— On bin isterlin mükâfat alan muharrir . İstokhelmdeki İsveç akademisi, bu ayım sekizinci günü yaptığı top- lantıda, 1934 yılı Nobel edebiyat mükâfatını İtalyan dramatisti ve muharriri Pirandello'ya vermeğe ' karar verdi. Pirandello bütün . medeniyet dünyasmda tanınmış, . tanındığı her muhitte heyecan uyandırmış; kendisini okuyan veya eserlerini temaşa edenleri akılları sarsacak derecede derin ve karanlık mese- lelerle karşılaştırmıştır. Nobel mükâfatının ona veril - mesini fırsat bilerek onun şahsı ve sana'tı üzerinde biraz durmak is- tedik, Pirandello, Sicilyalıdır. Orada | 1868 senesinin 28 Haziran günü bir çiftlikte doğdu. Çok geçmeden Romaya giderek orada yerleşti. O- rada tahsil gördü. 19 yaşıma kadar Romada kaldıktan sonra 1891 de Almnyaya gitti ve orada tahsiline “evam etti. Nihayet Bonn Üniver- sitesinde felsefe okudu ve tahsili- ni tamamladıktan sonra Romaya döndü. Orada yüksek bir kız mek- tebine muallim tayin olundu ve 1923 senesine kadar bu mektepte muallimlik vazifesine devam etti, Kendisi ilk önce şiire heves et- miş, bir çok manzum eserler.yaz - mıştı. Evvelâ 1891 de, sonra 1895 te neşrettiği iki eser onun özlü bir şair olduğunu gösteriyordu. Fakat Pirandello'nun kudreti, nazımda' bütün kemaliyle tebarüz edemiyor du. Bunu kendinden evvel başka - ları sezdi. Bunlardan biri olan Si- cilyali muharrir Capuana, Piran » dello'yu şiir yazmaktan vaz geçir- meğe çalıştı ve önü roman yazma- ğa teşvik eti. Hemşehrisinin sözü- nü dinliyen muharrir 1894 teilk romanını neşrederek san'atındaki çok acı realizm ile göze çarptı. Perandello komik bir roman daha yazdıktan sonra hikâye yazmağa koyuldu ve gene acı tehekkümle - rle şöhret kazandı. Onun en çek kaza- nan romanı 1904 te yazdığı İl Fu Mattia Paskal'dır. Muharrir, bu e- serinde, kendini yalandan , ölmüş gibi tanıtarak yeni bir hava içinde, yeni bir adla hayata yeniden atı - Jan, fakat acı bir hüsrana uğrayan bir adamı anltır. Daha sonra gene bir çok kısa hikâyeler yazan mu- harrir 1908 de yazdığı iki ciltle “san'at hakkındaki telâkkilerini an Jatmağa çalıştı. Daha sonra bir çok hikâyeler ve romanlar yazdı. Hâlâ yazıyor ve kafasının. bütün ciyadetini; san'atının bütün kuv - vetini muhafaza ediyor. Pirandello 1920 de kendi san'- atı hakkında şu sözleri söylüyor - du: “Bana kalırsa hayat çok acı bir aldanma sahasıdır. Çünkü O hepi- mizin içinde, fakat sebebini anla - madığımız, nereden geldiğini, ne- reye gittiğini bilmediğimiz, bir al- danma ihtiyacı vardır, Bu ihtiyaç bizi, ara sıra boş ve yalan olduğu- nu keşfettiğimiz bir realiteyi icada sürüklüyor... Benim san'atım ken- dilerini aldatanlara karsı acı bir merhamet hissi ile çağlar, ün Fakat | sil ettirmeğe ehemmiyet bu merhamet hissini, insanı aldan- mağa mahküm eden mukaddera- tm vahşi iğfali takip edebilir.,, Bu karanlık görüş, Pirandello'« nun piyeslerinde en canlı ifadesini | lik kompozisyonlar içine