'& ANLADIĞI GİBİ t—ısn KESİN Neşriyat kongresi ve muharririn sefaleti Neşriyat kongresi, yarın Anka: yada, sayın Başvekilimizin mutkile Arılacak, Sermayesi kalem olan baht Hazların bu mevzuda dökülccek dert. Heri gişkin bir program yapabilecek Kadar dolgundur. Gerçi biz böyle bir çok kongreler görmüşüzdür; gerçi «Söylesek te Fi yok, summak gönül razı değildir. Aanma, yine bir kaç kelime konuş. Saaktan kendimizi alamıyoruz, Hem Kimbilir bu belki biraz bizim hakkı- miz, veya vazifemizdir de. “Türkiyede guzele ve mecmua mıktarı ve hattk satışı azımsanmı yacak mertebeye gelmiştir. Yalmız Ortada müli kültür ve terbiyevi i fikamet diye birşey yoktur. Bizce flk hedleden geçmesi ve artık kat' bir mahiyet alması lüzumgelen mev- Zu budur. Burada, daha ziyade; cemiyetin edakr ve münevver sefilleri olan Şazetecilerden, müharrirlerden bah. Hetmek istiyoruz. O gazeteci ve m Tartirler ki mülli cidalde de, milli fakliplarda da meçbul kahraman lar gibi, kudretinin, emeğinin kanı. M deragatle dökmekten çekinmemiş. fir. Memr devletin manevi gerefine ortak mesut bir vatandaştır. Hükü- et en küçük ferdine kadar tüccar Ve İi mnıfının bukukunü teminat altna almıştır. Lükin gazeteci ve Taubarrir, sermayenin mütehakki Tüstahkir iradesine zebun birakıl- Suştır. Ayda 25-30 liraya muharrir. Tik, mesul müdürlük eden münevver Hefalet mahkümları tanırız ki efen: Gllklerimden muitariptirler. Kapı Kapı istiskal görmüş, kazancına bir Jira zammedilmemek için haşmetlü | sermayenin :Mukaddes- itizarları» | ile satlatılmış, ne büyük edibler ve) Alimler biliriz. Bir kacım istismalarla, bizde pat- #o sallasnli, pettoon - Seltametinı Entelektüci bir çeşididir. Yine bir kar Sim istisnalarla, bizde patron eati #ahane dir. Onun gibi konuşur; di- Terne ihya ve ihsan eder, isterne nef. 'yü icih ve ifna eder. Mizne ve gazabi Hhanesine dikkat farmayıodır. ica bında gazeteci uşak veya <affının ica cilerim- eçek olmağk incebür. dar. Çünkü para Allahının ba aca. yip Gölgeni flkirden evvel tabasbur, İş've illisnatan siyade tekâpa ister. Tekelenir, en ta: beyi yersiniz. Ne hazin tecellidir ki zekâ ve şuurile çalışması mukadder bir kitle; dört ayaklılar evsafı için- 'de muamele ve iş görmeğe mahküm olmuştur. Bu; © kitlenin kan ve i- man verdiği Türk inkilâplarının if- tihar edeceği bir netice değildir. “Ayni derecede hazin, diğer tecelli ise tuzdan basmaya kadar bir çok Mevadı inhisara alan veya devlet- deştiren hükümetin, bugün ve yarın için kültür, propaganda, —neşriyat işlerinde vazife görenleri himaye et- mek şöyle dursun, tamamen ihmal etmiş olmasıdır. İnsan bunun böyle | olduğuna inanmış olsa, akıl için tek Ççare <Allah belâsıni versin» deyip mesleğin varolduğu farzedilen fazi- Jetine bir tekme atarak en yakın ce- , benneme ilticadan ibaret olurdu. Fa kat biz çok kuvvetle kanilz ki hükü- metimiz bu zümrenin tallini ve hi. Mayesini vazifenin hususiliği itiba. Te hümüsi — sermayelere — hi mat etmiştir. e yazık ki do lapcı beygirine döndürülen hali, dev. letin gözlerinden mahirane saklan: mştır. Peki amma, ne vakte kadar? Cümhuriyetin kiymet ve kudretine n çok inanımış ve yurdu