Yazan : Eski Sah*'liye Nazırı Reşit Rey Fransada kükümetle klisenintefrikive! Kongregasionların memleketten teb'idi! — gğ — Böyle fahiş bir tecavüzün “âdettir” teviliyle icrasını kabul | edemey zım gelen muamelenin icrasını dileriz. Eftimyos — Bunun âdet oldu Bunu diğer cemaatlar da bilir, belki müslüman kapıcılar bi - n Lâtin rahibi — Ermenile- te soron. bakalım. Ermeci baş papasını davet ettik. Sorduk. — Eftimyos efendi doğruluk- tan ayrılmaz, (lâtin papasını göstererek) efendi de asla ya-| lan söylemez; ikisinin de sözü doğrudur. Rz — efendilerin - doğru sözlü oldukları bizce de malüm. Size bunu sarmuyoruz. Ermeni cemaatı Kudas âyini icra ede - ceği zaman tanzif nöbeti başka bir cemaata ait iken bile kabri süpürüp siler mi? Âdet böyle midir? dedim. — Kabir taşında tanzifat lâ- zımsa belki yapar amma, her cemaat Kudas âyinini bitirdik - ten sonra mukaddes mahakle temizlenecek bir şey bırakmaz, bıraksa bile nöbetçi olan cema- larına iş bırakmaz ki süpürüp Bilsin. Ermeni rahibinin cevabı çok mahirane idi. Fakat davayı fas- letmeğe yaramaktan çok uzak- tı. Binaenaleyh zahmetinden do layı kendisine teşekkür ederek iade ettik. Bu türlü davaların | hallinde diğer cemaatların şe - hadetlerinden istifadeye imkân | olmadığını bilmekle beraber he nüz Kudüsün acemisi olan kon - solosa bu türlü meselelerin ma- hiyetini anlatmak için Ermeni rahibinin şehadetini dinlettim.! Sonra rahiplerin ikisine de ayrı| ayrı sordum. Cevapları müte - vafık olduğu için yalnız birini zikredeceğim: — Kudas âyini hangi hare - ketle başlamış olur? — Kiliseden getirilen mu- kaddes eşya kabrin üstüne fer- şedilmek üzere methalin orta - sındaki yüksek mermmer taş fzerine vaz'edildiği zaman. Yine ikisine de sordum: — Bir cemaatın Kudas âyini başladığı zaman diğer cemaata | mensup rahiplerin sirren ve| alenen âyini temaşa veya teftiş etmeleri caiz midir? — Katiyen caiz değildir. — Pekâlâ dedim, (konsolo - sun kulağına eğilerek) her iki tarafı da kabahatlı çıkaraca - ğim. Vereceğim cevabı dinledi - ğiniz zaman muvafık görürse - miz bilittifak kararlaştırmış o- lalım. O da tana “meseleyi, musli- hane bir surette fasledecek her ıözunuu iştirak ederim.” de - Bıı defa rahiplere teveccüh- le dedim ki: — Eftumyos efendi, siz, tan: yif sırası sizde olmadığı bir manda kabri silip süpürme Hatâ etmişsiniz; badema bun -| dan tevakki ediniz. Rahip efen- di siz de, başlamış bir üyinini, hitamını beklemiyerek ihlâl etmiş olmakla hatâ et - mişsiniz; siz de badema bun - dan tevakki ediniz. Şimdi yu - karıda sorduğum iki suale ver - diğiniz cevaplarla vasıl oldu -| ğimuz bu sureti tesviyeyi mü- beyyin bir zabıtname yapac: ğız. Siz tarafeyn imza edecek - siniz. Konsolos beyle ben de tas ini memnunen ki- ki manastırına İa- Lâtin rah lise dahilin de ettik. duğumuz sureti tes viyeden memnun olmıyan Ef-| tirayosa dönerek dedim ki — Bu t zahi- ren Lâtinle katte sizin lehiniz le aranızda münazaa Zul külliyen manidir. Çünkü imz: protokolda iki mad in edece sek mermer taşa vaz'edilinc das — âyini başlamış olur iyen bir ce - maatın Kudas âyini başladık - tan sonra diğer cemaata men - sup rahiplerin sırren ve âlenen | ne yapıldığını görüp anlamıya hakkı yoktur. eşyayı mermer masanın üstüne | Şiddetle protesto & | deriz, mütecasirleri hakkında 14 | Kudas | demek ki badema istediğinizi yapmakta hür ve muhtarsınız. Bu izah üzerine Eftimyosun| yüzü güldü. Konsolos da Küs - toda k muvaffakıyetindet .