BAYPA: « =YI—'A' 4 ABAH MURAD REİS KYANUS KORSANI Rıta Hayvorth şanzeııze Murad Reisle arkadaşları Tiyatrosunda... Cumhuriyet gazetesi lan dâya aleyhi Demokrat Parti Trabzon İ! Başkanı tarafından Devlet R: ine çekilen bir telgrafı neşre: tiğinden dolayı Cumhuriyet ga- zetesi sahip ve Başyazarı Nad Nadi ile gazetenin bu nüshasın- da yazı işlerini fiilen idare eden Nazım Ulusay aleyhlerine aç lan dâvaya dün-asliye ikinci cezada başlanmıştır. Sanıkların avukatı Profesör Vasfi Raşit Sevig, hâdisede m')- Turu zaman olduğunu iddia et- Tüişste de mahkemece kabule şa- 'yan görülmemiştir. Nadir Nadi ve Nazım Ulüusay hâdisede suç unsuru görmedik- lerini, Trabzondan telgrafi — çe- ken şahsın bizzat bu suçundan dölayı verildiği ora mahkeme- Binde beraet ettiğini bildirmiş- tir, Duruşma, bu cihetin Trabzon ceza mahkemesine sorulması i- Bir türlü devredilemiyor Türk Eğitim Derneği Yurtla- Ti 1 Şubatta Milli Eğitim Ba- kanlığına devredilecekti. Devir mi'smelesinde görülen bazı güç lükler buna mâni olmuştur. Öğ- imize göre, demirbaşların tesbiti için gelen heyet, yurtla- rım acık görülen hesaplarını da tetkik etmektedir. Bu hesaplar Pek karışık olduğundan — devir iş'nin daha uzun bir müddet E€Likeceği söylenmektedir. Diğer taraftan bu işler halle- dilse bile, kanun tasarısı Mer- listen çıkmadan önce devrin ya- pilması mümkün olmıyacaktır. Hesap ve devir işlerini tetk'k eden heyete dahil olan dernek mümessili, müdür ve talebeleri- nin yurtlarda yapılmasını iste- dikleri değişikliği esasen mucip tebeplere istinad ettirememi: olduklarını, binaenaleyh bu ie- teklerin nazarı itibare alınamı- yacağını söylemiştir. W Milli Eğitim Bakanlığı ts- rafından hazırlanan telif hak: iarı kanunu tasarısı — üzerinde edilmekte- Ay sonlarında tahsilât yapılması doğru mu? Hüviyeti mahfuz bir okuyu- cumuz diyor ki: «— Bizler aldı, mdaşla geçinen insanlarız. Maaşlı v tandaşların hali âse malüm. Hü- metler, bizlere dar gelirli, d2- mez gelirli gibi isimler de koydular. İşte bu evsafta olan ler, böylece, aybaşını bekler- ken bir de bakıyoruz ki kapıya bir tahsildar elek- Hiik veya havayazı — faturasını uzatarak para — istiyor! — Tabii verilemiyor, gaz veya — elektrik de keniliyor. Aybaşında maaşı- Smizy alınca, borcumuzu — ödüyo- Juz, Bir süirü muamele; yorgun- Tuk ve masraf da yanımıza kâr İalıyor. Belediye veya E..T. T. İdaresi, ay sonlarında tahsilât Yopmak — usulünü terkedemez Mi? Hani prensibimiz vatandaş Hara kolaylık göstermekti? miz Belediyenin ve B. T. T, İda- hesinin nazarı dikkatini celbet- İnenizi rica ederiz.> Milletvek lleri mı lc Ankaraya Di le sadullah Emin şunları söylemiş - Ür: tet rada parlâmentoyu gezdik ve & - zalariyle tanıştık. İrana gitme - Gden evvel dost memleket Türki - yeyi ziyaret etmeği istedik. aksam Ankat İst mi için bu güzel şehri çok yakından tar rinizle Ki dn Su İre 20( a k a bir hafta kadar kalacaklar ora - dan Tahrana gideceklerdir. Altın fiatları bir den düştü da dün ani bir düşme başlamış - tır. Hd edilerek memlekete sokulma - Bıdır, yasaya iştirâki sebebiyle fiatı 6.15 e düşmüştür. görünce onun bu halile güreşe- bilmesine büsbütün şaştı. Şehrim:ze gelev iran İran milletvekillerinden Meh - et Riza Tahrancı, Esadullah E- in Esfendiyarı, Elbülfazıl! Dev