13 Temmuz 1949 Tarihli Yeni Sabah Gazetesi Sayfa 4

13 Temmuz 1949 tarihli Yeni Sabah Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

BAYFA : 4 YAKINDOĞUDA | “Şam,,ı cennet-meşam — Yakın Dîmmu——l Yarısı gündüsün yakıcı sıcağında, yarısı da - buralarda görülen - yıl- dızlı ve parlak bir gecenin tatlı se- rinliğinde geçen sekiz asatlik bir - tomobil yolculuğundan sonra Suri- ye Cumhuriyetinin — merkezi Şam' yardık ve büyük Otel Ummayya'nın Berede irmağına bakan geniş bir o- dasına yerleştik. Bu iş © kadar ko- lay olmadı, yolda geçtiğimiz kasaba 've şehirlerde bir hayli zaman kay- bettik. Halep — kapısından çıkarak Şam kapısından girinceye kadar, ye- hirler, belli başlı kasabalarda ve yol metbal ve duraklarında polis kontro- Tü vardı. Araba duruyor, yerliler hü- viyet varakalarını, yabancılar pasa- portlarını göstermek mecburiyetinde kalıyorlardı. Vakın, bu neraket ile geçiştiriliyorda, lâkin ne de olsa kontrol; kontroldür. ve sey- yahı az çok tedirgin eden işlerden- dir. “Yedi sekiz yerde pasaportları çıkardık, tekrar cebe koyduk. Ev- velce böyle kayıtlar ve teftişler yok- muş, yokmuş ama o zaman da Ö- #ayiş ve emniyet de nümevcutmuş! No ise kendi memleketlerinde türlü kontrollere alışkın olan n bu biçim mevzaattan memnun kalmasa- lar bile yabancılık duygayacakları a tabiidir. Uğrağımız yerlerden bel- Ni başlıları Marra, Hama, Homs'dur. Marra; — Anadolumuzda — benzerine rastlanmayan Arap kasabalarından - dır. Yeni yapılmış bazı büyük bina- lar istisna edilirse, geri kalan ev- ler hep topraktandır. Kiremit diye birşey yoktur. Çatıları mahrülidir. Uzaktan bakılınca, ucu bucağı bu - kanmayan geniş bir sahraya yer yer oturtulmuş, sarı şekerci külühlarını aadırıyor, pençerelerde cam yok, ka- pıları iki kat olmadan girilemiyecek kadar alçaktır. İslâmiyetin ilk çağla- rında inşa olunan Arap şehirlerinde - tarihlerden öğrendiğimiz - binala- Tn tamamile aynıdır. Bilindiği üzere, ashaptan İran fa- tihi meşhur Saad Bin Vakkas; Irak bölgesinde Küfe şebrini kurmak is- teyince, önce zamamız balifesi Haz- reti Ömer'den müsaade istiyor. Ce- nabı Farak'un ona iki emri var Biri; — Şebrin yerini öyle intihap eyle ki, hilâfet merkezi Medine ile arasında su, köprü gibi bir — mania bulunmasın, İsteyince deveme bine- yim ve kolayca oraya ulaşayım. Hak ve adalet, islâmların tefevvuk ve hâkimiyetinden başka ber gayeye yabancı olan büyük insanın bundaki maksadı pek açıktır. e makinesinin intizam ve hak kaniyetle — işliyebilmesi için daimi teftiş ve murakabenin ehemmiyetir pek takdir etmiş idi. Her şeyi, ber hâdiseyi bizzat görmek, halkın iltiğaçlarına yakından vâkıf olmak isterdi. İkinci emri de, Küfe'ni fan yapılmış binaları bir yangınla harıp olduktan sonra yeniden inşası Hakkında. İstenilen izin üzerinedir: — Binaları çok geniş ve yüksek yapmayın. Eğilmedikçe kapılarından ilemesin. Mekke'den — Medine'ye hicretinde Allahın Resulü, muhacir- ler için bu biçim evler yaptırtmıştı. Peygamberin sünnetine uyunuz ki, devletiniz ve bâkimiyetiniz - devam eylesin. Bunu ilk düşünüşte bir — gerilik saymak kabildir, fakat hakikat hiç de öyle değildir. Adil başkan; İs- lümları gösterişe, rahata alıştırma- mak, onları tabiatin ve hayatın zah- metleri ve meşakkatlerile daima çar- pışmak mecburiyetinde bulundurarak doğuştan haix oldukları asabiyet, ta- hammül, alâyişten nefret gibi, mağ- lüp kavimlerin felâketlerinde başlıca #ebep teşkil eyleyen — gevşeklikten, uyuşukluktan uzaklaştırmak istiyor. Zamanı düşünülür, ve İslâm ta- rihinin seyri takip