Vassia derhal yere göküyorlardı. Fakat onları aya Ba kaldırmak bütün bir mes'e- leydi. O zaman sopaya müra - caat etmek zorunda kalıyor- Et fiatları şehrimizde ineden yükseldi |Koyun eti Ankarada 180, şehrimizde 1se 260 kuruşa satılıyor Et flatları kıy aylarına nazaran bir miktar düşük ise de, meval - min icap ettirdiği derecede bir ucuzluk görülmemektedir, — Şehri - mizde perakende et flatları koyun 260, kemiksiz sığır 230 kuruştur. Halbuki Ankarada perakende fi- atlar koyun 180 ve kemiksiz sığır | 140 kuraştur, Buna nazaran çeh. rimizde et fiatlarının ciddi suret- te incelenmesi — lâzimgelmektedir, Alâkalılar bu fiat — yüksekliğinde celeplerle beraber perakende satış yapan kasapların da tesiri olduğ'u Nu söylemekte ve - ciddi bir alâca gösterilirse, flatların aagazt — kilo başına 50-60 kuruş kadar düşece gini söylemektedirler, Nitekim'et meselesile daimi —su ette alâkadar olan Ankara Belo. diyesi, perakende koyun etinin ki- losunu 180 ve kemiksiz sığırı 140 kuruştan sattırmağa muvaffak ol maktadır. Aradaki — mosafe fer- kının 80 kuruş bir yüksekliğe se. bep olamıyacağı muhakkak oldu- guna göre; — alâkalılarin et —işile meşgül olunmasını — ve bu süretle 60 kuruşluk bir ucuzluk temla edi keceği yolundaki mütalâaları doğru görülmektedir, İçişleri Bakanı dün Giresun vapurile şehrimize geldi Giresun vapuru dün — Karadeniz aeferinden dönmüştür. Aynı vapur Ja bir müddettenberi zelzele bölge. sinde tetkiklerde — bulunan İçişleri Bakanı Emin Erişirgil ile Bayın - dirhk Bakanı Şevket Adalan da gehrimize “gelmişlerdir. Bu yıl mezun olan genç hemşireler Önümüzdeki Perşembe günü sa. Sara di b eai H B BN terlanrat Üa ARDE GTLANA < İA ae dS aa Tarama ekipleririn gece faalıyetleri Emniyet Müdürlüğünce teşkil . ©- dunan tarama: Ve arama ekiplerinin gece faaliyetleri devam etmektedir, Dün gece yapılan arana ve tara. malarda 2 ikcişide tabanca, 43 kişi de de muhtelif uzunlukta biçak bu lunayak müsadere edilmiştir. Ambara düşerek ağır surette yaralandı Sirkecide Rıhtimda — bağlı İsveç bandıralı bir vapurda çalışan ame- lelerden Mehmet Tezcan adında bi risi yük yüklerken anbara düşmüş ve ağır surette yaralanmıştır, Yaralı hastahaneye kaldırılmış - Hâdise tahkik edilmektedir, Kanavıç: ve çuval verilecek Hindistan hükümeti — tarafından memleketimize yeniden çuval ve kanaviçe kotası ayrılmıştır. Ticaret ve Ekonomi — Bakanlığı bu durumdan İstanbül, — İzmir ve Mersin Ticaret ve Sanayi Odaları. m haberdar etmiştir. Bu tahsis de evvelkiler gibi ihtiyaç sahipleri a- rasında taksim edilecektir. Mez«cı dükkânında çıkan yangın Dün akşam üzeri Karaköyde Camli cedit sokağında 10 numara- da mezeci Savanın dükkânında buz dolabında bir kontak olmuş, it. falye yetişerek yangını bastırmış- tır, dum. Akşam, vazifeden dönünce, her birisini ayrı ayrı okgadık- | açılan tarihi kadirgalar yolu tan zonra farlaya Salıyordum.. | Taşkışla . Açık Hava Tiyatrosu ve Ah benim zavallı cefakeş öküz- | Eytam yolları bugün saat 17,30 da, lerim!.. (Devamı Var) arihi Kadırgalar yolu Harbiyede iki numaralı ” parkta ilg, YENİ SABAR İ earda bilgiden, akıldan, zokâ. dan farklı bir. yeti olduğunu biliriz: Zekâ gibi iddiacı, akıl gibi otrafh, bilgi gibi ağır olmuyan; sezgi den de basit ve kolây bu «sehl-i-müm. teni'> yeti sağduyudur. Ona cskiden akli selim derdik at bu söz yal- vız arapça olduğu için değil, yerinde almadığı için sağduyuyu elverişli