t Paristen uçakin şehrimize gel üşler ve dün akşamki ekspresle hareket ün hareketinden evvel kendisiy- görüşen bir muharririmize E - etmişlerdir. <— Bünd'un bir müddet evvel tkik için Fransaya gitmiştik o- Bu 'a gideceğiz ve illetvekilleriyle tanışacağız. Ben tanbulda doğduğum ve tahsi n bir kısmmı burada yaptığım nirim, Ankarada milletvekille - tafışmaktan büyük — bir vk düyacdgım. İran dost Tür - iyeye çok sıkı bağlarla bağlı - İran milletvekilleri —Ankarada Gramı 6,23 liraya kadar yük - Jen Borsa dışı altın fiatların - Bildirildiğine göre buna sebeb uriyede bazı altınlarımızın tak - Dün alıcıların pek — azının pi - külçe 4 Ramazan Habib adında bir anlı Taksimde bir taşralının 0 lirasını dolandırırken yaka - nmaştır. Adalı Halil bu kadarcık bir adamın Kündeciyi nasıl olup da yendiğine şaşmakla beraber gü- Tegin neticesinden zerre kadar gühheye düşmüyordu ve böyle imekte kadar baklıydı. Hele Müminin çolak kolunu tabi yerden göke Bu aklır. alacağı iş değildi Kendi kendine «Lâhavle» deyip başını sallıyordu. Yağlanmalar bitin; cazgir iki pehlivanı ortay getirdi. Duasını yaptı. — Menkı- belerini Okudu. Tabii Adalıyı göklere çıkardı. Fakat Mümin- den de birinci defa olduğu gibi sadece Buna da Mümi; deyip kesmedi. — Bir derler» iki cümle Böyledi. l neticesi hakkında kimsede h h Herkes merakla güreşin baş lamasını bekliyordu. Güreşin gb he yoktu. Elbet ve elbette Ada- 1 kazanacaktı. Fakat acaba na- Bıl? Hangi oyunla ve ne şekil- de bu genç Mollayı yenecekti? Halkı meraka di k b I ne yapışmış, ken başını da arkaya çevirmiş- şüren nokta bu di. Peşrevden sBonra nihayet iki pehliyan omuz omuza geldi. Bu sırada herkesl hayret e düşüren bir noktada Müminin tutuş şek i ddi. Bir elile Adalının ensesi- öbür elini Ballar- Son günlerde Ali Hanla izdi- vacı, dünya basınında bir çok dedikodulara sebeb olan — Rita Hayworth, geçen ayın yirmi be- ginde, Şanzelize — tiyatrosunda, emekli artistlerin menfaatine| bir film müsabakası tertib e mistir. son çevirdiği bit dans fil olan — «Yıldızların Yıldızı gösterilmiştir. Bu renkli filmde, sevimli yıldızı, vüsüne iştirük etmek üzere, gök yüzüni tanzir eden mavi boş- luklardan, bir ilâhe gibi yere in diğini görüyoruz. Bu müsabakada ayrıca eski bir çok dansözlerin çevirdikleri filmler de seyircilere gösteril- miştir mi bir Brodway re- Üç yeni film SON ASK Annabella ve shall'ın çevirdiği Georges Mar- bu film, bir aile hayatının iç yüzünü hikâye etmektedir. Başlangıcda Auna: bella, yakışıklı ve yaşca kendi- sinden on yaş küçük olan koca- sı Marshal ile birlikte, mes'ud bir ömür sürmektedir. Fakat günün birinde, kadının eline ko- casına dair şübheli bir telgraf geçer. Kocasının kendisini al- dattığım Suzanne Flon'e Âşık olduğunu zanneder. Kocasını denemek sevdasına düşer. Bu- nun çün de onu sık sık genç kızla karşılaştırmak hususun - da bir çok tedbirlere baş vurur. Annabella bu suretle, farkına varmaksızın kocasını rakibesine yaklaştırmış, ve bizzat kendi vasının yıkılmasına sebeb olur. Siyahlı kadının esrârı Louis Daguin, Sarı Ödanın es Tarından sonra şimdi de «Siyah h Kadının esrarı> filmini çevir meğe başlamıştir. Birinci film, Mantıki surette inşa — edilmiş, seyircileri heyecandan heyecana, sürükliyen bir polis