V. Romaüce ile bir konuşma ee b Hiç şüphe yok ki Viviane Ro- mance, hakkında en çok de kodu yapılmış olan yıldızlardan biridir. Onun hırçın olduğunu, partönerleriyle - geçinemediğini göyleyenler çoktur. Cinemonde dergisinin bir muharriri, yakın- da Birinci — François stüdyo gunda «Maya> adlı bir film çe- virecek olan sevimli yıldızla a- gağıdaki şu konuşmayı yapmış- tır Viviane Romancı nibayet kendi dairesinde yaka- Tamağa muvaffak oldum. Beni büyük bir samimiyetle karşıla- &. Sevimli yıldızın, vakti olma- dığını bildiğim için ona derhal ilk sualimi sordum: — «Maya> adında güç belâ son bir film çevireceğinizi “ söylüyorlar, doğru mu? — Evet doğru. 'Tam bundan “«Maya> darn bahsetmişti. Bu ta- rihten itibaren, denizcilerin hül yalarında yaşattıkları Maya'yı, bu liman kizını, bir âan olsun ak- lımdan çıkaramadım. Onu bir gün oymyacağımı biliyor, fakat » Bunu nerede ve nasil yapacağı- ı kestiremiyordum. Fakat bu- Bün nihayet Maya'ya tekrar ka- vuşabildim. — Filmin senaryosunu siz mi hazırladınız? Böyle bir rivayet var da.. Viviance hayretle yüzüme ba- Yarak cevap verdi: — Hayır dostum, ben haya- fımda hiç bir senaryo yazmış değilimdir. Bununla beraber, si- nema âleminde senaryo yazdı- ğım rivayeti hâlâ ağızlarda do- Taşıp durmaktadır. Bu - asılsız rivayet, «Karmen» filmini çevir- diğim tarihte başlamıştı. O &- Tada Karmen filminden sonra 4Rüya kutusu> isminde bir film çevirmek — istiyordum. — San'ut Tovzuunda çok titiz olduğum İ- yolları kamarot. Tarının dilekleri Adresi bizde mahfuz bir oku- yuzumuzdan -aldığımız bir mek- tupta söyle denilmektedir . «Denizyolları dış hatlarında Çalışan kamarotlar ayda 56 lira | cret alırlar. Bunlar günde 18 saat mecburi çalıştırıldıkları hal de fazla mesai ücreti alamazlar. İdare bize günde 1 lira yemek ücreti verir. Bu para ile yiyebil. diğimiz yemek kapska ile lâpn- dir. Zabitana her öğlende üç tür lü yemek çıkarken bize bir tür Mi çıkıyor. Deniz üzerinde yarı ç yarı tok çalışıyoruz. Bu seneye ait ayakkabı ve el | Tiselerimizi hâlâ alamadık. İ Denizyolları (daresi bize bal- maktan aciz ise sayın Ulaştırma Bakanı bizim hailimize bir çare bulsun.» * Hacı Mansur sokağının durumu hakkında bir açıklama İstanbul Belediyesi Neşriyat ve İstatistik Müdürlüğünden Yeni, Sabah — gazetesinin 14-1.1949 tarihli «Nişantaşında Hacı Mansur sokağının — hâli: başlığile çıkan yazı incelenmiş tir, Hadı Mansur sokağının duru- M 1949 senesi halk dilekleri Meyanında nazarş itibara alına- caktır. gin partönerimi bizzat kendim seçmiş, hattâ filmin kadın kal ramanını kendi mizacıma göre bizaz değiştirtmiştim bile. . Fa- kat zannederim ki bu, her art tin hakkıdır. Zira senaryo$u meselâ bir romandan alınan bir filmin şahısları vak'anın hare- ket seyrine göre daima değişir. Astist bu değişiklikleri her an kontrolünden geçirmeğe mec- burdur. «Maya> ya gelince bu rol, en ince teferrüata kadar her an yaratılması gereken' muaz- #am bir roldür. — Bana Maya hakkındaki dü- #iincelerinizi söyler misiniz? — Memnuniyetle.. 