inandırma “ağa uğraşmış bu zümre, ne zama; ma kadar izati gahanelerin azad| kabul etmez kölesi olarak sürükle Becektir? Geçen sene kabul edilem sin kanunu ve müeyyideleri ne oldu, ne olacak? “Bu kanan mat, buat amelesinin haklarını temine kâ. Simidir? Bu ati bir merei, bir ve sihayet bir <Adamlıkr hakkı yok mudür? Başında güzide şair ve muhar- Ki aait Vekilimiz Hasan Alinin ulduğu Deşriyat kongresinden Üümit beklemekte hakkımız yardır. Fakat bundan da yalnız beş on say Salik teselli notu çıkaran, gazeteci Ve müharrirlere verilecok artık tek har ymde kalacaktır: Bürt Tni Nasirin kölesi sürti. Ferldun Osman Köroğlu İle - 2a— Köroğlu © gece zifafa girdi. Ayşe adında olan güzel karısına, bütün bu hâdiseler'bir rüya gibi gel diğinden bir türlü Köroğlu ile evlendiğine inanmak istemiyordu. Fakat, bu saadetleri pek uzun sürmedi. Nasıl olmuşsa olmuş, güzel Ayşe ile evlenen yiğitin Köroğ- hu olduğu kulaktan kulağa yayılmıştı. Ayşenin ba- bası havadisin duyulduğunu sezer sezmez sabah er- kenden damadını uyandırmış, vaziyeti kendisine an- datmış : — Çok geçmez, havadis Bolu beyinin kulağına yarır, dakikasında adamları” buraya damlarlar de- demişti. çiyet şaka - götürmiyecek derecede - eiddi idi. Köroğlu naçar kalktı, — süratle gi ideceğini duyması üzerine ağl ederek dedi ki: — Dinle Ayşet Ben derhal Çamhbelin yi tatmağa mecburum. Seni de beraber götürmek is- terdim. Fakat ne olur, ne olmaz. Bolu beyi denen üşerlerme onlarla vürüşmam ın tehlikeye girer. Onun Fakat seni ilk fıre ir adamımı hainin atlları peşime düzim gelecek, Senin de hayı için yalnızca gitmeğe mecburu satta ya birzat gelerek, yahat ta emin kaderimiz pa- zubent, bir kılıç ve senelerce yetecek miktarda para bırakıyorum. Eğer bana bir hal olacak olursa ve bir. daha görüşemezsek, çocuğumuz kız olduğu takdirde bu para ile istikbalini temin edersin. Erkek olursa ismini Hasan korsun. Büyüdüğü zaman koluna bu pazubendi takar ve eline bu kılıcı verir, Çamlıbele beni bulmağa gönderirsin. Köroğlu bunları söylerken pazubendi, kılicı ve belinden çıkardığı içi ağız ağıza altınla dolu bir ke- seyi masanm üzerine bıraktı. Tam bu esnada uzak- 'tan dört mala bir atlının gelip evin önünde durduğu duyukdu. Köroğlu hemen pencereye koştu. Bu adamı tanımıyordu. Fakat adam onu görür görmez hemen tanıdı — Çabuk davran Köroğlu! diye haykırdı. Bolu beyinin adamları dört nala geliyorlar. Bu esnada Köroğlunun kayımpederi - damadının kar atını eğerlemişti. Köroğlu karısını ve kayınpede- Fini süratle kucaklayıp ata atladı ve henliz sokağın köşesini dönmemişti ki, sokağın öbür ucunda tozu dumana katan Bolu Beyinin atlıları göründü. Köroğlu tam vaktinde davranmıştı. fişte yine aylar var ki Köroğlu Çamlıbelde arka- daşlarının arasında yaşıyordu. Bir görüşte âşık olup evlendiği, fakat ertesi sabah bırakıp kaçmağa mec- bur olduğu güzel Ayşenin hayali bir türlü aklından çıkmıyordu. Bolu beyi de Köroğlunun karısını sıkı rek sana bi Çocuk haftası dün nihayet bul-| müştür. Bu - inünasebetle - birçok| mekteplerde müsamereler ve tem- Küçükler çocuk haftasını çok güzel geçirmişlerdir. ANKARADA MÜSAMERELER | tır, Ankara, 