filmidir. İkincisinde ise, daha az esrarlı bir hava, fakat buna - karşılız daha çok hâdise vardır. Hayal şehrin çapulcuları Dennis Moore, Wanda Me, Kay'ın çevirdikleri bu filmi, se nenin en çok seyirci celbetine © muvaffak olan bir filmidir. Burada, bir takım — çapulcular, Washington hükümetine ait o- lan altın kasalarını, soymak he vesine düşerler ve bu emelleri- ni, kurnazlıkla yerine getirir- ler, Bu filmde, silâlı sesleri orta. sında, insanı heyecandan heye- cana düşüren bir çok sahneler vardır. Dünya gençlik kongresine gidecek talebelerimiz Şubat ayı içinde Londrada toplanacak olan Dünya Genç- Jik Konfransına memleketimiz- den iştirâk edecek olan heyet Cuma günü İstanbul vapuru ile Bareket edecektir. Konferansa Millf Türk Talebe Birliği Başkanı Muzaffer Aşkıu, Üniversite Talebe Birliği Baş- kamı Orhan Arıman ve heniiz ismi tesbit edilmeyen Ankara Üniversitesinden bir talebe iş- tirak edecekti. Yazamn t ti, Adalıya hiç bakmıyordu. Ontn bu tutuş gekli Adalıyı da şaşırtmıştı. Bu ne biçim peh lvandı? Neden başını arkaya gevirmiş, halkı seyrediyordu? Neden kendisine bakmıyordu? Bu ne biçim pehlivandı böyle? Onu uyandırmak için sıkı bir el ense çekmeğe karar verdi. Kendisine ilk dersi bu gekilde verecekti. Hemen davrandı ve el enseyi yerleştirmek üzere kuvvetle ileriye bir hamle yap- ti Fakat ayni anda Müminin gelik bir zemberek gibi fırlayın el enseyi boşa çıkardığı görül- dü. Başı arkaya dönük olduğu halde Adalının ne - yapaca nasıl sezmiş ve tam vaktinde nasıl bundan kurtulmuştu? Herkes, hattâ Adalı bile bu- nu tesadüfe hamletti. Fakat Adalının ikinci, üçüncü hamleleri de boşa gldince ide tesadüfün bir payı bulun madığı anlaşılır gibi oldu: Diğer taraftan halk de sabir —a a hemen rıhtıma gittiler, fakat orada bir kaç küçük kayıktan başka tek ne yoktu «Bütün kara ve deniz kuv- vetleri komutanlarıma, subayla- erlerime; bu emrimi başı Dartanya rıma size gösteren y nın her arzusunu derhal yapı- nız.> altına imzasını attı ve kar dinale verdi. Kardinal pek memnundu; he- men çıktı; yüzbaşi Dartanyâna gereken emirleri verdi ve gön: derdi. Dartanyanın ilk işi Lord Ves torun villasına uğramak oldu; Lord heyecanla sordu: — Bu haydutların ellerinden kızımı kurtaramıyacak misiniz? Şövalye mânalı ve - diplo- matca bir cevab verdi Kızınızın selâmeti uğrun- da kanımızı bile dökeceğiz metli kraldan ve sayın kardinal efendimizden böyle bir emir al- dim. ve haş- a KN «Ihtiyar Kurt» lokantası... Güneş doğudan bir kaç mız- rak boyu yükseldiği sırada Mar ki Belârm uzakta Evrö kasaba- sındaki büyücek - kilisenin çan kulesini gördü. Silâhşörlerden ancak 1 onun ardından ge- lebilmişler, diğerleri az veya çok aralıkla geride kalmışlardı. Marki Belârm kasabanın cn büyük hanı önünde durdu; at- tan indi, diğerleri de indiler; derhal Türkleri görüp görme- diklerini sordu; ona elbiselerini satmış olan genç köylüyü getir diler. Köylü: — Beni soydular, don göm- lekle salıverdiler! Diyordu. Genç kızı görmüş- tü; asil bir delikanlı ile on si- lâhşörden bahsediyordu; acaba bu delikanlı kimdi? Hanri Mon- mansiye olması ihtimalini dü- şündü; kendi kendine: — Ne çıkar, beş yerine on al- tı kişi ile çarpışacağız. O küs- tah oğlanı da bu behane ile te- mizlemiş oluruz! Diyordu. Geride