Bir sade kahve Hayatımda hiç trene binmemiş olna bir köylü, ik defa olarak bir tren seyahati yapıyordu. Kompartiman- da kendisine arkadaşlık eden bir ya. hudiden İmdet işaretinin ne işe yar: dığımı sordu. Yahudi bir muziplik yapmak is tedi: — Hani trenin arkasında, icinde ufak masalar, sandalyeler olan bir yagon yok mu? İşte ona yemekli va.| gon derler. Bu işaret de onün dir, Karnm aâcıkır içmek isterse, garson gelir... i, £ nt ea in tiryakisi olan köylü! mnun olmuştu. Bir müddet Sonra canı ee hemen zili çekti, ve durdu, zili Ya canm bir şey bu zili çalarsm, hemen bir kahve isteyin- z Tren bir sarsıldı! : Yolcular biribirine girdi. al e telâşla | zil çekilen oştu ve sordu: vi Efendi, ne istiyorsun? Köylü sükünetle cevap verdi: — Bir sade kahve... Babanın korkusu Büyük bir köpekten korkan çocuk ağlıyordu. Babası: — Oğlum, hiç könekten korkulur mu? Dedi, bak ben korku- yor muyum? Çoruk: — Baba, sen hiç köpekten korkmaz mısm? — Hiç korkmam.. . — Ya şimdi bir aslan karşımıza Çiksn? — Ondan da korkmam. . Çocuk bir haylı düşündükten son- ra: — Desene, baba, sen yalnız an demden korkuyorsun. . Çocuğun suali Çocuk, elinde diş fırçasile anne — Anne, bugün dişçinin çekeceği, dişi frrçalamama lüzum (yek değil! mi? Mektubu açmak bahsi — Avukat bey, hir insan o karısı) namma gelen mektupları açabilir mi?) — Kanunen bu hak filhakika zev el lere verilmiş ise de ben daha bu ce Baret gösteren bir erkeğe rasgelme- dim. Elmalara teşekkür Muallim: — Çok zahmet etmişin oğlum.. Çok teşekkürler ederim. Demek bu elma- lar sizin bahçede yetişiyor ha? Bu akşam size uğrıyarak annene bana senin ile sekiz güzel elma gönderdi. ğinden dolayı teşekkür edeceğim. — Kuzum muallim bey, zahmet olmazsa, sekiz yerine on iki deyiverin.| olmaz mı? | Tetrika No, ı 48 Bir gece gene Avusturyah esirin gelmesini bekliyordum. Ayak sesleri işidiliyordü. Başımı çevirdiğim 70- man höcremde üç zabit ile bir mada. mn durmakta olduğunu gördüm. Ma- sanm üzerine iki lâmba konuldu. Madam: “Böyle bir yere (insan kapamak cidden çok günah!,, derken bana doğru geldi. Heyecanlı bir tarz- da bana anlatmıya başladı. “Bir rus; kadını sıfatile, size böyle işkence et- tiklerinden dolayı utanıyorum. Bu rada nasıl yaşıyabiliyorsunuz?”, Zabitlerle karısını buraya Brussi- lo'run yaveri, şık süvari yüzbaşısı getirmişti, Kadın gözlerinden yaş akarak ko| casınm eline yapıştı: “Buna yardım edemez misina Pa- vul? Alman zabitinin burada mahvr na kâst mı ettiniz? “Elimde bu adamı kurtarmak için salâhiyet yoktur. Fakat bir kere me seleyi Ekselâna anlatayım, belki bir Saresini bulur. diyen şık yüzbaşı ©-| hizli Kuvvetler içinde | | le bizar eden meşhur Filorinalı — Ah hanımefendiciğim, bana bir çift eski ayak kabi verir misiniz? Ayağımdakilerin tabanı okadar ince ki bir ku- ruşun üzerine bassam yazı mı, tura mı anlıyorum. Görmemiş ! Dün refikasına rasgeldim. 