Vakıt'ın Edebi Tefrikası: 48 Baba-Oğul ARMAN A Er Nakleden : Selâmi izzet Fakat o da, Hilmi Müşfik gibi,! <mayeti itiraf etmesine şaşmış- tı. Garip değil mi?.. Bir an, © meş'um günü, Kaya Hasanla kar- $ı karsıya geldiği zaman, o ada - mın masum olduğuna inanmıştı.. Evet, Kaya Hasanm sesi, onun benliğini titretmişti, Mahkümiyet haberini düşündü: — Demek o imiş, dedi, Halbu- ki sesi beni müteessir etmişti. De- mek o imiş! Bir an, zevahire yapıldığı için, bütün bütün müteessir oldu.. Oğlundan af dilemek ister gibi mesarına gitti. Topraklara yüzü - ni sürdü, öptü. —>- Beni affedecek misin Seli - mira?.. İntikamın alınacak.. »”. alınca Kaya Hasan memnundu, se - vinrinden adeta canlanmıştı. Bir kers oğluna bir servet temin edi. yordu. Sonra Hilmi Müşfik ona zehir yollıyacaktı. Mes'uttu. Ha - yatının gayesine erişmişti sanki. Hapishaneyi, mahkemeyi, bük - mü, cellâdı unutmuştu. Onun için bir tek hakikat vardı: — İhsanım zengin olacak! Artık dudaklarında, dilinin u - cunda bir tek söz vardı: — Zengin olacak. Sanki bu servet havadan ve hiçlen kazanılmış gibi geliyordu ona. Verem vücudunda adeta mü - sekkin bir rol oynuyordu. Sanki! wiyilegiyordu. Öksürüğü kesilmişti;| i şünüyordu.. Halbuki o da sevmiş, o da gül müş, o da şarkı söylemiş, eğlen - mişti. Yirmi yaşmın O hulyalarını o da kurmuştu. Yirmi yaşın ver » diği kudretle, o da hayata hamle etmişti. Uzun sürmemişti. Fakat o da, bazı anlar, hayatın saadetini tat- mıştı.. Öylesine mes'ut olmuştu ki bu saadete! — Olamaz! Diye kendisi de şaşmıştı. Ona. saadeti imkânsız gibi görünmüş de, inanmamıştı, Böyle anları da olmuştu. Güzel günler, mukaddes hul » yalar! Simdi, elini şakağına koyuyor, eski hatıraları yadediyor, eski sa- adeti geviş getiriyordu.. Gülfem: 2» beraber, Kâğıthaneye, Eyüp sırtlarma, Boğaza gittiklerini dü-! Sevdalı bir hayatla bir mahkü- mun hayatı arasında ne kalm du- varlar vardı, Evet, kalın duvarlar vardı. Enginlerden esen hava, ar- tık ciğerlere dolamıyordu. Bir gün, Çamlıcaya gitmişler, geç vakte kadar kalmışlar, sonra Üsküdardan vapura binmişlerdi. Mehtaplı bir geceydi. Güvertede, yan yana oturarak, köprüye gelin- kadar: aaa ni Ee Aldı da bir yağmur.. Türküsünü, ne büyük bir zevk» le, ne bitmez bir neşeyle söyle“ mişlerdi.. Hey,gidi günler hey!.. | Kaya Hasan canlanıyor; "genç- (9:9 .sünler, bugün artık birer he- leşiyordu. Bazan kendi kendine: — Kimbilir, belki de yaşarım, diyordu. Sonra ilâve ediyordu: — Adam sen de, hayat değmez. Hükmü temyiz etmek istemedi. Ne olacaktı sanki?. Kendi kendi- ni mahküm etmemiş miydi? Dört gözle Hilmi Müşfiğin gönderece- ği kitabı bekliyordu.. Hayatına hâkim olduğundan hapishane o - na daha munis görünüyordu. Yakında buradan kurtulacaktı: “Yalnız bundan değil, ötekin - den de kurtulacağım,, diyordu. Kaderin onu mahküm ettiği ha- Yatı