Baba-Oğul Makleden : Selâmi izzet Kaya Hasan, çökük avurtları, fersiz gözleri, bir deri bir kemik kalan elleri, uzamış sakalı ile, bir heyulâya benziyordu.. Kısık sesi, sanki gorilağını parçalıyarak çı - kıyordu. Bisi yanındakine fısladı: “Biçare adam..,, “Fakir zavallı..,, Reis sordu: — Bundan evvel mahküm ol -! dun mu?. — Bir grev işinde mahküm ol. dum. Bu söz, heyecan uyandırdı. — Sen, her greve ön ayak o - lurmuşsun. — Evet. — Çalıştığın arkadaşlarını hep isyana teşvik eder mişsin.. Pat - | ronlara kinin varmış., — Hata ettim, Bir zamanlar bu dediklerinizi yaptım. Ama sene » ler var, ki usulu akıllı çalışıyo- rum. Kine gelince, kimseye kinim ir, — Malüm, huyun sert olduğu halde, kendini munis tanıtmışsın .. — Ben de herkes gibi bir insa- nım bey, yalnız herkesten fazla betbaht ve talihssizim, — Yaptığın fena teşvikleri hâlâ unutmıyanlar var. Şahadet ede cekler. — Kimler?. — Fabrika arkadaşların. — Benim aleyhimde mi söyli- yecekler? Arkadaşlarım öyle mi? Ben onlara ne fenalık ettim?.. Bi- tarsilöri.. Onlara kızmıyorum, acı. a va — Bir amele genç kızı da baş: tan çıkarmışsın. İsmi Gülfem. Kaya Hasanm gırtlağında bir şey düğümlendi. Sesi titredi: — Baştan çıkarmadım dim. — Ya ne yaptm? — Ben onu sevdim, o da beni sevdi. Birleştik, beraber yaşama” ğa başladık.. Saadet uzun sürer mi? Bir gün felâket geldi, birbiri- mizi bıraktık, ayrıldık, unuttuk. — Bir genç kızı yolundan çevi. rip, nikâhsız yaşamanın ne oldu- ğunu bilirsin elbette.. Günün bi - rinde de, kadını yüz üstü bırak « tın. Ondan bir de çocuğun olduk tan sonra... efem Salondaki kadınlar heyecana ka pıldılar, — Ben onu yüz üstü bırakma - dım... Kendisine sorarsanız söy - ler. — Gülfem ifadesinde senin a - teyhinde bir şey söylememiş. Fa - kat şahit sıfatile dinlenmemesini rica etti. Senin yüzünü görmek “İslemiyor. Kadının senden çok sektiği bundan belli. dır. — Yalnız iyi bir hareketin var. Gayri meşru doğan çocuğunu ya » nma almışsın, — Evet efendim. — Onu nası! büyüttün? Ee ban ama. Onu a- Salonda gülüşmeler oldu ve Ka- ya Hasanı, başını çevirmeden, fa-| at gülenlere hitap ediyormuş gi- devam etti: — Evet, adam edecektim. Bir ar NAsıl anası için çalıştım, — Bu belki de vicdan azabı - Onun için çalıştım... Bu ellerim o Mun uğruna nasırlandı. Kanadı, > z kesildi.. Onu nasıl büyüttüm diye soruyorsunuz... Severek büyüttüm. — Bunu sormak istemedim, Ço- cuğun bütün gün mahallede oy - nuyormuş.. Mektebe vermemiş - sın... — Ona ben hocalık ediyordum. Ona her seyi öğretiyordum. Hece liyordu. Düşünüyordu. Tanıyor - du. Ona memleketleri öğretiyor - dum, Bütün hayatım buydu. Beni gençleştiriyordu. Benim küçücük oğlum! Küçüktür ama, okur, ya « zar, düşünür... — Ona komünist fikirlerini de öğrettin mi? — Ona her bildiğimi öğretecek tim, fakat komünistliği, hayır, Her kese ve bilhassa cumhuriyete za- rarlı olan fikirleri oğluma öğret - miyecektim. Herkes (o çalışmak mecburiyetindedir. Kimse, kim » senin malına sahip olamaz. Her - kes, kendi alnının teriyle ve kendi alın teri