olunursa düşün- cesindeki isabeti kavramak kolayla- gir. Marra, ona benzeyen başka ka- #abaların, bep bu sünnete uygun bi- çünde inşa olunmuş bulunduklarını ilk bakışta kestirmek mümkündür. Marra; edebiyat tarihinde do şöh- retli bir kasabadır. Pek büyük A- YENiİ SABAH: ll mezhep hudutlarının daima üstünde hiç değilse dışındadır. Şiirlerindeki hikmetler; üzerinden asırlar geçmiş nen tazeliğini muha za ediyor, edecektir de. Sonra, meş- hur İslâm halifelerinden Ömer Bin Abdülaziz de burayı çok sever, sık gelir istirahat edermiş, Hâtırım- da yanlıp kalmadı ise, galiba vefatı da buradadır. Kasaba bir siraat merkezidir. Suriyenin başka yerlerinde olduğu gibi halk burada da toprağa bağlı — dır. Kadın, erkek, çoluk çocuk dur- madan çalışırlar ve gündüzün yor- gunlağa kazaba hanının — önündeki kahvede nargile ve kakuleli kahve içerek geçirmeğe uğraşırlar. Marra'dan sopra uğramlan yerler içinde Hama ve Homs başta gelir. İkisi de, Halep gibi muhafızlıktır.. | Buralarda vilâyet ve vâlilik - tâbiri yoktur. Onun yerine mubafızlık ve muhafız denilmektedir. — Bizim An- takya'dan geçen Gsi nehri; Hama'yı da sulamaktadır. Nehirde çok büyük su — dolapları karmuşlar, bunlar ırmağın akıntısi- le işleyerek su; yüksek — yapılm kârgir oluklara geçiyor, oradan bos- tanları suluyor. Hama, yalnız — bir ziraat ve sebzecilik şehri değil, ayni zamanda ipekli kumaşları ve perde- likleri ile eskidenberi dünyaya —ün salmış bir beldedir. Şöhretini bugün 'de muhafaza eyliyor. Çok durmadık geçtik, yatmı ezanları okunurken Homs'a girdik. Ben; — onbeş yirmi vıl önce de buraları görmüştüm. O j vakit elektrik yoktu, şimdiki — gibi ( geniş asfalt —caddeler — açılmamış, bahçeli büyük kahveler yapılmamış tı. Şimdi hepsi vardır. — Medeniyet ile Bedâvet birleşmiştir, bu gidişle ikincinin birinciyi aa zamanda yene- ceki de muhakkaktır. Erişir menzili maksuduna aheste Biden, Diye, halk lisanına intikal etmiş bir vecizemiz var. Bizim aheste gittiğimiz ama durduğumuz yerlerde sa şarklı olduğumuz ve vaktın de- bile tatbikine — pek de geçemediğimiz için, bir hayli eğ- lendik, ve nihayet menzili maksude erebildik. Geç oldu lâkin güç olma- dr. olmadı, ne de ol ğerine inansak Eski ediplerimiz; seci” san'atına pek meraklı idiler. Bir kelimeyi tav- f ihtiyacını duyunca vezin ve ka- fiyece öna uygun bir sıfatı mutlak bulurlar ve takarlardı. Bu' gayret, bazan zararımıza da olur, — bizsat kendimize kötü ve yersiz vasıllar i- zafe eylediğimiz de görülürdü. A- mâ Şam'a takılan vasıf biç de öyle değildir. Şamı Cennet-meşam. Doğ- rusu Cennet kokulu Şam. Ben ko- kusunu duymadım. Eğer — Cennet, bağlık bahçelik ise, Şam; bu vasfa gerçekten lâyıktır. Her tarafı züm- rüd gibi yemyeşil, ortasından akan Berede ırmağı, kızgın güneş altında bunalan vücudleri serinletemese bile ruhlara ferahlık veriyor. İstanbul'da ve Ankara'da, başlıca şehirlerimizde emsalini çabak görmemizi gönülde tediğimiz büyük oteller çok. Ori - ant Palas, otel Ummaya bunların başlıcalarıdır. Hepisi de tıklım tıklım Anglosak- son ırkına mensup baylarla bayanlar la dolu. Bunlarda ne ararlar ve ne iş ya- parlar, oralarını araştırmağı ne dü- şündüm, ne de yaptım. Güzel giy miş, şık kadınların, temiz erkekle- rin çokluğu; gözü avutuyor, bu ka- darı da bana yetip de - artıyordu.. Suriye'de, bilbassa Şam'da İngiliz- ce, Fransızca'nın yerini — alımıştır.. Hattâ hâkim vaziyeti şimdiden gö- rülüyor. (Tayyıp) ile (Oui) yerini, Okey'e terketmiştir. Böyle diyen garson, üst tarafı için işi Arapen'- ya döküyor, ama Okey'i