kalan silâhşörlerden otuzu yetişti ve hepsi oldular. Daha fazla beklemenin mahzurlu olduğuna şübhe yak- tu; yoluna devam etti. Onların izlerini bulmuştu ya, ötesi ko- laydı. Her gördüğü yolcuya, her uğradığı köye soruyordu; Türk lerin bambaşka kıyafette oluş- ları herkesin dikkatini çektiğin den Marki Belârmın işi kolay- laşıyordu. Murad Reis bunu bil seydi Hanri Monpansiyenin kı- yafet değiştirilmesi teklifini ka bul etmediğinden dolayı belki pişman olacaktı. Marki Belârm onların Havr yolunu bırakarak batıya gittik lerini Bernayda öğrendi; ken- disi de o tarafa at sürdü. Kaen gehrinin kenarında Orn ırmağı üzerine atılmış olan ahşap köp rünün bir tarafında karakol var dı; çavuş ona: — Bir saat kadar evvel bura- dan geçtiler! Dedi; Senlâ'dan Şerburg veya Kutans'a doğru gidebilecekleri ni ilâve etti. Uzaktan Senlö şehri göründü ğü zaman akşam oluyordu; Mar ki Belârm'ın ardında yetmiş si- lâhşör kalmıştı. -Şehirde iyice sorup soruşturdu; Kutans'a git tiklerini öğrendi; - silâhşörler M * sızlanmağa başlamıştı. İşte beş dakika bile olmuştu. Adalı hâ« lâ ne diye bir gey yapmıyor, sadece güreşi bağlayıp duruyor du. Hemen sesler yükseldir — Haydi Adalı! — Durma Adalı! — Ne bekliyorsun daha? Bu seslerle galeyana gelen 'Adalı hemen bir hamle daha ya pıp Mümini çapraza aldı. İşte güreş bitiyordu. Hattâ gizadiden bitmiş — sayılabilirdi. Zavallı Molla hiç Adalının çap- razından - kurtulabilir. miydi Esasen bir atımlık barutu va: dı. O da tükenmişti. alk göyle konuşuyordu: — Zavallı Mollacık gitti. — Kündeciyi nasılsa yenince kendisini dev aynasında gördü. ©O kim, Adalı kim? — Ben Adalının yerinde ol- €sm onunla tutmazdım bile! — Allah vere de bir yeri sa- katlanmasa! Adalı, Mümini on on beş adım Varlığı s 3 19449 ISANAT VE ŞiiR SUBAT evme (Sanat) » aydınlatıp hüküm verme (ilim) i doğurtur - Güzelliğin rolü : ölüme şahlanarak 1) Nevimizi, 2) heyecanımızı bekaya götürmek - Şir bekaya koşan heyecandadır - Şiirin cilveleri ve çeşitli kaynakları - Güzellik nedir? - şiir şekil oyunu değil, mâna füsunudur - Şiire yapılan iftira - ©O VARLIK, İNSAN VE SANAT İnsan hem süre, hem mesafe hem de sayı bakımlarındı suz olan varlığın özüdür. Böyle yorgun, atlar yorgundu; fakat| olduğu sonsuzluğu duyına- her dakikanın büyük değeri var|| ya ve onun mükemmel şekille- dı. Ekmek, sucuk, tuzlü et veğ rini sevmöye kabiliyetlidir. Ay-| —— arap, ne buldularsa aldılar;| ni zamanda insan varlığa değer yiye yiye yollarına devam etti- ler, Çok geçmeden ortalık zifi- ri karanlık oldu, yavaşlamak zorunda kaldılar. Fakat bir sa- at sonra ay çıktı ve hızlandılar Murad Reisle arkadaşları Ku- tans limanına gece yarısı var- mışlardı; hemen rıhtıma gitti- ler; fakat orada bir kaç küçük hükümleri veren,'onu aydınlat- mak için üstüne çevrilen bir gu- ur ışığıdır. İnsan var olmasay- dı varlığın örgüsü, düzeni, gü- zelliği bilinmiyecek, tanınmıya- cak, sevilmiyecekti. Güzellik ve gevgi olmayınca da sanat ve Şi- ir doğmıyacaktı. Tabiatın kanunları, hattâ he- kayıktan — başka hiç bir tekne Nüz tanıyamadığımız sırları ve yoktu. kabiliyetleri insanda özleşmesey C nldi ai di tabiatla İnsan arasında hiç rına bir bekçi geldi. Türkleri merakla süzdük- ten sonra genç asılzadenin ö- — Efendimiz, bir