0 beni görmedi. . — Haberim var. Dün akşam an- lattı... Mühim mesafe Yeni hizmetçi ie efendi arasında: — Efendi — Ben yokken kimse gel- mi? — Geldi efendim. Pekj sen ne dedin? Fakat| di Bey evde yok dedim. Peki gelen ne yaptı? Oh ne âlâ! dedi, mın yanmda kaldı. Muallimin biddeti | Muallim. hiddetiz; | — Be çocuk, hem (yumurlacınm çocuğu olacaksın, hem de Kristof Ko- lombun kim olduğunu bilmiyorsun !11!) Dilenci neye gelmiş? Hanım: İki saat tani — (Dienciye) Ayol, sen din de! gelmiştin.. Ben de sana bir sahan ye mek vermiştim. — Evet hünrmefendi. Fakat o ye meği yememe rağmen henüz hayatta kaldığımı görmek sizi sevindriir di.) ye geldim. Mübalaga İki kadın arasında: — Ayol kocanın kolü neden çıktı? — Neden olacak? Geçen ogün! kahvede arkadaşlarına tuttuğu bale! ğın boyunu tarif etmek istemiş de.. Kalp kalbe karşıdır! — Kızım, sık sık seni görmeye ge Ten bu genci benim gözlim tutmadı. — Kalp kalbe karşıdır derler, o Edison ve Filorinalı | Türkiyede tanıyabildiği sağ büyüklerin kapısını medit bir sa- bır ve sebatla aşındıran, ölü bü: yükleri, her sene tekrarladığı ih- tifaller, kaleme aldığı mersiyeler- artık işi büyüttü, Bundan bir müddet evvel ve- fat eden meşhur muhteri Edisona bir mersiye yazıp adresimize gön-; derdiğine bakılacak olursa Na- zım Beyin artık Türkiye hududu- nu aşarak beynelmilel bir şöhret almak istediği anlaşılmaktadır. Florinalınım Edisona yazdığı manzume şudur; Göçen fen dâhişi Edison için Dünyayı ziyalarla donattın, Ahenkli sedalarla kuşattın, Her gün yeni bir harika sattın, Âfaka dehalarla kol attın? ... Bir asrı saran şaşaanın ser Gözler kamaşan dalgalarından: Yıldız kesilen gen, Cazip ve mutantan Bir âleme ruhunla gömüldün, Manen gene hiç sönmiyen ikbal ile güldün. ... Fani küreler üstüne çıktın, Günden güne yadın Dünyalara, insanlığa destan Allaş ve tefahür Avdzesi oldu... Üsküdar Piorinalı NAZIM İm Birdarbı meselinzıddı Balkan konferansınm zabıtlarını bir gazetede okuyan birisi arkadaşına diyordu ki: — Bir zaman dağ dağa kavuşmaz diyorlardı, halbak; bakm bu asırda balkan: balkana kavuşturacak him- metler götülüyer... l ih Kadın— Daha bakadar tasarruf işte bu geceki baloda incilerimi takmıyacağım. Balık yem! — Siz ne yapıyorsunuz? — Balık tutuyorum. — Ayol, oltanıza yem diye koca-| man bir elma takmişsınız. Hiç bal lik elma ile tutulur mu? Bunun için kurt ister. — Baksana ,elmanın içi kurt dolu. V.N. Kırmızı saçlar ! Kalabalık bir tramvaya kırmızı saçlı güzel bir kız girdi ve bir deli- kanlınm yanmdaki boş yere oturdu. Delikanlı biraz sağn çekildi ve çe- kilirken yavaşça: — Uzaklaşmalıyım, dedi, zira uzak- laşmazsam, belki de ateş alırım. Kız gülümsedi ve cevap verdi: — Telâş etmeyiniz, körpe orman- lara ateş zarar vermez. Tabiatın taklidi Bir genç kadm, genç ressama di- yordu ki: — Geçen gün akşama doğru orman: da dolaşıyordum. Gurup vaktı oldu. Aman tablattak; renkleri rseydi- niz; öyle güzel, öyle güzeldi ki, he men hemen &izin tablolarınızdan bi. risini seyrediyorum sandım. Genç ressam gülümsedi: — Öyledir, dedi, ben zaten daima tabiatın mukallit olduğunu iddia ede- rim, Tanıdık ! Delikanlı baloda dansettiği kıza dedi ki: “.