ıW dolayı memnun oldu. Bu iş bitin | ceye kadar çoktan güneş doğ 4| muş, yeni gün ba: . İşte o gün zabitname yazıldı. Tarafey nin imzasından — sonra biz de tasdik ettik. Fransada hükümetle kilise -| nin tefriki ve kongregasyon | (Congregation) (1) lerin mem-| leketten teb'idi zamanına müsa- | dif olan o devirde ruhban Fran- | saya muğberdi; İtalya da şark-| ta Fransayı istihlâfa hâhişker-| di. Esasen İtalyan olan Küstod | Fransa konsolosunu her iki se-| beple de tazyika bahane arıyor-| du; gösterdiği hiddet ve şiddet- | teki mubalega da bundan mün- | baisti. | Tesviye ettiğim bu türlü ih- tilâflar meyanında bilhassa iki- gi İstanbulda lehime olarak bü- | Yyük bir hüsnü tesir hasıl etti. | Birincisi Beytüllâhmdeki Rum| mezarlığına müteallikti. Büyük kilisenin ittisalindeki Lâtin ma-| nastırının tam önünde, manas - tırla hükümet dairesi arasında bir Rum mezarlığı vardı ki, et- rafı tamamen açık olduğundan | içine her türlü hayvan girerdi. O nahiyede Rum nüfusu az ol- makla beraber uzun senelerden- | beri defnedilen ölülerle toprağı işbağ haline gelmişti. Yani hem manzarası gayet çirkindi, hem | de sıcak mevsimlerdeki taaffü- nü umumun sıhhatine muzırdı. Fazla olarak ortasında, bilmem ne münasebetle “bedd-essultan” ismi verilmiş olan köhne ve ah-| şap ufak bir bina da vardı ki ge rek buzün, gerek Mmezarlığın | hakkı tasarrufu Lâtinlerle Rum | lar arasında tâ 1626 senesinden | beri münaziünfih olarak sürük-| lenmiş ve tarafeynden birinin cebir veya hile-ile yedi zaptına geçmemesi için 1856 — senesin - denberi Paris kongresinde ka - rargir olan statükoyu muhafa- | za gayretile kapısı omm-' de nizamiye askerinden müte-| madiyen bir nöbetçi ikame edile gelmişti. Lâtir manastırı da yi-| ne statükonun umumen kabul , edilen manâsına göre, alâkadar olan diğer cemaatlerin muha - FEf; lefetiyle, uzun müddet tamir - den mahrum kalmıştı. Rumlar başka mezarlık kabul etmezler, Lâtinler mezarlığın ortasın - dan geçen iki patika yol dola - yısiyle hem mezarlıktan mürur hakkı dava ederler, hem de ge- rek içindeki mahud bina sebe - biyle, gerek statükonun muha - fazası dolayısiyle duvarla çev- rilmesine müsaade göstermez - lerdi. Vücudünün akıl ve mantıkla münasebeti ve hiç lüzumu olma dığı halde mahzurları çok ve & hemmiyetli olan bu işi temizle - meği düşündüm. Kendi nam ve hesabına, her iki kilisenin de başrahipleri ile ayrı ayrı ve min gavri resmin görüserek esnayi mükalemede bu ahval hakkın - ki fikirlerini istinkâh etm sini Beytüllâhm müdürün bih ettim. Mah baş rahiple- rin halden gayri memnun ol - dukları ve binaenalevh fikirle - rine müracaat edildiği zaman statükonun muhafazası dav sinda taassup göstermiy ri anlaşıldı. Bunun üzerin sa konsolosunun fikrini a için Beytüllâhmdaki mı:—m('ı ğın kasabada sâri bir hastalık | olan a müteallik | Binaenaleyh siz | tevlidine müstcit bir hal