kadar yaşamalıdır. “Ça- lışarak yaşa, harp ederek öl,, işte benim gayem, Herkes iştihasına göre değil, herkes çalışmasına gö re karın doyurmalıdır. Salonda hayret, fısıltılar.. Reis, ! sadedden ayrılmamasını ihtar etti, Kaya Hasan boyun büktü: — Hakkınız var, bunları söyle- yecek mevkide değilim. Ve hatırına Ali Naki geldi. Dü- zım gelen şeyiunutuyorum ler söylüyorum. Ne söylemem lâ- zım geldiği malüm...,, Cinayete dair sorgu başlayın » da, gözlerinde bir'ateş yandı. Cinayetin işlendiği evin etra - fında neye dolaşıyordu? Cesedin yanında ne işi vardı? Bunlara cevap vermedi, vermek istemedi. n Sordular: — | Kânunusani günü ne yap- tınız? v — Koştum, aradım, açtım. — Ama gece karnını doyürma- nın çaresini bulmuşsun, Komşun seni giderken görmüş. Telâşlı imiş sin, deli gibi imişsin... Evden çıkıp nereye gittin? — Bilmiyorum! — Nereye gidersen gitmiş ol! seni nihayet Bobontideki eyde ya- kalamışlar. İş burada.. Birini öl dürmüşsün. Sebebini de anlamak güç değil, Para çalmak için öldür- müşsün, Hasan irkildi: — Çalmak için ha!.. Gözlerini biran dikti, sonra ba» şmı önüne eğdi. İddia 1, karşıda sözliyenin içini anlamak ister gibi dikkatli dinliyor, reis ve azalar, lâkayt görünerek, hakika- ti anlamağa çalışıyorlardı.. Maamafih onların da, Hasanı Ağaç Yosma bir Türk kızının başında ipek gibi yumuşak © saçlar, nasıl yakışık alır bir süsse, Türk ovala. rının, Türk yamaçların üstünde- ki ağaçlar da bu güzel yurdu süs « ler, bezer, Nasıl yavuklumuzun başındaki saçları avuç avuç yolmağa kıya» mazsak ülkemizin serin yışların » daki ağaçların kesilip devrilmesi” ne onar olmamalıyız. Yurt ağaçlarından yurt toprak» larına düşen gölgeler, gür kirpik - lerden yakışıklı bir sevgilinin yü | züne düşenler gibidir. Bugün ülkemizin çırıl çıplaki kalmış niçe yamaçları var ki dün| ormandı; ne kuru, gölgesiz yolla» rımız görülür ki dün bir serin pi- nar başını yüksek bir yayla doru- ğuna u r bekilerdi. Şimdi e - ralarda ağaç, dal, yaprak, ( gölge söyle dursun, yıkılıp — devrilen > gaçların köklerinden bile belgi kalmamıştır. Bu, kuruluşun, oluşun güzelli - ğine kıyan yaman bir ağmandır. Anağımızdadır, eski oduncular sık bir ormanda ulu bir ağacı de « virebilmek için nacağı © vurunca üç, dört gövde devirdiklerini söy- ler, bununla öğünürlerdi. Bu kötü yolda yürüyerek ( yıllardanberi, kimbilir, yurda süs olan kaç bin ağaç devirmiş, kütük baltalamışız- dır. O yüzden nice köylerimizin ka- lığı bozuldu; ve bu öykü nice kent. lerinin güzel görünüşünü yoydu . Yeni ve kutlu çağlardayız. Es- kinin kotü ve çürük gidişlerinden kendimizi sıyırmış bulunuyoruz. Bağatır bir ulusa gereken süslü bir yurttur. Onun için elimizdeki bütün uğurtları kullanarak orman- larrmızı, ağaçlarımızı kıskanç bir üzenle korumalıyız. Acıma nedir bilmiyen bir nacak altında boylu boyunca devrilen bir ağaç, yurt denilen anaya delikanlı bir çocuğunun ölüşü kadar acı ve sızı verir, Türk, kendi yurdunu bezeyen ağacı üstün bir sevgi ile sevmeli, korumalıdır. M.N. | Bu söyde geçen sözlerden