4—VAKIT 21 ŞUBAT 889 derece memnurklu. Üsküdara sara. yın büyük kayığı ile geçtiler, Süs- lü atları, herkesin gözünü kendi - lerine çekiyordu, Handa küçük bir mola verdiler. Tam hareket ede . cekleri vakıt genç bir delikanlı yak laştı: — Ağalar, dedi. Uzak yola gi. derseniz beni de yoldaş odin.. Day: dalikanlıyi süzdü; —Sen nereye gidersin? — Ben çök uzaklara gitmek is. terimi. — Bizden uzağa mı? — Beli., — Nereye? — Kafkas seferine giden ordu- ya, İliko alâkadar olarak karıştı: — Orduda ne işin var senin? — Babam harbe gitti. — Sen niçin gidersiz? — Anam hasta İdi. Yanımda kalmıştım. — Şimdi niçin bırakırsın onu? Delikanli boynunu büktü; —Oâöldü. Onun masum hali iki arkadaşı müteessir etmişti. Yemişçiye: — Bir zavallıdır. Alalım.. dedi- ler, . Gün görmüş başmabeyinci gü . Tümsedi; — Yükü sizin karışmam.. Diye mukabele etti, Dayı: — Ama atın yok.. Biz süvariyiz. Delikanlı, hep başı yerde konu guyordu: — Bir at alacak akçem var. Raziye kalfa, Dayıile İlikoya kâfi mikdarda altın vermişti, Bü. tün hayatları huvardalıkla geçen - İki arkadaş bakıştılar. Dayı başmı “olur,, mânasında eğdi. İliko bir çocuk gibi sevinerek Xoştu. Birkaç dakikş sonra eğerli bir atla gel. mişti, Delikanlıya: — Adım ne senin küçük? Diye sordu. — Hamza. — Hamza, bu at bizim armağa- ımız olsun. Kabul et. — Ama ben bu iyiliği ödiye . mem.. Akçesini alın benden. — Yok, yok.. Şimdi yoklaş olu. yörüz. Nemiz varsa orta malı olu. yor. Eğer iyi binici isen, gönlümü- zü daha hoş etmiş olursun., Hamza, hareket eder etmez, ne yaman bir binici olduğunu göster- mişti. O kadar ki ihtiyar olduğu belli olan atı, onun usta ellerinde şahâ kalkiyor, kişniyor ve uçuyor du, Bu hal, en çok İlikoyu sevindir. mişti ; — Bize yardımı da olur Dayı.. — Bizim vâzifemiz onu babası. na teslim etmektir İliko.. Babası. na yarasın... Dayının emreder gibi sözleri, İlikonun ağzını kapamıştı. Kafkas ordusu başkumandanı Sinan Paşa, Tomaniç Boğazı kale- 'NİYAZİ AHMET sinin inşasile meşgulken müjdeyi aldı. Ordu o gün en büyük bayramı- nl yaptı. Paşa: — Bana müjdeyi getirenler be. nim misafirlerimdir. Onları eğlen. direlim.. Diyordu. Dayı ile İliko - nun dönmiyeceklerini öğrenince daha fazla sevindi. Hamzâya ge- lince, zavallı delikanlı babasını bulamamıştı. İliko onu teselli etti; — Vaktimiz var arkadaş, arar, buluruz elbet.. Bizi kardeş bil., Se- nin İçin çalışırız, ama şimdi eğle . nelim.. İliko şarapsız duramıyordu. Si, nan Paşanın iltifatı, esasen saray. dan getirdikleri name, onların ser bestilerini kat kat arttırıyordu, Şarap sofrası en büyük çadırda kurulmuştu, İliko; — Dayı, diyordu. Çok mesu - dum.. Bugünleri * gördüğüm için Allahıma bin şükür olsun, — Ben hep Elisoyu düşünüyo - rum, Sen ne çabuk unuttun onu.. — Unuturmuyum hiç Dayı. Hele annesini aklımdan çıkaram:. yorum.. Hamza iki arkadaşınm konuş - mâlarıma kulak kabartıyot'du. Bir aralık: — Ağalar, dedi, benden gizli bir şeyler konuşuyorsunuz. Ben engel olmıyayım. Dayı: — Yok, dedi. Bizim gizli biri, şimiz yok.. Derdimizden bahsedi, yoruz. — Dert