almış olduğundan; ve bir de, gerek mezarlığın perişan hali sebebiy- le, gerek Lâtin manastırı cenhe- sinin tamir edilememesi dolayı - siyle o meydanın esasen güzel müstekrel manzarasının bir hale getmiş bulunduğundan olos tum— t ika edilmiyece- mezumen Romada idi.Kendisine mezunen Romada idi. endisine vekâlet eden na- zik, mutedil bir adamdı. Onu y: yavaş hu fikrine celbetm muvaffak c dum. Ayni zamanda Rum pat riğini de ikna ettim Zaten patrikhanede müşkülâ- ta tesadüf edilmiyeceğini tüit | ediyordum koyduktan sonra artık diğer -| (Arkasi va leri ne yaptığınızı göremiyecek. — ——— — ler ki itiraz edel bıL m er, Tanzif | !l) Pu[msLır tarafından ida- ihtiyacı ise eşyanın o vaz'ından sonra hasıl m aluyor, re olunan terbiye ve maarif mü- resesatı heyeti umumiyesi, niçin?. Bir akşam refikimizde oku- dük: Meğer komşumuz — İIrak hükümeti elmayı Kaliforniya- dan, zeytinyağını — Yunanistan- dan, fındığı İspanyadan, bira- yı da İngiltereden satm alır- mış. Şimdi Basra transit yolu- açılması Üüzerine Irakla mübadele im- ziyadeleşmiş ve geniş asta mübadeleler yapılma- sı da karargir olmuş. Şayet doğru ise, bu haberi gerçekten hayretlerle — karşıla- | mak idap &der. Komştmuz Trük hükümeti daha düne kadar Os- manlı — imparatorluğunun — bir | parçası idi. Bizden ayrılıp müs- takil bir hükümet olarak - deı letler manzumesine karışan bu komşu ve kardeş ülke demek ki 1939 Avrupa harbi xuhur edip te Basra transit yolu açılmamış olsaydı, elmayı Kaliforniyadan, zeytinyağım — Yunanistandan, fındığı İspanyadan ve birayı da İngiltereden satın almakta de- vam edip gidecekti. Halbuki bizim — bildiğimize göre Giresun fındığınm, Amas- ya elmasmın, Edremit zeytin - yağının şöhreti ve nefaseti bü- tün dünyaca malümdur. Bu. böyle olduğu halde komşu ve | kardeş Irakın bunları yanı ba- gındaki Türkiyeden ithal etme- yip te Amerikalara, İspanyala- ra baş vurmasının elbet bir se- bep ve hikmeti olması icap e- der. Acaba Irakh kardeş meselâ . Kaliforniya elmasını o canıı Amasya, Gümüşhane elmaları-| na niçin tercih etmiştir? Neden dolayı elinin altındaki — nefis findıklarımızı bırakmıştır. da İspanyadan fındık ithalini daha Uygun bulmuştur? Buna sebep mübadele güçlükleri midir? Ta-| kas engelleri midir? Yoksa sa- dece Kaliforniya elması Ame- | rikadan Musula, meselâ Amas-| yadan gelecek elmalardan dıhı ucuza mı malolmaktadır? | Yurdun iktısadi ve ticari men- ' vermmasizmiecarmz . a F e Geçen makalemde, (mimar - lıkla tabiatin münasebeti) ne dair bir takım mülühazalar be- yyan etmiştim; bu fikirlere kar- şı ne kadar haklı ve kuvvetli bir (tarizname) tertip etmek| mümkün ise, onu da -bitarafa - ne bir muhakemeyle- göster - miştim. Teessüf ederim ki, bu bahse girişmezden evvel, mü -| saketeni lüzım gelen bazı mad- âöleri, faideli bir Mmukaddeme şeklinde yazıp bildirmedim; çün kü, mufeassal bir. kitap vücude getirmek niyetiyle değil, ancak | bana sorülmüş olan muhtelif meselelere cevap vermek, ve bil- diğimi, ve düşündüğümü arzet- mek için bu makaleleti yazmıya | karar vermiştim. Yoksa, evvelâ | san'atın menşei, gayesi, ilim - den, felsefeden, ve (faideli sa-| natlar Arts utiles — arts, industriels) den, yani - (zenaat) | dediğimiz meşgalelerden farkı; | ve muhtelif ilimlerden her bir | san'atın derecei istifadesi gibi ehemmiyetli meseleler hakkın -| da bir sürü makaleler yazmak icabederdi; fakat çok uzun sü -| rerdi. Burada yalnız mimarlığın tabiat ve ilimle münasebetlerit- den bahsedeceğim; bu kadarı evvelki mülâhazaların iyi an- | Taşılması için zaruridir: Güzel san'atların mengei, vew Büreti zuhuru meselesi, başlı | başına bir. bahsın mevzuudür. | Tabiatla münasebetleri, hangi - | ginin hangisinden evvel doğmuş | olduğu, birinci bahsin (menşe bahsının!) — teferruatmi teşkil | eden esaslı —meselelerdendir. Şüphe yoktur ki (rake—danse) | '€en evvel doğmuş olan sanattır. | | Ve doğrudan doğruya tabiattan | değil, yaşamak ihtiyacınm, -ilk | yahşet devirlerinde başlıca gar- | tını ve en mühim meşgalesini teşkil eden -büyük avcılık terti- batından doğmıu,tur m gun faatleri bakımından İktısat ve Jüzım gelmektedir, Küneğtinde. Ticaret Vekâletlerinin bu mu- | amınzyı bir an evvel çd:mden “Bizim tasavvurlarımıza ta- , mamiyle vâkıf olan amirallık birinci lordunun -Belçika hü- kümetinin nakline dair kat'i bir karar ittihazından evvel- kral tarafından kabul olunaca- ği ümit olunur.” Bu telgraf alınır alınmaz, o sabah şafakta toplanan Belçika harp meclisi, Anvers şehrinin tahliyesi kararını lâğvetti. Bel- çikadaki sefirimiz 3 ilk teşrin sabahı saat 6,37 de şunu bil - dirmişti: “Harbiye nazırı le derhal rauhabereye başladım. Bir ve- killer toplantısı yaptı. Müz: kereden sonra hükümet hare- ketini tehir ettiğini bana bil - dirdi. Mümkün olur olmaz M. Çörçil kral tarafından kabul o- Tunacaktır.” Lord çner bir yardım or- dusu teşkili ve tahşidi vazife- sini üzerine almıştı. 3 ilk teş - rin saat onda Fransız harbiye nazırına bir telgraf çekerek on dan, topçusu ve süvarisiyle, tam techiza 2 fırkanın ha reketi için lâzım gelen istihza - ratın hemen — yapılmasını ve bunların hangi tarihte sevk edilebilereklerinin kendisine iş cevaplar Bu telgrafa gelen cevapta, 2 arını istiyordu. fırka yerine bir fırka ile bir ahriye silâhendazını -tercih Sualler ve edip etmediği soruluyordu. 2 fırkanın t lâzım geldiği cevabı- larının sevkine karar verilmiş e rk: müreccah — olduğu, ni verdi. Bu cevaba gelen ce - lduğu bildirildi. Kiçner, niha- lli fekat her şeyden evvel zaman ve si vapta ise bahriye silâhendaz- ansızlar için bangisi mu- ksa onun gönderilmesini, ncak mümkünse hemen gön- derilmesini telgrafladı. Anversteki erkânı harp za - bitine de yu telgrafı gönder - di izin fikrinizce ne kadar kuvvet kâfi gelecektir? Vazi - yete mukabele edebilmek Üüze- PŞ RARGÜRRCRIRRREANAPİ yiz. . C. SARAÇOĞLU lima rlıkâa 1 ları taklit etmekten doğmuştur Ş YAZAN: FİLOZOF RIZA TEVFİK nğ bile vahşetin ilk derekesinden kurtulamamış bulunan yabani insanlar kendilerinden çok kuv- vetli ve büyük, yırtıcı hayvan- ları telöf edip yiyecek tedarik etmek için kalabalık bir cemaat halinde büyük av tertibatı ya - pıyorlar, — Muvaffak - olduktan sonra da, o hayvanların poste- kilerini sırtlarına alıp kuyruk - larını da lâzım gelen yerlerine takmarak, mızrakları ve balta - lariğle öldürmüş oldukları