1944 de ortaya konan «Maya> realist bir iyesti. Bugün bu kelimenin kıy metinden başka hiç bir tarafı dağişmemiş olan ayni piyesi filme çekmek niyetindeyiz. Fa- kat su noktayı hatırlatayım x bir film, şiir ve hülya havasile “yüklü bulunmasına rağmen pek Alâ realist bir film sayılabilir. Birinci Fransuva Stüdyosun- da sahne vâzu ve teknisiyenler hummalı bir faaliyetle çalışır- ken telefon mütemadiyen ça- hp durdu. Romence'i fazla Ta- hatsız etmek istemedim. Müsaa- desini isteyip yanından ayril- dıim, Film Çevirme Rekoru İngilterenin <Two Socie tes: isminde film şirketi harb sonu için yeni bir rekor kırmaya mü- vaffak olmuştur. «The perfect woman» «Tam kadın: filmini bu sosyete 38 gün içinde çevir- meğe muvaffak olmuştur. Şim diye kadar bir filmin bu kadar süratle hazırlanmış olduğu gö- rülmüş bir şey değildir. Ayni film çevrilirken İngiliz sinema — artistlerinden — Miss Pamela Davis gayet tehlikeli bir tecrübe için deneme tahtası va- zifesini görmüştür. Filmde Pa- melâ Davis bir otomat rolünü oynamakta idi. Gene filmde ce- revan edecek olan bir sahnede kadının biri Pamela'nın hakika- ten otomat olup olmadığını öğ- Şimdi Adalı şaşkın tıyor, Molla koyun duruyordu. Bütün bu hareketler o kadar ani yapılmıştı ki kimse böyle bir manzara ile karşılaşacağını aklından bile geçirmemişti. Şimdi koca meydan avuçları- ni patlatırcasına Mollayı alkış- lıyordu: — Yaşa Molla! — Aferin Molla! — Sen ne imişsin be! — Nasıl da topuk kesti — Geçmiş olsun Adalı- aşkın ya da' karnında yüzü li çok fena olmuz- kalktığı zaman ağla- kendisini zor tutu- tu niamak için yordu. Senelerce sonra Müminle yap tığı güreşler ahkkında Adalı şu sözleri söylemişti: — Şeytan gibi bir adamdı. Onunla yaptığım güreşleri nasıl kaybettiğimi bir türlü anlaya- Ay mudim gitti. Kollarında şa: cak bir kuvvet vardı. Çolak bir kolda bu kadar kuvvet bulun- masına- şaşmamak kabil değil- di, Her ikl seferinde de hiç um madığım zamantarda yenildim. Eğer Molla yaşasaydı, Koca Yu- Fuf bile onunla başedemezdi. Adalının bu sözleri doğrudur, Eğer Mümin yaşasa Idi, hakikaten Koca Yusuf da onu yenemiy ı renecekti. Bunun için de bu ka- dım Pamela'nın dürtecekti. yi a sırtını iğne ile Kadın elindeki iğne. artistin sırtına değdirir değ: dirmez Pamelanın vücudünden bir adım boyunda bir kıvılcım sıçradı. Böylelikle seyircilere Pamelâ'nın bir otomat olduğu ispat edilmişti. Bunun için de metöransen gu yolda hareket etmişti: Pamelanın yatmakta olduğu yatağın altına 200.000 voltluk bir jeneratör konulmuş ve Palemanın vücudü bu jene- ratör ile iğne arasında tel vazi- fesini görmüştü. Artist müthiş surette mes, faka tehlik: mışır. kork- i bir şey olma- Li kC1 | KISA HABERLER | B -l İ a& Serj Akyüz ve Hüseyin Peh divan adlarında 14 yaşlarında iki çocuk yankasicilik Yaparken ya - kalanmıştardır. & Sariyerde Şefiğin kahvesin - de şaka yüzünden bir kavga ol - müş, Zeki Cemal ve Adnan ad larında üç arkadaş birbirlerini ya Talarmış'rdır. 4 Kadıköyde oturan Sabri ile Hüsnü bir kadın kavga etmişler, Sebri, Bişle yaralaryıştır. * Mükellefleri