bir ta- kımlarının bugünkü dilde karşılığı: Yış — Ağaçlık ve ormalık dağ Onar — Razı Beki — Hıyaban Belgi — Emare Kuruluş, oluş — Hilkat, tabiat Ağman — Kabahat Anak — Hafıza Nacak — Balta Kalış — Hava Öykü — İhmal Kent — Şehir Soymak — Heder etmek ” Bağatır — Kahraman Ulus — Millet Oğur — İmkin Üzen — İhtimam (Bu sözler Tarama Dergisinden alınmıştır). (Hakimiyeti Milliye) katil sandıkları muhakkaktı. Hem Kard fedakârlığa Matbaamıza gelen eserler: karar vermişti. Gözü kapalı kem! Mülkiye mecmuası dini uçuruma atacaktı, Ali Naki- Her ay intişar eden “Mülkiye” mec- nin teklifini kabul ediyordu. Ken-| muasının “39” uncu sayısı dolğun dini satıyordu. O artık bir mata- dı. Oturdu, arkasına dayandı, göz“! lerini tavana dikti: — Doğru, dedi.. Para çalmak için öldürdüm... Para için! Gırtlağını öyle bir sihe parça » ladı ki, erkes Hasanı çıldırdı, gü- lüyor sandı. ri (Devamı var) | münderecatla çıkmıştır. Bu nüshasın- da “Görğü, bilgi, taklit”, “Marksizm”, (Biz de bir asırlık maarif işi), (irk ve | insan), (Memuriyet statüsü), (Me - mur ve işçi), (Hukuku esaşiye hare- ketleri), (Harp borçları), Faşizm İtal- yazı zayıflatıyor mu?), (Bütçelere bir bakış), (Sulh ve terbiye), Aylık si - yasi hareketler) Yazıları vardır. Bu kıymetli içtimai ve siyasiilimler mec - muasmı okuyucularımıza tasviye ede Türk - Ve hudutlarında —İf m Neler gördüm? Yazan: Erzincan mebusu Aziz Samih Tevkif müzekkeresi var- dır, tevkife mecburum! Jandarma kumandanı dedi ki: — Haklarında tevkif müzek - keresi vardır. Tutmıya mecburum İşte kadı efendinin eline veris len adalet kılıcı böyle kabahatsiz halkı dağlara çıkarmıştı. Yemeği mizi yedikten sonra biz hareketi edecektik. Bayiz ağaya dedim ki:| “ Ruslarm 13 katırını siz çal- dınız. Bunları iade edeceksiniz! Bayiz ağa diplomattr ve dedi ki: “.— Efendim, biz hükümetin ve üç ecnebi hükümetin komisyo- nundan mürekkep bir heyetin hay vanlarını çalar mıyız?. Bu hal bi- zim memlekette asayiş olmadığı Dı göstermez mi?, Biz böyle hıya- net yapmayız. Bize bu aşayişsiz - liği atfetmekte acemlerin faydası vardır, Binaenaleyh sirkati İran - Iıdar yapmıştır ve bize isnat etmiş- lerdir. Ben de dedim ki: — Bayiz ağa, sizden Serdeştte- ki İranlılar bile korkar. Hududun iki tarafında da sizin hükmünüz| geçer. Binaenaleyh İranlılar sizin! mmtakada hırsızlık yapamaz. Ma dem ki yaptıklarını söylüyorsun bu hayvanları İranlılardan alıp göndermeni de sizden beklerim. Bayiz ağa muvafakat etti. Tah- rana bile götürmüş olsalar bulur, size gönderirim, dedi. Peştigâh valisi bizim de önümüze nakara- cılar kattı ve teşyi ettiler. Kânireş mevkiine geldik. Kay- makam bey ayrıldı. Mamüreye gitti. Kân hatunda ağalar bana Peştorlularım aslı hakkında şu hikâyeyi anlattılar: Darşmana kö yünde Fakih isminde bir zat var - mış. Bu zat seyahate çıkarak Fren gistana gitmiş. Orada bir kahra- mana rasgelmiş, Ve frenk diyarı kahramanı Fakih Ahmede hücum etmiş; fakat Fakih Ahmet müte - cavizi mağlüp etmiş, ödüreceği $ı rada kız olduğunu görmüş. Bu kız bir