hay- vanların tavırlarını ve hareket- lerini taklid ederek cemaatla raksediyorlar; bu (dans) hayat| kavgasında kazanmış oldukla - rı muvaffakıyetin büyük neşesi ve keyfi yüzünden -yani psiko - lojik bir saika ile- kendiliğinden | doğmuş, bir eğlencedir; doğru- dan doğruya - tabiatı taklit ile icad olunmuş bir iş değildir. Ta- biatta dans eden hiçbir şey yok tur ki bile bile -bir manzara tak lit edilir gibi- taklit edilmiş ol- Bun. (Sen, daha demin hayvan- dedin ya'?.) diyeceksiniz. Ta - bil, dediğimi hiç —unutmadım, çünkü hatırladığımı görüyor - sunuz; lâkin fikrimi iyice an - latmak isterim. Burada en bü - yük (âmil—agent), ve dodğru dan doğruya saik, tabiat de yaşamak ihtiyacına karşı mı vaffakıyet şevkinin ilham ettiği sevinç heyecanının, hareketle i- fadesidir. Yani -dediğim gil sırf£ psikolojik bir saikadan iba- rettir. Bir küçük çocuğunuz, siz. den bayram hediyesi ister; (derslerinde muvaffak olursan sana bir şimendifer - getiririm) dersiniz. Sınıfını geçer, siz de bir şimendifer takımı getirir ve- rirsiniz. Sevincinden yerinde du ramaz, ellerini çırpıp zıplama - DÜNYA HAR guzei saw’aâlara ait olan cihet nedir ?.. [ (YENİ SABAH)İN BÜYÜK SİYASİ TEFRİ <A3I ğa, oynamağa başlar. (Kasri— impulsif!) olan bu hareket, pek tabli olarak, bir sevinç ifade - gidir; hiç bir hayvan ve insan taklidi değildir. Hattâ hariçteki tabiatla hiç münasebeti yoltur. Her türlü raksın menbat ve men gei de bu şevktir; ilk “ vahsiler - de de -benim kanaatime gö (dans) böyle başlamıştır. Hay-| van postu, ve kuyruğu, ve kuş| tüyleri gibi şeyler — takınmak, | ancak (decor—dekor) nevinden şeyler, ve (ilâve) ler olduğu ci-| hetle, müdafaa etmekte bulun- | duğum faraziyenin zerre kadar | mahiyetini ve kıymetini değiş- tiremez!... (Musiki) nin menşei hakkın - da da fikrim aynen budur. Bu san'atın da, doğrudan doğruya tâbiatı taklid ile değil, ilk vah -| get devirlerinde (en m yat meşgalesi olan) büyük av tertibatiyle münasebeti — var. Mağara devrine ait olan (palö- ontologie —paleontoloji) — vesi | nun daha im ha- | Bayfa ——— Ş lıd : k —— Bu kadar ! Çalışan Vatandaş- ların islikballeri Dün Ankaradan gelen bir te- graf, devlet iktısadi mekaniz- masında vazife gören ücretli memurlara asli memurlar gibi tekâüdiye hakkını vermek için bir proje hazırladığını — bildiri- yordu. — Bu ücretli memurlar, anlaşıldığına göre — inhisarla 've emsali müesseselerde çalışan kimseler olacaktır. Bu projenin çok yerinde ol- duğunu kaydettikten sonra bu- iyade teşmil edilme sinin de hükümetin esaslı pren- siplerinden biri olmasını temen- ni ederim. Hattâ hükümet yal- nız kendisine bağlı devair ve Taüesseselerde çalışan — ücretli memurların değil, alelâmum bü yük müesseselerde çalışan kim- selerin de istikbalini düşünmeli, bunlara bir tekaüdiye, yahut mümasil bir ikramiye temin et- melidir. Bizde maalesef bu bir derttir. Bir müesseseye bütün hayatını | vâkfeden, onun ilerlemesi, inki- şafı için bütün enerjisini, bü- tün gençliğini, bütün kudretini ve bütün hayatını vakfeden bir kalarından, ve o eski mağara - larda (müstehase) (1) halinde bulunmuş şeylerden, bir de, pek iptidat bir nev'i (düdük) vardır