alınmış resimlerini teşhir etmelerini hoş Sinyor Pirandello bulur. Gençliğinde piyes yazmayı hor gören muharrir, 1912 de Sicil yalı piyes muharriri Nina Mar toglio tarafından piyes yazamağa ikna edildi. ve hikâyelerinden biri- ni bir perdelik piyese çevirdi. On « dan sonra bir çok piyesler yazdı. | Pirandello'nun piyesleri, haya - | tı hakikatte olduğu gibi göstermi - yerek onu keyfine göre tahrif et « mek yüzünden bir hayli tenkit e - dildi. Daha sonraları Romalı mü- nekkitler onun ideolojisidi anlıya- rak'eserlerindeki insani hissi tahlil edebildiler. Pitandello'ya göre aldânmak bir Zârurettir. Fakat aldanmak boş birşeydir. Aldanmak ihtiyacı tür - lü türlü şekillerde tezahür eder. Bunların hepsi de boştur, hepsi de | asılsızdır, İnsan, hakikat sandığı bu çeşit çeşit aldatıcı tezahürler içinde hangi gösterişi takınırsa, o anda onu benimser, Fakat insan, o değildir. O, o ande karşılaştığı şah sa göre takındığı gösleriştir. Asıl kendisi, bu gösterislerden bambaş- SANATLAR: Ers ——— yp —o—— Resim Ankarada açılan | inkılâp sergisi | Türk ressamı, iki yıl var ki fır- | çasını, inkılâbın mevzularına bel - ge değerinde hatıralarına, amaç - larına alıştırıyor. “Ölü tabiat,, de- nemelerinden, manzara, akt, İs - tanbul içi görüşlerinden inkılâbın soysal, özlü mevzularına geçmek, kolay sanılmamaktadır, Ötekilere fırça yatmıştır. Berikilerinin daha göreneği bile başlamamıştır. Da- ha, ikinci inkılâp sergisindeyiz. Bunun için, inkılâp sanatı de - i yince bazı ressamlarımızın. bay - rak, kurt, önderlerimizin sembo » görmeliyiz. Zamanla, inkılâbı, bin bir çeşitlik içinde dipdiri bir soy kurumu, inkılâp insanını da, etten, kemikten, nefes alan, yaşıyan gü - len yahut içlenen, çalışan yahut dinlenen bir insan olarak görme - ve göstermeğe alışacaklardır. İnkılâp sergilerinde temsili re - simlere yer yoktur demek istemi yoruz, Şüphe yok ki vardır hem pek sayın bir yer. Yalnız temsili resimler, her fırçanın girişeceği bir iş değildir. Tam muvaffak ol « | mamış bir temsili resim kadar teh- likeli bir şey yoktur. Düşünmek | gerektir ki, iptidai denecek kadar acemice bir kompozisyona ve bir o kadar sıska bir boya tekniğine dayanan bir temsili resim, yalnız taşıdığı imzayı değil inkılâbın iti. barın: da ucuzlaştırır. Gene inkılâp sergilerinde, san“ at değerleri pek yüksek olmayıp inkılâp bakımından belge değeri taşıyan resimlere şüphe yok kida- ha fazla cevaz vardır: Vakayi, en küçük teferüatıma kadar göster » mek şartile, vakadan azıcık ayrı - labilmek salâhiyetini herhangi bir ressama, ancak salâhiyetli çünkü sanatkâr bir fırça verebilir. Bu seferki sergide, Ali Ulvi Be- yin işleri, başta gelmektedir. Bun- ların arasında da en güzeli, “si - İ âh arkadaşları,, adını taşıyan tab- lodur. kadır. En büyük felâketi, ahlâki bir aynaya bakıp başkalarının ken | dini nasıl gördüklerini, başkaları- Ba nâzaran ne mahiyette olduğunu görüp