« Garibime gidiyor. Ne züâman seninle dansa kâlksam, şu suratsız herif dik dik yüzüme bakıyor. Kim- dir bu herif allahını seversen? Kendisini tanıyor musun” Kız: — Ha.. dedi, şuradaki şu herif mi? Evet, tanırım, bu akşam buraya gir mek için lâzım gelen bileti o almış- yapayım bilmem ki kocacığım, Bir tablo Ressam Elif Naci, açtığı bir ser gide, bir tablosunu Ahmet Haşim Be ye gösterirken dedi ki: — Üstat, şu tablo için tam on s€ nedir, uğraşıyorum. Ahmet Haşim: — Hayret, dedi, ben bunu hiç tas savvur ve tahayyül edemezdim. Elif Naci cevap verdi: — Üstadım, sözüm galiha yanlış anlaşıldı. Tabloyu bir ayda tamam- ladım, fakat dokuz sene on bir aydız satmaya uğraşıyorum. Ahçının saçları Müşterinin birisi muntozaman de vam ettiği bir lokantanın garsonunu çağırdı: — Buraya bak, dedi, üç defadır ye- mekten ahçı kadınım saçı çıkıyor. Bir defa daha çıkacak olursa bir dahs artık buraya ayak basmam. Garson ellerini uğuşturarak cevap verdi: i Hayır efendim, zannetmem. Ah- cı kadının saçları çok güzeldir. O ka- dar yalvardım, yakardım da bana İ- ki tutam bile vermedi. Akıllı adamlar — Akıl adamlar iyi koca olurlar mi: Aklı adamlar hiç koca olurlar ? Evli 1. İ Hasan Bey, hiç mutadı olmadığı halde, bir müddetten beri lokantaya devam etmeye başlamıştı. Arkadaş- larından birj ona sordu! — Yahu, ne oldu sana? Lokanta» da hiç yemek yemezken, şimdi her ye mekte buradasm? Hasan Bey cevap verdi: — Evvelce bekârdım, dedi, evimde hizmetçim vardı, yemeklerimi de pisi. rirdi. Fakat şimdi... Şimdi evlendim artık. Bekârlıktan da kurtuldum! Maaş cüzdanında Bir müessesenin maaş cüzdanları nm üzerinde şöyle hir kayıt vardı: “Maaşlarınız ve onlurm miktarı sizin şahsan bileceğiniz şeylerdir. Onun için bundan hiç bir kimseye bahset meyiniZ., Genç bir memur, ilk maaşmı alır- ken bu kaydı okudu ve altma şu s&- tırları ilâve etti: “Bunu hiç bir kimseye söylemiye- ceğimden emin olabilirsiniz. Zira bu miktar sizin kadar beni de mahçup ediyor... Moris Şövalye Dalgın bir adam olan Ahmet Bey, bir gece kilçük sinemalardan birinde Moris Şövalyenin eski bir filmini sey- rediyordu. o Moris Şövalye perdede görünür görünmez, Ahmet Bey ya nındaki arkadaşma döndü: — Yahu, dedi, bu adamı gözlüm 1s rıyor, amma, nerede gördüm, nerede gördüm. Ha.. Hatırladım. Galiba Be yoğlu kahvelerinden birinde garson- luk yapıyordu!.. Terclimi eden: Doğan Yıldız muzlarımı silkti, “Size keşki yardım edehilsem!,, Madam bu cümleyi sonra bana bir gül verdi. meri ârasından çıkarmıştı. rak dedi ki: “Belki bu çiçek sizi bir derece teselli eder,,, Size çok teşekkür ederim (muhte. rem hanımefendi. Verdğiniz gül be nim için bir parça ekmek kadar kıy: metildir., Neticesiz firar Növetti tecessüsle, haatm ile za. bitlerin buraya niçin gelmiş oldukla.