ki, Avrupa müzelerinde nümu -| neleri az değildir. Bu düdük -içi boş ve düzgün- küçük hayvan kemiklerinden yapılmış, gayet basit bir âlettir. Onunla bir şey | çalmak ihtimali yoktur, çünkü notaları çıkaracak hiç bir deli vatandaş biraz ihtiyarladı mı, | verdiği randıman biraz düştü> mü hemen kapı dışarı edilmek bahaneleri aranır. İlk fırsat- ta müesseseden çıkarılır. Ve o zavallı adam artık ” ölünciye kar dar şurada burada sürünmiye | mahküm olur. İşte bizde mil- nevver gençliği her ne babasına olursa olsun memür olmağa sevkeden en büyük ümil de bu- | | dur. ktur. F yokğir z | — Eski ecnebi girketlerin kötü (Somu sahı nüshamızda) | bir mirası olan bu itiyadın ka- Cünye; dırılması zamanı gelmiştir. — İş Dr. Riza TEVFİK (4) Bu kelime, bir husasi il - min ismidir ki manâsı (eski şeyler ilmi) demektir. Filhakika bu ilim toprak altında asırlarca kalmış ve (müstehase) olmuş yâni (kireçleşmiş) Immlkludeuî ve âletlerden bahseder, re, Belçika ordusu ile iş bir - liği yapacak kuvvetlerin ne Bibi kıtalardan terekkübü lâ - Zam geldğini teferrüatiyle bil- diriniz. “Fransız hükümeti gu ve süvarisiyle iki hizatlı fırka göndereceğini ha- ber veriyor. Fakat ben hâlâ bunların ne zaman hazır ola - cağını bilmiyorum. Eğer bizim kuvvetlerimizden v o chin kumandası altındakil bir kısmı süvari fırkasiyle ve yedinci fırka ile takviye edi - ve lerek Lil'de tahşid edili Alman esas ordusunun sağ nahına hücum ederek onu ri - cata mecbur eder hare- ket dört, b bik mev c ğu takdir- sukutunu önli - n eder mi m er veriniz ki Fran- haberdar ede- yim. O gün akşam Üstü daki İngiliz sefiri, Belçikaya gönderilecek Fransız kuvvetle- rinin teşekkülü tarzını öğren: misti, Havrdeki 87 inci fırka, top çusu, ihti isi, erkânı biyesi, karargâhı ve bütün mut leriy Bahriye silâhendazları, 86 mitralyözü, zuavlariyle, yeni - den 23 bin kişi.. Havr fırkası, oradan — ayın üçünde gemiye binecek ve Dün- kerke yedisinde çıkacaktır. De- niz silâhendazları denizden de- ğil, karadan gönderilecektir. Fransa- «« —— Yazan: — V. Çörçil 58 Onlar da deniz yoliyle giden fırka gibi ayni zamanda, yani ayın yedisinde Dünkerke vasıl olacaklardır. Ben Anverse ertesi gün saat üçte -öğleden sonra- vardım. Belçika başvekilinin ziyaretini kabul ettim, Bu zat M. Brokvil fevkalâde azimkâr, açık sözlü amdır. Bana rette an - ndanı ve görüşlü bir vaziyeti vahi lattı. larını ilâve etti. Dış istihkâm hatları birer ikişer düşüyorlar- dı. Büyük Alman topları tara - fından atılan beş altı obüs, te - meline kadar bunları yıkmı müdafileri uçurmıya, hat derin kazamatlarda bile- k geliyordu.. siper alâtı, hülâsa her türlü le vazım son derece kıttı. — Şeh- rin su yolları icesilmişti. Alman- ların halk arasında taraftar bulmalarından bile korkulu - yordu. Her dakika, inkişaf eden topçu ateşi altında cephe yı - kılabilirdi. Fakat bu, tehlike - nin yarısından fazla bir şey değildi. Belçika milletinin ha - yatı ve şerefi Anverse değil, Ordusuna bağlı idi. Anversi kaybetmek elim bir şeydi, fakat orduyu kaybet - mek her şeyi kaybetmek de - mekti. Escaut şiddetli bir bita- raflıkla bağlanmıştı. Tek ricat hattı, sahile ve Hollanda hudu- duna müvazi, tehlikeli bir yol- du. İki Belçika fırkası ve süva- ri fırkası bu son ric'at hattın- dan Almarı çıkarmışlardı. Fa- kat Almanların tazyiki gittik- çe artıyordu. —ıııer hattı da artık salim değildi. Eğer Belçi- ka ordusu ricati tamamla- madan Gand şehri düşecek 0- lursa inhizamdan kurtaracak bir çare yoktu. Anvers de, O,,ı,ıı Kıs.