emriniz var mı? Jandarma komutanına ha. ber vereyim mi? Diye sordu. Hanri Monpan: ye cevab verdi: — Bize bir gemi veya hepimi- abilecek derecede büyük bir yık lâzım. Jersey adasına ge- çeceğiz. Kasabamızın bütün büyük kayıkları şimdi Brest kıyıların da balık avlıyorlar; burada 0- lanlar, gördüklerinizden ibaret- tir; fakat komutanın müsaade- si olmadıkça bunları da sahip- leri size veremezler. — Buraya hiç gemi uğramaz mı? Balıkçı kayıkları dönmez- ler mi? — Her gün bir iki gemi uğ- rar; balıkçı kayıklarından du dönenler olur. Her halde en az yarını beklemek lâzım. «İhtiyar Kurt» lokantası size en uygun olanıdır. Hanri Monpansiye ile Murad Reis kısa bir müzakereden son- ra bekçinin bahsettiği lokanta ya gitmek kararını verdiler. Çok yorulmuşlardı; — sıcak bir yemek yerlerse ve bir kaç saat dinlenirlerse her bakımdan kuv, vetlenmiş — olacaklardı. Hanri Monpansiye bekçi; —Bizi oraya götür! Dedi. Bekçi önde ve onlar ar kada bir iki yüz adım süren ve yer yer bozulmuğ olan rıhtımi geçtiler; kasabanın - kenarma geldiler, sola saptılar ve biraz evvel geldikleri yolun kenarın- da taştan yapılmış büyücek ve iki katlı bir binanın önünde dur dular. Buranın altı lokanta üst katı da oteldi. Bekçi kapırın tokmağını vurdu. Cevab gelme- di, bir daha vurdu; içeriden bo- ğuk bir ses sordu: — Kim o... — Açınız, yolcu geldi! Asıl- zade, on Bsilâhşör ve bir kaç da, — Geliyorum, bekleyiniz! pının iki tarafındaki demir parmaklıklı pencerelere — soluk bir aydınlık vurdu; içeriden bir sürgü çekildi, sonra kapı açıldı. Hancı elli yaşlarında uzun bıyık h, şişman bir adamdı, entarin'n üÜstüne uzun ve eski bir ki almıştı. Hanri Monpansiye ile ardındaki silâhşörleri görünc: yerlere kadar eğilerek: — Buyurunuz, efendimiz; hoş geldiniz! Ne var? lütfen - biraz (Devamı var) ALİAHMED PEHLİVANIN BAŞ GÜREŞLERİ| Ali Ahmed Ko eeT kadar sürdü. Tam çengeli yetiş- tirmek üzere iken Molla birden- bire yere çömeliverdi. Bunu o kadar âni, o kadar beklenmedik bir anda yapmıştı ki koca Adalı kendisini tutamadı ve kayaya bindiren koca bir mavna gibi ona çarparak *üzerinden yere düştü. O daha düşerken Mümin a- yuğa kalkmıştı bile. — Üzerine Ellmek hususunda tereddüt gös terirken Adalı da ayağa kalktı. Mümin Hocanın gösterdiği bu meharet üzerine bir kaç kişi kendisini alkışladılar: — Aferin Molla! — Yamanmış be! — Adalıyı nasıl düşürdü? — Çaprazdan nasıl kurtuldu? 'Adalının tarafdarları da ona #etleniyorlardı: — Ne oldun Adalı? — Haydi bakalım, güreşi u- zatma! — Topla çaprazı! 'Adalı fena halde içerlemiş bu Hwuyordu. Böyle bir oyuna bir uygunluk bağı olmiyacak, şuurumuz oluşlarla — gerçekleri kavrayamıyacaktı. Bunları tür- lü yönden anlatan müsbet ilmi öğrenmiyecekti. Tabiatı düzenliyen kanunlar- la kabiliyetler insanda özleştiği için insanı bilmek bütün varlığı bilmeye varır. Hattâ insan ruhu insanı sevip Büzelliğini duyduktan sonradır Bi tabiati sever. Bu güzelliğin © büyük varlıktan geldiğini se- zer. Bu sezgi ruhu - coşturur. Sonsuzluğa ve ebedi — güzelliğe kavuşma hasreti uyandırır. Bu hasretledir ki GÜZEL, ruhumu- zun diliyle söylemek, türküleş- tirmek, şekillendirmek isteriz. Sanat işte budur: Bu (söyle- me, şekillendirme — türküleştir- me) dir.. Güzeli duyurmadı! İnsan güzelliğini