ULUS 6/9/1941 Vçait Akdeniz'in kıyısına yerleştirilmiş bir inci gibi, Fethiye'nin icak iklimle soğuk iklimin üstüste oldukları şehir Y ol dağları, siz arkadaşınızı dirsekliye dirsek- liye Kargasekmez'den tepe aşağı inersiniz. Çam yaprakları, günlük dalları pençerelerden kam- yona sokulup boynunuzu kulağınızı kamçılamasa kendinizi Mısır'da zannedersiniz. Göklere boy ver- FETHİYE Şehirde muz ve hurma bahçelerinde fer dökerken, yaylalarda dört bilen yok! Belediye Reisi Baha ile azacık dertleştik. “Azizim, uzak, dedi, vilâyet merkezimiz 160 kilometre- de duruyor. Antalya 200 mü ne! Denizli dört günlük yol. Ya vilâ- yet olmalı, yahut demiryolunun bir ucunu getirmeli bu limana..” İstanbul'un Haliç'i Fethiye li- manıhın yanında Atlas Okyanosu kadar hırçındır. Uzaktan bakın: Birer köşk kadar beyaz ve temiz evleri, dağları ve taşlariyle koca kasabayı limanın içinde tepetak - lak olmuş bulursunuz: O kadar durgun! Dışarda Akdeniz inim inim in - lerken bile bir martı kanadı do - kunmuş gibi gülümsiyen bu “süt limana” bir deniz sığıntısı demiye diliniz varmaz. Senenin dört mev- siminde de tahmil ve tahliyeye müsaittir. E vet; Kaş, Elmalı, Köyceğiz ve hattâ Tefenni kazalarını bile iktısaden kendisine bağlıyan bu geniş ve zengin hinterlandlı kaza vilâyet olursa, yahut demir - yolunun bir ucuna takılırsa idari, mali, iktısadi ve kültürel bakımdan temin edilecek faydaları kazanın genç ve hakikaten halkçı kaymaka- mi Ziya Oğuz'la bir köy odasında az mı münakaşa etmiştik! Belediye Reisinin hakkı vardı. Viyanalı bir iktısat profesörü- nün oğlu birkaç sene evel şöyle övünüyordu: “Viyana koca bir baş, Avusturya onun güdük kal - mış bir gövdesidir. Merkezler böy- le olmalıdır.” Gövdesinden önce başı koparılan Avusturya-Viyana şöyle bir yana; 0 dan 3000 metreye kadar değişen ovaları, yaylaları, ve bütün çeşitli topraküstü ve toprakaltı servetle - riyle Fethiye kazası cidden bir ha- zinedir, ve bu hazine Eğe denizi ile Akdeniz'in birleştikleri nokta- da küçücük Fethiye kasabasına do- lar ve onu taşırır. F ethiye'de sıcak iklim ve so - «4EUTURAUMADAMAK UKUA A O UKUK UKUKO GU CKU KA KAA AYU KU GA ARU KOKG AAA GOKU UKUA AK UKUKO UKO OU GAO GAOKO DU R KA KK E NU bol bol nasibedar edince bir pır- lanta olup çıktı. Fethiye'yi bir Avrupa şehrin - den farksız derlerde inanmazsa - nız, muz ve portakal mevsiminde buyurun bir kere! Cahit BEĞENÇ IlllllllllIIlllllllllllllllllllllllllh; Kızılay Ankara merkezi menfaatına 6 Eylü 1941 cumartesi günü ( RADYO ) Türkiye Radyo Difizyon Postaları Türkiye Radyosu — Ankara Radyosü ( Dalga Uzunluğu ) 1648 M. 182 Ko/s. 120 Kw. 81.7 M. 9465 Ke/s. 20 Kv, . A. P. 19.74 M. 15195 Ko/s. 20 Kw, 'I. A. 9. CUMARTESİ: 6.9.1941 7.80 Program ve memleket saat ayarlı 