MWEVEİNI sından sonra tina konferansından dönen . Türk murahhasları bize © buradan büyük ümitler getirdi- diler. Bu ümitler beynelmilel sulh için kıymetli bir kazançtır. Umum! harpten sonra sulh ve müsalemet fikri etrafında pek çok konferanslar toplandı. Bun- lardan bir çoğuna Türkler de iştirak etti. Büyük tantanalar ile © © toplanan bu konferanslardan © bugün göz önünde bir hatıra © bile kalmamıştır. Onun için © Türkler Atina konferansına gi- © der iken elde edilebilecek © netice hakkında okadar nikbin — görlnmüyorlardı. Hatta murah- © baslarımızın Atina konferansına sadece müşabit sıfatile iştirak etmesi daha doğru olacağını ile- - «iye sürenler bile vardı. © — Fakat Türk murabhasları bu © son Konferansa varınca hiç tah- © min etmedikleri yeni bir vaziyet karşısında kalmışlardır. ; Balkan (milletleri (o arasında » sulh ve ittihat fikrini tahakkuk ettirmek üzere daha evvelden © çok ciddi bir hazırlık yapılmış “ Solduğunu görmüşlerdir. Sonra — konferansın müzakeratı netice- sinde aldığı kararlar ile Atina- da atılan sulh ve ittihat fikirle- rinin istikbalde çok iyi mahsul- ler vereceğine kanaat getir Hayatta iki veya daha fazla kimsenin birleşerek çalışmaları- nı icap eden herhangi bir te- şebbüste muvaffak olmak için bu teşebbüste önayak olanlarm — “fikârlerinde (o mutlaka (samimi > olmaları sne kadar lâzım ise mubtelif milletlerin birleşmele- rine ihtiyaç gösteren işleri ba- şarmak için de müteşebbis ro- lönü alanların da o kadar büsnü © niyetle hareket etmeleri şarttır. ” Bu itibar ile sına gidip gelen murahhasları- mızın Atinada gördükleri sami- miyet havasının kıymetini inkâr etmek mürkün değildir. Bir zaman Balkan milletlerinin kendi refahlarına çalışmaları için milli varlıkları bahasına jandar- - malık vazifesi yapmış olan Türkle- rin mazideki hizmetleri artık yavaş yavaş anlaşılıyor ve tarihi faci- aların birbirlerinden ayırdığı bu - milletler, aralarındaki boşlukları — doldurmak ve yeni şekilde bir Balkan ittihadı vücuda getire- bilmek için yeni rabıta esasları arıyor. Bu anlayış ve bu arayış insan- hik namına bir terakki merhale- sidir. Bu yüksek hedefe varmak İçin önümüzde müşkülât ile at- — lanılacak manialar bulunduğu da » şüphesizdir. Bununla beraber Atinada toplanan birinci Balkan konferansı bu maniaları atla- —* mak ve nihayet Balkan milletle- © rinin müşterek refahı ve saadeti hedefine varmak ümitlerini ver- © miştir. Bilhassa harbiumumiden » bugüne kadar görülen acı tec- rübeler bu milletlerin ruhunda oldukça tahavvül vukua getirdi- ğini göstermiştir. Binaenaleyh Atina konferan- sında çizilen istikamet samimi- yetle takip edildiği takdirde çek © uzak olmıyan bir istikbalde Bal kan memleketlerinin tamamen “ yeni bir manzara alasağına inan- mak lâzım gelir. Mehmet Asım “ Atina konferan- — 4 — VAKIT 18 Teşrineve! 1930 Balkan konferan- | Jşaretler: “Sürrealist siyaset e bıraktı, yamak aldı, lider sus | W | mi profesör kaleme sarıldı. Ba- kalım ne dedi? “ Bizim sevdiğimiz apos- tol Türkiye #çin kanını akıtan, Türklerin | şerefini müdafas eden insandır. Bu fikre maşalleh diyin, el çarpın, alkış tutun, birde bizde fikir yok derler, Gelin görün, okuyun, ne derin fikir, ne büyük keramet, ne heybetli felsefe" Galba üstat yıldızlarda doğdu, ayda büyüdü. Bizim arzımızdan kulağına an- cak bazı müphem sesler geldi. Apostol.. Hürriyet. o Serbest örka gibi. Üsüt Birkaç gündür, bunları geveliyot, kemiriyor, “hürriyet, Apostol, Serbest