hem belle- miş, bem de diline peresenk eylemiş- tir, ya bu da bir terakki ve teced- düttür! Her keseye elverişli irili ufaklı ©- teller de çoktur. Eskiden kalma han bozması binalar bir tarafa bırakılır- rap şairi Amâ Ebulâlâ'nın doğum yeridir. Bu sât; hür düşüncenin âbi- desidir. Onun — düşi deri din ve Yazan : Edgar Wallace Tupervilin sesindeki istihfafa niçin kızdığını Elsa da bilmi- yordu ama fena halde içerledi. Saat on buçukta Tupervil kal- karak: — Korkarım nezaketinizi sui istimal ettim, artık gitmeliyim, bu fevkalâde gece için size na- sıl teşekkür edeceğimi bilemiyo Tum sevgili Hallam, pek pek fev kalâde idi. Acaba sizleri yarın akşam yemeğine davet etsem Tahatsız etmiş olur muyum? Elsanın başka bir yere sözü falan yoktu, zaten bütün emeli bir apartıman bulup bir an e vel buradan uzaklaşmaktı. Ralf kabul ettiklerini bildirdi ve Tu Pervili otomobiline kadar geçir- di, döndüğü zaman kızı gitmiş Miçe. Hallam'ı da şöminenin kar gısında dalgin dalgın sigara i- ger buldu. Kadın sigarasından uzun bir nefes çektikten sonra Bözlerini ateşten ayırmayarak Bordu? —eZengin misin Ralf? Ne demek istiyorsun? — Bu suale cevap vermek gok mu güç, zengin misin, de- Bil misin? Ralf fısıldadı! sa geri kalanları temizlik, dikkat, fi- at bakımlarından bizim — Sirkecinin pislik ve mikrop yuvası viranelerile ğ : | 4 ğ t İ ; Ü — Haliç'in Osmanlı tarihindeki yeri pek büyüktür. Burası, l Türk deniz hâkimiyetinin şanlı ğ Bönlerine, saray sefahatinin ve bununla beraber o devirde ğ 'Türk zevkinin inceliğine şahe- ser nümuneler ihda etmiş bir $ yerdir. 1615 de inşa edilen Tersane, Ğ Türk donanmasına muazzam 8' filolar katmış ve Haliç bir sa- nayi bölgesi kalmıştır. O de- î virlerde Kasımpaşa civarı, İs- tanbul'un en mütena bir semti ğ idi. Deniz - paşalarının muaz- zam köşkleri bu semti baştan- ı başa süslemekte idi. 1924 yı- ı lında Musul mes'elesinin mü- zakere edildiği Bahriye Neza- ! reti binası, Haliç'in son de- virlerinden- kalma binalardan M iki başlı civciv Bartın (Hususi) — Filyos bu cağı P. T. T. hat çavuşu Telger'e eit kuluçkanın altına konulan yumurtaların - birinden iki başlı, Cört gözlü, iki gagalı fakat iki ayaklı bir civciv çık - nuştır. Normal müddette ve can- h olarak doğan bu hilkat garibe si 13 saat yaşamıştır. mukayese olunamaz. Büyükler pr halıdır. Çoğunun — sahipleri, yahut işleticileri ise Anadolu'dan buraya geçen, Ermenice'yi bile bâlâ koyu Türk lehçesile konuşan sâbık vatan- daşlardır, ama bizi görünce mi dil- leri değişti, yahut analarından doğ- duklarındanberi mi öyle konuşur - dardı, — İngilizce ve — Fransızca'dan başka dile rağbet buyurmazlar. A- man Allahım; ne — İngilizce ve ne Fransızca ! «Cüş etmesin öyle söz kulaklar.» Onlar anlamamakta inad ettikço biz de söylememekte israr ettik, so- nunda bülbül gibi Türkçe konuşma- a başladılar. Deveye hendek atla - tılamayacağını kim söylemişse mu - akkak yanılmıştır, biz onlara da, zehberlik ve arkadaşlık edenlere de atlattık! Söz uzadı. Şam'ın hususiyetlerin - den ve İsrail devletinin Nazi'lerden öğrendiklerini pek üstün bir başarı ile zavallı Filistin Araplarına ne yol- da tatbik eylediklerinin yürek latan ca li örneklerinden gelecek ya- —- — Şimdilik o kadar değil, fa- kat bir hafta sonra servetime yüzyetmiş dört bin dolar daha ilâve edeceğimi umuyorum. Bu mıkdarı Tarn'ın kasasın - da bulduğu not defterinde oku- u. Öyle tahmin ediyorduki, parayı Pol Ameri'nin yazıhane- sinde bulabilecekti. Mrs. Hal- Jam sesini çıkarmadı, sigaraları bitene kadar konuşmadılar, ne- ticede