duymıyan, tabiatı sevmek şöyle —dursun, GÜZEL olduğunu dahi bilemez. Bu niçin böyledir? Şunun için ki tabiat insan bakımından gü- zeldir. İnsan aradan çıkınca ne güzellik kalır, ne çirkinlik. Bütün tabiat mâna veril- miyen, duyulmıyan, bilinmiyen kesafet yığınlarından başka b şey olmaz.. Güzellik eşyada dağınık, insan da topludur; güzelliğe mak insanda yaradılışından ge- len bir özleyiştir. İnsan denilen Tadış mucizesini bir yandan maddi duygularımızla kavrıyu- rak, bir yandan ruhumuz se “giy le titriyerek güzelliğine kavuşa- biliyoruz.. Bu kavuşmayı niçin - özlüyo- Tuz? Bir güzel önünde içimiz ni- çin titriyor? Kendimizi onda unutup son- suzluk heyecanını duymak için! Ölümcül benliğimizden bekaya ve ölmezliğe atılmak için! Çün- kü güzellik varlığın ülküsüdür; Büzellikte ölmezlik tadı olmuyor mu? İnsan güzelliğine dıştan ve maddi yönden — kavuşmak bile bizi adım adım sonsuzluğa gö türmüyor mu? O kavuşmanın tanrısal meyvesi halinde gülen, yavru, onun da - yavruları yok olacak şahıslarımızın yerine nev imizi yaşatmıyor mu? Burada sanat bakımından ö- nemli bir oluş var: Seven sevdi- ği güzele kavuşamazsa gönlün- de onun hayalini yaşatarak, onu türküleştirerek, sanatlaştırarak yaşamak özlemi uyanıyor. Ka- bına sığmıyan ruhlarda bu öz- lem, bâzen şahlanmış dalgalarla kıyılarını yıkan deniz gibi, ba- zan da yanardağın göğsünü yır- tan yıldırım selleri gibi öyle hız- lanıyor ki, o ruhu acıklı mac- ralarla ölümün — kucağına atı- Tefrika No : 124 gemesi canını sıkmıştı. —Ayal zamanda karşısındakinin ufak tefek olmasına rağmen hiç de boş bir adam olmadığını anla- muştı. Kendi kendine: «— Hele şunu elense ve tır- panla biraz yumuşatayım da çaprazdan kurtulmanın cezasını çeksin!» diye düşündü. Ve derhal elenselere lara girişti. Adalı, elense ve tırpanları i!e pek meşhurdu. Kel Aliçodan &opra onun kadar kırasıya el- €nse ve tırpan vuran pehlivan yetişmemişti Onun büyük bir kuvvetle vür pa ğu elenselerden ve tırp orunmak için Koca Y Kara Ah- Filiz lâ Hergeleci gib Kurtdereli gibi, Nurullah gbi adam oln zımdır. Halbuki Mümin dediği- miz gibi onun yarısı kadar değildi. Ve seyirciler arasında geç Mollanın Adalı Halilin in- Rafsız elense ve tırpanlarından kavuş- | ve tir- ğ yor.. Doğumuzun Ley 'nun, Ferhad ları bu maceralarla doludur. Ruhumuza bu kadar korkunç hamleler yaptıran güzellik bizi iki yoldan sonsuzluğa götürmek |Feyzullah Sacit lllkuı istiyor: Birincisi - ölümün v çılmaz karanlığın — kucağından şahsımızı alamayınca - nev'imi zi alıp kurtarıyor. İkincisi yine -şahsımızı olamayınca- — kendi füsunuyla, doğan heyecanımızı yâni ruhumuzun dalgalarını sa- nat eserleri içinde bakaya doğ- Tu yöneltiyor. Anlıyoruz ki, sanatın en derin kaynağı «güzelliğe kavuşma ve onun hızıyla sonsuzlaşma» özle- midir. Sanatkâr sanatını bu hı zın içinde var ediyor. Böyle o- lunca, sanatın ruhu, bu özlemin hızıyla, içimizdeki hayat kudre- tinin ölüme karşı heyecan ha- linde — şahlanmasıdır. özü bakaya koşan bu he da egizli> dir. Şair bu yi sanatın örgüsünde aç iri yaratıyor. Demek ki şiir, güzelliğinir bü- yüsüyle, yahut içimizdeki esiş- lerle, şuurumuzun altından ge- len coşkunluk halinde doğuyor ve dış varlıkta teknik bir düzen- le şekilleniyor... Bâzan, güzelliğin tesiri