bu- luyorum, Bütün ruh güçlerinin milletlerde törlü şekiller aldığını biliriz, S: ya hepşinden fazla cemiyetin aynı dir. Nice büyük milletler görürüz ki sayısın keşifleri vardır, dağ gibi eser loz verirlor, fakat basit vakalarda ça- arap kalırlar./ Tarihlerine — bakınca neleri eksik deriz? Bunca ilim, fen, felaofeden sonra bu apaçık sürçmeleri natil anlamalı? Sağduyunun noroldu- gunu bilmiyen için bu işleri aydınlat- maya imkân yoktur. Onun nasıl kazanıldığını / gimdiyo kudar ne bir sosyoloji eseri, no bir paikoloji incelemeci — açıklamamıştır. Klâsik kitaplarda da başka şuur yo tileri arasında «sağduyu> diyo —ayrı bir çeşit yoktur. Onu anlamak için ker haldo milletlerin tarihine, geçir- diği büyük tecrübelerden — aldıkları deralere bakmak gerektir. Sağduyu, fertlerin bayatında değil, milletin ta- ribinde kazanılır. Nesilden nesle ge- zer. Milletin korunma ve yaşama güçlerinin en sağlamını meydana ge- tarir. Büyük edibler ve derin düşünür- ler yetiştirmiş bazı milletler de sağ- duyunun eksikliği onların saf, hattâ bıran da bön diye tanılmalarına so- bep olur. Felâketler bazı — milletleri karunmada son derecesine — giderek kurnsalığa, hilekârlığa sürükler. vaşlar ve kinler bazılarının içini ka- vararak onları kurt gibi vahşileştirir. Çaışkanlık ve bilgiçlik -bazılarını ö- üünmede aptallığa kadar götürür. Millet vardır ki feleğin kalırını gör- düğü, sefasını sürdüğü halde bu yüz- Sen şımarmamış, - kavrülmamış, ba- şından geçenler görgüsünü arttırmış. Fa bilgilisindön en bilgisizine b görgüyü huy edinmiştir. Artık bu huy görenek ve gelenekle soydan s0- ya geçerek sanki insa işlemiş, doğuştan bir yeti gibi ol- Sa- kadar moştur. İşte böylelerine sağduyulu milletler desek yanlış olmaz zanne- derim, Türk milleti sağdayulu milletler- dendir. Tarihto sayısız vakalar izan- swe bilgiye, hırstan gözleri kararmış zekâya onun üstünlüğünü göstermiş- tir, Bu misalleri birar birer saymaya Bursa Ipek Böceği Ens. titüsü nakledilmiyor 'Tarim Bakanlığından — aldığımız| bir mektupta, Bursadaki İpek Bö- cekçiliği Ensütüsünün — Ankaraya kaldırılmayacağı yazılmaktadır. Bakanlığın teminatı yerindedir. Çünkü bir yazımızda da belirttişi. miz gibi Enstitünün — Ankaraya kaldırılması — faydalı ” olmayacak, bilâkis Bursa ve dolayısile :pek bö ceği yetiştiren müstahsıl için - za- rarlı olacaktı, Enstitünün nakli için çıkan ri. yvayetin doğru olmadığını Bakan - lıktan öğrenmiş olmak, memle - ket hesabına. bizi ancak memnua etmiştir. Tarım Bakanlığının has. sasiyetine teşekkür ederiz Ağabeysinin kavga ettiği adamı bıçakladı Ayvansarayda Hamam sokağın- da 2 murmaralı evde oturan — Meh met Özbulan ile Ramide Hızırbey caddesinde bir evde oturan — İbra. him Kuzu bir iş yüzünden kavga etmişlerdir. Bu esnada İbrahimin kardeşi Mehdi, ağabeysini kurtar mak için müdahale etmiş ve bıçak la Mehmedi. yaralamıştır. - Sanık yakalanmış tahkikata başlanmış - tır, Son yağmurların kurbanı Tozkoparanda, Yaşmaksıyırtan caddesinde 14 numaralı evde otu- ran İsmail Örnek, son yağmurlar dan akan evinin damını aktarır . ken düşmüş, ağır surette yaralan- dığından hastahaneye kaldırılmış - tır, törenle açılacaktır. c Yazan: | Prof. Hilmi Ziya ÜLKEN lüzüm yok, Yaâlnız halk deh tştirdiği tipleri gözden geçirmek biz le bunu anlamak için yeter. Nasred- dın Hoca, Hacivad ve Karagöz, Bok- aşi, İncili Çavuş, Melâmi ve daha bir çokları Türk sağduyusunun örnekleri