—4— VAKIT 2 Mart AKTI (TtnJın makalesine cesup piki ( Vakıt )ta haber verdiğimiz e veçhile (Tan) gazetesi mali ve iktisadi kıs- mında Türk Düyunu Umumiye meselesinin son vaziyetini mev- zwu bahsetmiştir. ( Tan ) gaze- tesinin mali ve iktisadi kısmını idare eden kalemlerle Fransız mahafili maliyesinin aralarında mevcut sıkı münasebete göre mezkür neşriyatın bilhassa şu günlerde hususi bir ehemmiyeti vardır. (Tan ) gazetesinin yazdığı yazılar biraz dikkatle okununca miye meselesinde aldığı vazi- yeti hakikaten münakaşaya di- ğer bir mevzu olarak telâkki etmesidir. Her hangi bir mesele his ile değil, akıl ve mantık ile muha- keme edilirse, ne kadar müşkül olsa da, nihayet hakikat bulunur. Türkler ise hakikatın ve hakiki vaziyetin icabatından fazla bir şey istemedikleri için biraz güç de olsa, daha şimdiden bu me- seledeki o hakkımızın fransızlar tarafından teslim olunacağına hükmedebiliriz. (Tan) ın yazıla- nnı okurken nazarı dikkati cel- beden ikinci nokta şudur; Paris itilâfının olduğu şekilde meriye- ti meselesi. (Tan) a göre Osmanlı Düyu- nu Umümiyesi için gümrük va- ridatı karşılık imiş. Bu varidat ise taksitleri ödemek için fazla- sile kifâyet edermiş. Taksitleri tediye edebilmek için Türkiye- nin urmumi varidatına müracaat etmek lâzım değilmiş, Onun için (Tan), Başvekil İs- met paşanın Düyunu Umumiye mukavelesinin olduğu şekilde tatbiki Türk hüsnü niyetinin ta- hammül edemiyeceği; kadar ağır bir yük olduğundan bahseden bir beyanatındaki “hüsnü niyet , tabirini pek iyi anlayamamış. Bununla beraber (Tan) Tür- kiyenin dahili tediyattaki mâli iktidar ve kabiliyetinden hiç şüphe etmiyor, Harici tediyata gelince noktai mazarını şu cüm- lelerle tesbit ediyor : “ Türkiyenin harice karşı te- diyata ait iktidar ve kabiliyetine ğelince, bu günkü ahvâl ve şe- Yarımasır evvelki VAKIT 2 MART 1880 Maliye nezareti celilesi iarafından bu defa Dar- panei Hmirede yirmi beş bin liralık beyaz Meci- diye darpedilmeğe baş- lanıldığını ve birkaç gü- ne kadar tedavüle çıka- rılacağım Far dü Bosfor yazıyor. Kuruşluk Mecidiyelerde kalp zuhur etmekte ol- duğu gibi bu defa yarım Mecidiynler vezin ve bi- çimce asıl Mecidiyelerden farklı olmayıp yalnız şef- fatlıkta farkü tefâvft mü- şahede olunuyor. 1930 rait içinde bu bapta bir hüküm verilemez. Fakat ne olursa ol- sun, Türklerin mali iktidarları İsmet paşanın zımnan ifade et- mek istediği kadarda az değil dir. Eğer böyle olsaydı İsmet Paşa ecnebi sermayesine istinat etmeksizin bir Devlet bankası yapmağı hatırından bile geçir- mezdi. Binaenaleyh (Paris) itilâ- fının tatbiki o imkânsızlığından bahsetmeden, Türk parasının kıymetini tehlikeye düşürmedikçe Düyunu iye taksitlerinin İngiliz lirasına ii mümkün olmıyacağını iddia Oetmezden evvel ahval ve şeralitin İcap ettiği tedbirleri almak lâzımge- lirdi. Netekim Türk hükümeti lamıştır. , Görtilüyorki ( Tan ) ( Paris ) itilâfınm adeta bir bar- İşte bu noktada meslenin hakiki vaziyetinden çok uzaklaşıyor. Eğer mevcut müşkülâta bir buçuk sene evel imza edilmiş olan mukavele ahkâmı daire- sinde bir tesviye çaresi aranmak istenirse bütün emekler beyhu- dedir. Evet Türkiye bir buçuk sene evel bir mukavele imza etti, Bu bir hakikattir. Fakat böyle bir mukaveleye imza koy- bü z edilmek lâzım gelir. Çünkü bir buçuk sene evel Türkiyenin Düyunu umumiye itilâfına imza- sını koyması ancak kupon hâ- millerine karşı hüsnü niyetini gösterir. Eğer Türkler borçları inkâr etmek isteseydi bir buçuk sene evel “itilâfı,, imza etmemek için elbette bir sebep bulabilirdi. Fakat birbuçuk sene evel imza edilmiş bir mukaveleyi bugün tatbik etmek imkânsizliğı