dolandırmaktan sanık Muammer adında bir meselesinden Hüsnüyü| mur 2 10 inci Ağır cezada 4 ay gün hapse mahküm olmuştur. * Sarsonlar Sendikası 12 Şu bat cumartesi günü Eminönü hal kevinde bir toplantı te tir. p etmiş. “Anadolu, gazete: aleyk İzmir, 8 (Husust) — İzmirde intişar eden Anadolu gazetesi aleyhine Sıtkı Yırcalı tarafın- dan açılan hakaret dâvasının Balıkesirdeki duruşması — sona ermiştir. Karar, perşenbe günü tefhim edilecektir. YENİ SABAR 10 ŞUBAT 1949 sonra bir düellosundan kılıç ve tabanca düellosu da olacak mıydı ? Murad Reis ve gença silzade merak ediyorlardı — O zaman, sonuna kadar si ziule beraber kalmak ve İcab aderse bu uğurda Ölmek — için duyduğum arzunun ihtiras ha- line geldiğini göreceksiniz! — Teşekkkür ederim, fakat ben de sizin hayatınızı kendi hayatırıdan aziz tutmakta ser- bestim! — Demek ki aranızda bir fe dakârlık yarığı var! — Sır bu yasışta çiyorennuz! Siz beni çoktan geçmiş v birinciliği kazanmış bulunuyor- sunua! Birbirlerinin ellerini kuvvetle çıkt'lar; sonra hanin her tara- fını dolaşarak son vaziyeti göz- den geçirdiler. Artık gelenlerin nal seslerini duymak için yere yatıp dinleme ğe lüzum kalmamıştı; — atlılar son derece yaklaşmışlardı. Gerek dört korsan ve gerek Hanri Monpansiyenin silâhşör- leri merak etmeden bekliyorlar dı: Kendileri hiç kayıb verme- dikleri halde Marki Belârm bü- yük kayıblar verdiği için mane- Vi kuvvetleri çok yüksekti; ge- len meçhul süvarilerin kim ola- bileceklerine dair tahmin yürüt meğe bile lüzum görmüyorla! avın çoğaldığını gören bir avcı gibi elleri tetikte, kulakları ken dilerine verilecek emirde, sessiz ve hareketsiz duruyorlardı. On- lar düşmansalar daha heyecan- h bir savaş olacaktı; dost İseler, zaten inandıkları zafere derhal kavuşacaklardı. Artık nal sesleri - pencereler« den girip hanın içerisinde akis- ler yapıyordu; Marki Belârmın kuşatma çenberinden ayrılarak gerilediği ve yolun kenarına gittiği görüldü. Her halde o ve emrindeki silâhşörler, gelen meç hul süvarilerin kim oldukları handakilerden daha çok merak ediyorlardı. Yolun beş yüz adım kadar uzak taki dönemecinde evvelâ Üç at- h göründü; arkalarından diğer leri sökün ettiler. Vücudlarının yalnız gövde kısmını - kaplıyan hafif zırhları güneşte parlıyor- du ve geniş kenarlı şapkalarının tüyleri rüzgârda dalgalanıyor- du, Hanri Monpansiye tüylerin kırmızı olduğunu herke&ten ön- ce farketti ve sevinçle bağırdı — Kardinal - efendimizin lâhşörleri. Murad Reis onu tasdik etti: — Evet... Tanıdım... Sonra merakla sordu: — Acaba dostluk mu getiri: yorlar, yoksa?... Hanri Monpansiye tereddüd- süz cevab verdi: — Kardinal efendimiz size düşman olamazlar! Üç süvariyi kırk elli adım ge- riden takib eden ön beş süvari atlarını dört nala kaldırdılar, Onların hemen ardında evvelki- lerden daha güzel giyinen, şap- kasında bir değil üç kırmızı tüy dalgalanan yakışıklı, gürbüz bir subay vardı; o da atını dört nel sürdü ve Hanri Monpansiye son dereceyi bulan bir sevinçle hay- kırdı — Bövalye Dartanyan... Be- nim aziz dostum... Elini