karısı: — Para cihetinden de aşk hetinden de çok nikbinsin dos - tum, bana öyle geliyor ki, kızı elde etmek, parayı elde etmek- ten daha zor olacaktır. KISIM: 30 BAKLANILMASI GEREKEN MEKTUP O sabah Ameri saat doğru yazıha onbire eye geldi, Elsa'nın selâmına yorgun bir baş eğme- sile ceva ti. Arkı kap p vererek odasına geç- sından Feng-Ho da girip yı kapadı. Elsa kulak ka - 'ttı, patronun kızgınlıkla yük selen sesini duyuyordu. Çince konuşuyorlar, Feng-Ho'nun ver- diği cevaplar da mırıltı halinde işitiliyordu. Elsa fıtraten merak h bir kız değildi, hele patronu - tumda bahseyliyeceğim. % di Çeviren : Semra Arslanlı nun bu Çinliye kızması onu hiç mi hiç alâkadar etmiyordu, ni- tekim bir iki dakika sonra biti- şik odadaki sesler Elsa'nın dak- tilo gürültüsüne karışarak işi - tilmez oldu. Yarım saat sonra Feng-Ho gözleri parlayarak o - dayı terketti, akabinde Ameri, Elsa'yı yanına çağırdı. Şömin, nin karşısına oturmuş, başı göğ süne düşmüş, üzgün bir halde idi. Bir müddet kızı süzdü ve: «Evet, dedi. Mrs. Hallam'ın ya- nında kalmanızı ben de doğru buluyorum, gerçi kendisi hırsız- lhık hastasıdır, ama sizden bir sey çalamaz ya! — Majğör Ameri! ne demek is- tiyorsunuz? Kıza elinin bir hareketiy Masını işaret etti: Ralfa gelince, merak etmeyin, Elsa azametle; us onun için de Müsadenizle Dr. Hallam be - nim pek eski ve iyi bir dostum- dur, dedi Niçin merak edecekmişim ? Çok iyi bir dost ha! Tabii tabii ama yine de merak etme - yin, sizden bir şey rica ediyo - Tüm, Yazıhanenin çekmesinden kâ- XENİ SABAH Eski İstanbul lima nından bir görünüş. biridir. Kanuni tarafından inşa et- tirilmiş olan — iplikhane, — kü- rek mahkümlarının zindanı idi. Burada birçok yabancı sima - lar da hapsedilmiş, sonradan kaçmağa muvaffak olanlar u- zun ve heyecanlı romanlar yaz mışlardır. — Fatih'in, İstanbul zaptında buraya indirdiği ge- milerin Haliçte oynadığı rol, mevzuumuzun dışında olduğu için geçiyoruz. — Aynalıkavak, başlı başına bir tarihtir. H rikulâde ziynet ve ihtişam ör- neği olan bu sarayda bir çok anlaşmalar imza edilmiş ve bir çok büyük tarihi vak'alar bu- rada konuşulmuştur. - Cibali nin biraz ilerisindeki meşhur Gül camü'nin İstanbul tari Akgazının imar plânı Akyazı (Hususi) — Akyazı- nın imar plânı iller bankasınca ihale edilen müteahhit Akyazıya gelerek imar plânını çizmeğe baş lamıştır. Birkaç ay sonra yürür- lüğe girecek olan bu plân sabır- sızlıkla beklenmektedir. Amasya Akşam Kız San'at okulu sergisi acıldı Amasya (hususi) — Ders yı- lının sona ermesi münasebetile tertip edilen bir defileden sonra, bir de öğrencilerin çalışmalarile meydana getirilen bir sergi açıl- mıştır. Ev ve giyim eşyasından ibaret bulunn sergideki dikiş ve örgü san'atının incelikleri, geziciler a rasında hayranlık uyandırmıştır. Urfada yağ fiatları Urfa (Hususi) — Memleketi- mizin en tanınmış ve harice ih- raç ettiği sade yağ, hiç bir yıla nasip olmayacak bir şekilde pa halılaşmıştır. Kilosu 700 kuruş olması yüzünden halk büyük bit sıkıntı geçirmiştir. Yağ fiyatları nın daha da yükseleceği tahmin edilmektedir. ğit çıkarıp acele acele sekiz do- kuz satırlık bir şey yazarak zar- fa koydu, açılacak yerini pulla - dı ve üstüne kızın şaşkınlığını mucip olan şu ismi yazdı. Dok- tor Hallam için hususidir. — Bunu ben ne yapayım? — Bunu her an Üzerinizde, geceleri de yaştığınızın altında bulundurun, ve Ralf'tan korktu- ğunuz ilk anda bunu kendisine verin. Elsa gülerek başını salladı ve zarfı patrona uzattı. — Buna hiç bir zaman ihtiya- cım olamaz, demin