80(AA) — Çocuk hat-| tasının son günü olan bugün #iller verilmiştir. parkında 44 ncü ve 49 acu mektepler tarafından verilen müsamcreden bir 15 de Ankara Malkevinde umumun) İsteği üzerine bir kere daha tekrar 'm Küçük yaman ve Hayat hal kaları piyesleri yine pok çok alkış- Janmış ve hafta böylece kapanmış-| Evvelki akçam Keçiören Anakı-| cağı miniminilerinin yaş Karısı Ayşe Köroğlunun Boluda Olduğunu Bolu Beyi Duy- muştu. Hemen Adamları Yola Çıktı bir muhafaza altına almıştı. Köroğlundan korl için karısına ve kayınpederine bir şey yopmıyordu. Fakat günün birinde nasıl olsa, Köroğlunun, karısı. nn yanına döneceğini hesaplıyor, bunun için evin et rafını gece gündüz sıkı bir kontrol altında bulundu- ruyordu. Böylelikle Köroğlunu günün birinde enseli- yeceğini umuyor bildiğinden bittabi şehre ine- hasret çekerek yaşıyor- arkadaşları, kendisi xden her gelen şeyi yapıyorlardı yüzden Çamlıbelde her gece İçki ve saz sofraları kuruluyor, geç vakttlere kadar bir taraftan içiliyor, taraftan da sazlar çalıp şarkı söyleniyorda gairi gelmiş, saz çahıp bir takım şarkılar söylemişti. BSaz şairi, bu şarkılarından birinde genç ve güzel bir kazı tarif ederken, onun gözlerini - Nerkis çiçei benzetmişti ve bu çiçeklerin en güzellerinin Bolu be: yinin bahçesinde bulunduğunu ilâve etmişti. Durmadan içtiği içkilerle kafası n Köroğlu birdenbire sordu: — Sen bu çiçekleri gördün mü? Saz şairi cevap verdi: — Gördüm beyim. Ben çok yerler gezmiş, do- Taşmışım. Çok şeyler görmüşüm — Hakikaten bu çiçekler güzel bir kızın gözle- rine benziyor mut — Tıpkat Ansan o çiçeklere baktıkça, eğer, sev- ilisi var ve ondan uzak düşmüşse onu görür yor. Bu çiçekler o kadar güzel bir genç kadının göz- derine benzer ve 6 kadar manalı dürürlar ki.. Hele Bolu beyinin bahçesindeki Nerkisler... Ben dünyada onlar kadar güzel gözlü bir kadın görmedim. — Bu Nerkislerin ayni zamanda boyunları da büyüktür. Bu vaziyette kocalarından ayrı düşmüş taze ve gü- 'zel gelinlerin gözlerine okadar benziyorlar ki! — Sus. Fazla söyleme! Aetiği içki ve çektiği iztirap, Köroğluna iradesi- ni ve soğukkanlılığını kaybettirmişti. Birdenbi kardı: — Ben gidiyorum.. | hay- — Nereyet — Bolu beyinin sarayının bahçesine! Bu çiçek- lerl mutlaka göreceğim. Onu bu kararından vazgeçirmek için çok çalış- mak mecburlyetinde kaldılar. Yalmık kendisini güç- belâ bu delice hareketten sarfınazar ettirebilmek için bu İstediği çiçekleri bizzat kendilerinin koparıp geti- receklerini vüdetmeğe mecbur olmuşlardı. Bu güç işi Ge Hoylu beyle Ayvaz üstlerine almışlardı. - Hemen silâhlarını kuşandılar ve atlarına atlayıp - Bolunun yolunu tuttular, (Devamı var) G1 ci mektap tav.beleri, Sağda dün Gülhane) yofonik temsil de memleket içinde büyük alâka uyandırmış ve Kuru-| aa takdir ve tebrik telgraf ve mek-i tupları gelmiştir. Memleketin her tarafından alınan haberer bu yıl çocuk haftasının pek | bir sürette kutlandığını bil. darı rad- |/ dirmektedir, MEŞHUR CASUS MUSTAFA SAĞIR « VASIL TUTULDU, NASIİL ASILDI? we Yazan: R. KARAOĞUZ Mustafa Sagir istiklâl Mahkemesi Önünde Hindin Bu Zehirli Yılanı Memle- ketimize Nasıl Girmişti