Murad Relisin omuzuna koydu ve müjdeledir ep beni ge — Artık kurtulduk, derim. tebrik &- min değildi. Merak edip de ya- nına gelen Meriye kısaca duru- mu anlattı. Şövalye Dartanyanın öncüleri Marki Belfârm'a eli adım kadar yaklaşmışlardı ki Belârm elini kaldırarak baj — Durunu: naz! Süvariler durdular. O nokta- tanyan da fırdı: » Yaklaşmayı- ya geldiği zaman durdu. Marki Belârm sordu Kapı çalındı. Kız açtı. Sahan: Iktik yamaalı(panfalonlü, daral mış, iplikleri yırtık paltolu kü. çük bir oğlan çocuk duruyordu. Kızı görünce, gülümsedi. Ön dişlerinin ikisi yoktu. Bu diş; ağız soğuktan penbeleşmiş yü- züne tatlı bir sevimlilik verdi. z uzandı, onun kısacık ke- Bilmiş sarı başını elile sıvazlıya rak — Gel bal delikanlı!... Kömürden ne haber?... dedi. Oğlan, gene gülümsedi. Uzun boylu kızı çok seviyordu. Gözle ri annesinin gözlerine benziyor- du. Renkleri değil amma, bakış- ları onun gözleri gibi bakıyor- du. Sonra ona «Delikanlı» di- yordu. Bir çokları gibi «Çocuk: diye çağırmıyor, arsada oynar ken gördüğünde elini sallıyor, «Gel bakalım sarı kirpi» diyerek okşuyordu ve her seferinde yir — Dost musunuz Düşman mi beş kuruş veriyordu. mısınız? — E söyle bakalım karabor- Dartanyan gür bir sesle c sacı kömürden ne haber! vab verdi: Kiz, onu mindere oturması i- — Haşmetli kralımızın emir- | çir cekiyordu. Pabucları yeni lerine itaat edenlerin dostları- idi amma, karla ıslaktı. yız! Haşmetli Fransa kralının emirlerini dinlemeğe hazırım; geliniz! Marki Belârm bir an — tered- düdden sonra hiddetle bağırdı: — Siz buraya geliniz, gövalye Dartanyan kargınızda Marki Belârm vardır ve o, on iki ata #ını sayabilen bir asılzadedir Kral namına hareket eden bir şahıs, kim olursa olsun, kra h temsil eder! Acaba bu söz düellosundan sonra bir tabanca veya kılıç dü- ellosu da olacak mı İdi? Gerek Murad Reisle Hanri Monpansi- ye ve gerek onların maiyetinde- kiler pek merak ediyorlardı. F: kat her ne olursa olsun şövalye Dartanyanın arkasında tepeden tırnağa kadar silâhlı yüz seksen silâhşör — oradakilerin hepsini kralın emri İle itaat ettirmeğe hazırdılar. Osırada geriden bir papazın yorgun bir halde geldiği görül- dü; © kadar ki atının üstünde zorla duruyordu ve nerede ise düşecekti. Murad Reis onun Pi- 'yer Banom olduğunu anlamak- ta gecikmedi; kendisi için iyi a- lâmet saydı. Marki Belârm şaşırmış - bir halde bir dakika kadar durdu; sonra birdenbire kılıcını kınına, tabancasını da kılıfına koydu; sert ve hızlı adımlarla şövalye Dartanyana doğru yürüdü. Şi- valye onu dikkatle tepeden tır- nağa kadar süzüyordu; Marki Belârm iki adım yaklaşınca el ni koynuna soktu; boru şeklin- de dürülmüş bir kâğıd çıkardı, Açtı ve gösterdi. Marki Belârm hafifce eğilerek okudu ve b: m kaldırıp karşısında ve at üs- tünde heykel gibi duran şö yeye baktı — Bu, size virlimş bir salâ- et mektubudur Fransa krallığı hudutları için deki bütün - silâhli kuvvetlere verilmiş bir emirdir. Şövalye bunları söylerken a Soluna göz attı; Bekiz si- lâhşör derhal sıradan ayrılarak Marki Belârmın etrafını