lir. Bunlardan en tanılmışı, bizim kar dar Avrupalıların da bildiği Nasred. din Hocadır. Şu kadar var ki bulç Üpleri saman içinde sınırlı hayatları clan insanlar - saymamalıdır. Belki| bu.adda bir takım kimseler gelmiş- tir. Belki onlardan bize güzel bazı sözler kalmıştır. Fakat milletin ömrü n kısa hayatı üstünde bir yu- ırak gibi-tarılmış, insanlığa mal olar ek milli dehânın sembollerini çıkar- Nasreddin Hoca gerçeğe uymıyan fermalist akla, — gerçeği görmiyen | despot iradesine karşı pratik aklın ce- bıdır. Karagöz hemen daima Haci- vadın «ukalür lığına karşı saflık per- desi altında sağduyayu gösterir, İnci- li Çavuş keyfi emir önünde imkânın Hac yolunda Sirkeci otellerini dolduran Hacıların dertleri — Döviz nasıl temin ediliyor? — Boşuna akan milyonlar — De- nizyolları Sirkecideki Şahinpaşa — oteli- nin kahvesine girecek olursanız, masaların ekserisinin bir takım yaşlı Anadolulu vatandaşlar ta- rafından işgal edilmiş olduğucu görürsünüz. Tabil yalnız burası değil, Sirkecinin hemen hemen bütün otel kahvelerinde de aynı manzara var, Garsonlar durma- dan ocaj — Hacı beye bir kahve! — Hacı beye, bir çı olsun Diye seslenirler. Bunlar Hac mevsimi dolayısi- le gehrimize gelen taşralı Hacı namzetleridir. Yolculuk çoktan başlamıştır. Trenler, tayyare'er ve vapurlar bu Hacı namzetleri- ni birkaç haftadanberi Ciddeye taşıyıp duruyor. Buradakiler bir az geç kalmış son Hacı namzet- leridir. Gazetelerde bu sene aşağı yu- karı on bin vatandaşın Haca git mek Üzere vize-almış olduğuna okuyunca, bunlarla görüşmek - çin kahvelerda bir dolaşma yap mağa karar verdim. Hükümet bu sene Hac için döviz vermiye ceğini bildirdiği halde bu binler ce vatandaş, sadece ceplerine ko yacakları yüz 'Türk lirasile hu çetin yolculuğu nasıl —yap--ak- lardı? Bunları öğrenmek ve Hae yolcularının dertlerini dinlemek herhalde meraklı ve istifadeli bir şey olacaktı. Hepsi de İstanbulun yabancı sı olan üç Hacı namzetile bir ma sada oturuyorum. Suallerime ev- velâ çekingen bir tavırla cevap verdiler. Birşey- söylemek iste- miyorlardı. Fakat benden kendi- lerine bir zarar gelmiyeceğini anladıktan sonra açıldılar ve dertlerini birer birer dökm:7 başladılar. İşte Hacı namzetlerinden Ke- malpaşalı İdris İnkayanın söyle- dikleri: — Bugün yetmiş yaşındayırn. Öfmnrümde kaçırdığım namaz ve oruç yoktur. Eh biraz varlıklı- yım da.. Tabii Hac farz oldu. Kaç senedir niyet ettim, bir tür- lü kısmet olmadı. Nihayet bu se ne her he bahasına olursa olsua Hacca karar verdim. Ne kadar ömrümüz kaldığım Allah bi Hiç olmazsa ölmeden evvel Al laha karşı borcumuzu ödiyelim. — Peki, hükümet döviz vermi yor. Orada gurbet diyarında na- Bıl para bulacaksın? — Bu iş beni çok ü: Demli iyordu. lar sözü olmuş ; milletin kafasına nak- sölilmiş; o derecede ki her Türk bu tiplerin terbiyesinden geçerek bilmer den biraz Nasreddin Hoca, biraz Ka- İragöz, biraz İncili , biraz Bektaşi ve | biraa 'da Melâmi'dir. Edebiyatımıdda hicvin, humour'un |Fransız ve İngiliz edebiyatlarındı Cidde'ye bir kaç sefer tertip edemez miy- — Bazı acı hakikatler. Sınırlarını anlatır. — Bektaşi, dinliyi dinden çıkaran kuru taassuba karşı bayatın kıvraklığını, insanın - zaafım müdafaa eder. Melâmi, kaderin bin bir cilvesi önünde kırılan iradeye ne- fes aldırmak için varlığın büyüklü; vü insanın küçüklüğünü — söylerken, meydana insanın en büyük tarafını arır. Bu tipler tarihimizde sahne- 'e çıkmış; İlk