İ KAŞ YAPARKEN... Ahmet Cemal, yakışıklı Sençti. Yakışıklı ve çapkın.... ii bir çok sevgilisi vardı. Sevgili- i2.... Bir genç hem yakışıklı, hem de çapkın olursa sevgisinin mana- sı pek okadar ciddiye alınmamalı- dır, Dolayısile, onun sevgilileri de sadece hoşuna giden kizlar, ka- amlar, Bugün birini, öbürgün bir baş- kasını seven delikanlı, hiç bir za- Man derin, kuvvetli, hararetli bir Sevgi duymamıştı. “Leylâ ile Mec- .Dun,, masalının mevzuunu sahiden Yadırgar, bunun kadar omanasımı kavrıyamadığı başka bir lunamıyacağını söyler, bol bol #ülerdi. Onca, bu ancak beş, altı Yaşında bir çocuğun * inanarak din- liyebileceği bir şeydi. Yani, böyle bir aşk bahsi Ahmet Cemal, hiç bir zaman derin, kuvvetli, hararetli bir sevgi duymamakla beraber, bugün biri- ni, öbür gün bir başkasını sevmek, * kendi meşrebine göre sevmek! - itiyadını günün birinde değiştirdi. Daha doğrusu, bu, rasgele böyle o- luverdi. Zaman ve mekân dolayı- sile, denilebilir, Fahire ile Muallâ, iki hemşire... Bir evde, daima beraber... Onlara misafir giden Ahmet Cemal, ka- , napeye oturdu mu, sağında Fahi- , solunda Muallah. Bu vazi- ette bir anda iki sevgili ile dizdi © oturuyordu. —Kâh birinin kula” Üna bir şeyler mırıldanıyor, kâh diğerinin kulağma eğilerek, fısıl İtsıl bir şeyler söylüyordu. Bu iti- barla ikisini de seviyor, / ikisin- €dn de hoslanıyor.. Yahut seviyor, hoslanıyor görünüyördu. İki hemşire, tek delikanlının iki cepheli sevgisini ayrı ayrı be mimsiyorlardı, Fakat, bu böyle de- vam edemezdi. Nihayet kıskanç- Irk başgösterdi.. İkisinden hangi- sini daha çok sevivor? Bunu söyli- Yecekti, Lâkin, ikisine de ayrı ay- yy Satmadan Kâr! Bir müşteri dışarıya çıkarken, Mağaza sahibinin ahpabı, içeriye girdi, — Merhaba! nasılsın, ne var ne yok?.. — O, hoş geldin. Sen nasılsın? Yisin ya, inşallah?. — Elhamdülillâh! yolunda mı?.. — Yolunda da lâf mı?.. Şimdi bir otomobil satışından adamakıllı kârle çıktım! — Önüm sıra dışarıya çıkan müşteri mi aldı?. — Müşteri 0... madı!. — Bir şey anlamadım. Şu hal: de bunun kâr neresinde?., — Senin anlıyacağın, müşteri- Yi gözüm tutmadı. Pek öyle sağ- lam ayakkabıya benzemiyor, O. tomobili taksitle satın alacaktı, Ben, yanaşmadım! — Yani?.. Ne demek istiyorsun Sanrm?,, — Daha hâlâ anlıyamadın mı? Nasıl, işler Fakat, satın al. Otomobili satmakla edeceğim kâr | satmadan hâsıl oldu. Satıp da bir / rı değil, bir arada Ta- | mevzu | | yorlar, her yer karanlıkı.. bulundukları halde! Nasreddin Hoca (merhumun “Mavi boncuk kimde ise, benim gönlüm ondadır!,, tarzında kur- nazça işin içinden sıyrılma usulü- nü bu sefer bir türlü tatbik edemi- yen delikanlı, güç bir vaziyette kal mıştı. İşte, büyük ve küçük iki hemşire biri sağında, biri solunda ısrarla soruyorlardı: -— İkimizden hangimizi odaha çok seviyorsun? Açıkça söyle! Sağlı sollu ısrarlar karşısında bir hayli sıkılan yakışıklı ve çap- kın genç, ikisinden birisine daha ziyade temayül duyuyordu. Buna rağmen, bunu söyliyerek daha âz hoşlandığını gücendirmekten çeki- niyordu. Kanapede, başımı geriye daya» dı, gözlerini kapadı: — Söyliyemem! — Niçin söylemiyorsun? — Söylersem, (Fahire gücenir de onun için! Eczaneye yeni kapılanan genç kalfa, etrafı gözden geçirirken, bir köşede duran büyük bir kava- noz içindeki mayiin ne olduğuna bir türlü akıl erdiremedi. — Nail efendi, sana bir şey 80- racağım!, Önündeki bir reçeteye baka- rak, doktorun neler tertip ettiği- ni deşifre etmeye çalışan yaşlıca kalfa, genç