aldılar ve kılıçlarını çekerek durdular. Şövalye Dartanyan inadcı ve küstah asılzadeye gayet sert bir sesle dedi ki: — Marki Belârm sizi kral na mına tevkif ediyorum hi (Devamı var) Murad Reis de memnundu, fa- kat işin bittiğine tamamile e- Ayaklarını di bir tavırla: — Halı berbad olur!... dedi Kiz ve divanın öbür köşesin- de oturan annesi güldüler. — O bunlar ne güzel pabuc- Güle güle eskit Kıza gülerek baktı. Hemen de görmüştü. Ankaralıların <hay- ratı> olduğunu söyledi. — Az kalsın senin baban var diye mektebde bana pabuc ver- forlardı. Amma, annem git- ti. Hem de sancısı vardı o gün. «Babası işsiz demiş, ben de ça- lışamıyorum demiş. Şu halime bakın! Belki bu gece hastahane ye giderim demiş. Acımışlar. aret ederek, cid lar Öğretmen bana da vermiş... İş- te bunlar!. Küçük ayaklarını uzattı. Si- yah ıslak kunduralarını kurum İa gösterdi. — Üstleri ıslak amma, içine hiç su geçmiyor. Hem de annem iç yağı ile yağladı onları. Kız, gülümsiyerek dinliyordu: — E bebek nasıl? dedi, Oğlan, iki yumruğunu — sıkı kundaktan çıkaran bir aylık kardeşini düşündü. Sonra anlat mağa başladı. Gözleri yeşil sam- ma yaprak gibi yeşildi». Yanak ları gül gibi idi. Dudağı da ki- raz. Kuvvetliydi. Daha bir ay- hıktı amma, gülücükler yapıyor du. Evin içi şenlenmişti. Babam artık her gece eve geliyor kızı çok seviyor... Ke- ratanın kızı, deyusun kızı diye hoplatıyor... - Kız bize uğurlu geldi. Babam rakı da içmiyor artık. O karıya da gitmiyor. Bir geki odun aldı. Kızın gözleri önünde arsada- ki teneke kulübe canlandı. De- mek ki, bacası tütmeğe, manga- hnda tencere tıkırdamağa b Bir gün oradan geçiyor- du. Vapura yirmi dakika vardı. Tanıdığı bir şarkı sesi duymuş: tu. Üstüste yığılı taşların biçim siz duvarı ardında Nazlıyı ve o- raya doğru yürüyünce duvarın arkasında tenekelere eğilmiş çi- çekleri yarı açık kapıyı evin du- varı dibine yapılmış ocakta tah ta parçalarile kaynıyan tencere sile onun evini görmüştü. Dara- cık entarisinin önü hafifce kabarıktı. Selâmlamışlar, Naz h onu evine dâvet etmişti. Tek odadan ibaret alçak tavanlı evin içi, sinema afişleri, duvar ilânlarile kâğıdlanmıştı. Sarı topuzlu siyah demir karyo- (ALI AHMED PEHLİVANIN BAŞ GÜREŞLERİ Yazam: Ali Ah cekti. Güreşte ve pehlivanlıkta bu kadar talihli olan bu eşsiz kah- raman ne yazık ki çok vakitsiz olarak hayata gözlerini yumdu. Bilhassa İstanbulda yaptığı gü reşlerde pek büyük başarılar gösterdikteh ve kimseye yenil- meden her pehlivanı yendikten sonra hayatının en iyi devrinde bir hain kuruşuna kurban git- ti. Bir Ramazan gecesi - teravih namazına giderken kim tarafın dan ve niçin atıldığı hiç bir za- man anlaşılamıyan bir kurşuna kurban gitti. Mümin Hoca çok iyi bir adam dı. Bir defa tam bir Müslüman- dı. Karıncayı bile Incitmekten korkardı. Hiç kimseye fenalık yapmazdı. Onun için bir düşman İğa maruz kalması ancek pehli vanlığı yüzünden olabilirdi. Kim bilir, belki de er meydanında yendiği pehlivanlardan veya bir pehlivanın adamlarından biri o- Hu kahbece yok etmek için bu cinayeti işlemişti. 