düşünüyordu. Hazin ömür! Uğraş, didin, çabala, büyük ü- mitler besle ve nihayet böyle bir inkisarı hayale uğra. “Hatrratımı yazacak olsam, u *| Zun sürmiyecek. İki kelime ile hu- lisa etmek kabil “Az yaşadım. İ “Esasen biçarelerin hatıratı! ndan ibarettir.,, Tevkifhaneden hapishaneye hakledilmişti. Ölüme mahkümlar tin koğuşunda, hayatından mem- Mun gibi oturuyordu. biri: İY Ben ömrümde böyle mah e kez mi Hastalrk onu ber- iş, Gözlerinde fer, yüzün- de kan kalmamış. Fakat hastalığı bertaraf edersen adeta neşeli, ö - lecek diye memnun, Z Ask, fedakârlık hislerini ifra- Yardıran mecnunlar gibi, Ka - ! bedeli malüm ve makbuzum mu-| i kabilinde satıp teslim etmiş oldu-| yulâ idi. Kaya Hasan mes'ut muydu?. | Hayır, o sadet kırıntılarının ya- nında, bugünkü hazzı payansızdı. Uçsuz bucaksızdr. O günlerin sa- adeti, bugünkü saadetinin yanın - da hiçti, İhsan kurtulmuştu. *Devarn Yâr) Yoksul kadınların yaptık- ları el işleri Halkevinden; Evimiz İçtimai Yardım şubesi hi- mayesinde teşekkül eden hususi komi- te tarafından yoksul kadınların el iye. rini tanıtlırmak ve satılmalarına delâ- let etmek için 18 Temmuzda Galatasa- ! rayda açılacak yerli mallar sergisinde bir pavyon temin edilmiştir. Evinde her türlü el işi yapıpta bunları teşhir etmek veya satmak istiyenler her gün 14 ten 17 ye kadar eşyalarını Halke- vi Cağaloğlu merkezinde bulunacak olan komiteye getirip makbuz muka- bilinde teslim edebilirler. İLAN Beyoğlu birinci noterine; Dairenizden musaddak bugün- kü taribli ve 12078 numaralı: alım satım senedile Petro Marketo Ef, ye ğum müfredatı mezkür senette ya- zılı eşyayı beytiyede artık benim hiç bir alâkam kalmadığından w- sulen ilânını isterim. 12 Temmzu 934 Beyoğlu Büyük © Parmakkapı Yeniyol No: 6/4 Madam Valanti-| ni Vitalis, | | YA Hasanda, Yaptığının büyüklü Ğüile “mestoluyordu. Bu yer n ışığa o atılım ibi, iyi ndini cellâdın e e üm beklediği bu anlar, bayar) en mes'ut anlar nl eg enli - Neşir ve ilân edilmek © üzere VAKIT gazetesine gönderildi. 12—7 — 1934 Beyoğlu Birinci Noteri Sali Dilimizle: Küri Hatun Lö Jurnal gazetesinin, bir dire» gini dolduran adlı sanlı bir yazıcı- sı vardır: Kleman Votel. Bu yazıcı, mareşal Jofre öl düğü sira, ondan ötürü bir yazı yazdı, Jofre uluydu, hem de ak çak gönüllü, aşak bir insandı, de- di. Anılır Küri hatun, o ölürken: “Son dileğim, ölgülümün sontur- suz kaldırılmasıdır,, demiş Jofre böyle bir dilekte | bulunmamıştı. 