kalfaya baktı: — Sor, oğlum! — Şu köşede duran büyük ka- vanozda ne var?, — Ha, o “her derde deva suyu- dur, Biz, öyle deriz. Zararsız bir mayi! — Neye yarar?. — Yazısı kargacık, burgacık reçetelerde doktorun hangi ilâcı tertip ettiğini kestiremezsek, has- taya bu suyu veririz! yay yg yg gg yy Evlenmeden “ayy! “yag esiebımizde tahsil müddeti aha aydır. battada kaç yemek öğrenebilirsin, kızım ? © Evlenince ZORLU DiLENCi Faika Hanım, bir ev kadı idi. Hizmetçisi yoktu. bütün iş, güç kendi üzerindeydi. Yemek pişir- mek, ortalık süpürmek, dikiş, sö- kük dikmek v.s. ev işlerini hep o görür, el kadınmı eve sokmaz, sa- bahtan akşama kadar tek başına didinirdi. Faika Hanımın ev işlerine böy- le bağlılık duymasında başlıca rol oynıyan bir cihet te, eli sıkı olması Tutacağı en iyi hizmetçinin ! bile, kendisi kadar tasarrufa riaye- ti gözetemiyeceğinden emindi. Ne gezer, hizmetçi kısmı malüm.... Ne tuzu, biberi, ne de şekeri, kahve- yi... Yağı, sirkeyi eşirger. Kendi malı değil ya, kıyasıya harcar, du- rur. keceği şeyler de caba. Doğrusu, böyle bir masraf kapısı açamaz- dı! Eli sıkı olan Faika Hanım, di- lenci makulesinden hiç mi hiç haz etmediğini uzun boylu izaha hacet yok. Niçin boşuna masraf etsin? yy yg ği Buy — Baba, annemin kiymetini bil Bak seninle evlene ceğim dıye aşçılık mektebine KirMİş, Çerkes tayuğu öğrenmiş - Öyle, büyük fedakârlık doğrusu, Fakat, başka bütün yemeklerimizi aşçi kadın piş'rdiğine göre, onun fedakâr- lığı daha büvük .. Hem bir — Benim maksadım yalmz Çerkes tavuğu pişirmesini öğrenmek... yemeği her yemekten çok seviyor da! Bir bafteya kadar evleneceğim, Nişanlım bu e eya Ayy oya Oyla Salonunda sık sık toplantılar yapılan, misafirden pek hoşlanan ve onlara hoş zaman geçirtmek i- gin vesileler bulan Dilfirip hanı mefendi, son zamanlarda ispri- tizmeye merak sardırmıştı. Misa- firlerile bir masa etrafına toplanı- Eller, Eğin üstünde, ruhları çağırıyorlar 1 İspritizme, ev sahibini olduğu | kadar, misafirleri de alâkadar etti, Buna inandıkları için mi?. Gerçe, hep inanır görünüyorlardı. Lâkin, çoğu, gece toplantılarındaki çeşni değişikliğinden memnun, bu işin ciddiliğini münakaşaya girişerek, eğlencenn tadını kaçırmamak dü- şüncesile bu vaziyeti alıyorlardı. İ Bunlardan bir kısmı inanmadığı ve inanır göründüğü gibi, bir kıs- mı da müteredditti. Ruhların gel- mesi belki sahiden, belki de, sade- ce bir oyun...... Müteredditlerin dü şüncesi böyle. Bu arada bir kaç ki- $i re sahiden inanıyor, masanın et- rafında huşula oturuyordu. Bir akşam, gene salonda birçok misafir vardı. Tatlı tatlı sohbet, gülme, oynama Gece yarısına Em alamıyacağıma, sıtma- | kadar şundan, bundan konuşma ve 1m, otomobil yanıma kâr kaldı! İ muhtelif eğlencelerle vakit geçiril vurunca, hanımefendinin bir işa- hizmetçinin Ruhu Nasıl Gelir? 5 karanlık. Eller masa üzerinde. İ- di. Tam gece yarısı, saat on ikiyi | çok isim sıraladılar. Dört bir taraf retile, salon kapısının yanında du- ran hizmetçi kız, elektrik düğme- sini çevirdi. Salon, kapkaranlık oldu. — Şimdi, ruhları çağıracağız. Önce kimi çağıralım?... Masa etrafında oturanlar, bir My yy yy Hava Oyunu! Mehmet Nazif, borsada hava oyunu oynamıya heves etmişti. Za Tar zarar üstüne. Fakat bir türlü kendisini geriye çekemiyordu. Bir gün bir arkadaşı, onu borsa salonunda, eliyle kolunu tutmuş, bir köşeden öbür köşeye mekik dokuyor gördü. — Ne 0?.. Rahatsız mısın, Na- zif?.. — Vay, sen misin!... Hayır, e- vet. evet, Bzşrm