ruhu muza sanki büyülü bir şarap içi ; bizi bilmediğimiz bir sar- hoşluk dünyasına uçurur. Öyle bir dünya ki.. şekiller çiçeklen- görünmezleri söyler.. Bü- zan, ruhumuzda bir şimşek pa- rıltısı altındu, bilinmez bir ufuk ve ardında bir rüya âlemi görü- nür. Şuurumuzun gözlerini alan ©, güzellik önünde çıldırmak, ba ğırmak ister gibiyiz... Bâzan da, öyle bir ânımız olur ki, ru- humuz gök rengi, mâdeni titrek bir levhadır. Görünmez — renk, piril pinl yanarak, yüksekten © levhanın üstüne damlar; dam- ladıkça o levha, bilinmez sesler verir. Sanırız ki o zesler sonsuz luğa giden akislerdir. Bunlar — eşiir> in cilveleridir, belki de ötmekleridir. Benliğimizi saran yüce bir iyman, ruhümuzu — tutuşturan bir sevgi, bir acıma, bir acı, bir çarpıntı.. bir mahzun bakış, bir yaprağın titreyişi, ağaçların fı sıltısı, bir yıldızın pırıltısı, bir şimşek parıltısı ...Varlıktaki bin bir tecelli, tesirlerinin çeşidine göre heyecan uyandırır.. Bir kı zın gülüşü ruhumuza tatlı bir alev gibi akar.. Bir damla göz- 4 kalbimize ateş düğümler... İçimizde, ferdi varlığımızdan veya irademizden üstün olduğu in, Tanrısal diyebileceğimiz bu heyecanı ve bu heyecanla uy gunlaşarak muhayyilemizde çi- çeklenen renklerle şekilleri dış varlıkta örebildik mi, «Sanat>ı yaratmış oluruz. «Şiir> bu yara tışın kelime ve âhenk örgüsü- dür. Heyecanımızın en derin kay nağı güzellik olduğuna göre, a caba «güzellik» nedir? Dış varlıkta güzellik: Tena- süb, âhenk ve — bütünlük- ten doğup ruha yönelen öz bir Aksak yaratılmamış bir a: Şiirsin can- gizli: ak şi- rir; miş, mâna... insan için bu üç vasfın birleş- tiği bir şeyi sovmemek, hayran lık duymamak olamaz. kurtulabileceğine ihtimal veren tuk bir kimse bile bulunmuyo! e. Bir çok kimseler Adalının bu güreş tâbiyesine kızdılar. Bu: lar aralarında göyle konuşuyor- lardı — Adalı, Mollayı yenmek de- ğil öldürmek istiyor. — Canım, bu kadarcık ad: ma böyle elense ve tırpan vuru- lur mu? — Zaten kendisi ufak. Nasıl dayanır Adalının kuvvetine! Adalının yaptığı doğru de Hildir. Yenecekse çabucak - bir oyunla yensin. İnsan gibi gü- retsin- Bir kaç kişi de açıktan a ğa şöyle hayı yıptır Adalı! Güreşeceksen güreş! — Öldürecek misin adamı? Bu sesler gitgide kuvvetleni- Adalı da fena halde içer Onlar .böyle bağırdıkı ği elense ve tu- ndir lemişti. Mümine indirdi par.ları: giddeti Nihayet Mümini göyle göğsünden elinin tersi'e ittikten sonra halka döndü bağırıp duruyorsunu: Yeptığımız güreştir. Karşımdu- kiri bangi oyunla istersem o ©: Sıkı geliyorsa, etsin! yenerin mıyorsa pe vla iri duymanın temel taşı Şu varki, güzellik yalnız var« lığın maddi geklinde görünen tenaslip ve âhenk değildir; ru- hun da güzel şekilleri ve olay- ları vardır: Ulusları kurtaran ve yücelten insani, milli büyük ülkeler; varlığın duygumuzu sınırsızlığa — yönelten — «son- suzluk. gibi — gerçekleri, insan Tuhunun * çiçeği gibi içi- mizi güzelleştiren erdem let), iyilik, adalet, ölümde tün fedakârlık, mertlik ve âlice- naplık... Varlık içinde insanlı- ğın ve hayatın en iyi ve en de- rin düzen ve âhengine uygun tuur ve ruh realiteleri oldukla- T için, bunlar da egüzel» dir. Bunlar da yüksek idrâk ile kav« Tanınca, —duyulunca — içimizde azanat heyecanı> nı uyandırır. lar ve belki