hasıl olmuş ise ne yapılabilir? bâmillerine karşı fazla bir hüsnü niyet göstermiş, istikbalde mali vaziyetin daha ziyade iyileşece- ği hesabile hüsnü niyetine maddi bir delil vermiştir. | Maalesef istikbale matuf iyi tahminler iklime ait ahvalden dolayı mü- sait gitmemiş,elde edilen hasılatın büyük bir kisminden de cihan- daki umumi buhranın eski te- sirleri ile kâfi derecede istifade edilememiş, nihayet yeni güm- rük tarifesinin ilânmdan sonra tamamen memlekete fazla itha- lât yapılması yüzünden gayri tabii bazı müşkülât meydana çıkmış, ve evvelden tahmini mümkün olmıyan bütün bu ah- valin ihdas ettiği müşkül vazi- yet içinde şimdi Düyunu Umu- miye itilâfının tatbiki imkânsız bir hale gelmiştir. Böyle bir vaziyet müvacehesinde mevcut itilâfın tatbikindeki imkânsızlığı tetkike hâmilleri davett etmek bir kabahat midir? Mehmet Asım Yeni tefrikamız Montekarlo rezaletleri Pek yakında (Vakıt) sütunlarında Ruhi Be yin defterinden Ti Şeytanla karşı karşıya !.. Neee, şeytan mı ? Neuzü billâh, demek bu gece de şeytanla hembezmi üifet olmak hesapta Bu söz bir mesele oldu. Kimi lehte, kimi aleyhte olmak üzre, hararetli bir münakaşa başladı. — Ayıptır, yahu! Daha iki imtihandan (sonra Darülfünun mezunu olacağız; siz hâlâ ruh- çaluğa, büyücülüğe | inanıyor- sunuz. — Hey gidi heyl — Ne, siz İspiritizmeye inan- mıyor musunuz ? — Ben ona değil, o ruhun mevcudiyetine (o bile inanmıyo- rum... — Bırakın şu hokkabazlığı canım | — Ketdimi eski Mısırlılarla Asuriler arasında zannediyorum. — Evet, bununla uğraşan Avrupa ve Amerikanın büyük âlimleri de o devrin kâhinleri olacak galiba? — Spirit müzeleri de Firavun mezarları değil mi? Ben bu kadar zamandanberi en kat'i hakikatleri gözümle gördüğüm için, bu lüzumsuz mü- nakaşaya gülüyordum. Esasen hiç birinin ciddi birşey bildiği de yoktu; hepsi işittiklerinin hem cahili, hem müdafaacısı idi. Aleyhte bulunanlar da, herke- sin osöyliyeceği gibi, madde haricinde bir varlık olmıyaca- im iddin ediyorlardı. Diğerleri buna mukabil de- iller bulamıyarak, ruhlarla uğ- raşan büyük âlimleri işhat edi- yorlar; Şarl Rişe, Kamil Flamar- yan, Oilyan Kruks, Oliver Loç, Konan Doyl, Ernest Lâvis gibi yüksek zevatın kanaatlay altına sınmış, babre, çırpınıp duru- ruyorlardı. Arkadaşlardan, K... Bey, kö- şede, koltukta, oturuyor, cıgara- sının dumanlarma bakarak, ha- fif hafif, gülüyordu. Mubahasa- nım en hararetli yerinde; — Canım, sizde bilmediğiniz, görmediğiniz şeyler hakkında bir birinizi yiyecek gibi kavga ediyorsunuz; olur komiklerden değilsiniz. Diye bağırdı; sonra yanında- ki sehpayr önüne çekerek: — Şuraya gelin, (bakalım, belki biz de bir şeyler yapmıya muvaffak oluruz. Dedi. Muvafıklar da, muhalif- ler de gayri ihtiyari onun etra- fına toplandık; meğer, bizim K... Bey, az çok bir şeyler bili- yormuş ta benim haberim yok- muş. Aramızdan iki kişiyi ayırdı; onları sehpanın etrafıma oturttu; kendi de beraber olmak Üzere üçünün elleri sehpaya uzandı. Aramızda bu basit tecrübeyi hiç görmemiş olanlar büyük bir merak ve alâka ile dikkat ediyorlardı; muhalifler bir hile bulmak için gözlerini dört aç- mışlardı; derken bizimkinin, sesi işidildi: — Ey ruh, geldinse şu masa- nın ayağını kaldır. Masanın ayağı yavaş yavaş yirminci asır, i kalktı, sonra verilen emir üze- rine, tekrar indi; bizim İspiri- tizmeci arkadaş dedi ki: — Ben buraya gelen ruhun bize görünmesini istiyeceğim; varmış | içimizde korkanlar varsa çekile- bilirler. Vakıa çekilip giden olmadı, ama, bu pekte cesaretten de- ğildi. Muhalifler, © inanmamak inadile, kalmayı tercih ettiler. Öyleya, çıkıp giderlerse bir şeyin vulu (bulacağına inan dıklarının o göstermiş olmazlar mu? İşte bundan Ötekiler ise, davalarınm muvaf- fakıyetle neticelendiğini görmek istiyorlardı. Bunun için sebat ettiler; ettiler ama, hepsinin korktukları o bakışlarının biraz tuhaflaşmasından, yüzlerinin bir- az rengini kaybetmesinden belli oluyordu. K... Bey işi anladı; — Pek âlâ, dedi, bir defa da ruhtan soralım, görünmeğe razı olacak mi? Ve sonra masaya hitap etti: — Ey rah, evvelâ kim oldu- ğunu bize söyler misin? Bak, ben elifbe harflerini yavaş ya- vaş söyliyeceğim; İsminin baş harfi gelince masanın ayağını kaldır, ber harf için böyle yapa- cağım. o Fakat isminin kaç harfi varsa, ayağı o kadar kaldır. Masanın ayağı beş defa kalktı; demek ruhun beş harfi varmış. K... Bey elifbeye başladı; evvelâ “Ş$, barfında ayak kalktı. Acaba Şükrü mü Şakirmi? Şer- ki mi, Şevket mi diye” düşünü- yordum. Fakat mübarek ruhun ikinci, üçüncü harfleri hepimizi tered- düde düşlirdü: — Y.T. “ ŞyÜy bişekiyla. kelime mi olur? Derken dördüncü ve be şinci barflerde arı endam ettiler; böylece bütün isim mey- dana çıkmış oldu: — Şeytan! Nece, şeytan mı? İstemiyerek içimden « Euzü billâbi mineş- şeytanirrâcim, » deyiverdim. Lâ- kin ne yalan söyliyim, korkak, korkak, (arkadaşlara (baktım. Ben senelerce ispiritizme hadi- selerine şahit olduğum halde böylesini görmemiştim. Neuzü billâh, demek bu gece de şeytan aleyhillâne ile hem- bezmi ülfet: olmakta hesapta varmış. Arkadaşlar da benden farklı bir vaziyette. değillerdi ; onla- rın da kalplerinin gümbürtüsünü işidiyor gibiydim. K.. Beyde hiç telâş eseri yoktu; O konuşmasına (devam ediyordu : — Ey şeytanın ruhu, senin bize görünmeni istiyoruz, eğer muvafakat edersen masanın aya- ğını iki defa kaldır, aksi halde bir defa. Masanın ayağı iki defa kalk- tı ; eyvah, iblis görünecek de. mek ! Ne dedik te bu işe razı ie Nİ “e İG Ae eN Bayram için Hemen ber bayram de; resmi günlerdi ruk bir his gönlümde dü nir. Polislere acımaktan * bu hissi, kaç yıldır duy” Hakikaten bu günlerde * bali acınmıya lâyıktır. Düşününüz bir kere: B© ların hepsinde mektepler daireler, kalemler, banka "! ketler tatildir. Herkes, bs! kavuşmakla beraber, bol 9 tam bir rahata da ermiş tan ayrı bir zevk ve gö kavuşturmak şöyle dursi metlerini birkaç kere Âlem, gezip tozar, ki eğlenirken, onların alınlaf ter damlaları çoğalır, diz! ki sızı her vakitten dab ve daha sürekli bir acı dini hissettirir. Devriyeler, lar kalabalıktan tevehhü len kargaşalıkları gögüsl! bir hale getirilir ve bu de işte o bühssettiğim işkencesi meydana geliyor Her neyse kaç yıldır duyduğum bu ezayı sene (duymıyacağım. , biz gazeteciler ari bu b derdine uğradık Dün matbaada yerime o dikkat ettim; bütün ark rm yüzleri asıktı. En çatık lısına: — Bu nehal, niye yorsunuz! Diye sordum. İçini çekti — Galiba senin haberi! dedi, bayramda çıkıyoruz. dakikada benim yüz! onlarınkine dönmüştü, Hati lar 'bu elemli haberi dah# vel aldıkları için hazmede! olmuşlardı. Ye'sin s kahkahadır. Bizde öyle yaparak ©! odasının kubbelerini çır/”” İki gündenberi hayalime Pip süslediğim bayram .P TME İspamyadaki meşhur nm gibi gümbür gümbür dı. a her günkü bii değişmiyecek, gene ayni da, başım kâğıtlarıma dura gene mevzu © mevzi işlemekle bayra! leri geçecek. Polislere acırken bakın şımıza gelenlere... Gülme şuna... derler; ben gül! acımıştım. İstırap k mem ki acımaktan daha olur mu ? Dünya değişti ma... bunu biliyoruz, amsf komşuna, gelir başına nin, ağlama komşuna gına... gibi tepetaklak b geleceğini de ummuyordi Se Mart 1930 şi Şeker bayrarti" Güneşin doğuşu: 6,35 — batı * Ayın doğuşu : 7,34 — bah Namaz vakitleri i , | | '