'danın med öeedr da sırtı yere gelmiyen Molla ancak bir kuruşuna kurban ol- duktan sonra sırt Üstü yere düş tü. Allah gani gani rahmet eyle- sin! Ayni gekilde kahbece öldürü- len pehlivanlardan biri de Sici- moğlu namile maruf bir pehli- vandır. Sultan Aziz zamanında cere- yan eden bu hâdiseden de bura- da bahsedeyim. Sultan Azizin pehlivan merak hsı olduğu malümdur. Hattâ kendisinin bile soyunarak dev Bibi cüssesile vakit vakit güreğ- miş olduğunu söylerler. Kendisi nin son derece kuvvetli bir a- Gam olduğu bir hakikattir. Bu- hu Paris seyahatinde Paris ser gisinde de göstermiştir. Tarihler Yazar. Ancak Sultan Azizin pa- dişah olduktan #onra güreşmiğ olduğu doğru değildir. Vakı merhum M. Sami Karayel Kel Aliçonun hayatını yazarken ge 'nun Sultan Azizle saray bahçe- sinde müteaddid güreşleri oldu- i* * * x ğunu İddia etmiştir. Fakat bun- lar doğru değildir. Bir Osmanlı hükümdarının bu gekilde yağla- nip güreşmiş — olmasına imkân yoktur. Sultan Azizin sarayı —bütün büyük pehlivanlara açıktı. Mem leketin muhtelif yerlerinden ge len pehlivanlar İstanbulda Us- tünlük gösterince soluğu saray da alırlar. Orada yerleşirlerdi. Başta Kel Aliço olduğu halde Kavasoğlu İbrahim, Hanço oğ- lu Halil, Arnavud oğlu gibi Ün- lü pohlivanlar bu pehlivan oca- ğının baş gediklileri idiler. Sul- tan Aziz bunların bir. kısmını hamlacı olarak kullanırdı Bun- ların vazifesi saltanat kayığın- da kürek çekmekti. Birbirinden iri, birbirinden kuvvetli olan bu adamlar koca kayığı kuş gibi uğuruyorlardı. Sultan Aziz bazılarını da İt rikdar, geccadeci başı gibi hiz- Metlerinde kullanırdı ve zaman zaman da bunların birbirlerile tutuşmalarını irade eder, ken- disi de onları zevkle seyredi Tefrika No :130 di Dışarıdan gelen - pehlivanlar serbestce gelip bunlarla boy öl- çüşmek hakkına malik - idiler, Yenildiler mi, gerisi geriye mem leketlerine dönerlerdi. Ekseriya da böyle olurdu. Fakat galib geldikleri takdirde bu pehlivan ocağına girip yerleşmek hakkı- mı kazanırlardı. İşte günün birinde omuzunda kısbet zenbili olduğu halde u- zun boylu zayıf bir adam mabe- yine kadar müracaat etmiş ve Sultan Azizin baş pehlivanları ile güreşmek İstediğini söyle - mişti, Fakat baş mebeyinci onu pek zayıf bulmüş olacaktı ki kendisini içeri almadı ve çıkıp gitmesini söyledi. Fakat yabancı pehlivan hiç oralı olmadan direndi. Bu vazl- yet kırşısında nöbetci askerle- Te kendisini zorla kapı dışarı et mek emri verildi. O, bunlara da karşı koydu ve saray kapısında bir kavgadır başladı. Sekiz ne- fer bu zayıf, uzun böylu adam- la bi a çıkamıyorlar la, temizce yorganile köşede idi. Karpuzlu çift lâmba sile ayna konsol, tenekeli Ban- dık, yerde paçavralardan do- kunmuş palalarile, “burası genç bir kadının yuvası idi. Nazlının alın teri gücünün kuvvetinin kazandırdığı Üç beş kuruş. Bu eşyaların Bitpazarından alm - ması için harcanmıştı. — Annem ordinoları istiyor... Belki kömürünüz pazartesiye verilecek Kızın düşünceleri Nazlının e- vinden, kömür meselesine sı yiverdi. Bir hafta evvel Na: nın