Bundi 'ne böyle ihk ve güneşli günü Ankarada zamanımızın en he- 'yecanlı, en merak gıcıklayıcı casu Tuk meselelerinden birinin girift dü- tamam 18 yıl evvel, yi- bir Mayıs| #ümleri çözülmeğe başlandı. Filvaki Ankara İstinaf Mahke- mesi salonunda, Mebus İhsan beyin isliği altında toplanmış olan (An- kara İstiklâl Mahkemesi) — meshur Hintli casus Mustafa Sagirin muha- kemesine 1337 (1921) senesi mayı- Sının birinci pazartesi günü ba mıştır. Salon, pencerelerine kadar hın-| cahinç dolu idi. Dinleyiciler biraz! sonra başlıyacak olan muhakemeyi | kalpleri çarpa çarpa, derin bir sü-) Küt ve heyecanın esiri bir halde bek- diyorlardı. Herkesin beyninde korkunç bir istifham işareti şeklinde şu sual dü- #ümleniyordu. — Bu. Mustafa Nenin nesidir? Birkaç gün evveline gelinceye kadar Ankarada herkes- ten saygı gören bu müthiş cası Türkün kalbegâhına kadar ne mak- itla sokulmuştur?. Casus, Türk camiasına karşı dediği büyük günahın hesabını ver- meğe başlamadan evvel Ankarada kulaktan kulağa fısıldanan şayialar da, muhayyilesi en geniş bir zabıta, romanı muharririnin ağzını hayret- ten bir karış açik bırakacak derece de, esrarlı ve meraklı haberler gizli idi: Mustafa Sagir bilhassa şarkta casusluk işlerinde kullanılmak için terbiye edilen çekirdekten yetişme| bir casusmuş... Bu Kurnaz tilki ec. zalı mürekkeple göze görünmez mek tupları elden ele İstanbula kadar u- çuruyormuş...-Ankarada Türk'ün mükadderatıni kurtarmak, ölüme| mahküm edilen koca bir milletin i- dam beratını parçalamak için didi- 'nen vatanperver zümreyi bir anda yok edivermek için bu azılı casus| bir sürü suikastlar hazırlamış. Mustafa Sagir yakasını, istihfaf| ettiği, Türk zabitasının - pençesine) kaptırdığı günün ferdasından itiba- ren gizliden gizliye dolaşmağa baş-. Jıyan bu şayialar casusun maskestni | al aşağı eden istintaklar devam et-) tikçe dal budak sarmış, Mustafa Sa- Birin başı etrafında şeytanetle ka- Tışık bir melânet halesi örmüştü. Neler söylenmiyordu neler?.. As- tarları arasına eczah mürekkeplerle, yazılmış*gizli mektuplar - saklıyan bavullar, Ankaranın köşe bucağına kadar sokulmuş vicdanları - ve na-| musları pazara çıkmış yamaklar, a- Vuç avuç altınlar ve kucak kucak #terlin ve dolarlar. işte yine böyle dik- ve güneşli bir mayıs günü Ankarada, İstinaf | mahkemesi salonunda toplanan (An kara İstiklâl mahkemesi) bu merak- h ve esrarâlüd casusu muhakemey başladığı zaman koca bir şehir tek| bir kalp halinde heyecanla çarpıyor| 've muhakemenin en ince teferrun- tını bile kaçırmamak için dikkatle| özlerini Mustafa Sagire dikmiş sor| Buların başlamasını bekliyordu. İstiklâ Mahkemesinin - heybetli huzuruna tapkı morfinlenmiş bir kob | Ta yılanı gibi ezile büzüle kıvranarak| çıkmağa hazırlanan bu mahir casu- Sun salona sokülması - beklenirken bütün sinirler işte böyle - gergindi 've herkes kendi kendine soruyordu. — Hindin bu zebirli yılanı mem- İeketimize nasıl alizülüp girmiş aca. ba?. Bu hakikaten calibi merak bir| şeydi. Bunu anlamak için, ahfadı- İ miza kara günleriniz diye tanıttağı: mmüz işgal ve mütareke devrine rücu eteceğiz Cihan harbi sonunda, Istanbulu