Fırka, birbiri- ne karışırsa ondan ne çıkar? Allah bilir. Fakat bizim bildiğimiz şudur. Uç dört gündür, üm üse siyasete dair df eden prolesör dör gündür, dört cümlede bülâsa edellebilecek bir reçete değil, bir üfürükngme yazdı, ve bir si- yaşet muskası Bu muskada şunlar yazılıdır. *Susayan abaliye su yerine mantık yatturuyorlar. Bizden vuzuh istiyorlar, vuzuh ilim içindir, bizden vuzuh istiyenler elim midir? Küde muhtelif sebeplerden dolayı gayri memnundur. Paydos zili çalmadı mı? Hakikaten yalnız gayn memnunlukta ittifak edenler bloku ancak böyle bir slelâcayip muske ile idere edilebilir. Üfürük ve muska diyince (o sakın profesöre mürteci diyeceğiz zannetmeyin... O mürteci dezildir. Sütreslistrir. Siyasette sürrealist | San'aatı sürreslizm Oo enkonsiyansı Ol duğu gibi Made evmekti. Bu sansun en güzel eseri, yarı sayıklama ve pek çok kendinden geçme halinde kendini gös- terebilir. Tabil enkfonsiyanın siyasetide böyle olur. Eğer o, sürrealist siyâset yapmasaydı şuurlu olsaydı Mehmetçik ile Apostolu müteradif kelime olârak kullanır eiydi ? Ne yapalım, onun enkensiyam bir *Apostol, a takılmış kalmış! Bu Apostol nerededir $. Zuhalde mi, Merihde mi? Her halde arzdi böyle bir adam yokl, “Türk için kan döken Apostol, acaba hangi vatanın çocuğu, ve adı hâne listede mezkör? Geliniz listeyi sizinle birlikte okuyalım: Bu adam Panciri Bey mi? Orfanidis efendi mi? Nikolaki Çorbacı mı? Bunlar Ismal! Hakkı Beyin Apostolu yani Mehmetçiği Çünkü Mehmetçiğin yegâne vasfı small H.kkı Beyin Apos- tola verdiği sıfatur. Bu sıfatla anılacak yegine adam Mehmetçiktir. Eğer Meh- metçik Panciri, Örlanidis o Nikolaki ise Sekaryada harp edenlere ne diyeceğiz? Onları Yunan ordusuna mi kaydeti receğiz? Ne ise biz gelelim işin sürrealist tarafına, ben size sürrealistçe bir hiktye anlatayım da bu bâhsi kapatalım. Bir varmış, bir yokmuş, evel zaman içinde, kalbur saman İçinde. Yunanlılar izmiri zaptetmişler. Ali Kemal denilen bir adam varmış. Dahiliye Nazırı imiş ! Bu Nazır Anadoluda mubarebe edenleri hiç sevmezmiş! Sevmezmiş ama. İstan- bulda da Anadoludaki Türklere, muharö- be edenlereyirdım için cemiyetler teşkil edilmiş! Bu cemiyetlerden biri Divenyolunda imiş? Ali Kemal casus koymuş bunlarm plânını elde edememiş, bir gün bir adam bulmuş. Bu adam genç imiş, ona demiş ki; — Seni göreyim.. Delikanlı, Bu zat bir kaç gün sonra rütpe bir na- zarette man sıp sabibi olmuş! Ali Kemal ber gün bu adamdan Anadoluya yardım edenler hakkında ma- imac alırmış! Bir gün Millt kongrenin mühim bir içtimamda kapının dibinde bir adam çö- melmiş ve kulağını kapıya yarıştımış. Derken Reis dışarı çıkârken rap diye bu zain karşılaşmış! Hemen kulağından twtüp binadan kovmuş!. Bu adamın kim olduğunu doktor Esat Paşa ile Hakkı Bey bilir. Eğer ikisi de bilmüzse buna çok reel olan sürrenlist bir yazı diyin. Geçin. s.E Şoförler toplanıyor Şoförler cemiyetinde bu akşam bir toplanma yapılacak ve tek taksi o meselesile (diğer işler görüşülecektir. in Nİ lk sm iy Gelin arabası ün Beyazıttan bir sürü oto- mobil geçti. Bu otomobil- lerin «men'i is-afat» isimli bir kanunun muteber olduğu bu memlekette herhangi bir düğün | İ evine gittiğinde şüphe yoktu. — Iktısadi buhran var! Diye muhalefet liderinin ban- gır bangır bağırdığı şu sıralar- da bu lüzumsuz masrafların a- leyhinde çok şeyler yazılabilir. Fakat ben onu yazmıyacağım. Gelini götüren otomobilin içine