sinema, İlk tiyatro ole muş; halkın ağzında dolaşmış, atas uğu gibi büyük mümessilleri yoktur. Yazık ki bir Moliâre, bir O'Swift, bir Voltaire ile kıyas edilecek — edibimiz yok. Fakat bu en büyük hezelcilerii kalkın hayalinde yuğrulmuş olan bu kollektif tiplerdeki sağduyu derecı Fakat Allahın lütfile bunu da hallettim. — Ne gekilde? — Bir komisyoncu gelip ken- dis! bizi buldu. Her beş liraya karşılık Ciddede bize bir Ame- rikan lirası verecek bir sarraf n adresini vedi. Bu Amerikan li- raları her yerde geçiyormuş. Burada paraları yatırdım. Ora- da Amerikan lirası alacağım. Tabil Amerikan lirasile dola- rı kastediyor. Demek oluyor ki Türkiye ile bütün dünya arasın- da işliyen döviz karaborsacıları bu Hacı namzetlerini de ele ge- çirmiş. Doların resmi fiatı 250 kuruş olduğuna göre bunları Hu- cı namzetlerine beş liraya — sat- mak suretile hemen hemen yüz- de yüz bir kâr temin etmen'n yolunu bulmuşlar. Bunu söyledi ğim vakit döviz meseleleri etrı fında hiçbir bilgisi olmıyan mu- hatabım: — Ne yapalım? Başka çare bu lamadık. Hükümet vermiyor.. dedi. Ondan şonra bana Ssormağa başladılar: — Neden hükümet dışarıya pa ra çıkarmamıza izin vermiyor? — Hac yolcularına neden bu zorluğu çıkarıyorlar? — Yazık değil mi bize? Alla- hın farzını yerine getirmek iste- mek bir suç mudur? Onlara ne cevap verebilirdim. Uzun döviz ve kambiyo 'nazari- yelerinden birşey anlamıyacakls Ti muhakkaktı. Sordum — Kim size bu parayı temin eden komisyoncu? — Bir tane değil ki.. Allahın günü bütün Sirkeci otellerini do laşıyorlar. Otel kâtinleri kendi- lerini daha iyi tamırlar. Sevap kazanmak için bu işi yaptıkları- nı söylüyorlar. Sevapla beraber bir hayli de para kazandıkları muhakkak ©- lan bu komisyoncular hakkında bir otel kâtibi de şu izahatı ver di: — Bunlar birlik halinde çal; şıyorlar. Cidde, Kahire, Şam, Beyrutta adamları var. Parayı alınca bir pustla yazıp ellerine veriyorlar. Gittikleri yerde pa>u yı derhal alıyorlar. Arada da dünya kadar kür ediyorlar. Hü- kümet bunu bilmiyor mu? Elbet biliyor. Fakat bilmemezlikten ge liyor. Yoksa bir insanın yüz (Devamı 3 üncü sayfada) ÇILG IN BUYUK ÂAŞK ROMANI Yazan: SERVER BEDI Nedir bu kadın, — Yarab- bi, ne yapmak İstiyor? De- Tiyse, bu ne akıllı deli! Akıllıy- sa, bu ne deli akıllı! Fakat ne- kadar şaşırtıcı Bir an, bu «şaşırtıcılık> vas- fı, ona Vildan muammasının a- nahtarı gibi göründü. Belki bu kadın, erkekler üzerindeki bü- tün o esrarlı tesirlerini bu vus- fına borçlu olduğunu biliyor ve onları şaşırtarak teshir etmel- 'ten başka bir şey düşünmüyor- du.. Nejat omuzlarını kaldırdı; «Alâ, dedi, serbestim», Fakat içi bu hükmü — tasdik etmiyordu. Belki her zamandaz ziyade gimdi Vildana bağlanm.ş tı. Onun bu soğuk kanlılığında büyük bir tehlike pusu kurmuş gibiydi .Neden böyle hareket etmişti? Zafirin Nejada geldi- ğini ve her şeyi söylediğini se4- maeden evvel de, kadının halix» (de, önceden verilmiş bir 'kara- Fi soğuk kanlılığı vardı. Ne yapmak istiyordu? Nejat Şişlide otobüsten indi ve büyük bir bakkala girdi. O- radan Nazireye telefon etti — Zafiri acele görmek istiyo- zum, bana adresini Jütfet, do e Telefonda Nazire «A!..» di- ye bağırdıktan sonr: — Biraz evvel burada idi o, dedi. — Nereye gitti acaba? — Sinemaya.. Halede güzel bir film var. Ben tavsiye ettim. 