işgal eden itilâf devletleri Türkiyeyi taksime yol bulmak için muhtelif çarelere tevessül etmişlerdi. Ezcüm- le, Vahdettin ve damad Feritle an- Jaşarak, zavallı milleti müdafaasız bir hale getirip esir ettikten sonra memleketi aralarında taksim etmek, böylece garkta birer müstemleke dae ha edinmek istemişlerdi. Fakat Ebe. di önderimiz Atatürk'ün delâlet ve irşadile birden canlanıveren millet, memleket ve istiklâlinin müdafaası hususunda gösterdiği azim ve me- tanet ile, düşmanların bu tasavvur. larını pek çabuk altüst edivermişti. Bu muvaffakiyetsizlikle hiç te hayal sukutuna uğramıyan bilâkle cüret ve cesaretleri artan düşman larımız bu sefer de, bir rüçhan si. yaseti programile - Anadoluya baş- yurmuşlardı. Akıllarınca milleti ab datmağa koşmuşlardı. Mületi tem. sil eden heyet, bu gafil düşmanlara, Milletin istiklâli, memleketin emni- yeti temin edilmedikçe, işgal edilen memleket aksamının tahliyesine te- şebbüs olunmadıkça sizinle hiç bir Müzakereye girişemeyiz, cevabını vermişti. Ümit kapılarını, biraz sert. çe, yüzlerine kapayıvermişti. Düşmanlar, yine hayal sukutuna uğramamışlar, yeni plânlar kurmuş dardı. Mili birliği bozmak, —memle- kette hainane ve caniyane muhale- fetler uyandırmak, memleketin mu- kadderatı hakkında endişe verici şa- ialarla umumi efkârı sarsmak yo- lunu tutmuşlardı. Fakat bu yolun da çıkmaza saptığını görünce, Istan. bulu cebren işgal etmek suretile Os- manlı devletinin yedi yüz senelik hayat ve hâkimiyetine nihayet ver meğe karar vermişlerdi. Bu karac Jarını da 1336 senesi martının on tıncı günü resmi daireleri, milli is- tiklâlimizi temsi eden mebusan, â- meclislerini resmen ve Gebren işgal etmişlerdi. Memleketin şerefi- ni, milletin namusunu müdafaa e- den bir çok fedakârları öldürmüş- ler, bir çoğunu da - hapsetmişlerdi Türlü türlü tedbirler alarak İstan- bulu âdeta bir üsera karargühı ha- line getirmişlerdi. Bu meyanda, de niz ve kara yolları ile İstanbula ge- len veya İstanbuldan giden - bütün yolcuları da siki bir Kontrola tâbi tutmuşlardı. Ne içeri ve ne de dışa- ı kuş bile uçurmuyorlardı. 1336 senesi martının otuzuncu günü idi. Loit Tiryestino kumpanya- #sının (Sicilya) vapuru limanımıza gelmiş, iç şamandıra - hattında de- mirlemişti. Kontrol memur ve zabit-. leri ile tercümanları taşıyan motör de, tam o sırada, indirilen vapur Merdivenine yanaşmıştı. Motörden çıkanlar arasında, o güne kadar kon trol vazifesinde hiç te görülmiyen iki İngiliz zabiti nazarı dikkati cel- bediyordu. Diğerlerine nazaran da- ha düzgün ve temiz kıyafetli, hal ve tavırlarından daha nazik ve asa- letli oldukları görülen bu zabitlerden biri, o kara günlerin kara göhretli- lerinden - Kapiten (Benet)? diğeri de, kapiten (Harding) idi. Kontrol heyeti vapurdaki yolcu- Jarı, 0 sırada esen / dondürücü bir. karayel rüzgârma karşı güverte ü- zerine dizmişlerdi. Her birerlerini ayrı ayrı süzlüyor, şüphelendiklerini mutadları veçhile âhiret sorgusuna çekiyorlardı. Bu csnada iki şık kapi- ten de, urunca boylu, esmer çehreli, kara göz ve kaşlı, altın gözlüklü ve oldukça muntazam kıyafetli bir. vilile görüşüyorlardı. X (Devamı var)