kainbiraderi iki yüz elli ki- lo kömürün nakli için on iki li- rasını almıştı Yüzü gülümseyişini kaybede- rek: Receb mi getirecek kömü- rü? Diye sordu. Oğlanın gözlerin- de bir parıltı tutuştu. Kelimele ri çabuk çabuk sıralamağa uğ- raşırken, şaşırdı. Nihayet söy- liyebildi: Receb amcam mapist Polislere «Bi arkadaşımı mapisten çıkarın!» diye bıçak ekmiş... Tabii yalancılık ©: Müzik B Cemal Reşit gibi değerli bir kompozitör ve orkestra şefiml- zih Atina seyahati küçümsenmi yecek bir hâdisedir, Gerçi böyle muktedir bir müzisyenimiz, her zaman için daha uzak mesafe- lerde, Avrupanın herhangi bir gehrindeki filârmonik, senfonik orkestrayı İdare edebilecek kud- rettedir. Bu yazımızda bilhassa şu nok tayı belirtmek istedik: Cemal Reşit, klâsik kaide ve metodlara vakıf olmakla bera- ber, böyle bir öğretmenden zi- yade, asıl bir artisttir. İzah e- deyim: Her artist kaideye sadık ve uslüba sahiptir. Fakat onda aha başka bir istidat mevcut- tur. Artist, öğretmenden bu noktada ayrılır: Öğretmen mev uubahis bestekârı, ekolünü, e- serini anlatır, tahlil eder; şayet orkestra şefliği yapıyorsa, ese- ri (texte) ine uygun çaldırmak için ayrı ayrı her saz grubu ile| mesgul olur. Halbuki artist ese- ri tekrar yaşatır ve yaratır. Tek wazife ve mes'uliyeti daima ye- ni eser verebilmek, halk tabaka- larına daha yeniyi ve ileriyi du- yurarak, onlara istikbali önce- den sezdirtebilmektir, Şayet or- kestra şefliği yapıyorsa, artık ©, âletlerle ayrı ayrı meşgul ol- meaz, kendini müziğin akışına | koyverir, heyecan ve hislerine| gem vurmadan coşkunluk içinde icta eder ve halkı coşturur!. Öğretmen, eser ile öğrenciler (orkestra elemanları dahil) ara- sında bir rabıtadır. Artist İ: eser ile halk arasında bir rabıta | dı. Tabii silâha davranmak iste miyorlardı. Mabeyinci de hiddet le neferlere bağırıyordu. Niha- yet sekiz neferin aczi karşısın- da bir manga asker daha gönder di. Gürültü büsbütün arttı. İşte tam bu:sırada gürültüyü duyan Sultan Aziz de aşağıya inerek ne olduğunu sordu. Padişahı gören mabeyinci ve) askerler derhal selâm vaziyeti aldılar ve karga tulumba ede- rek götürmekte oldukları ada- mı da biraktılar. Sultan Aziz sordu — Ne oluyor? Nedir. bu gü- rültü? Bu adam kim? Mabeyinci bir kaç cümle ile vaziyeti anlattı. Sultan Aziz üs tü başı yırtılıp parçelonan ada- ma bakarak: — Hiç bir adam yö kapı dışarı edilir mi ekiz tanesi kı edemedi devletlim! Sekiz, kişi - baş ni askerle ndisine baş edemedi — Evet efendimiz! Şu halde bizim pehlivan: larla karşılaşmağa hak ka: mış demektir. Buraya gel oğ lum! Yabancı büyük bir heyecan içinde Sultan Azize doğru iki adım atlı — Adın ne senin? (Devamı var) Porta kal... da... Sonra sizden de geçen 86 fer çok para almış. Allah rafi mı... Kömürü annem alacak.rş Kızı komgulara bırakacak... Ba- kacaklar... Kız, çekmeden ordinoyu çıka rarak oğlana uzattı. Her zaman ki gibi yirmi beş kuruşunu da verdi. O, ön dişleri dökülmüş ağzını gevgeterek, Bevimli se- vimli güldü. Sonra kalktı. — Eh ben gidiyorum Allaha emanet olun!... dedi. Kız, kapıyı