de söyledi - ğim gibi biz Ralf'la çok iyi kadaşızdır. — Sizden ilk defa bir şey is- tedim, benim kimseden bir şey istemek âdetim olmadığı halde sizin için itiyadlarımı — bozuyo - Tum yine de kabul etmez misi- niz? — Pek lüzumsuz ve esraren - giz bir şey ama mademki isti - yorsunuz yapayım! Güzel, bu iş oldu dem Şimdi Cleveland Polis Me ne bir mektup yollıyaca; zanız Polis Şefi Mr. John L. Cleveland, Ohio, «Sayın Ba, Dün size telgrafla mevkuf Filip Moropulosun, Kız hayret etti: «Ben bu ismi biliyorum galiba, şu esrar ka - çakçılığında adı geçen Yunanlı değil mi? Gazetede okumuştum. Ameri başile tasdik ederek mek tuba devam etti: de yerini kısaca işaret edelim: Buradaki Aya Teodosya ki- lisesi, Bizanslılarca en mukad- des addedilen dini yerlerden biridir. Bizans devrinde hafta- da iki defa burada büyük me- rasim yapılırdı. 1453 yılı mayısının 28 nci günü İmparator Kostantin A- yasofya'daki üyinde bulunduk- tan sonra yanında Patrik ile 'apı olduğu halde buraya ka- ar gelmişti. Şehrin en uzak semtlerinden gelenler burada dua etmekle meşguldüler, Bir gün sonra köhne Bizans'ın çö- kerek yeni bir devir açılaca - ğından — habersiz, renk renk güllerden çelenkler yaparak azizlerin resimlerini süslüyor- lardı. İşte bu gül demetleridir, ÖSK DKMDK ADK AM ÖKÜRÜC ÖĞÜ YA AA CZ. CZ CÖYG ÖNMES ÖNMEK ÖD CÖGK GÜDK DAGK. YAK DURDC YGGEDC ÖYK DAUK DS KOK ND C Amasyada define bulundu Bulunan eşyalar meyanında altın bir kupa ile gümüşten tepsi, şamdan, tabak ve saire çıkarıldı Amasya (Hususi) — Kışlacık köyünden Ali Kaya adındaki bir rençber, geçen gün Mahmatlar köyü civarındaki tarlasını sürer ken, sapan demirinin ucuna a- ğırca bir cisim takılmıştır. Köy- lü, toprağı kazınca altından ma- mül bir şarap testisi çıkmıştır. Kazı ameliyesi - devam edince, ayni yerden, altın bir kupa, ile gümüşten yapılma tepsi, şama- ,dan, tabak ve altınla karışık gü müş külçeleri, bronz veya tunç- tan mamül kazma, çekiç, örs, balta gibi eski zamanlara ait eş- yalar çıkarmıştır. Definenin köylüler — arasında paylaşılması esnasında başgös - teren alnaşmazlık üzerine key- fiyet vilâyete aksetmiş, derhal mahalline gönderilen bir ekiple, definenin istirdat edilebilen eş- yaları müsadere edilmiştir. Mahmatlar köyü muhtarı Ham di ile defineyi bulan Ali Kaya ve muhbir Kışlacıklı Settar, j darma refakatinde şehre getiril- mişlerdir. ki, Bizans'ın bu eski kilisesine «Gül camii» adını verdirmiştir. Haliç, Bizans — zamanında meşhur ve muazzam Vluherne Barayı, İmparator Marsiyen'in karısı Polişeri tarafından 451 de yapılmış olan büyük kilise, SSGRC DSENRIC DNO IC ÜND DND DNENC YUAD OLUNRDC DU YK G ĞÜNÇ DKB ZK DZTMEİC OZANAC OYTARIC DK OO GÜNEK. NC DKD DNAARNC DND UD GS DK SN Hazreti Meryem'in kefeninin saklandığı Aya Saş kilisesi ile âmur bir sahilin denizi - idi. Fatih'ten sonra denizcilik ha- $ £ etme- reketinin burada inkiş : si, Haliç'i az zamanda şenlen- ; dirmişti. Lâle devrini yaratan $ nebilir ki, Nedim gibi bir şairi $ Türk edebiyatına kazandırmış E tır. Nedim le devrinin ve İ Haliç'te, ge gündüzlü de- £ şairi değil midir? 