içinizi yakmış gibi.. Ben de ana acısı, baba yokluğu çeke. rim,. Ben de dertliyim. — Doğru Hamza sen bizden — Amma benim derdimi siz u- nutturuyorsunuz, Çadıra Sinan Paşa girmişti. hep birden ayağa kalktılar. Paşa ayrı ayrı iltifat ti. Hamzanın çe nesini okşadı. — Bunlar da yoldaşmız mı?.. — Beli... — Onu da hizmetime alirm.. Başmabeyinei bıyık altından gü lerek Tliko ile Dayıya baktı, Onlar da bakıştılar. Sinan Paşa: — Rahatınız bozulmasın.. Ra hat eğin.. Yarın sefere çıkıyoruz. Yeni diyarlar fethedeceğiz, Gürcü keleresine de hesap soracağız. Or- dumuz yok iken birçok zarar ver- mişler, İlko atıldı- Yazan: Dostoyevski Çeviren: Hakkı Süba Gezgin © 103 lar, birbirlerine söylemekten çekindik- hissetmeye Ama üçe doğru hâdise öyle feci bir a- çıklıkla ortaya çıktı ki, duymıyan kal- madı, Dindarlar: yeise, dinsizleri sevin- ce boğan bu hâdise cenazenin kokima” ğa başlaması Ji, Tabuttan korkunç bir koku dağılıyor ve gittikçe şiddetini art tıriyordu, Manastırımızın tarihinde böy Paisyos Baba, düşünceli bir tavırla: — Belki ağlamakta haklısın.. Belki sana bu gözyaşlarını İsa yendi, Çünkü; “İztırabımızı ruhunuzun acısını dindi- ren ilk yardımcı olarak size gözyaşla- rını verdim!,, diyen odur. Sözlerini söyledi ve kendisinin de dayanamıyarak ağlıyacağını hissedin. ce uzaklaştı. leri bir şeyler İ yüksel, muh ürüstlüğ — Demek seferimiz na, — Niyetimiz öyle.. Sadrazam Paşa çadırdan çikar» ken Hamzaya gene iltifat etti: — Senin adın ne?.. — Hamza. — Artık mâiyetimkde dersin., Hamza boynunu bökmüştü, Yü zü bir an içinde kızarmıştı. Sinan Paşa çadırdan çıkınca Yemişçi ; Sadrazam eblikeyf olsa gerek.. Diye söylendi. Gürcista» rahat e- İliko Hamzaya: — Memnun oldun mu? Diye sordu. — Ben kimsenin maiyetini İs- temem. Siz yoldaşlık ederseniz ge Mirim. — Yoksa gelmez misin?., — Buradan dönerim.. — Ya paşa bırakmazsa?,. Hamza düşünmeden cevap ver di; — Kenâimi öldürürüm. İki arkadaş bir daha bakıştılar, Başmabeyinci, Sinan Paşa tara- fından davet edilmişti. Çadırda üç yoldaş kalmıştı. İlko durmadan içiyordu, Hamza» IZLARI — Yoldaş, içmeyiniz, dedi. Si- zinle dertleşmek isterim.. — Benim adım Hamza değil yoldaşlar... — Hamza değil mi, bize yalan mı söyledin.. Dayı: — Adını gizlemekten ne kaza- nirsin ki? — Benim adımı ikiniz de bilir- siniz, — sie miyiz? — Evet, benim adım Elisodur. Dayı ite İliko yerleri; mışlardı. İliko ağzına Dayı tekrarladı; — Yalan. Buna dünyada inana namam., — İnanın ki ben Elisoyum. Siz beni bulamadmız, ben buldum. Allah bana yardım etti. — Peki bizi nereden bildin, ne- reden tanıdın?.. — Sizi Bursada öğrendim.. Ka- ra Halilin evinin önündeki konuş- mayı duydum. Dayı sordu: — Hangi konuşma?.. — İla ile konuşmayı, İliko, arkadaşma anlatmaya lü- Antikacı dükkânındaki hırsızlık Bir doktor Şuurunu Dün Beyoğlundaki büyük anti- kacı dükkânlarından birinde, ımü- him bir sirkat hâdisesi olmuştur, Vale geye Mam AİEA, hırsıziğı yapanın içtimai mevkii ile tanınmış bir doktor olmasıdır. Ya kalandıktan sonra, yaptığı işin €- hemmiyetiai idrak ederek büyük