açtı. Gülerek uğuz ladı. * Oğlan, elinde "Kocaman - bir portakalla evine döndü. Gözle- Ti, yanakları sevinçli İdi. Ordl- noyu verdi. Sonya portakalı ve artan on kuruşu annesine uzat- &. — Suyunu kardeşime içir Çabuk büyüsün!... Büyük bir erkek edasile ka- pıdan çıkarken: — Ben arsada çocuklarla kar topu oynamağa gidiyorum. Al- laha emanet olun anne... dedi. Kadın, oğlunun arkasından - zun uzun baktı. Sonra gözleri Avucundaki portakala, on kuru ta gülümsedi. Küçücük oğlu avuçlarına dünyanın hazineler ni birakıp gitmi gevinçle, şükranla dolup taşı- yordu. ne, ahıslerı Cemal Reşid Rey ve Atinadaki Konserleri Yazan: SELMİ ANDAK dır. Vazifeleri budur. İşte Cemal Reşit. ikinci ka- tagoriye, artist sınıfına girer. Buzun bariz bir misalini de gehrimize gelen değerli iki pi- yanistte gördük: Fredrich Wüli Ter nasıl kudretli bir öğretmen idiyse, Uninsky coşkun bir ar-« tistti!.. Cemal Reşit için bunu söyle- mek fırsatını bize Atina konser leri verdi. Cemal Reşit, İstan- buldaki konserlerinde hem öğ- retmenlik mecburiyeti ve hem de artist olmanın tezadı içinde dajma sıkıntı çekmiştir. Kendi- ni çoşkunlukla müziğe verdiği zamanlar onun heyecanlı idara edişi İle, orkestradan — istediği Tandımanı alamayışı arasındaki ıstırabını ve sinirli halini hi: #etmemek kabil değil.. Biz o- non, bu ateşli, canlı ve sinirli balini beğeniyeruz. Bu anlarda © hakiki bir artist, daha kemmel için cehd sarfeden t 'tiz bir insan oluyor. İşte Atinada da* böyle oldu. En ufak bir hareketini kaçırım- 'yan ve anlayan bir orkestranın kbaşında coştu ve yaşattı. 7>ten onun ateşli ve sinirli mizacı E- ge kıyıları sakinlerinin mizacı İle ayni olduğundan, Cemal Re- #it havasını buldu, diyebiliri: Beethovenin 7 ci senfonisinde bu canlılığı gördük. Adetâ Beet hoven, belki de kendisinin arzu- ladığı gibi, eskisinden daha zi« yade klâsik kadrodan sıyrılmı;, daha dinamik ve gürleyen bir hal almıştı. Hattâ son kışımlar hedefe daha çabuk varmak ister gibi biraz aceleci idi!.. Prog- ramın başında olan Vivaldinin iki keman için yazılan eserini bilhassa İstanbulda dinlediğimiz kemancı Niko Dikeos'un başarı« # ile iyi idi. Niko Dikeos çok ilerlemiş.. Çello'ların temizliği vo keman konser - meister'inin bilgisi orkestrayı üstün kılıyor. En büyük derdimiz olan böy bir birincl kemana çok ihti cımız var!.. İkinci kenserdeki Yunan bes- tecisi Kalomirisin eserini be- ğendik. Cemal Reşidin, «Zey- bek) lerini folklor olmak bakı- mından takdir etmekle beraber eseri bütünü ile hafif bulduk.. Orkestrasyonu iyi, fakat düşün ce ve yaratıcılığı az. Bu İstanbul - Atina muhakkak ki, orkestra eleman- larında aramak İcap eder. Bu sebeple Cemal Reşit, Atinada öğretmenliği bırakmıştı, — diyo- biliyoruz Di ta- pıtmağa yarayan küçük bir fır- sat bile olsa, bu konserlerin mü zikal tenk dik. Fakat m rler hakkınd farkını, rli müzisyenlerimizi alesef çalı tahlil den Çünküi, raflıyomuzun gösterdi. hk bize ve tabit dinlemek is yen halkımıza bu fırsatı vermedi Önce gazeteler yalnız Atina rad (Devame Ba, 5 Sü, T de)