de «şiir> in ilâhi bir beste edasiyle yaratılmasına kaynak olurlar. Bir şart il gerçeklik, iyilik, erdem, fedal hık, ülkü, insan, sonsuzluğu gi anlamlar şiirleşebilmek için şa- ir ve sanatkâr bunları ruhunun (fazir üs- sıcaklığında eritip heyecan ha- linde duyabilmeli; — bunun icin de bu kabiliyette yaratılmış ol- malıdır. İnsan ruhunun bu türlü kay- naklarından fışkıran şiirler ve edebi çeşitler edebiyatımızda az değildir. O gür, bazılarının gibi, «k limelerle güzel şekiller yaratmak sanat> değil; güzel heyecanları kelimelerle duyura mak sanatıdır. Çünkü şiir, şekil işi ve bir dış varlık oyunu de- güzellik büyüsüyle aleyle- nen ve içten gelen derin bir ür« periştedir. O ürperiş dış varlı« Za doğunca, gürde kelime v henge bürünür. Bir madde ha- meselâ taşlar şekillenin ykeldir, mimaridir.. S renk ve çizgilerle örüldü mü; müziktir, resimdir.. Âhenkli be- den — hareketlerine bürünürse danstır.. Bunlar estetiğin alfa- besi gibidir. Soruyoruz: Şiir güzel şek heyecanı şekil yaratıyor güzel kızın nâşını neden sevemi- yoruz. Gerçekte sevilen «şekil» Midir, yoksa o şeklin ardında cilvelenen «ruh> mudur? «süs> müdür, yoksa bir ruh ör- güsü ve «bir ürpermenin dille- nişi> midir? Hiç şüphe yok ki, sevilen ruli ve ürperiştir. Bu o kadar doğru ki... Meselâ: Ölü çirkindir, fa- kat sanatımızda onu heyecanla canlandırdık mı, güzel oluyor! Güzel olan ne kelimelerdir, ne de kelime yapısı olan şekil dir; Güzel olan, şiirden süzülüp ruhumuzu titreten <mânay dır. Şekil iddiacıları kelimelerin bir de uyandırdığı hayallerle duygu lara, hattâ Gdüşüncelere eşekil» diyorlarsa, bunlar gerçekte mâ nalardır. Bu mânaları duygu- ları eşekil> diye şiirin dış örgü- süne mal edince, şiirin <müna» diyeceğimiz iç yönü neresidir? Bir şüre şöyle iki mısra oku« sak: (Ey hakikat, ölmiyen sonsuz güzel! sevgilimsin tâ Tadalı)..; dedikleri sle, bir (Ey fazilet, Bunlardan heyecan - duymalt için bu şirde (hakikatin, son« Buz güzelin, faziletin, — ezelin)i gekilleri çizilip gösterilmiş mis dir? Hattâ varlıkta bu anlama ların şekilleri bile yoktur. Bu kelimeleri seviyorsak — mânala« rının ve bir az da âhenklerinin zevkini — duyduğumuz — içind «Kelimelerle güzel şekiller ratmak..> Yolundaki mâhud tâs rif nerede kaldı? Şiiri anlatma, ya kalkışırken gerçeği söyleme, ye kabiliyetimiz yoksa susalım g Çarpık târiflerle ne kendimizi gaşırtalım, ne şiiri alçaltalım! O şiirin ne olduğunu, yahut ne olmadığını araştırırken, $ ir adına son yılları doldurun bir zevk ve idrâk çöküntüsüne de kısaca dokunmak zorunda- yız. Asil şiiri duyamıyan bâzilarıe nin giir sandıkları ve çok yoke sul bâzı münekkidlerin şiir diye inandıkları veya inanmış görün dükleri vezinsiz, kafiyesiz, nasız, şekilsiz ve sanatın bütün şartlarından — sıyrılmış bir lâf yağmuru dergilere yağıp duru- yor.. Sayıklıyorlar mı, yoksa siir adına Türk — milletinin — ve ya — dilimizin — kabiliyeti ile alay mı ediyorlar Sanat sanat içindir» «san hüz dür> prensiplerinin gölgelerine sığınıp bol bol — saçmalıyan'ar bu saçmalardan yeni bir sanat ylar yap amından okuluna muhteşem sar mak istiyorla da mahrum bu lâf - posalarını giir sayacaksak, şekilsiz terkip- siz ot, çöp ve moloz yığınlarıra da heykel demeliyiz, anıt deme- liyiz miymari demeliyiz.