bir korku ve heyecana düşen hır- sız doktor, nihayet hemen sevke dildiği mahkemede şuurunu kay- betmiş, çıklımıştır. Vaka şöyle olmuştur? Ekrem adındaki suçlu bugün- lerde para sıkıntısma uğramış, se- melerdenberi sakaldığı antika kançeri satmağa karar vermiştir. olan suçlu kaybetti dınlık kısma giderek tetkike baş- lamıştır. İşte bu sırada gözü kasaya ili- Sen. Ekrem. icindali. Mama Amin paraları görünce kendini kaybet- | miş, Abidinin de hançerle meşgul olmasını fırsat o bilerek elini dal dırmış, rastgelen 1700 lirayı ala rak cebine indirmiştir, Fakat dükkâncı Abidin Ekre min hareketini farketmiş, bağırıp çağırmağa başlamıştır, Polisler yetişmiş, Ekrem para- lar cebinde ölarak yakalanmıştır. ! Hemen hakkımda zabıt tutula- rak Beyoğlu cürmü meşhut nöbet çisi sulh mahkemesine sevkedilen Ekrem, sorguya çekilmiş, fakat / sorulan suallere saçma cevaplar zum görmediği İllayı anlat, O- konuştuklarını tekrarladı. — İşte, Hedi, ben, bu konuşma- ların hepsini duydum, Çünkü ben İla'nın karısı olmuştum. Beni sev di, Karılığa aldr. Adımı da Zehra yaptı. Miko dişlerini gıcırdatıyordu- Hain arkadaş.. Ona bunca im olmuştu. — İlin gene esir ticareti yapı yor. Kafkasyadan gelen esirlerin kadarını sakladılar. — Sakladılar mı?.. Neredel — Istanbulda. Kara Halil ile İlia Bursaya ayda bir gelirlerdi, — Kadınları nerede idi? — Marmara sahilinde bir yer.) de, Yeraltı bir mahzende imiş, Dayı dayanamadı: — Ne diyorsun Hamza. Şey Eliso, yüz kadın mahzende ne ya- pıyor? — Canım mahzen değil, yeraj- tında büyük bir ev yapmışlar. Kız lar orada imiş. Gizli eğlenceler tertip ediyorlarmış, — Yerini biliyor musun?.. — Bilmem.. İlla söylerdi. Çok pâra kazanırlardı. : Elso, Bursadan nasıl kaçtığını, kendilerini bulmak için neler çek- tiğini anlattıktan sonra; — Ağalar, dedi, benim için çok iyi seneler dolaştığınızı duydum. Ku- | laklarıma inanmadım, Anamın İs- tanbulda olduğu doğru mu?.. Onu görmeden yaşayamıyordum. Bana bir iyilik yapın. Yanına varayım. Dayı ile İliko çok müşkül bir vaziyette olduklarını hissediyor lardr. Bu vaziyette sefere devam etmenin mânası yoktu. Kafkasya- ya gidip ne yapacaklardı. İliko: — Dayr, deği, İstanbula dön- menin yolunu arayalım. Yeraltı kızlarını da bulur, meydana çıka- rırız, EĞso da anasına varır. — Doğru, lâkin ordudan nasıl çıkalım.. Paşa bizi bırakmaz, bizi bırakırsa Elisoyu vermez, Eliso yalvardı: , — Beni Paşaya bırakırsanız kelly pla ilem a Kuvvet ve cesaretin bu işte hiç hükmü yoktu, Kaçmak da imkânsızdı. Bin lerce askerin arasından üçü birden nereye gidebilirlerdi. — Hiç olmazsa ikiniz kaçarsı- nız. Ben de bir yolunu arar, ken- dimi kurtarır, İstanbula gelirim. — Doğru İliko, lâkin biz nasıl Hele bir sefere çıkılsın, bit harp olsun. — Beni ne yapacaksınız. Bu akşam paşa İsterse, İliko buna da çare buldu- — Sen hastalanırsın Eliso, dedi. Bunün üzerine hançeri yânma al-' vetmiş, bağirıp çağırmış, kahka- | Boynun şişmiş gibi bağlarsın... #lış ve Tokatliyann üst köşesine deki antikacı Abidinin dükkânma giderek göstermiştir. Abidin