6,5 seansına gitti. Şimdi onu orada bulursun. — Teşekkür ederim. — Sesin pek heyecanlı, gey mi var — Yakında görüşürüz. Nejat telefonu kapadı ve sa- atine baktı. Yediye çeyrek var- dı. Bir taksiye atladı ve sine- maya gitti. Film çoktan başla- dığı için, ışıklar yanıncaya ka- dar beklemesi lâzımdı. Arada bir perdeye sıkıntılı. bakışlar Bir No. 98 fırlatarak oturdu. Vildandan başka bir şey düşünmüyor, pe - deye baktığı zaman bile bula- nık görgelerden başka bir şey Börmüyordu. Işıklar yanınca kalktı ve ba- kındı, Zafir arkadaki — sıramı sonunda idi. Ona işaret etti. Çıktılar ve dışarı salonda buluş tular, — Acele konuşmamız lâzim! dedi Nejat. — Peki, çıkayım. Filmi gece gelir, seyrederim, — O kadar enteresan mı? — Vildana benziyen bir ka- dın var. Öyleyse gece beraber ge- liri — Vildana yalnız yüzü ve vücudu benziyor. Karakteri de- ğil. , — Öyleyse değmez, . En yakın kahveye - girdiler, Nejat her şeyi açıkça — Zafire anlattı. Onun büyük bir sabırla dinlediğini görünce, özür dilex mek ihtiyacını daha fazla dvy- du: — Ben ihtiyatsızlık ettim, dedi. Sezdirdim. Fakat oraya gittiğim zaman hali başka idi. Sanki her şeyi biliyordu. Ya dediğim gibi Kadıköydeki hiz- metçi onun adamıdır ve Bedti- ye hanımla konuştuklarımızı hemen ona telefonla yetiştirmiş tir, yahut Vildanın o kadar müthiş bir zekâsı var ki, daha beni görür görmez, — halimden anladı. Zafir, Nejadın Ümit etm>? cevap verdi: — Çok iyi olmuş, dedi, kimi” son saatinin yaklaştığını o pek yakında anlıyacak. Sonra Nejadın kahve finca- nına doğru giden elini tutarak ilâve etti: — Şimdi azizim, görüyorsun ki hâdizeler bizden daba sürat- li gidiyor. Tereddüde lüzum yok. Bu işi yapacağız. — Nazireye hiç bi bahsettin mi?.. — Çocuk değilim, Nejat bey. Dinle.. Benim plânım gu. Sana şahitlikten başka hiç hir zah- met yüklemiyeceğim, Dinle.. yle. . — Yarın Vildana telefon ede- ceksin. — Yarın mı? — Yarın, yarın, Artık ge- cikmeğe gelmez. Bil ki hayatı- mız tehlikededir, — Ben hâlâ buna emin deği- lim. . — Neyse. Münakaşa — etme. Dinle, Dinle de ondan sonra. — Peki, buyur, — Onu yalıda acele görmek istediğini söyliyeceksin. — Peki? — Seni bir iki gün içinde ya- lıda görmeğe zazı olacak. Buna gününü ve saatini bildirecek” sin, Siz orada iken geleceğim. Üçümüz arasında sahne başlı- yacak. Tabancamı çekeceğim ve ona kimin son saatinin geldi ğini soracağım, bütün kahbe- liklerini yüzüne vuracağım. Ve ginden de tetiği çekeceğim. Vil dan meselesi orada ve o anda biter. Sonrasına gelelim. Seu gahitsin. Poliste, sorgu hâkim- liğinde ve mahkemede şunları söyliyeceksin. Vildan bana ai lâh çekmiştir. Aramızda bur boğuşma olmuştur. Bu arada silâh ateş almış ve kurşun Vü- danı vurmuştur. Nejat güldü — Yahu!.. dedi, sana da bu huy Vildandan mı geçti? Ne kolay hayal kuruyorsun? — Hayal olup olmadığını gö receksin. Senin için hiçbir teh- like yok, Silâhı da, tetiği de ben çekeceğim. Sen birinci saf- hada seyirci, öteki safhalarda gahitsin, İkisinde de tehlike yok. Artık tereddüt etmezsin val Nejat Zafirin yüzüne baktı. Onun ciddi olduğunda ve söy- lediklerini yapmağa — kendihi çok hazırladığına şüphe yoktu. — Fakat, dedi, cesedin vazi yeti, senin Vildanla boğuştu- ğunu göstermezse? — Gösterecek. Ben cinayet savcılığı yaptım. Hepsini bili- rim. — Cesede ona göre şekil mi vereceksin? Mümkün müdür bu? — Sen bana bırak. Bunları düşünme, Bunlar yalnız beni »- lâkadar eder, değil mi? — Öyledir amma, ben de bil- meliyim. Hâlâ bu kanlı hayati hazmedemiyorum. Hiç alışmadı ğim bir düşünce