anladığı andır. Pirandello'nun eserlerinden ço- Zu orta sınıfın en alt tabakalarile meşgul olur ve bunların yaşayışın- | dan'pek mühim neticeler çıkarır. Onun “nasil istersen öyledir,, adlı eseri, asıl hakikati tanrmanın ta- mamile imkânsız olduğunu ispata | çalışır. “Dördüncü Hanri,, adlı pi- yesi boş ve mânasız varlığını de- | ğiştirerek bir çılgın rolü oynıyan ve kendisini Kral Dördüncü Hanri sayan bir adamı yaşatır. Pirandel- lo'nun bu eserlerini, tiyatro mari - fetleri sayıp geçmeğe mâni olan nokta, onun derin mânaları; ferdi şahsiyetin haricinde muâyyen her- hangi hadde, mutlaka, realiteye inanmayı kökünden baltalıyan fel- sefesidir. Pirandello'nun piyesleri İtalya- da da, İtalya dışında da muvaffa- kıyet kazandı, yirmiye yakın ya- bancı lisana tercüme olundu. Kendisi 1925 te, Romada bir san'at tiyatrosu tesis etti ve bura- da yerli, yabancı yeni eserleri tem verdi. Taşıyanın alt - gövdesi tablo- nun her manada siklet merkezidir. İ Taşımak, bu kadar canlandırılabi- İ Tir. Taşınanda ise maddeleşüiş İ cismin hareketsizliği, tamamdır. Burhan Asaf (Devamı 1$ inci sahıfanın 3 üncü Geli ölene varenras sar amanrdamersa. mm İ Ayni sene içinde temsil. heyetini İngiltereye götürüp eserlerini ora - da temsil ettirdikten sonra Paris ve Bal'e gitti, orada da eserlerini | gösterdi. Ayni eserler Almanya - nın 18 tiyatrosunda oynandı ve İ her yerde heyecan uyandırdı. Bir kaç yıl eyvel Amerikaya gi- den Pirandello oradada çok iyi İ karşılandı. Yaşı 66 yı geçtiği hal- İ desan'at âbideleri yaratmakta devam eden bu yüce muharrir, hiç İ şüphe yok ki, bu sene kendisine ve- İ rilen mükâfata çok lâyrktı. | Pirandellonun ( eserlerinden İ “Altı şahıs muharririni arıyor, at- İ lr piyesi Halit Fabri Bey tarafın - İ dan tercüme edilmiş, Şehir Tiyat- İ rosu tarafından oynanmıştır, Sa - bık İzmit Mebusu Fuat Bey Piran- dellonun “Size nasıl geliyorsa öy- ledir,, adlı eserini Türkçeye çevir- miştir, ö. R. | muşlarsa bu Türkçe sözün ne su - Edebiyat Aruz, Tü rk ve 74 7» Ne m ai Arapların imam Halil'i Fars a . . .. ge 2 Rudegi'si ve söz ölçüsü. ağzı da bu alışkanli kuralına uymuş, git Arapçada bütün sözlerin ka- ba uydurulduğunu biliyoruz. (fe), (ayın), (lâm) dan yapılan, bunların arasına, gerek oldukça, başka ücük (1) ler katılan bu ka- lıpları yalnız arapça sözlere de - gil, başka dillerden aldıklarına | da uydurmuşlardır. o Türkçeden, tarih araştırmalarında gördüğü - müz gibi, Sümer . Türkçesinden aldıkları sözler de bu kalıp çenbe- ri içine girmiş bulunuyor. Şimdi, bunun için Sümercenin, Türkçe - nin kalıp dili olduğuna inanacak- mıyız? (Konuşmak) sözünün kö- künden çıkardıkları (münakaşa) yı Araplar, (Mufa'ale) ye uydur- çu vardır? Dahası var: Divanü lügat - it - Hicret yılından yi ra gelen, bir imamı © kiyi toplamak dadan — dan) istemi di ne (lâm, ayın, fe) len kalıplara yaptığı iş bu kadar lâm bitiğinden şudur: uydi adi” ps top (Hicretin