8 MK SDK SAD MK DAMDCSÜMEK Xe OĞ Balakur köyün- de cinayelt sahilleri kucaklayan Haliç, de- vam eden eğlence âlemlerinin ğ —. ihtiyarı öldürdü Sıvas (hususi) — Sivasın Ba- lakur köyünde feci bir cinayet işlenmiştir. Hâdise hakkında e- dindiğim malümatı bildiriyorum: Geçimsizlik yüzünden, — kocası Kadirden ayrılarak babası Şa- ban Demirbaşın yanında kalan Ayşe, kocasının tekrar barışma tekliflerini reddetmesi — üzerine, Kadir hâdise gecesi yanına, ba- basını ve kardeşini alarak Bala- kura geliyorlar. Şabanın evine hep beraber hücum ederek Ay- geyi zorla kaçırıyorlar. İhtiyar Şaban bu vaziyete müdahale et mek istiyorsa da, mütecavizle - in tabança ile ateş etmeleri üze rine ağır surette yaralanıyor. Yaralı Şaban Sivas hastahane sine getirilirken yolda — ölmüş - tür. Mütecavizler süratle aranmak tadır. yazı bulunmadığı cihetle, hangi devre ait olduğu tahmin edile - memektedir. Sanat bakımından fazla bir değerleri — olduğu Üzerlerinde sadece söylenemez. Bulunan eserlerin Üüzerlerinde ' tezyini çizgiler vardır. «Başka bir İngiliz nâmı müs- tearı olup olmadığını sormuş - tum, Hususi bir sebepten dolayı kendisini, şimdi ismini zikrede - ceğim adam vasıtasile kim oldu- ğunu anlıya.... Tam ©o sırada kapı vurulup aşağı kattan bir kâtip elinde bir telgrafla geldi. Ameri düşünme- den telgrafı vererek kıza okut- turdu Ameri Co. London.. Moropu- 10s beraat etti, İngiltere yolun - dadır. Polis Şefliği: Ameri, hah! dedi, serbest bı- rakılmış ha! bu birisi için pek fena bir haber, Elsa bu (birisi: nin) kim olduğunu soram: zaten patronunun bu kadar a: çık davranmasına şaşmıştı, fa- kat adam telgrafı kıza okuttur- duğuna pişman olmuş gibi sert bir hareketle elinden alıp imdi gidebilirsiniz, herhal de uzun müddet size ihtiyacım olmayacaktır, dedi KISIM: 31 BANKANIN BİR MÜŞTERİSİ Mr., Touervilin, konağı şahâ- ne bir şeydi. Damından bodru- muna kadar, intizam ve lüks kaynağı olan bu konakta saba- hin altısında hiçmetçinin oca- ği yakıp, gecenin on bir bucu- ğunda uşağın ön kapıyı sürme- lemesine ve holdeki son ışıkla rı söndürmesine kadar herşey program dahilinde ve aymı sa: atte yapılırdı. Bu sabah banker mutadı hi- Jâfına kahvaltısını bitirmeden ——— ——— — — — uşağını çoğırdı: «Bu gece bir davetim var» dedi. Peki efendim! — Benimle beraber dört kı şi olacağız, şöyle itimat ettiğin bir kadın hiçmetçiyi gelecek kadınların emrine tahsis et Bir odayı kendilerine dinlenme odası olarak verelim, acaba hangisini verelim? Yatak oda mı ? Evet, evet, en münasi- bi odur. Yalnız tualet masası- nin üstünde lâzım olacak şey: ler bulundur.. Pudra.. ruj ve saire gibi. Kâhya kadına rengi, cinsi hakkında danışır- san o sana fikir verebilir. — Peki efendim. - Akgam yemeği her zaman dan daha mutena olsun istiyo rum, Mönüye güzel bir şam- panya bir de hafif Alman şa rabı ilâve etmeyi de unutma.. Yemek kaçta yenecek e fendim? Sekiz buçukta, salona bir briç masası yerleştir. Birkaç tali emir daha ver- dikten sonra bankaya beş da de kika gecikerek gitti. Yaratılış itibarile içi tez bir adam olma masına rağmen Major - Amcri gelen mektupla: Yını okur, cevap yazar ve len: favi bir kız olan kâtibesine o kadar iş yüklemezdi, o sabah ta oldukça çalıştı. En yorgun olduğu zamanlar, yrek kaladan bir buçuk arası, müstacel ve mühim bi: iş olmadıkça ziyaretçi kabul et- | mezdi. “sekası var) gibi kendine Yazan: Eski bir pehlivan Karamanda işi tekrar elen- ve tırpana dökmek — istedi. kat Arnavutoğlu'nun yaptığı inci bir âni dalış bütün plân- larını alt Üst etti. Bu bir avuç adam nasıl böy- le şimşek gibi dalmış, ta topuk lara kadar inmişti? Karamanda bunu düşünecek vakit bile bula- madan kendisini zar zor yüzü- kuyun yere attı. Arnavutoğlu da hemen bir kene gibi beline sarıldı. Ve hemen sarmayı vur- du. Meydan alkıştan ve heyecan- dan inliyordu — Yaşa Arnavutoğlu! — Aferin pehlivan! — O ne dalış idi be! Hakikaten böyle bir — dalışı meydanda bulunanların hiç bi- ri ömürlerinde görmemişlerdi.. Karamanda'nın