tarzı bu. — Bunu da sana anlatırızı Aklın erecek, Basit birşey. Sea yalnız bana müsbet cevap ver. — Şimdi veremem. — Ne zaman? Yarın sabah mı? — Üç dört gün müsaade et. — Çok geç. Bu kadına vakit kazandırmak bizim için çok teh Hikelidir. Nejat yine gülerek dedi ki: — Vallahi, dostum, kusura bakma, fakat bu kadının seni veya beni öldürmeğe kalkacağı- ni hiç zannetmiyorum. — Kocasını bile öldürmeğe kalktığını unutma. — Kocası başka, 9Sosyolog Gözile ; z Sağ duyu n çıkamıyacağını söylersem mübalâ a etmem zannederim. BSağduyu dehâsının yetiştirdiği bu tipler günün birinde edebiyatımıza bu ciasten büyük adlar kazandırabilir. Fakat bugün bizi ilgilendiren edebi- yet işi değil, milli hayatın kazandığ gürgülerle insan rubuna kattığı yeni güçlerdir. Ba güç olmasaydı tarihimi- zin büyük dönemeçlerinden kolay ko- lay geçemezdik. Ahmet Vefik P: için anlatılan birçok vakal İneili Çevuşun dördüncü Murada oevabı, İztiklâl Savaşına ait burada, — sırala: Mmiya yakit ve yer olmıyan - vakalar, ikinci cihan harbine girmeyişimiz bu (fduyunun büyük sahnı Fakat sağduya insanın k arahlandıktan sonra artık bir dahı mıyacak bir yeti değildir. O te- ribın bin bir kavgası içinde ne güç- lüklerle kazanılınış en ince, en karı- labilir bir mücevherdir. Onu iyi kos rümasını ve saklamasını - bilmelidir. Bekimsiz birakılırsa hayatın rüzgâr- ları onu çil ,yavrusuna döndürebilir. Sanmamalıdır ki milletlerin kazandığı Küçlükler aylandos gibi yetişir, dağ- larda bakımsız büyür, ihmalin ve ta- aprızlığın çilesine katlanır, bütün bu kusurlarımıza rağmen günün birinde /e gelip imdadımıza yetişir. Hayır! O, insan rubunun en narin çiçeğidir. Bütün dikkatimizle onun üzerine tit- remeliyiz. Eğer böyle bir yeti kazan- dıysak onun bir gün masal olabilece- Hai de unutmamalıyız. Nitekim uzak veya yakın tarihimiz- le sağ duyunun yanından geçmediği vakalar da ek: gildir. İstanbul sürlarını boyamak, Akdeniz haritası Ka tersinden bakmak her halde sağ- duyu değildir. Nasreddin Hoca bun- lan duysaydı kimbilir bizi kahkaha- larla güldürecek ne cevaplar bulur- du. Sağduyumuzun yanında bir de kusuru var. Bu, onun bize bi- ruz kösdinlemişlik vermesidir. Fel v çemberinden geçmiş, çok görmüş, çok dinlemiş olmak insant bönlükten, toyluktan, ukalâlıktan, frenkçesiyle romantik taşkınlıktan kurtarıyor am- ma, tam harekete geçilmesi lâzim gı len mühim dönemeçlerde, yahut biz- Gen coşkunluk ve gayret istiyen İş- lerde barı Bu kösdinlemişlik sonunda hattâ inceliği damsendeciliğe götürebiliyor. Dünyı ya dört elle sarılmış, ve zekâsını he- İyecan ve ihtirasla tamamlamış millet- ler en büyük hamleleri yanında geri kalmamak için sağduyanun bu zaaf- letından korunmalıdır. Ihracat piyasası canlanıyor Uzun zazandanberi durgun — gi- den ihracat piyasası, son hafta L ginde canlanmıştır, Bilhassa — Filistin bizden fazla, miktarda mal çekmektedir. Bu| cümleden —olmak üzere Filistine 1500 ton sağam sevkedilmiştir. Dün de ayvıca bir motörle 750 tonluk bir soğan partisi daha gön derilmiştir. Yunanistanın beyaz peynir talep etmesi üzerine gönderilen 70) te- nekelik ilk partiden sonra — yarın da Yunan motörlerile ikinci bir parti beyaz peynir daha gönderile cektir. Misir ve Romanya da - piyasa- mızdan zeytin aldığı — için, zeytin fiatlarının bir miktar — yüksekmesi beklenmektedir, Diğer taraftan — Filistinle takas usulile beş yüz mülyon liralık bir. ticaret anlaşması yapmak