kralm kızıymış ve ismi (Kaygan) imiş. Ahmet kızı almış, beraber Peşte getirmiş. Fakat kız bir gün fırsat bularak kaçmış, Frengistana gitmiş; Fakih Ahmet kaçırdığı bu dilberi bulmak üzere yola çıkmış; memleket memleket gezerken bir yerde bir düğüne rasgelmiş. Kimin evlendiğini sor- muş. Bir kralın oğlunun bir kralın kızıyla evlendiğini duyunca sev - gilisi olduğuna hükmederek kadın kılığına girmiş ve düğün evine s0- kulmuş. Zifaf odasının yanına saklanmış. Kralın oğlu o sırada; odaya giren bir fareyi kılıçla vur- rarak öldürmüş ve cesaretini kı - za göstermek istemiş. Kız da gül müş ve “Ah neredesin Fakih Ah - met demiş! Fakat Ahmet hemen saklandığı çıkmış kralın oğlunu öldürerek kızı alıp geri dönmüş ve bunların çocukların « Kadı Ef.nin eline verilen adalet kılıcı ; zavallıları dağa kaçırmıştı! ğ i dan Peşter ve Baban hanedanları İ türemiştir. Temmuzun birinde (Şenye)de idik. Buralarda artık dağlar al - çalmış, hafif irtifalı yaylâlara | münkalip olmuştu. Bu civarın hu | dutlarını da tayin ederek 4 tem « muzda Vezneye geldik. İngiliz hudut komisyonu reisi Mösyö Veraystlav ve hastalığı do layısıyle avdet edecekti, Her kos komisyondan ziyafetler verildi. | Çok yüksek kalpli olan bu arka « 4 daşrmızın ayrılmasına hepimiz müteessir olduk. 4 Temmuzun sekizinci günü İran | şahının yevmi velâdeti olduğun « | dan İran heyetini tebrike gittik, : i Nutuklar söylendi. * İtilâülmelik j Rusya çarının sihhatine nuşu Şa rap etti, Birçok fotoğraflar alın « dı. Temmuzun onunda da bizim milli bayramımızdı, Bütün heyet- ler tebrike geldiler, Bir resmi kas bul yaptık, ziyafet verdik, Gece « leyin reis ağa Bayizle Bayiz pas şa bize yemeğe geldiler, 3 © Bayiz paşa çok &esur, boylu ve mülâhham, çok güler yüzlü bir zattır. Bayiz paşa Men- gür aşiretine mensuptur, Mengür- lar dört tayfadır. Birincisi (Ka « dervişi) tayfası olup Mirgân ve Tirkeş taraflarında Laven suyu « vun iki sahilindedirler, Nim se İ yar 80 hane olup ziraatle meşgi | : | dürler. Buraların Osmanlı hükü « meti tarafından işgalinde riyaset- lerine Bayiz paşa getirilmiş ve o zaman paşalık verilmiştir. Ne: hii şarkiyenin tahliyesinde Laven nahrinin sol sahilindeki aşiret Bı yiz ağaya tabiyet o etmiş, sahilindekiler Bayiz paşa ile z mışlardır. Bayiz çok sadık Türk taraftarıdır. Kendisi türkçeyi biliyor. Yanında İstanbul şi' le konuşan Mahmut bey ismin -. de bir kâtibi var, Fakat kıyafeti aşiret kıyafetidir. Türkçeyi nere den öğrendiğini sordum. Gi ş dedi kiz ii “— Ben Aksaraylıyım. Bir e valayın oğluyum. Babam ölmü tü aşiret süvari alayları İstanbul gelmişti. Annem bu alaylarınm bi - tisinin kumandan; ile evlendi. na dönünce annem de beraber git ti. Sonra beni de istemediler. Ber defterihakanide kâtiptim. Sü maniye tapu memurluğuna il oldum, geldim. Sonda annem d h öldü. Ben buralarda kaldım. Pa - sa bir kâtip istiyordu. Onun yans na geldim, Bana bir kız; bir çadır ve biraz hayvan verdiler. Onlar- la beraber dolaşıp © duruyorum. Mahmut bey de bu serseri ha” yalm ahramra va sevk almuştu.