dikkat ettim, iki tarafındaki pencerelerde peştemala benzi- zen alacalı malacalı bir şeyler asılı idi. Herhalde bu garip per- deler, gelin hanımı kem gözler- den, namahrem nazarından sak» lamak için gerinmişti, Kadına intihap hakkı veren bu memlekette, bir gün gelin arabasını, etrafını böyle Hama kumaşlarile örterek Mısır mah- meline çevirmek ne kadar mü- nasebet alıyor, düşününüz. Bir hikâye başı — Liliciğim, Liliciğim. — Beyciğim, beyciğim! — Ben seni eke kadar seveceğim. — Ben senin aşkını mezarı" ma kadar götüreceğim beyim. Bu satırlar, üstadı edep Na- mık Kemal zade Ali Ekrem beyin yeni yazdığı bir hikâyenin ilk satırlarıdır. Bu sözlerle birbirine (o ilânı aşkeden bir karı kocayı göz önüne getirdim de tüylerim diken diken oldu. Her işi ehline bırakmak iyi bir şey Ismail Hakkı beye poli- tikacılık, Ziya Molla beye teced- düt havariliği, Nezihe Muhittin | hanıma konferans vermek yakış- madığı gibi Ali Ekrem beye de küçük bikâyecilik yakışmıyor. Hani bir hikâye vardır: Adamın biri mihraba geçip namaz kılmak istemiş, ve birinci i rekâtta “ kul ya eyyübel kâfir run,, suresini okumağa başlâmış. Lâkin bir türlü bu birbirine benzeyen kelimelerden mürek- kep sureyi tamamlıyamamış, Ce- maat içinden birinin sabrı tüken- miş, namazı bozarak seslenmiş: — Imam efendi, ne diye bu sureye başladın; senin “inna âtayna,, neyine yetmezdi? * * . Yarım! Törkiyeyi candan, gönlülden sevdiğini söyleyen, fakat her nedense, ismini bildirmiyen bir Yahudi okuyucumuz, gönder- diği bir mektupla beni İsrailin neden dolayı Halk fırkasına aleyh- tar olduklarını anlatı, Çok na- zikâne bir lisan ile yazılmış olan bu mektup, dünkü Vakıtta çık- tı. Hulâsası şu: “Halk fırkası Yahudilerden iki, bir hatta yarım namzet bile göstermediği için onlar da Ser- best fırkaya rey veriyorlarmış,,, Hepsi iyi, güzel amma bu ya- | rm Yahudiye aklım ermedi, Yarım Yahudide olurmuş de- mek! Toplu İğne İlmi bir bahis mala Bir Sırp patriki Köprülü Fuat Beyle görüşmeğe geldi Saraybosnada otarin bir srp patriki ilmi bir bahiste tenevvür için, edebiyat fakültesi relsi Köprülüzade Mehmet Fe- / at Beyle görüşmek üzere şehrimize gel- | miştir, bük dik KIZIL E3J G ———————————————— Leylânın meziyetlerini ilk keşteden Ömer Rıza | ÖMLEK ben oldum ! Naileyi Leylâ teyit etti: — Efendim, dedi, amcazade- niz Emir Mervamu hareket etmek doğru olurdu. Fakat söz vermiş bulunuyorsu- nuz. Bu sözü nakzetmek muva- fik değildir. Şayat bu müfsitler sizin sözünüze ittiba (etmezler, başlarındaki adamları huzurunu» za gönderip sikâyetlerini arzet- mezlerse © zaman Mervanın tav- siye ettiği hattıhareket (o doğru olur, Leylânın bu sözlerini herkes beğenmişti. Osman: — Aferin, kizm, dedi. Çok dirayetli bir kızmışsın. Mervan da memnun o muştu. Bu kız onun zan ve tahminin- den daha çok iyi, daha çok yüksek idi, Onu anlamağa te- şebbüs etmekle ne kadar isa- bet etmişti. Mervan bunları ak- lından geçirmekle kalmadı. Ley- lâya dönerek: — Siz hakikaten en muvafık çareyi buldunuz. Sizi tebrik e- | derim. Naile de iltifatını esirgemedi: — Leylânın meziyetlerini ilk keşfeden ben oldum, dedi, ve ayağa kalktı. haydi kızım dedi biz gidelim. Leylâ, Hz. Osmann ellerini öpmüş ve Naile ile birlikte buradan içtima odasından çıkmıştır. Vakıt geçiyor ve dışarıdan gelmeleri beklenilen kimselerden bir kimse gelmiyordu. Bir aralık Mervan kapıya kadar gitmiş, orada topla nanlara bağırmıştı: — Gidiniz başınızda bulunan- lara haber veriniz, geleceklerse gelsinler, gelmiyeceklerse bildir- sinler, bizde ona göre hare- ket edelim. Mervan kapının önünde bek- lemiş, fakat bir cevap almamıştı, Müfsitlerin müzakereye girişmek istemedikleri belli idi. (Esasen onlar (kararlarını © vermiştiler Fakat onların verdiği kararı ancak birkaç kişi biliyor, öte- kiler aldıkları emre göre ha- reket ediyorlardı. Mervan geri dönerek vazi- yeti Osmana bildirdi. Bunların- içeri adam gönderecekleri yoktu. Hz. Osman: — Biraz daha sabredelim dedi. ben Mervan bu fikrin Meyil de idi. Bu adamlara mukavemet görecekleri ihsas olunursa vazi- yet bambaşka bir şekil alırdı. Müfsitler ozaman ya korkarak giderler, yahut muzmerleri ne ise onu belli ederlerdi. O zaman ona göre vaziyet alınırdı. Onun | için bunları bir kere yoklamak lâzımdı. Mervan bu mütealalarını bir kere daha izah ettikten sonra | Osman onun fikrine muvafakat | etti ona: — Git, dedi bu adamları yok- la ve bana malümat ver. Mervan konağın kalabalığa hâ-| kim bir noktasına giderek top- lananlara seslendi: — Eynas, dedi, burada işiniz tavsiyesile | | ne, yağmakârlığa mı çıktınız, yok- jsa devleti elinize ge;irmeğe mi geldiniz... - Defolunuz < kura-. dan © Defolmazsanız başınıza hiç te. hoşlanmyıacağınız işler gelecek. Sizin için hayırlısı ev- lerinize dönmektir. Çünkü sizin bize galebe çalmanıza imkân yok- tor. Mervanın bu şiddetli sözleri müfsitlerin saffında bir bozgun- luk vücuda getirmişti. Onlar mütemadiyen Osmanın hilmi ile karşılaştıklarından hiç bir mu-” kavemet görmiyeceklerine kani olmuşlardı. Mervanın bu sözleri işi değiştirmişti. Demekki Os- man hilmü mülâyemeti bırakarak şiddet göstermiye karar vermişti. Müfsitlerin reisleri bu vaziyet- ten kendi lehlerinde istifade etmek istediler ve doğrudan | doğruya Aliye gittiler : — Demin bize güzel vaitlerde bulunan, bizi huzuruna çağıran | Osman şimdi de bizi tehdit et- tirdi, Geri döpmezsek bizi mah- vedeceğini bildirdi. Görüyorsu- nuz ya bu adamın hareketlerinde teşevvüş var, bir sözü bir sözüne uymuyor. Bu haber Hz. Alinin tuhafına gitti, müfsitlerin reislerine sordu: — Sizi tehdit eden kimdi?.... — Mervan! — Ne dedi? — Savuşmazsanız “sizi zorla defederiz, dedi. — Siz, Hz. Osmanın natkunu dinledikten sonra ne yaptınız ? — Bir şey yapmadık. — İçeriye bir kimse gönder- mediniz mi? — Kimi göndereceğimizi, ne istieyceğimizi düşünüyorduk. Bu- na vakit kalmadan Mervan çık- tı ve bizi tehdit etti, Görüyor- sunuz ki bunların maksadı bizi öldürmektir. Biz sakin davrandı- ğımız halde onlar bize karşı şiddet gösteriyor, bizi öldürmek istediklerini açıktan açığa söylü- yorlar, Biz de mu! abele mecbu- riyetinde kalacağız. — Demek ki Mervan bizim bütün mesaimizi ifsat etti. Siz durun da ben icabına bakayım. Ali hemen hareket etti. Doğ- rudan doğruya Osmanın kuna- ğına girdi. Onunla görüştü : — Biz bu adamları yatışlırdık Onlara gitmeleri için tavsiyeler”. de bulunduk. Tam netice alaca- ğımız zaman Mervan işleri boz- | muş. Buna neden müsaade etti- niz , — şi biz bozmadık, onlar bozdular. — Nasıl? — Biz haber gönderdik. A damlarımzı gönderiniz, dedik- Onlar aldırış etmediler. Kapımı” zın önünde biriken, çıkanlar girenlere kârışan bu adamlar, "© gidiyor, ne de maksatları #öY” lüyorlar. Bundan onların hi mizi, şefkatimizi zaaf ve aciz t€“ ; Jâkki ettiklerini anladık, Bus* karşı çıkıp gitmelerinin hakla” rında daha hayırlı olacağını söY” ; ledik. Mesle bunda ibaret. (Bi