Üzere, memleketimize gelmiş olan Ame - rikalı tüccar Harry Cretske'nin te- masları neticelenirse ,ihracat hac mi birdenbire genişleyecektir. Çiftçiye tahsis edilen tohumluk buğdaylar Ankara 11 (Teletonla) — Ta- mım Bakanlığınca çiftçiye dağıtı- mak üzere hazırlanan 200 bin ton buğdayın ilâçlanması tamamlan . mıştır. Bu tohumluktan 123 bin 900 tonu muhtelif vilâyetlere şu şe- kilde tahsis edilmiştir: Afyon 9300, Ağrı 1300, Amasya 1100, Ankara 10000, Antalya 200, Balıkesir 300, Bilecik 200, Bingöl 700, Bitlis 80, Bolu 100, Burdür. 500 Bursa 200, Çanakkale 200, Çankırı 200, Çoruh 600, Çor'um 600 Denizli 1300, Diyarbakır 4100, E - dirne 700, Elâzığ 300, — Erzincan 1700, Erzürüm - 5000, / Eskişehir 4600, Gaziantep 200, Giresun 250, Gümüşhane 900, Hakkâri 20, Ha- tay 200, İçel 200, Tsparta 1800, İs tanbul 50, Kars 500, Kastamonu 500, Kayseri 4600, Kırklareli 300, Kirşehir 4100, Kocaeli $00, Konya 30000, Kütahya 2600, Malatya 4500,' Manisa — 150, Maraş 2500, Mardin 200, Muğla 100, Muş 1000, Niğde 7500, Ordu 200, Samsun 100, Seyhan 750, Silrt 400, Sinop 100, Sivas 6300, Tekirdağ 300, To| kat 685, Trabzon 6ö, Tunçeli 1550, Zonguldak 200, Ankara, 11 (Telefonla) — Sariye ile mevcat telefon devresinin ekuran yortör> cihaalariyle techizi suretiyle Tübnan ve Misırın doğrudan doğruya Ankara ve İstanbul ile görüşmesi sağ- Janacaktır. Bu bususta- çalışmalara başlanılmıştır. Heybeliadada hırsızlık Elbistanlı — Mehmet — adında birisi “Heybelladada bir. evden beş yüz lra kaymetinde altın bir aaatle bir yüzük çalmış ve yakalan mıştir, Sanık — baklında - takibata| ÇDsvamı var) geçilmiştir. Urfa 1000, Van 600, Yozgat 4400, | 12 EYGÜL 1948 Büyük ve küçük çiftçiler AA varadaki <Orman Çirtilğiz- nin kuruluşunu «Türk Tarih Kurumu» nün yazdığı <Tarih> bir destana yakışan uslüpla çöyle anla- tır «1925 Mayısının beşinci pazartasi Günü, otlu yerler aramaktan usanmış yörgun çobanların güttüğü cılız sürür lerden başka hayat ve hareket şahidi Börmemeğe alışmış bu bozkir parça- sında bir çadır kuruldu ve İki trak- tör yürüdü, İki traktörü Işleten IkI makiniste binlerce bataryalarla — yüz binlerce kişllik orduları yürütmüş bir adam kumanda ediyordu. — Küçücük yenl ordusu ve tek Çadırdan - Ibarst karargâhiyle, ot ve ağaç bitmez de- 'nilon bu yerlere, tablati yenmek he- defini güden bir meydan muharebesi açmağa gelmişti.» aÇarpışma çetin ve düc <Fakat bir yıl İçinde balaklıklar kurudu, sazlıklar kalktış bozkır, ye- Fİnİ altın başakların zafor bayrakları gibi. dalgalandığı geniş tarlalara bi- rakıp çeklidi. Büyük çiftçi ve yanıne da çalışanlar, çadırı sökerek — bütün sıhhat şartlarını halz binalara geçti- ler. Kıraç sırtlar, sert rüzgârların kamçısı altında yerlere kadar eğiler rek titreşen incecik ağaç yavrularile örtüldü. Bu zavallı ciliz - fidanların yoksul toprak, poyraz ve kuraklık gi- bi sert düşmanlar elinde - boylanın dal, yaprak ve gölge verebileceklerine Jlk yılda İnananlar az oldü. Altı yıl geçmeden, dikllen ve tutan Iki milyo- 'a yakın ağaciyle <Orman - Çiftilği> bu İsmi doğru ve haklı olarak taşıya- bilecek hale geldi. Yonilen kısır tablat Ankaranım batısına doğru / demiryolu boyunca bir orman manzarası almağa meobur oldu.» «Orman Çiftliği> nin çok pahalıya mal edildiğine şüphe yoktur; bunu hoş görmiyenler bulunabilir, fakat bence yurdumuzun bir karış toprak parçasının Imarında bile maliyet fla- ti gözetilmek lâzım