yine talihi var- dı. Yoksa başka bir pehlivan olsaydı, mutlâka sırtüstü gider di. Karaman da kendisini toparla yınca ayağa kalkmak istedi. Fa kat bir türlü buna muvaffak olamıyordu. Kendisi okkaca çok ağır olduğundan sarmadaki a- yağının üstünde dönmek istedi Fakat Arnavutoğlu'nun — ayağı demir bir kazıktan farksızdı. Kendisini tam mânasile zaptet- mişti. Karamanda şimdi hiddetten ziyade hayret içinde idi. Bu yumruk kadar pehlivanın ne be İâlı birşey olduğunu şimdi pek güzel anlamış bulunuyordu. Te vekkeli Arapoğlunu yenmemiş- ti. Bunu yenmek hakikaten bi mes'ele idi. Hünkâr pehlivanını tutanlar, onun bir türlü ayağa kalkama- Masını bir türlü izah edemi- yorlardı. Birçok kimseler sinir« lenmişlerdi. Hattâ içleriniüe da- ha fazla dayanamayarak: — Haydi Karamanda! — Ayağa kalk Karamanda! — Ne oldun? kolların mı tu- tuldu? Diye bağıranlar da vardı. vet, Karamanda'nın hakika ten kolları tutulmuştu. Bu kü- çük pehlivan kendisini büyüle - miş gibi idi. Bu sıralarda meydandan ka : çar gibi giden Arapoğlu da uzak bir çadırda silinmiş ve giyinmiş bulunuyordu. Arapoğlu bu bir avuç pehlivana nasıl olup da ye- nilmiş olduğunu bir türlü anlı- yamamıştı. Onun için dışarı çı- kacak yüzü yoktu. Hırsından ağlamaklı oluyordu. Fakat bu yumruk kadar peh- livam hünkâr baş pehlivanı Ka- Tamanda'nın da bir türlü yene- memesi ve güreşin uzamağa yüz tutması karşısında bir parça te- selli buldu. Çadırda mütemadi - yen güreş hakkında malümat alıyordu. Onun için güreşi sey- retmediği halde her safhası hak kında bilgiye sahip bulunuyor- dü. En sonra — Arnavutoğlu'nun » Karamanda'yı bastırmış olduğu nu ve Karamanda'nın bir türlü ayağa kalkamadığını öğrenince çadırda daha fazla duramadı. Dışarı çıktı. Bu şeytan gibi a- damın güreşini yakından seyret mek istiyordu. Bir kenara ilişti ve seyre daldı. Koca Karamanda'nın bir tür- lü ayağa kalkamayışı ve kimse- nin ehemmiyet vermemiş oldu - ğu bu yumruk kadar pehlivanın tarihi Kırkpınar meydanını alt üst etmesi daha ziyade bir mu- cizeye benziyordu. Arapoğlu'nun yanına hemen rkaç abbabı toplandı: AA Sıhvri Belediye Reisi hımaye mı ediliyor ? Silivri Piripaşa Hasfırın Sok. No. 12 de Kadri Alparslan im- zasile aldığımız mektupta şöyle deniliyor Silivri Belediye muhasibi bu- lunduğum sırada Belediye reisi Yusuf Çoğalın muhasebeye mü- dahalesi ve Belediyenin İş Ban- kasındaki parasını, istediği man almak ve diledidi yere sar- fetmek hususundaki — arsusuna mümanaat ve keyfiyeti mülkiye âmirine arzettim. Bunun için Be- lediye reisi vazifeme son verdi Mülkiye müfettişi Sadettin Er- tur geldi ve tahkikat yaptı. Be- lediye reisine 948 senesi bidaye- tinde işten el çektirildi ve beledi- ye muamelâtı vekil - tarafından tedvire başlandı. 9 ay sonra hak kında Danıştay veya mahkeme- 'nin ademi takip veya beraet ka rarı almadan (tekrar) iş başına getirildi.'Bu hal kasabada nahoş bir hava yarattı. Bu nasıl iştir? Alâkadarların dikkat nazarını çekmenizi rica “E. T. T. nin bozduğu yollar, hakkında İstanbul Belediyesi 2 ve İstatistik Müdürlüğünden riyat Yeni Sabah gazetesinin 13/ö/ 1949 tarihli nüshasında <E. T T.'nin bozduğu yollar» başlığıle OKUYUCU 18 TEMMUZ 1919 Tefrika No. 51 Arnavutoğlu hemen bir kene gibi beline sarıldı — Yahu şu Arnavutoğlu ne pehlivanmış be! Sen onunla tut- tun. Çok mu kuvvetli? diye sor dular. Arapoğlu artık yenilmiş oldu- ğundan dolayı utanmıyordu: — Hem kuvvetli, dem de çok oyuncu! dedi. Bir türlü güreşi- mi ona uyduramadım. — Karamanda da yenemiye- cek galiba! — Yenemez. Ben