ka ndaki ay- bâzı gizli şeylerin karışmış olması ihti- ır. Bir kei aleyhinde bir cereyan sezili- yordu. Zösimanın dedikodu yapmaya Bu müesseseyi kayı başkalarına & daha başkalarına y Kimi, başını başladılar. yor, kimi sevincini yaptıkları işten öt lemiyor, zavallı ölü rülmemişti. Sevinç yıkmak, bu nüfuzdan kurtulmak istiyenler az değillerdi. Zi- yarete gelenler dışarı çıkar çıkmaz va- se çıkıp da bu fcna yürekli 'du, Gerçi henüz evin dışına çıkanlar gö İcrini ancak bakışlarındaki parıltılarla halarla gülmüş Sinan Paşa, Hamzanın hasta- Bunun üzerine hâkim, Ekremin | lanmış olduğu haberine üzülmüş- t adlice muayenesine karar vermişti re Manastırda “Sta- Bana geli; hayatında kimsenin cesaret edememişti. öylüyorlar, onlar da ayıyorlardı. . üzüntü ile salla saklamıyor ama kim insanlara bir tek kelime söy yü müdafaa etmiyor duyanlar da, zevk- Hemen herkes güya acıyormuş gibi — Nasıl oluyor da böyle bir şey mey mik kalmıştı, affün etsin?.. Diyorlar, Başkaları da; — Allahın hikmeti bu... Eğer bütün günahkârlar gibi onun da cenazesi yir- mi dört saat sonra kokmağa başlasay- dı, hâdiseyi tabii bulacaktık. Fakat bun da başka bir şey olsa gereki Mütaleasını ileri sürüyorlardı. Buna karşı söylenecek söz Allâme Jozefa Baba: “Tefessüh, her za man bir kötülüğün şahidi gibi kabul e- Gilemez.,, Dedi ve birtakım eski örnek- ler göstermeğe kalkıştı. Amma kendi de şaşırmıştı. Söylediklerinde iman kuv Yoldaşlar ona iyi baksınla .. Zavallı bir defi, bir ke- Niçin bu kadar çabuk ta- rirdi! bulunamıyordu. yi kendi örmeli Dediler, Artık ithamlar “9 başlamıştı ; — Sık: perhiz yapmazdı) — Oroç tutmazdı! gi — PFilezotlar gibi, © da İd mecazi bir varlık olduğunu — Hakiki ateşten eser bu inanmazdı! «— Kurabiyeye bayılır. Çayi atıştırırdı! — Bunları da ona hep ağir” — Kendisini gerçek pır, önüne diz çökenlerin yaptıklarına inanırdı. sinip susarak, | VAKIT ABONE TARİFİ 4 Memleket Mİİ içinde 95 260 425 Artık - 3 aylık 6 aylık 1 yıllık 00 Tarifeden Bsiko8 için ayda otuz kurut Pasta birliğine girmeyti yda yelmiş beşer ESTİ | medilir, # Abone kaydını bili” top ve telgraf ücretine. parasının posta veye Bigi yollama ücretini idare © zerine alır, | i 1! Adres değiştirme 25 kuruştur. İLAN CCRETLİ i Ticaret #lânlarımın gil satırı sondan tulbent ei | falarında 40; iç syf kuruş; dördüncü “ii 1 ikinci ve üçüncüde 2i şi 4: başlık yanı kesme dır. Büyük, çok devami, ve renkli ilin verenlere “e yi) indirmeler yapılır. Re ifl rin santim - satırı 3Ö © TİCARİ MAHİYETTE a ğ KUÇUK İLANLA" gil A Bir defa 30, iki del defası 65, dört defasi defası 100 kuruştur. ilân verenlerin bir > ili vadır. Dört satırı gece fazla satırları beş kuruş” | sap edilir. >. iizmet kupons | Kücük in tarifesi VERİ | doğrudan indirilir. Vakıt hem ya kendi idare yerinde Esgil) kara caddesinde V* sltında KEMALEDDİ İlân Bürosu eliyle eder. (Büronun telefonü” Haberini gönderdi. de ordu Tiflise harek€* Gürcistan. bastan bisiye | e Ördü T ği hizmetini yapan bir . ri, Gürcü krallarından” a arsob'ın ihbarı ile İran © karşılaşarak