kazan gibi... Öy- le zonkluyor ki! — Peki, ne diye kolunu tutuyor sun?. — Kolumu mu?.. Ha, sahi! Sus allıh aşkma, Ben, bugünlerde ba- şımın nerede olduğunun farkında mıyım, sanıyorsun! simler, fısıldanış suretile bildirili- yor. Ev sahibi hanrmefendi, han- gisini davet etmeği muvafık görür se, o ruh, misafirler arasma karı- Bu işin ciddiyetine inanmıyan- lar, karanlıkta yüzleri görülmedi- ği için, gülümsemekten çekinmi- yorlar, mütereddit olanlar, gülüm- semeğe cesaretsiz, huşua kapılmı- yacak derecede sakin.... İnananla» ra gelince, onlar heyecan içerisin- de bekliyorlar! Daha hangi ruhun çağırılaca- ğı hususunda bir karar verilme- mişti. Birdenbire, sofadan bir şan gırtı işitildi. Tabak, fincan v. s., büfenin üzerinde ne var, ne yoksa, yere yuvarlanırken işitilen 4€s.... Bu şangırtıyı işiten mişüfirleriz aldıkları vaziyeti ve (duydukları hissin mahiyetini, anlatmak, o lü- sw İnanan, oinanmıyan, İavrananlar, nasıl va- ziyet alabilirler, ne gibi bir his du- yarlar?... Tahmin olunabilir! Yalnız, ev sahibi hanrmefendi- nin ne söylediği, kayda değer. Ka- ranlıkta, onun fısıltısı, şöyle: — Son hizmetçimin ruhu, çağ- rılmadan geldi! Bir dilim ekmek te bir dilim ek- mektir. Bayat ta olsa, insan kızar- tırda sabah kahvaltısında yer. Kapı çalmınca, pencereden bak- mak âdeti olduğundan gelen dilen ci ise, ne kadar çalınırsa çalınsın, kapı, vurdum duymaz duvar ke- silirdi. Fakat, bir gün mutfakta acele işi vardı. Ocakta tencere fıkır fı- kır kaynarken, çmgır çıngır kapı çalındı. Hem o kadar üstüste, sü- rekli ki kadıncağızın yüreği hop- padak ağzına geldi. Boş bulun- du, pencereden bakmadan, koştu, kapıyı açtı. Birde ne görsün. Koca sakallı bir dilenci! Hem de en azılı cinsinden, izbandut gibi Sonra savruklukla kırıp dö-| bir herif! — Benim çoluğum, çocuğum fa- lân yok. Hadi, Allah versin! — Başm, gözün sadakası, ha- nrm,. Bir dilim ekmek! — Daha ekmekçi gelmedi. Ha- di, başka kapıya... Faika Hanımı, az kalsm hafa- kanlar boğuyordu. Kapıyı itiyor, kapatamıyordu. Kazık gibi herif, bir ayağımı içeriye atmış, dirseğile kapıya dayanmıştı. — Defol, herif. Tencerede ye mek taşacak. İşim var mutfakta, — Sende yarın kapıyı açacak göz yok, hanım. Bugünün işini ya- rma bırakma, derler. Ver şimdi, ne vereceksen! — Aaa, hiç te böyle zorlusuna çatmadım. Çek ayağını... Şimdi kocamı çağırırım, ha! — Kocanı mı?.. Ben, onu tanı- yorum, hanım. Dün bana kapıyı a- çan oydu. Bana: “Eğer defolmaz- | san, şimdi karımı çağırırım, ha!,, dedi, amma o da başa çıkamadı, beş kuruş verdi! — Ne?... Beş kuruş mu? Ben, o- na gösteririm! Böyle bağırmasına rağmen, Fa- ika Hanım, zorlu dilenciyi bir di- lim ekmek vermeden savâmadı! yg yy Bedava Yemek! Arkadaş, arkadaşı ballandıra ballandıra anlatıyor: — Karnım fevkalâde ackımıştı. Bir lokantaya girdim. Tertemiz, bembeyaz keten örtülü masanın başma geçtim. — Ey, sonra?. — Sonrası,.. Aman, efendim, neler de neler! z — Neler? — Maydanozlu köfteler! — Zevzekliği bırak da anlata- cağın varsa, anlat! — Anltacağım var da söz mü, efendim. Alâ bir hindi kızartma- İ sm; mideye indirdim. Üstüne en- fes bir pilâv.. Tabii maa zerde! Bunlar, hatırımda kalan bellibaş- kı şeyler.. Yoksa, çerez kabilinden teferrüat da hadsiz hesapsız. Sen olsaydın, imkânı yok, sofra başıns dan kalkamazdın, Öyle harikulâ- de bir yemek yedim, ki hâlâ tadı damağımda, birader! Dinliyen, sordu: — Peki, hesap puslası gelince ne ayptm?.. — Bereket versin,., O sırada hemen uyandım!