| rını sordu. Evvelce de yaptığım gibi konuşmağa kararımı vermiştim. Bir müddet düşündükten sonra, nöbetci. nin bulalalığından istifadeyi muva- fık buldum, oda bu sırada tütün kesesinden cigara sarıyordun, Kendi- sine sormadan ben de onun gibi ay-! ni keseye kaldırdım. Nöbetçi çömert) nazarlarla bana baktı; (o bir müddet! hiç konuşmadan cigaraları içtik ©- turduk, möbetçi odayanamadı, “ Ne şünüyorsun bakal me bakıyordu. “Ne düşündüğümü bimek istiyor sun öyle mi? Eğer akşam ben; gezmi- ye çıkaracağını vadedersen rim.., “Lâkin kardeşciğim bu O mümkün değil, Kumandan bunu işittiği tak) dirde beni cepheye süreri, Nöbetçinin bu cevabı üzerine bas- ka türlü işe başlamıya karar verdim. Kendimi milliyetçi şeklinde gösler-i dim. O hâlâ; “Fakat sen bir casussun,, diyordu. Bin müşkülâti abenim sulh taraf. tarı olarak bu tarafa geçtiğimi, Rusi #abitlerinin ise harp taraftarı olma ları dolayısile beni buraya hapsettik- lerini anlattım. Netice dedi Ki; “ Hele sen işe bak, bu dolandırıcı herifler senin gibi bir milliyetçiyi bi- 76 casus diye tanıttılar. Bana bak, kumandan kaleden çıktıktan o sonra! ben seni akşam gezmiye gkarmca-i #ım.,, Saat ona doğru, parlak yıldızlı bir gece, ikj askerle kalenin bahçe- sinde dolaşmuya başladık. Askerler- le inkilâptan sonra başlıyacak olan *m diye yüzü- söyle güzel zamanlardan konuş duk. Avusturyalı esirin — ismi (ORâyner di — tarif ettiği kırmızı damlı ev gö- züküyordu. Bu evin sahipleri tara- fından saklanabileceğimi de Rayner bana söylemişti. v Sırası gelmişken askerlere evi gös. terdim: “Şu bina da kime ait? Kaleye bu kadar yakın, hem güzel bir sr da var! Askerler alayla diyorlardı ki: “İstersen o eve bir kere git, lâkin dikkat et de kapana (o sıkışmayasın.,| Bu kelimeleri söylerken gülüyorlar- dı. Askerler harareti surette o biri- birlerile konuşuyorlardı. Hazır açık! bir kapının hizasına gelmiştik. Sani- ye kaybetmeden aradan sıvıştım. AL çak bir duvarı tırmandım. Diğer ta-| rafa atladığım zamân kendimi esas kalenin hariç duvarların ihata et tiği bahçede buldum. Civardaki mer divenin yardımile duvarın . üslüne çakmak üzere idim ki bir gürültü ile yere yuvarlandım. Elimle tutabildi- manza- ğim, duvardaki çalılar yerlerinden kopmuştu. Bu srada nöbetci le di-i ğer askerler de yanıma gelmişlerdi! Birkaç dakika evvel benimle arkadaş ça konuşan askerler, şimdi beni bir dipçik dayağı altına almışlardı. Yak'ayı müşahede eden Rayrerin himmetile, dayaktan kurtuldum. Her tarafım mosmor olmuştu. Beni tek rar höcreme sürüklediler. Askerleden birisi beyanı eder gibi diyordu ki: “Firar etmek yok kardeşciğim, sen de biliyorsun ki kumandan bizi cep. heye sürer!, Ertesi gün Alman esirleri Rayner vasıtasile bana bir paket göndermiş- lJerdi. Paketin içinde büyük bir par- ça beyaz ekmek, tütün, sucuk, şeker bir de mum vardı. İyi kalpli insan lar beni unutmamışlardı. Paketi m çarken yanımdaki nöbetçi bir adım uzağa gitmiyordu, paketten çrkanla- ra bakıyordu. Beyaz ekmeğin için » den çıkan kâğıdı gören nöbetçi, yıl dırım gibi kâğıdı elimden kaptı, Kâ- gıdı okumak için rica ettim. Fakat göstermedi, kâğıdı ateşe atlı. “Bu suretle ikimize de zarar gek mez.,, diyordu. Sözünü değiştirmek için dün kurşuna dizdikleri bir adan dan bahse başladı. mazeret