gelmez, yeter ki israf olmasın. Zira o bir karış toprak İçin can vermek gerektiği zaman ölen lerimizin bedelini rakamlarla ifadeye imkân yoktur. Bugün devlete geçmiş olan bu çiftlik acaba masraflarını kar- şiliyor mü? Bunu da bilmiyoruz. ve belki de karşılamıyor. Fakat Atatür- kün maksadı kazanç elde eylemek de- Bildi, en verimsiz görünen yerlerin bi- e verimli hale konabileceğini anlat- maktı ve muvaffak olmuştur. — Bun- dan başka memleketimizde makinell zirsatin ve sistemli orman — yetiştir. menin teşviki yolunda örnek vermek istemiştir ; çeyrek asırdanberi gittik- çe olgunlaşan ve genişleyen plânlı bir çalışma yapılmış olsaydı, yurdumuzda öyle binlerce çiftiik kurulabilir, hâlâ karasabanla ve öküzle çalışan köylüs lerimizin hiç olmazsa beygirle ziraat yapmaları, derece derece makine kul- danmağa alışmaları sağlanabilirdi. He 10 ön senedenberi — İtiraf ederiz Wi, bu yolda hamlelerimiz durmuş gibi. dir; yalnız bu sene Marşal yardımın- dan faydalanmak sayesinde makinoli ziraatte yeni bir. hamleye / başlamış bulunuyoruz. Bu bizlm için mühim bir fırsattır. - Heyecanla / başlandığı halde bir müddet sonra tavsiyan Işe lerimiz çoktur. Küçük çiftçileri hima. ye ederken ve topraksız köylüyü top- ek sahibi yaparken büyük çiftçileri küçültmeğe — çalışmak — hatalı / olur. Dünya piyasasına mülyonlarta - ton bulday satan memleketler, daha ziya- de, büyük çiftlikleri olan memleket- lerdir. Kadircan KAFLI ZAKVİMDEN BİR YAPRAK KISIRLIK ULUNAY zahmetli ok (Baş tarafı 1 Incide) patronlar zengin olmuşlar ve bütün muharrirler fıkara kalmışlardır. Nasıl fıkara olmasınlar? Bu yo- kuşun bütün esnafını muharrirler doyurur. Kitap yazsa yok pahasına kitapçılara, —yalvara yakara— sat- mağa mecburdur. Muhterem kitap- Çı dostlarımız peynir ekmek - para- sına aldıkları bu kitapları bastırır dar, satarlar. Para kazanırlar mı? Onlara sorarsanız dalma - zarar et- milşlerdir. Fakat apartmanlar bir- biri arkasından yükselir; - içlerinde bir iki milyon Iira varlık vergisini gözlerini kırpmadan verenler olmuş- tur. Muharrir, öksüre tıksıra yoku- Şu tırmanır, bir gazete İdarehanesi- ne dalar. Orada kendisinden, İşle- yen makinenin diştilerine sokularak Bgazete gibi basılıp piyasaya çıkma- Ssını İstemezlerse Hakka hâmdeder.. Bu kalem diyârında 25 kuruşa hikâyo satın alındığını bilirim. Za- vallı Mahmut Yesari!.. Bir akşam onun İştaynbourg'da rakı parasını bdeyebilmek Için kitapçıya Ücrot ye- TI açık Birakılmiş bir makbuz gön- derdiğini de bilirim; yalnız bunu değil, o açık bırakılan yere kitapçı- fin on Hra yazdığını da bilirim. Gazeteciliğin bütün kaza, belâ paratöneri muharrirdir. Harb esna- sında sıkıyönetim boyuna gazete ka- pardı. 300 Hira sormaya İle gelip Üç milyon yapan patron, kâşanesina çe- kilir, bekler. | Diral Dede'nin düdüğü gibi or- tada kalan; muharrirdir. Bu kas panma bazan altı ay devam ederi muharrir de borç göbeğe, göbekten Böğüse, Böğüsten gırtlağa, nihayet tepesine kadar yükselir, ondan son- ra biçare İstikraz ummanında baş- dar kulaç atmağa... Ya bir Bün bo. Bulur, kurtulur. Yahut da öşret saat gelir, gazete çıkar ve muharrir bore cunu, düşüne düşüne, yine etrafa akıl dersi vermağs devam edor. Çalıştırdıkları arkadaşlarını Bö- zeten patronlar da vardır amma, d« vede kulak kabilindendir. Şimdi bu. vaziyotte cmuharrir neden yetişmiyor?> diye / sorulur mut Aman yetişmesin... Biz yane diki bari onları Allah korusunla