Karama yı bilirim. Bu küçük pehlivanım Büreşi büsbütün başka! amandayı da yenecek — O kadarını iddia edemem. Daha evvel benimle tutuşmamış ve yorulmamış olsaydı herhalde yenerdi. Arapoğlu — böyle — söyliyerek kendisine bir şeref payı ayırı- yordu. Arkadaşlarından biri başını salladı: — Fakat hiç yorulmuş hali yok. Baksana... Sanki yeni tut- Tuş gibi... Bu adam göreceksi. niz, Karamandayi da yenecek! İtiraz eden olmadı. Karamanda( hâlâ a; kabilmek için çırpınıp dü. Çingene davul zurnacılar, Kırkpınarda yeni doğmakta o- lan büyük bir pehlivanı alkışla mak ister gibi keyilli keyifll çalıyorlar, davullar meydanı güm güm öttürüyordu. Yalnız bu defa doğmakta olan Kırkpınar baş pehlivanı diğerle- rine benzemiyordu. Böyle bir Pehlivanı bu yerler görmemişti. Çünkü bu eşsiz şerefi kazanan pehlivan, öbür Kırkpınar kahra Manları gibi yüz on, yüz yirmi okkalık bir dev değil, altmış beş altmış altı okkalık bir peh- livandı. Orta boylu, kendi halin- de bir adama benziyordu. O za- mana kadar böyle bir şey ne gö Tülmüş, ne de işitilmişti. Altmış altı okkalık bir pehlivanın başa güreşmesi bile kimsenin ihi mal veremiyeceği bir hâdise i- di. Halbuki bu altmış altı okka- hk pehlivan hem başa güreşi- yor, hem de Arapoğlunu yen. dikten sonra Karamanda — gibl büyük bir hünkâr pehlivanına kafa tutuyordu. Belki onu da yenecekti. O zamana kadar böyle bir hâ dise ne görülmüş, ne de işitil- miş olduğundau herkesi derin bir hayret ve dehşet kaplamış- tı. Bu nasıl oluyordu? Böyle bir şey nasıl mümkün olabiliyordu ? Yumruk kadar bir adamın bü- tün devleri yenerek Kirkpmar &ibi bir yerde baş pehlivan olma sı mümkün mü idi? Sırası gelmişken istirdat ka- bilinden yine Ali Ahmet pehli- vandan bahsedeyim. Bugün Arnavutoğlundan hay retle bahsediyoruz. Onun ancak 66 okka geldiği halde Kırkpınar birinciliğini nasıl kazandığını ve ihtiyarlayıncaya kadar nasıl bir defa olsun yenilmediğini hayretle karşılıyoruz. Halbuki Arnavutoğlundan o- tuz kırk sene sonra yetişen ve yine eski tarihi Kırkpınarda birinciliği kazanan meşhur Ali Ahmet pehlivan bu eşsiz başarı Bını kazandığı zaman ancak 58 okka geliyordu. Yâni meşhur Arnavutoğlundan sekiz okka daha hafifti. Geçenlerde bir gün matbaa- a bu hâdiseden bahsediyorduk. Ali Ahmet pehlivanın bir çok güreşlerini seyretmiş olan üs- tad Refi' Cevad ondan bahse- derken şöyle dedi: (Devam var) a kal. duruyor- Ki... Şile'nin Avcıkoru köylü!erinin kömür haciz bölgesinden şikâyetleri Şilenin Avcıkoru köyünden Eş ref Pehlivan imzasile aldığımız mektupta şöyle deniliyor: , Bugün başlıca gelir kaynağı imdl etmiş olduğumuz kö«< mürlerdir. Devlet Orman — işlet mesi Üsküdar Müdürlüğüne buğ h haciz bölgesi, imül etmiş oldu- gumuz kömürlerin yüzde 25 in' bilâyet ihtiyacını karşılamak ü Te istemekte ve türlü türlü müşküller çıkarmaktadır. Bundan 5-6 ay kadar — evvel, bir defaya mahsus olmak üzere, kömür istihsalimizin yüzde 25 ini vermiştik. Bu esnada müşkülât ve çok çecin bir muamele we kar gılaşınıştık. En temiz ve kuru mallarımızdan dahi yüzde 10 fi- Te düşmüşlerdi. Derdimizi, şikâ- yetlerimizi kimseye dinletemiyo Tuz, hakkımızı arıyamıyoruz, ve bu halin sürüp gideceğinden en- dişe ediyoruz Şimdidın alâkadarların me dikkatini çekmenizi rica edi- yoru”. yazı incelenmiştir etede bahsedilen yerlerde isteklilere havagası verilmek 'ere bacalar açılmıştır. Bunların oprak iyice kuruyucaya — k. olduğu gibi ahkonulması saru ridir. Bir müddet bekledikten sonra gerekli tamirat yapılarak çukurlar kapatılmıştır.

Bu sayıdan diğer sayfalar: