EZMESİ pesin Milli İktisat ve Ta- | sarruf Cemiyetinin teşebbü- iü ile açılmış olan Sanayi sergi- sini gezdim. Daba ilk söz olarak temin edeyim ki bu sergiyi her dörlü tahminlerden ziyade iyi ve stikbal için o nisbette ümit ve- | tici bir halde buldum. Diyebilirim ki sanayi sahasına dahil olan muhtelif eşyanın he- | men her nevinden burada bir dümune vardır ve bu nümunele- rin nefaseti bile memleketin bu günkü ibtiyaçlarını tatmin edecek derecededir. Elverir ki sergideki nümunelerle temsil olunan her hangi cıns bir malin istihsalâtı memleket dahilindeki ihtiyaçlara | kifayet edebilsin, Filbakika, meselâ (o sergide kadın ve etkeklere mahsus el- biselik kumaşlar o kadar nefis Hiyupbüilencek oydacakları daire | sidir. Şimdiye kadar memleke- | ye mütenevvidir ki bunlar küçük Anadolu şehir ve kasa- | balarının değil, hatta en büyük şehirlerimizin ekseriyetle bugün geymekte oldukları elbiselik ku- maşlaraan hiç bir suretle aşağı değildir. Buna mukabil bu yerli kumaşların ecnebi mallarına faik bir tarafı vardır ki bu da fiat- larının çok ucuz olmasıdır. Bu hususta bir fikir vermiş olmak için dün sergide cereyan etmiş olan bir hadiseden bahse- deyim: Sergiyi ziyaret eden bir hanım kadın esvabı yapılacak ince ipekli kumaşlardan birini beğenmiş; fiatını sormuş; metresi | 13 lira, demişler. Hanım bu fiatı muvafık bul- muş ve bir kac metre almak istemiş. Kumaş ölçülmüş, verilmiş, Fakat kasaya para vermek sırası gelince 3 lira üzerinden bir he- #ap pusulası çıkarılmiş. Hanım bu posulayı görünce duraklamış, işte bir yanlışlık olduğuna hük- metmiş. Ovakıt mal sahib: gül- müş, kumaşın hakiki fiatı 3 lira olduğunu, önce 13 liradan fiat istenilmesi sadece bir lâti- feden ibaret tulunduğunu an- latmış. Yahanz şu hadise yerli malla- derecesini, göstermek bem nefaseti ucuüğluğunu rının hemde içn kâfı değil mi? Fuwrada bazı pamuklu men- sucat arasında öyle cinsleri var ki bunları ipekle mul İu mensucattan adeta fark- bön yoktur. “VAKIT eerif neziri Paşa Hezretleri mektebin umuru tedrisiye ve İderesini tetkik bu- yurmuş oldukları misillâ mektep müdiri tarafından verilen bir arzuhale ce- vaben mektebi mez- kâra mahsus bir bi- nanın inşasiçün bir arsa- nın ihdası hakkında tavec- sut buyuraceklerini ve- deyiemişlerdir. İ mamulâtın ecnebi karışık pa- | Halbuki | ...—. devletlâ evvelki gün Gelstada vaki Muse- vi mektebini teşrif ile Sanayi sergisinde Ankara, 2$ nisan 1930 bunların iplikleri arasında bir tel ipek karıştırılmamışdır. Şimdiye kadar hiç bir himaye görmemiş | olan yerli fabrikatörlerin bu dere- ce muvaffakiyetlerini görüpte ifti- har duymamak ve yarınki hima- ye devrine karşı kuvvetli bir iman duymamak mümkün değil- dir. Sergiye iştirak eden bir Türk sanatkârı sırf kendi keşfi eseri olan şişesiz bir el lâmba- sını gösterdi. Bu âlet benzin ile yakılan ve hava gazı lâmba- İ sına benziyen bir. şeydir ki fev- kalâde muktesidaneyad bir tenvir vasıtası imiş. Yani geceleyin bu lâmba ile bir odayı beş saat tenvir edebilmek için atmış pa- ralık bir benzin sarfiyatı kâfi geliyormuş. Sergide z yaretçileri | memnun eden ayrı bir yer var. Salâhaddin Refik beyin Burası timizde çocuk oyuncağı namına yapılan şeyler: «Eyip oyuncakla- ri» na münhasır idi. Selâhattin Refik Bey Avrupadan getirdiği yeni ustalarla memleketimizde asri oyuncakçılık san'atini tesise muvaffak olmuştur ve atelyele- rinde yapılan yeni oyuncakların nümunelerinden sergide tama- men modern bir oyuncakçılık dairesi vöcude getirmiştir. Bu dairede görülen atları, arabala- rı ve diğer nevi oyuncakları me- İ selâ Beyoğlunun büyük mağaza- larındaki . Avrupadan getirilmiş oyuncaklardan ayırt etmek kabil değildir. Sergivi gezerken Milli İktisat ve tasarruf cemiyeti kâtibi umu- misi ve İzmir meb'usu Rahmi Beye tesadüf ettim, Rahmi bey önümüzdeki sene- ler için Cemiyetin yeni teşeb- i büsleri hakkında biraz malümat verdi. Bu teşebbüsler arasında bilhassa İzmirde ihracat eşya- sına ve mabsülâtına mahsus bir sergi yapmak fikri vardır. Bu sergi Türk üzümleri, Türk in- cirleri Türk fındıkları Türk pa- mukları, ve Türk halıları gibi yerli ihracat mallarımızın muh- telif o nümunelerini mahsulât ve memleketler- deki rakibı ve mümasili olan mahsulât ve mamülât nümüne- lerini de ihtiva edecektir. başka bu milli Sonra bu sergide ambalaj ve o istandardizasyon © usulleri hakkında yerli müstahsillerimize ameli bir fikir verebilmek için milli ihracat eşyamıza rakip olan ecnebi mallarından ge- tirilmiş mumunelerle (o gösterile- cektir. Bır bâldeki bu sergiyi gezen her hangı bir Türk müs- tahsili rak'pleri karşısında bu günkü noksanlarını ve bu nok- sanların ikmâli için kendi yerli mallarımızı nasıl yetiştirmek ve hariçteki müşterilere nasıl arz- etmek lâzım geldiğini derhal anlıyacaktır. Mehmet Asım Ekmek va franoala fiatları Şehremanetinden: Nissnın yirmi do- kuzuncu salı gününden itibaren Ekmek İ on iki kuruş otuz para ve Francala yirmi Vir beenk kuruştur. topladıktan | i artık | kanlardaki SEYAHAT. Neye malolmuş?.. B frenk gazetesi, uzun tetkik ve tetbbülerden sonra büyük muharebenin kanlı bilançosunu (çıkarmış. (o Bütün milletlerin harp (neşriyatından damla damla toplanan bu bılanço bir kan ve felâket ummanı göz- lerimiz önünde dalgalanıyor. Yirminci asrı medeniyeti, bu kan denizinde boğulmuş, eski toprak yeni Neronlar görmüş, bütün dünya büyük bir. sirk halini almıştı. Markonisi, Edi- sonu ile öğünen asır, alnında bu kızıl damgayla tarihin sah- nesine girmiş bulunuyor. Sonraki nesiller, hiç şüphesiz insanlığın geçirdiği bu ölçülmez cinnet karşısında hayretlerin en derinine düşeceklerdir. Biz bile şimdi yeni aymış serhoşlar gibi döktüğümüz kana bakarak dü- şünüyoruz. Her halimizde kan SUTUN ! tutmuş mücrimlerin dağınık. ka- | rarsızlığı var. Vazife diye yaptığımız şeyin | ne engin bir haile olduğunu gör- dükçe başımız dönüyor. Prençi- pip attığı kurşun bir barut fıçı- sına benziyen dünyayı birdenbi- re tutuşturmuş ve cihan yıldız- lar arasında dört buçuk yıl bir | cehennem gibi alevleri savrula- rak dönmüştü. Deniz kuvvetlerinin azaltılması için aylarca uğraşan konferans- ların iflâsına bakılırsa, beyaz yakalıklı diplomatlar henüz vic- danları ile yüz yöze gelerek ken- dilerinden hesap sormamışlardır. Hâlâ Avrupa devletleri, ka- natlarının altı bomba yüklü do- kuzbin tayyare ile birbirlerinin bavalarını zapta uğraşıyorlarmış. Bu. tayyareler dinamit civcivli birer felâket kuluçkasından baş- | ka nedir? Motör ve pervane pa, böğürlerindeki eski yaraların daha kapanmadığını görmüyor, sızılarını duymuyor mu? Büyük (muharebe yanında, raeieri geçirdiğimiz en üyük felâket diye söylenen Nuh tufanı bir oyuncak kalır. Şu korkunç yekünlara bak- mak, tüylerin örpermesi ve bir daha harp lakırdısının ağızlardan çıkmaması “için yeter: Büyük muharebede 90 milyon ana ba- ba kuzusu hüdutlara gönderil- miş. Bunlardan 10 milyonu dö- ğüş meydanlarında can vermiş- İer. 13 milyonu hastalıktan kı- rılmış, . kaybulmuş, 20 milyonu yaralanmış, 3 milyonu esirliğe uğramış. Dokuz milyon yetim, 5 milyon dul, 10 milyon muha- cır ortaya dökülmüş. Yanan yıkılan yerlerin para kiymetleri, orduların sarfiyatı, İ mühimmat bedeli için ise rakam bulmak kabil değildir. Şu halde istilâ ve ihtiras muhare- belerine (hazırlanan milletleri, cihanın suikastçısı gibi görmesi ve herkesin birleşerek bu mel'un ruhu gebertmesi zamanı gelmiş- | tir sanırız. mem Balkan itilâfı Esta gazetesi (O Yunan yürüncü senel ) muhtelif memleketler tara fından yapılan .teveccühkâr © tezahüratı kaydederek, bu tezahüratın Balkanlarda bir anlaşmağı esas olabileceğini ileri sürmektedir. Yüzüncü senei devriye son şenliklerinin. gelecek teşrinievvelde Selâ- nikte icrası ve bu şenliklere Türkler dahil olmak üzere bilâ tefriki cinsi mezhep bütün Balkanlar itthadının ilk müdafii olmuş olan * Rigas , ın hatıra. sına hürmeten. “ Panbalkanik ,, bir şekil verilmesi omezkör gazete (tarafından teklif olunmaktadır. İ mümkün olmazdı. gürültüsünden sağırlaşmış Avru- | ! istiklâlinin devriyesi dolayısile Bal. | Muharriri ; Ömer RıZö Siyah sarıklı, kara sakall! siyah cüppeli adam! Çöreklenmiş bir yılan gibi oturâ! bu simsiyah yığın; Şeyhulcebeldi* ns Die Odanm nihayetindeki perde- lerin arkasında bir kapı vardı. Bunun da arkasında iki muhafız duruyordu. Kapı açılmış ve de- minkine benziyen bir odaya girilmişti. Burada da bir takım adamlar oturuyor ve konuşuyor- | lardı. Bunlar derece ititarile fedayilerin fevkalâde olan ve icabında onlara kumanda eden | refiklerin içtima yeri idi. Bu odanın nihayetindeki per- delerin arkasından bir kapı açıl- mış ve bir geniş traçaya çıkıl- mıştı. O Traçanın kenarında par- maklık yoktu. Bir kenarda on iki sakallı adam oturuyordu. Bunlar dailerdi. Fedayileri ve refikleri bunlar idare ederlerdi. Tarika girecek adam bunlar ta- rafından imtihan olunur bunlar tarafından ilk sırlara agâh edi- | lir, ve bunların emrile derecesini ilerletirdi. Traçann sağ tarafında iki iş- lemeli kulube içinde iki muhte- | şem asker duruyor, beyaz elbi- selerinin üzerinden kan kırmızı hançerleri sarkıyordu. Bu iki askerin ortasında siyah bir şilte ve şiltenin üzerinde simsiyah bir Yığın vardı. Bu simsiyah yığının parıl parıl parlıyan gözleri olma- saydı onu zihayat tesavvur etmek Bu simsiyah yığının başında simsiyah bir sa- rık, sarığın altımda simsiyah bir sakal, sırtında simsiyah bir cüp- pe ve göğsünde kan kırmızı bir | taş vardı. Çöreklenmiş bir yı- lan gibi oturan ŞEYHUL CE- Bel bu adamdı. Yani esrar- keşlerin reisi ve bütün bu havali- nin mutlak hâkimi idi. Bu adamın mânzarası o ks- dar gayri insani idiki titreme- mek mümkün değildi. Bu kenarı parmaklıksız traca, kaleyi ihata eden uçurumla cev- rilmişti. Şeyh buradan bir emir verdi mi, kim olursa olsun ken- dini uçuruma atar ve mahvolurdu, Onun etrafındakilerden hiç bir kimsenin aklına onun emrine muha- lefet hissi esmezdi... Yabancılar buraya girdikten sonra her mu- ameleye düçar olurlardı. Bu deh- i şetaver tarikatin reisi, işte bu yılan gibi kıvrılan, ölüm gibi soğuk simsiyah yığından ibaret adamdı... Bu adam kimdi ?... Nereden gelmişti ve ne yapıyordu?.. İKİNCİ KISIM —1— İlk şeyh kimdi!.. Dünyanın en müstahkem ka- lelerinden birine sığınan sürü insanlar üzerinde menferma olan bu adam, bu kapkara yılan kimdi?.. Nereden gelmişti?.. ve ne yapıyordu?. Maksadı neydi ve bu maksat için nasıl çalışıyordu?.. Bu Sinan, demin kalesine, girdiğimiz, daha sonra kalesinin dört tarafını dolaşarak karşısı- fer- | ediyorlar. ve bir na çıktığımız Şeyhul Cebek z mâmile tarihi bir şah ve kalesi de tarihi bir va Hâlâ bu kalenin enkazı # | dür ve onun eski hali ihy# En mevsuk ve & teber tarih kitapları bi# kalenin etrafında geçen *£ maceraları anlattığı gibi havaliyi (oOdolaşan Oo bu kalenin içini ve dışın! Biz bunları mize bulâsa etmiş bulun”! Fakat en mühim mesele hülcebelin kendisidir, onul şeidir, onu vücude getire iyi lerdir. Onun mümessili “© teşkilât ve bu teşkilât müessisleri ve asil gayeleii Bu adam birkaç asırdi” türlü türlü namlar altınd4 çıkan, fakat ayni yolda yedi ayni gayeyi güden gizli pi şekkülün mahsuli idi. & Bu müthiş teşekkül Ml ve onun ilk müessisi ei döke Evet, bu kan dök vetlenen, o anarşıden, ten gida alan, kudret öö dünyaya korko salarak ### nabilir, | garba kadar bütün ve insanlık âlemi için bir bir musibet, bir tufan, ve bu sayede kendine hakkı temin eden b teşekkülün asıl müessisi Z Bu muhakakakki, O nadir gördüğü dehalardif idi. Belki dünya tarihi Bİ derecesinde yıkıcı ve kücü bir komiteci görü Bu müthiş adam « İBNİ MUN » adını taşır, cen ehalisinden biridir , ğ / Bu adamın mene götürmek mümkündür, "4 tarihi bahsi o zaman “ mak lâzımgelir. Halbuki va e mere eserek asıl işimize, miz hadiselere dör yoruz. Onun inçin “ o MUN» ile başliyor ve gifi İ derin menşelerine ehm”. miyerek cn ide surette tetkiki müm! > adamı bir menşe say” “VAKITINTARZ Pazartesi Kazimod0 Md i Göneşin doğuşu: 505 ş! o Namaz “i vw Sabah Öğte İkindi Dem - 329 Oz) 1602 Hava bugün buzla pay witevassıt şiddetle