7.83 Müzik; Hafif program (PlI.), 745 AJANS HABERLERİ, 8.00/845 Müzik: Senfonik program (Pl-| B ö ae 13.30 Program ve memleket saat ayari. Ormaıl Ç'ftllgtflfi_.e "yapıla_- 13.88 Müzik: Türçe Plâklar, cak Sünnet Düğününe ait Z| 1345 AJANS HABERLERİ. tren tarifesi 1400 Müzik; Tükçe Plâklar programi Ankaradan Gazi istasyonu- na gidecek trenler Ankaradan Gaziye: hareket — varış £ Saat D. Saat D. nın ikinci kısmı, Müzik : Riyaseticümhur Baudt'ldw (Sef; İhsan Künçer). 1 — Emin Cenkmen; Marş, 2 — C. Powel: Entermezz, 38 — Johann Strauss: Yarasa operi tinden Uvertür, | 4 — G. Bizet; İkinci Arlezyen Suit' 14.830 | - — Ankaradan 11,35 1145 — z (1) Prelild, (2) Entermezz, (3) Mü z ' nlle, (4) Farandol. — 1515 Müzik: Dans müziği (PI.). | 2 — Mamaktan — gelen 1406 14535 14,45 5| 1523/1830 KABANIŞ, | D K yaytür ğ ğ K z 18.00 Program ve memleket saat ayarlı Tişdn 1610 16448 1658 5| 1803 Müzik: Karışık şarkılar. | W Trmarsaea 1810 18,20 E| 1810 Müzik: Radyo caz ve tango orkest $e VÜ 19,30 19,40 £ rası (İ. Özgür ve Ateş Böcekleri, 6 — ik 21412 21,22 £| 19.00 Konuşma: (Kahramanlar saati). . VA 5 - T — ” 22,55 283,05 E| 19.15 Müzik: Radyo cez ve tango orke! Gazı'den Anlıara ı':laıyonu- E rası programının ikinci kısmı, na gı'decek trenler z 19.80 Memleket saat ayarı ve Ajans y P , z berleri, | —| 1945 Konuşma: (İaşe Müşteşarlığı 1 — Gaziden 11,55 Kayaşa kadar5 na). | 2 — ” 15,05 * » E|1955 Müzik: Fasıl sazı. î ğ ” îğfğ ” " Z| 2015 Radyo gazetesi. işak '" ":;_'5 ': :: X| 2045 Müzik; Karışık şarkılar. | göt 4 18,40 Ankaraya , E| 2100 Ziraat Takvimi ve Toprak M T — 5 19,50 y ” G leri Borsası, | $- ü 21,80 , » E|2145 K ! (Günün leleri). —| 90— » 23,20 ” ” E 22.00 Müzik : Radyo salon orkestri d0ree 5 1 Mamağa ,, < (Violonist Necip Aşkın). F LLLULDL D COC LA Toplantı Kızılay Umumi Merkezinden 1— Bizet: L'Arlesienne, 2 — Raff: Cavatine, 38 — Kreisler: Aşk şarkısı, 4 — Wieniawski: Efsane, 5 — Sibelus; Nymfernes Danş. Memleket saat ayarı, Ajans Habef” leri; Esham-Tahvilât, Kambiyo * Nukut Borsası (Fiyat). Müzik : Radyo salon orkeıtrld | 22.30 2245 miş kül renkli sütunlar Çizre ehramları değil Fet- Babadağı, Çaldağı, hiye dağlarıdır: 'Göktepe... Fethiye tarihte tepeleri ve beldeleriyle meş- hurdu. Eski ismi Telmissus'tur. Sonradan Makri, derken Meğri oldu, nihayet şehit Fethi Beyin kah- raman hatırasına izafeten Fethiye dendi. köylüler İskele derler. Ömürle - |rinde bu kasabayı bir kere görmüş elanlar ağız birliği yapıyor ve iddia ediyorlar: Fethiye dünya - nin en güzel iskelesidir. Zaten orası eski zamanlardanberi diller - de destandır: Romalılar Fethiye limanı ile körfezine “Şarap kade- hi” derlerdi. Strabon'u okumadım ama, Char- les Texier, L'Asie Mineure isimli kitabında Lisya denen