ı bir anlaşm Şimdiki halde dış istikâm — Bu vasiyette Belçikalılar ilk hattı bu suretle Hücuma ma - — evvel 'ya — doğru, ruz kalıyor ve günde bir is - yani arına — doğru — çe- tihkâmın düşmesine ve bunla - rın birbirini takip etmesine Taani olacak çare görülemiyor- du. Ordu yorulmuştu. O kadar uzun zaman kendi başına terk edilmekten, müttefik ordular- dan hiç bir yardım görmemek- ten dolayı cesareti - kırılmıştı. Halbuki o ordu müttefiklere © kadar güvenmiş ve onlar he- miye, sonra ayni istikamet - ten, Gand istimametinden, müttefik ordular cenahına doğ- ru çekilmiye karar vermişler- di. Bu kararlar Britanya hü - kümeti tarafından çekilen telgraflar üzerine kaldırılmış- tı. Bundan sonra ben Lord Kiç- nerin plânmı, Fransızların ve kanununa bu hususlarda — çalı- şan kütleye sağlam hir istikhal de temin edecek maddelerin ko- nulması ve bu işin iyi bir şekil- de işlemesinin temin edilmesi, vü yük bir halk kulessu ... te medyun ve minnettar bıraka- caktır. MURAT SERTOĞLU hemiyetinde ve ricat yollarını kaybetmemek şartiyle Alman- ları akün olduğu kadar uzun müddet alıkoymanın kıy- metinde ısrar ettim. Diğer ta- raftan Fransadaki harbin he- nüz bitmediğini, hele denize da- yyanan hattı harbin çok karar- Sız olduğunu, fakat esaslı or- duların her gün Belçikaya yak- gtklarını söyledim. Belçika erkânından, yukarıda zikri ge- Ççon yardımcı orduların netice üzerinde tesiri olup olamıya- cağını sordum. Onlar da bunun yeni bir va- ziyet husule getireceğini ve & ğer imdat kuvvetleri bir an ev- vel yetişirse hâdiselerin bi ka bir safha arzedı lediler. Hattâ eğer bu kuvvetler, ricat hatla- rını muhafaza — etmek Üüzere Gandda mevzi alacak olurlarsa mukavemete devam edecekler- di. Onların tasvibi ile su tel- grafı Lord Kiçnere çektim: Lord Kiçnere Anvers. 8 birinci teşrin 1914 saat 6,53 (9.45 de alınmıştır.) Belçika başvekili M. Brokvil ile şu anlaşmayı yaptım: En aşağı ön günlük bir mu- kavemet icin Belçika hükümeti * her türlü hazırlığı yapacak, en şiddetli azimle faydalı her tedbiri ittihaz edecektir. Üc gün zarfında, son ve kat'i ola- yak kendilerine yardım için bir hareket yapmıya muktedir olup olmadığımızı ve bu hare - keti nerede yapabileceğimizi on lara bildireceğiz. Eğer mühim bir yardım için üç gün zarfında memnuniyetbahş teminat ver- miye muktedir olamazsak, iş- lerine gelirse onlar da müda - faadan olacaklardır. Bu takdirde eğer onların or- duları ricat etmek isterlerse, biz de, büyük harekâta mukte- dir olmadığımız halde, Ganda veya diğer ricat yollarına setir sabına o kadar tehlikeleri gö- İngilizlerin kendilerine yardım kıtaatı göndermek suretiyle ze almıştı. için hazırladıkları orduları bil- onlara yardım edeceğiz. Top, mühimmat, projektör, dirdim. Şehri müdafaanın & - (Arkası var) ERGRRUIR AŞT ÇOPRAR ŞAG EYEEREARLAR TI