ikinci“ Basrada türeyen bils”. met oğlu Halil, kene?” dar söylenen bütün mış, bunların arasin” im birbirine uyanların! sine, o musikiye 8 (notalar) uydurmufı İ zin) demiş. Bir nota Türk bütün Türkçe sözleri böyle kalıplara Ouydurmuştur. Birinci bitik 20 inci yaprak yüzünde, | (Babü Fa'lel, babü fev'al, (o babü| feâl); 22 inci yarprak yüzünde, (Babü fa'lâ) gibi bütün dilimiz, kalıp Otakımlarına ayrılmıştır. da bir kısma adını vermiş. Demi kei ii) değil de, sonradan” rulmuş. Öyle ise kalı?) de, Imam Halilin işi “4 ba sokulmuş vezin 47 Kâşgarir Mahmut böyle yapmış- tır diye Türkçemiz kalıplar dili - dir mi diyeceğiz? Bir takımları, aruzun deyişini göstermek için, dan — dadan — dan diye vurdukları için (aruz, tempo Yeznidir) mi denecek? Ka- hp dili olmıyan Türkçemiz, (Ka- NX vezni) dediğimiz (aruza pek güzel üymaktadir. Yenileri bıra « kalım; Divanülügat — it — Türk ün3 üncübitik 108 inci yap- rak yüzünden bu parçayı “aliyo « rum: Geldi esin esneyu Kazka tükel esneyu Girdi budun kasneyu Kara bulut kükreşir. Son sıradaki karayı biraz uza- tirsak bütün bu parça © (Müftei - lün — fâilün) kalıbına uyar. Ge- ne birinci bitik 435inci (oyaprak yüzünden şu parçayı aliyorum: Senden kaçar sündülaç Mende tiner kargılaç TTatlığ öter senduvaç Erkek tişi ucraşur. Birinci ve dördüncü sıra (Müs- tef'ilim — Fâ'ilüm) ikinci veü- çüncü sıra, (Müfteilün .— fâilün) kalıbına uymaktadır. Öyle ise Türk sözleride kalıp sözleridir diyelim, olur mu? Türk ozanları, türkülerini ku» buz (2) çalarak söylerdi; Sü- metliler de balağ çalardı. Mu- sikiye uydurmak, yahut musiki a- lışkanlığı sözlerinde (o güzel bir çav yaralmış, bu, böyle gitmiştir. Araplar bu biçimi kendilerinin yapmak için neler de neler uy- durmuşlardır. Söz uranı uygur- luktan (3) doğar, onlarla birlik - te yükselir; musikikuralı' uygur- Yuk işidir; söz uranındaki bu gü- zel deyiş, ondan doğabilir, başka türlü olamaz. o Araplar, eskiden Türklerde görüp öğrendikleri bu biçime alışmışlar, çölemenlerinin doğru olur. lüm diyor ki: Gene XX (Bir gün İmam Çırpıcılardan geçiyolğ larm, tak, tak, tak) diye bir düziyd sesler, kulağımda yef göre şiir söylenecek yi olacağını düşün” sonra işe girişmiş; Wi irleri toplayarak bit ; miş, biraz da düz vegikurie) Mevzuâtül ulümü” | ne inanmaktan haydi bu sanıka (ği inanalım. Öyle nanmıyorlar; onl “ Ne kerrem adındaki nıkası var. Bir 49 bir İ ike ef, ar lim; bize diyor ki* © p gört f bulmuşlar. Bulan Li | dında biri imiş. Bi “i4ğ) lar sokakta ““Cevi# vii yorlarmış; çocuğu” & “İranlılara vizi çukura den, “Galtan galts” | / tâ lebi kür” di; rada Rudeği ori çocuğun bu sisi bi söylediğini işiter na göre şiirler miş.” kün öz ez (4) laşamıyorlar. nanırsak, fa dığı için; arai İmam Halilde: den kalıp vezni. ye göre bunu ru olmaz. Hangisine çam şu ki, Araplarls Hee ye ada”, it f F gir ini md li e Pp 00 1 öcü Har b Türk ozanlarını” 4 gurluk: Meden Wi i | t