5 — VAKIT ei İle Yirmi metre uzağı görmek müm- Ona sonturlu bir ölgül bezeği ya- pıldı, Kleman Votele soruyorlar: Jof- re mi? Aşak Küri hatun mu? Bu anılır yazıcı diyor ki: © “Küri hatun aşak olaydı, böyle bir dilekte bulunmazdı. Ölgülüm sontursuz, bezeksiz (kaldırılsm demekteki sâzışı alçak gönüllülük sayılmaz. O,ulu bir o hatundu. Bilgi ayakçağının üst basamağına “irişmişti. Acundâ azrak yetişen hatunlardandı. Onun ölgülü en gücü sonturlu yapılacaktı. Bu hatun: “Ölgülüm sontulsuz olsun,, deyincek herkesin gözü o- nun ölüsüne çevrildi: — Aman ne alçak gönüllü ha- tun! dediler. Oysam, kendülükten < olacağı bozup, bu yoldan dilde destan “kalmak alçak gönüllülük değil dir.,, a 5.T Bu yazıda geçen Öztürkçe deyim Terin Osmanlıca karşılıkları; Direk — Sütun. Azak — Mütevazi, Anılır — Meşhur. Ölgül — Cenaze. Sontur — Debdebe. Bezek — Merasim. Sağış — Meram. Aayakçag — Merdiven. Acun — Dünya Azrak — Ender En gücü — Elbette. . Denizyolları iŞLETMESİ Acenteleri o Karaköy o Köprübaşı 10149369 — Sirkeci Mühürdarrad Han Teleton 29740 Trabzon Yolu Cumhuriyet şe SALI 2086 Galatarıh tımından kalkacak. Gidişte Zonguldak, İnebo'u, Sinop, Samsun, Fatsa, Giresun, Vak- fıkebir, o Trabzon, o Rize'ye. Dönüşte (bunlara ilâveten Sürmene, Ordu'ya uğraya caktır. (3876) İzmir sür'at z Vapuru i Aİ e aa SALI ide Gahata nb tımından o kalkacak, © doğru Izmir, o Pire, İskenderiye'ye gidecek ve dönecektir. (3898) Bartın Yolu vapuru BURSA 16 Temmuz Pazartesi 19 da Sirkeci nbtımından kalkacaktır. (3899) Iskenderiye yolu kün değil, Kimse çadırından çı - kamıyor. Böyle bir hava bekle - mediğimiz için hiç kışlık muhafa- za tertibatımız yok. Hayvanları-| mız civardaki gümrük dairesinin ahırlarında olduğu için muhafa - zalı iseler de çadırlardaki nefer - ler soğuktan donuyorlar. #. Bayezit civarında öküze yük yüklenir ve binilir | Öğleden sonra heyetler toplan-| i.dı. Biz Bayazide ve diğer heyet- ler de Kilişa Kend'e döndüler. Son zamanlarda Rus ve İngiliz heyetlerinde bize karşı bir çekin- genlik ve ihtiyatlılık hissediyorduk Bizim arazide bulunmaktan ziya- de İran tarafında kalmağı sevi - yorlardı. Karın yağdığının ertesi gün hava açıldı. Fakat kar kalk- madı. Bayazitte tifodan ölmüş bir doktorun evini buldular. De - zenfekte “ettirerek oraya geçtik. Tahdidi hudut heyetlerinin neşe» si kalmamıştı. Basrada iken ne- ler düşünmüştük. Rus heyeti ar-| kadaşlarımız, işimizin nihayetin - de bizi Tifliste çok günler misa » | fir etmeği, ve İngilizler Hindis - tanda, esrarlar diyarında gezdir - meği samimi olarak arzu etmiş - lerdi. Beraber dostluk demleri geçireceğimizi hulya etmiştik, Fa-| kat vaziyetler gittikçe fenalaşı - yordu. Bayazit kışlasında otururken büyük bir salonumuz vardı. Ora- da yemek yeyorduk. Yemek eş - nasında aşağıdan güm, güm, güm sesleri işittik, Sorduk, aşağısı ha- pishane imiş; oradaki mahpus - ların duvarı delmek için vurduk - ları kazmanın sesini işiliyormu - şuz., Sinirlendim. Bana bunu anla - tan hudut bölüğü kumandanma neden bu teşebbüsü menetmediğini buslar dıvarı deliyorlar! Hudut bölük kumandanı ve müddei umumi biliyor, fakat mani olmuyur! sordum. Hapishane bize ait değil- dir. Jandarma bakıyor. Dedi. Öğ- leden sonra kışlaya dönüyordum. Fapisbanenin © pencerelerinden bağrışmalar işitiyordum. Beni ça- ğırıyorlardı. Kışlaya gelince bun- ların ne istediklerini bir zabitle sordurdum. Hallerini arzedecek - lermiş. Ben onların halini ıslaha memur ve muktedir olmamakla | beraber dinlemek istedim, Üç ki- şi geldi ve anlattılar: Otuz kişi «r- ğacak yere iki yüz kişi tıkıle l 15 TEMMUZ 19345, Türk - İran hudutlarında | Neler gördüm? | Yazan: Erzincan mebusu Aziz Samih Müthiş gümbürtüler:Mah 4 haşarat ve hastalık burayı kapi mış. Davalarına bakılmadığından dolayı hepsi burada öleceklerin - den korkuyorlar. Netice | ol < da davalarına bir an evvel bakıl- masını istiyorlar. Ben de dedim ki: “— Siz de pek kuzu gibi mas sum adamlar değilsiniz. Ben bu - radan işitiyorum duvarı delmeye uğraşıyorsunuz. Ne yapalım gö z. göre ölmeyi kimse istemez, Kur - tulmak için elimizden geleni yi pe mıya mecburuz, dediler. Hükü » met nezdinde kendi. işlerini ça « buk gördürmeye çalışacağımı ve duvar delmekten feragat etmele-. rini tenbih ettim. Onlar da teşeb- büsümün neticesine kadar uslu duracaklarına söz verdiler, Muta- sarrıf beyin yanına indim. Dah, 1 duvara (o vurulduğunu işittiği söyler söylemez evet duvarı deli- yorlar, dedi. Neden mâni -i yorsunuz, dedim. Bu kr RE kumandanının işidir, kendisine es mir verdim, dedi, Çıktım, jand are ma kumandanını buldum. Düvara vurulduğun söyleyince © da hemen aülaği: * Mahpuslar duvarı deliyorlar, dedi. Neden mâ ni olmadığını sordum. o Aldığım cevap beni dondurdu: hpus hanede filhakika çok adam mış. Bunlar ellerine kazmalar v: demir parçaları geçirmişler. İçeri girmek istiyenleri ölümle ko: cu“ tuyorlar; onun için kimse girip de ellerinden bu âletleri alamıyorlar; onlar da duvarı delmeğe 5 i yorlarmış. Yemeklerini nasıl riyorsunuz, dedim. Kapının önüne bırakıp on adım geri çekil Z. Mahpuslar gelip alıyor, sonra ka» ravanaları dışarı bırakıyorlar, di. Mahpusların duvarı deldi halde kaçmalarını men için tedbir aldığını sordum, Kazma le urulan yerin karşıma bir nö- betçi koymuş olduğunu anladım. Bir kahvede müddeiumumi beyi buldum. İskambil oynuyordu. Kış lada salonda otururken o aşağı bir ses.. deyince o da hemen dı. Mahpuslar duvarı deliyo dedi. Pek âlâ bunları neden mu hakeme etmiyorsunuz, içlerinden çoğu masum olduğunu on aydan- beri mahkemeye çağrılmadıkl nı iddia ediyorlar, dedim, Reis ve aza eksikmiş. Buraya kim tayii . olunursa gelmiyormuş, T teşekkül edemiyormuş ve ne za * man da mahkeme edilecekleri bel li değilmiş. Cevaplarını aldım. Bu menfi teşebbüslerim üze *. rine mahpuslar tekrar faaliy rine başladılar ve bizde h gittik. Tekrar Beyazıda dönmüş“ tüm ve mahpusları unut! n. Mutasarrıf beyle otururken İ sesleri ve sokaklarda koşuşmalar duyduk. Karşımızdaki dağa jan - darmaların o koştuğunu gördü e a p er ve ,Biraz sonra iş anlaşıldı. Mahpus» luvarı dı