o havaliyi bir öğer, bir öğer!... Şu altına, petrole hücum dev - rinden binlerce yıl önce yaşıyan tarihin ârtist kavimleri bütün za- rafeti ile bir kadın dudağı, bütün kudretiyle bir erkek adalesi olabi- len mermer nerede varsa oraya hücum ederlerdi: Lisya'nın kalker kayalarında beş parmağının eti kalmış ne milletler vardır! Telmissus kâhinleri cihana par- mak ısırtırlardı. Harbe tutuşacak kırallar bile buraya heyetler gön- “düğümü çözmiye Akdağ ve Fakat derirlermiş; sefaret heyeti değil ama, bir nevi “kehanet heyeti” ! Keyhüsrev - Kresus hikâyesini bilirsiniz. Koca İskender Zülkar- neyn bile Halikarnas (Bodrum) kalesinin muhasarasından sonra dayanamadı, oraya uğradı da kör ondan sonra gitti. K ayaları oyum oyum oyulmuş- tur. Methaldeki sütunlara, dal dal oymalara bakıp da “saray- mış” derseniz düzeltirler: “me- zar” derler, Balıkçılar bazan kıyı- larda denizden kol bacak çıkarır - lar: “Hangi düşüncesiz atmış bu kıymetli heykelleri!” diye kızma- yın, tiyatroları ve saraylariyle bir- likte mavi dalgaların altında bin- lerce senedenberi bir şehir yatı - yor: siz de kolunuzu uzatın, belki elinize bir baş parmak geçer ! Şehrin şurasında burasında ti- yatro harabeleri; şu köyde dikili yudum suyu üsfüsle içemezsiniz Akdağ'ın tepesinde sinek olmadığı için atlar kuyruk sallamaz taşlar, bu köyde yedi kapılı yeraltı mahzenleri vardır. Bu geniş mah- zenlerin nasıl zaptedildiğini size anlatırlar, Homer — şarkılarında, Troie'nın fethini okur gibi olur - sunuz. Köy ananesi kimden ve ki- min tarafından zaptedildiğini söy- lemez, biran için Chanson de Ro- land'ı okurken duyduğunuzu du- yarsınız; Frenklerin “geste” de- dikleri destanlardaki 0 bambaşka şiiri ve günahsız ürperme haletini. Fethiye, eski zamanın sanatkâr ve cengâver kavimlerinin izlerini değil canlı canlı eserlerini hâlâ saklayıp duruyor. Şehrin içinde, belediyenin yanı başında, İsken- der'inkine benzer, yekpare taştan yapılmış, dört yanında cenk ve cengâverler kabarmiış mezarlar var. Lisya “âsarı menkule” si cüm - hüriyet yetişmeden Avrupa'yı çok- tan boylamış. Londra müzesinde- kileri bir fransız seyyahı anlatır, fakat Luvr'da ne kadar var, bunu ğuk iklim yanyana, daha Umumi merkezimiz 6 eylül Pprogramının ikinci kismi, doğrusu üst üstedir. Kasaba ha - 941 cumartesi günü saat onbir- 6 — Straüsse: Viyana Ormanlafi mam: soluk aldığınız belli olur de Yenişehir'deki binasında Efsanesi. j Haa ça İ c yi 22.55/23.00 verdiğiniz belli olmaz, Akdağ'ın toplanacâğından — sayın, AZİânın Yarınki Program ve Ka a eteklerinde, koyun ve davar sürü- teşrifleri rica olunur. 4124 A ULLLD DDD leri su içmez kar yalar. Sahil bah- KEEAAAA AAA BAD VERAAAA AYA ” | g” çelerinde muz ve hurma gölgesin - 'e | de ter Gdökersiniz, yaylalarında ö Sebze fıyatlan dört yudum suyu bir solukta içe - Bugün bilirseniz alnınızı karışlarlar. Aşa- ULUS Sinemasında Ankara Belediyesinden : ğıd.a,.o.rmanlık ve ça!ılıklar'arasm— 2. Film birden 6-9-19â1 da irili ufaklı bin bir vahşi mah - 2640 0x1780: ü ü 1 lük vizil vizil dolaşırken Akdeğin VEl ga| “ Sebzelerin günlük azami “At kuyruk sallamaz” - tepesinde 1 — Siyah gözler perakende satış fiyatları hakikaten atlar kuyruklarını sal - Harry Baur Cinsi: Menşel Kurus | lamaz : çünkü sinek yoktur, yaşıya- 16 - 19 da —ei maz. 2 — SEKİZİNCİ Lahana Ankara 10 Şekiy bir Vinei gibidğr. y _70 SÜ Ciaudette Colbert - Gary Cooper S SORM - » senedenberi muasır şehircilik plân p Ka Kabak >ö 6 larına göre imar gördü. Cümhuri- Gece 21 de Siyah gözler Ayse fasulya bi 20 iye'yi i i Çah » » 21 yet de Fethiye'yi kendi feyzinden Söntetek Ç ir Patlıcan (kemer) » 10 Ö Yuvarlak j 30 Ağustos Zafer piyangosu fevkalâde çekilişi dolayısiyle pi- patlıcan di np yangonun 7 inci tertip 2 inci çel_:ili; aylık piyangosu 15 eylül 941 Dolmalık re alınmıştır. biber Ş 150 d SEE K ee ıF a K Sivri biber R 7.50 Bu çekiliş 15 eylülde İzmir Enternasyonal Fuarında yapıl Bamya Bilecik si caktır. Barbunya Devamlı biletlerinizi 10 eylüle kadar değiştiriniz. TAMUYR, Buraa di Bi p M AŞT ç P ü Patates (Sarı) Adapazarı ll 7 inci tertip 3 üncü çekiliş gene 7 Teşrinievel 1941 dedir. Kuru soğan Muhtelif n KUT C 'NOEL N TU | Z r—-—_î;hîkuNo:45 e e v LBılınmezkı.. Yazan: Vicki Baam — Çeviren: Burhan Belge Evlin Frank'ın beğenerek ısmarladığı salçalı kal- kan balığını yiyordu. Tam bu sırada, birinin kendine baktığını gördü. Karşı sıralardan birinde, karanlık- tan bir çift göz, kendine bakıyordu. Frank sordu: Ne var canım, bir şey mi var? — Bilmem. Bir adam bana bakıyor. — Bakar a yavrucuğum! İnsan terbiyeli bir Parisli olurda senin gibi güzel bir kadına bakmaz olür mü? Evlin başını sallıyarak ve içinde bir ezinti hissede- rek: — Hayir, dedi, öyle değil. Bakan adamın yüzünü hatırlıyorum. Yalnız bilmiyorum, nerede gördüm. Frank, bardağına şarap koydu ve tasasız bir tavırla: — Keyfine bak sen... Buraya kimsecikler gelmez. Sen Burgony şarabını sever misin? Ekseriyetle, ka- dınlar, sevmez. Evlin, uysal, şarabını içti ve gene karşıdaki adama baktı. — Bildim, doktor Ekhart! dedi. Ve dudaklarının, dudaklarının üstündeki boyanın, hattâ gırtlağının bi- le, üşüdüğünü hissetti. Bütün derileri gerilmişti. Dr. Ekhart, kocasının muavinlerinden biri idi. Yeni evlenmişti. Hattâ, evde, münakaşası bile olmuştu; bir hediyemi yoksa sadece bir tebrik telgrafı mı gönder- mek lâzımdır diye... Anlaşılan yanındaki kumral kadın, karısı idi ve her halde, bal ayı se;;ahatinde idiler, Fakat Evlin, Dr. Ekhart'ın belki de kendini tanı - mıyacağını