mahvoldu. İliko, Dayı ve Eliso ©“ y rılma imkânmı bula! $ Yİ kadar gelmişlerdi. B* ti üçü için çok hazindi. “ei uzaklaştıkça teessürleri vi Dayı ile İlikonun esi mi canlanıyor ve büsbütün © Jardı, Tiko: — Ah, Dayı diyordü Şu güzel diyarı hep B3 yer. Gürcüler bir türli lerini ellerinde tuta: tün gayretleri boşa eriyordu. © ere! müteveffanın manastırlik ve şimdi meydanı boş bulun“ koyu müteassıplardı. Bu! i Ö — İtirafları da sujistimt' © Diyecek kadar ileri gitmi$” anlatıyorlardı. İni & 3 De id, e vetinin ateşli inandırıcılığı yoktu, Paisyos Baba, hiç bir seyin farkında Giz. cedadi ökükpin: “ RİyGeii gli gli Sel, olanakta, ayar İM e ir earaırami eb befi'oili; diyor, etrafında fısıldanan; fer balmumu gibi sararırsa sahibinin erdiğine alâmettir. Amma bütün bunlara metelik veren olm:yordu. Şuradan buradan tecavüze benzeyen imalı lâf atmalar, kinayeler yağmağa başladı. Durğun yaratılışlı J> zefa Baba, incindi ve sustu. Stareçliğin düşmanları bunu bilerek başlarını kaldırdılar : — Barsanof Babanın cenazesi taaf- fün etmek şöyle dursun, Tabutunun â- ralıklarından ortalığa güzel bir rayiha, bile dağılımışt. Ona bu mübarek netice- Vakıt geçiyor, cenaze kararlaştırı - lan programa göre hazırlanıyordu. Jo zf ” © “an sonra, okuma nöbetini Pa isyos aldı. Fakat saat üçe doğru yukarda bak settğim beklenmez hâdise başgösteri ce, ortalık allak bullak oldu. Cenaze, tabuta konup ta büyük salo- ba girilince, birisi pencerelerin açılıp açılmıyacağını sormuştu, Fakat karga- şalık ve telâş arasında bu soruşu birkaç kişiden başka kimse duymamıştı. Böy- le mukaddes bir adamın birdenbire « #üyüp kokacağını hiç biri aklma getir. meyot, hatti tam aksini bekliyordu, Öğleden biraz sonra salonda dolâşan le hiçbir vaka kaydedilmemiştir. Gerçi, bütün ömlüslerini ibadetle, hayırla geçir miş bir çok zahitlerin cenazeleri de çürümüş, fakat şehirde kimse bundan yüksünmemişti. Bunun aksine, vücutları uzun zaman dağılmadan duran, kokmayanlar da var dı, Meselâ 1810 da yüz beş yaşında ölen Stareç “Job,, un tabutu bunlardandı. Keskin bir perhiz ile meşhur olan bu Stareçin hatırası hâlâ hürmetle anılıyor» du, “Zosima,, gibi hayatında azizlik pa- yesine yükseltilen bir keşişin böyle bir günde çürüyüşü pe kfema tesir etmişti. Bana kakrsa bu çürüyüş hikâyesine iŞmalli keşiş, “Taraponi”. dünkü mülâkatnı düşünü! hak vererek: > — Meğer bu meczup #9 | suhtu bir bahtiyar! gel” iyordu. Tam bu sırajâ 5 arasında o da göründü. Bu keşişin höcresinde” çıktığını, hattâ kiliseye we vir sediğini, fakat kendi aleni der sayıldığı için buna Ki madığını söylemiştik. — Demek Tanrının Zosima hakkın- daki hükmü insanlarınkine benzemiyor- muş! Sözlerini işitmem: Bunüu ilk defa, kasabanın çok tanınmış bir şahsiyeti söylemişti, Zaten isler de kulaktan kulağa ay mü fısıldayıp duruyorlardı. İşin fenası, bunu, âdeta içleri ferahlayarak söylü- yorlar ve havadis yayıldıkça, gürültü halini alıyordu. Yavaş yavaş ilk dakika ların ağırbaşlılığından eser kalmamıştı. / kten geliyord tar u firsat m si , ie ği ili ii) hkgi