umdu. Sinirli sinirli ve yüksek sesle fran- sızca konuşmıya başladı. Sörlerde öğrendiği gibi te- miz ve düzgün bir fransızca konuşmak için, âdeta — m kendini zorluyordu. Fakat, hiç bir işe yaramadı. Ek- hart, ayağa kalkmış ve suratındaki yara izleri (1) ve ortadan ayrılmış saçları ile, topuklarını biribirine vurarak karşısına dikilivermişti. Her halinden, alman üniversite talebesinin hususiyetleri sırıtıyordu. — Hayret! Demek ki Paris'tesiniz, hanımefendi! Kocanız da burada mı? Değil değil mi? Berlin'de kal- dı, evet. Bizim de seyahatimiz artık bitmek üzere... Ne yazık, güzel günler çabuk geçiyor, değil mi? Biz Cezair'e de gittik. Görseniz karım cezairli ol- du çıktı. Herif bir türlü susmuyordu. Ne yapsın? Demek ki, ona rastlamak da mukaddermiş... Evlin, dudaklarının arasından mırıldanır gibi: — Dr. Ekhart, size Mister Devis'i takdim edeyim, dedi. Si Frank amerikanvari hafifçe eğildi, Ekhart da as - ker gibi bir reverans yaptı. İzahat bekliyor gibi idi. Evlin, ufak bir yalan kıvırdı ve yalvarır gibi bir sesle: — Bir arkadaşımla Paris'e gelmiştim.. Bilmem Mar- yan'ı tanır mısınız? Ekhart, heyecanını hâlâ zaptedemiyordu: — Hayret hayret!.. Ne güzel tesadüf! Üç haftadır yoldayız. İlk defa olarak bir tanıdığa rastgeliyoruz. Sizi görünce, hemen karıma sordum. “Kuzum, karşı- daki Bayan Droste değil mi” dedim. Peki, daha kaç gün buradasınız? Ya... demek birkaç gün. Ne muazzam şehir değil mi? Paris, işte... O hal- de inşallah Berlin'de görüşürüz. Aman, ne güzel te- sadüf, ne güzel tesadüf ! Bayan Ekhart, fırsattan istifade, tuvalete gitmişti. Şimdi oradan dönüyordu. Kocası çağırdı ve gene bir yığın lâfı bir araya getirerek karısını takdim etti. Ni- hayet, cehennem oldu. Gene topuklarını biribirine vurdu, eller sıkildı, reveranslar yapıldı, Berlin'de ge- ne görüşürüz, dendi. (1) Alman üniversite talebesi, kendi aralarında kılıçla dö- hemen yi böyle yara izleri vardır. ' b U » zi di aüi ll Evlin : — Hele şükür dedi ve Frank ile baş garsonun pek beğendikleri krem-süzet'i yutmıya çalıştı. Her şey mahvolmuştu. Öyle ya, her şeyi kocasına anlatmaması için Ekhart'a kim mani olabilirdi. Tam aytıliırken Evlin hangi otelde oturduklarını sormuştu. Âtina otelinde imişler. Acaba gidip ada - ma yalvarsa ve bu karşılaşmadan kocasına hiç bah - setmemesini ricâ etse, acaba nasıl olurdu? Gözünün önüne gayet dramatik bir sahne geldi. Sı- cak ve tatlı krem-süzet, ağzını yaktı; bir kadın bir adamın önüne diz çökmüş yalvarıyordu. Bir taraftan da şarkı sesleri geldi mi, tamamdı. Alın size Toska operasinin malüm sahnesi! Yok canım, nasıl olur? Bir nevi isyan hissi ile: “Pekâlâ, dedi. Ne olursa olsun. Daha iyi. Her şey bitmiş olur.” y Bu her şeye Düsseldorf caddesindeki mutfak koku- ları, gaz hesabı, tütsü makinesi ve dadının giıcırdıyan potinleri, dahildi. Fakat ne çocuklar ne de Kurt'un müşfik sevgisi, dahil değildi. Frank, Ekhart'ta göre göre, suratındaki yara izle- rini görmüştü. Sordu: — Kuzum, Almanya'da hâlâ bu kılıç düelloları de- vam ediyor mi? — Ne gibi? Evlin, Frank, ingilizce konuştu mu, her defasında, kendini toparlamıya mecburdu. Frank, hesabı gördü, parayı peçetenin altına sürdü. Evlin, gözü onda seyre dalmıştı. Birden, karşısıın- da sanki bir yabancı vardı. Sanki onu hiç tanımamıştı. Frank da aynı müşahedeyi yaptı. Hattâ bir defa - sında, Frank, “bu kadını ne yapayım, nerede biraka - yım” diye bir nevi sıkıntı bile duymuştu. S Frank, Evlin'e birkaç hoppa teklifte bulundu. Tabit yapacaktı. Kalkıp Paris'e kadar gelmesi, sanki ciddi bir iş mi idi? Bir maceradan farkı var mı idi? Şimdi ise, şuracıkta oturup sinmiş, Frank'ın ko - nuşma tarzına kendini alıştırmıya çalışıyordu. Cevap veriyordu ama, bunu gelişi güzel, sırf cevap olsun di- Di T MAT YAT N TP ye yapıyordu. — Ben o nevi kadınlardan değilim, dedi. * Frank gayet neşeli: — Y4.. Öyle mi? E peki sen ne nevi kadınsın ve ne nevi kadin değilsin, dedi. Frank, koluna girmişti. Frank'ın kolu, sıcaktı. Ha « fifçecik, göğsüne dokunuyordu. Evlin, ruhi bir telşla, içinden şunları düşündü: “Gitsem, ah bir kalkıp gidebilsem, dedi. Trene atla- yıp kaçabilsem.. Daha vakit varken, daha bir şeyler olmadan gidip Kurt'a her şeyi itiraf etsem! Ben bu işi yapacak kadın değilim... On dokuz mark! Tutup nasıl para isterim, bana avdet parasını ver, derim? Hem sonra... Dönmek mi? Kim dönmek istiyor? Ben mi? Ne münasebet! Kim demiş! Frank, Frank, bilsen ne kadar bahtiyarım, canım! Yalnız işte, kor « kuyorum, çıldırasıya korküuyorum! Frank ne olur be- ni koru! Frank, bilsen ne kadar zor ctanım, çok zor bu iş, Frank! Frank bir dağı arkama yüklensem, daha kolay, sen halbuki hiç anlamıyorsun!” Gene bir taksiye binmişlerdi, gidiyorlardı. Önce Sen nehrini takip ettiler. Bir köprüden geçtiler. Kon- kordya çeşmesine geldiler. Sonra Şanzlize'de bir ne- hir gibi akan otomobillerin arasına katildılar. — Nereye gidiyoruz? dedi Evlin, Frank neşeli cevap verdi: — Bua'ya gidiyoruz. Prekatalan'a Birden Evlin, ne istediğini ve şu saatte nereye git- mesi lâzımgeldiğini tayin etti. Paris'te bir küçük ve her zaman tenha bir kilise olacaktı, Pençereleriden mavi ışık sızan sihirli bir kilisecik.. Bal ayını geçir- dikleri zaman da buraya gitmiş ve o günkü heyecani ile, burada ağlamıştı. Evlin öyle sanıyordu ki, bu kiliseye gittiği takdir- de, her şey düzelecek, her şey taayyün edecek, hef — şey yoluna girecekti. : Fakat bir türlü adını hatırlıyamıyor; otomobil de boyuna yol alıyordu. Bua'ya yaklaşmışlardı bile. (Sonu var)