7 Kasım 1940 Tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 4

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ULUS Ç Aile mefhumu üzerinde çok duralım B. Refik İnce Ankara radyosunda bu mevzu üzerinde bir konuşma yaptı Hukuk İlmini Yayma Kurumu, bir kaç senedenberi yaptığı hizmetler cümlesinden olarak radyo konuşmalarına başlamıştır. İlk konuşmayı evelki gece, Hukuk İlmini Yayma Kurumu Reisi ve Manisa Mebusu B. Refik İnce ır, Bu kc e Ai İ Sayın dinleyiciler, İsmini ve çalışmalarını gerek radyo, ge- rek gazeteler ve eserleri vasıtasiyle öğren- diğinize şüphemiz olmıyan (Hukuk ilmini yayma kurumu) bu sene de karşınıza gel- miş bulunüyor. Ve size, her vatandaşın u- mumi malümatını artıracak hasbihallerde bulunmak vazifesini yapmağa — bugünden itibaren gene başlıyor. Her salı günü saat 21.30 da kıymetleri takdirlerinize de maz- har olacak muhtelif meslekteki arkadaş- ları birer çeyrek dinlemek lütfunda bulu- nursanız, simalarınızda hasıl olacak mem- nuniyet izleri, kurumumuzun daha ziyade gçalışmasına ve uğraşmasına güzel bir teş- vik vesilesi ol: tır. Size yirmi hasbihalde bulunacağız. Biz bu hasbihalleri iki esaslı mevzu etrafında topladık. Biri (Aile), diğeri (Vatandaşın devlete karşı i). Bu iki di f tâ hilkati denberi muha- faza etmekte olduğu ehemiyeti, ikincisi- nin bilhassa bugünkü dünya — bâdireleri içinde her vatandaşın kafasına ve ruhuna nakşedilmesi lâzım gelen tesirini izaha ha- cet görmüyoruz. Bu mevzular Üzerinde siz- lere muhatap olacak konferansçılara şim- diden kurum namına teşekkür borcunu ö- derim. Aziz dinleyiciler, Bügünkü hasbihalimizin mevzuu (Alile bir n etraflı bir hülâsasını okuyucularımıza veriyoruz; manda fertleri de doğurur. Fertler ölür, fakat aileler, fertleri ezelden, ebediyete isal rolünü ifa eder. Biz Türklerde (iki el bir baş için) derler. Aynı vecizeyi (bir ka- dın, bir erkek, bir aile olmak içindir) şek- line sokamaz mıyiz? Aile Kurmak ve evlât sahibi olmak ihti- yacı tabil Ihtiyaçların başındadır. (Ben evlenmek istemiyorum, yahut evlenmiyece- ğgim) diyenlere hılkat garibesi demekten maada bir şey elimizden gelmez. Bugünkü yaşamasını, dünkü ana ve babasının aile hasıl old inkâr edecek kadar insanl ihtiyaca karşı arka çeviren- lere acımak değil nefret sillesi savurmak lâzımdır. Biz çok insanlar biliriz ki, ya gençliği- nin, ya refahının verdiği kuvete itimatla hayatı yalnız her türlü zevklerini tatmin- den ibaret telâkki etmişken geçirdikleri hayatın acılarımı ve teessürlerini kırkın- dan sonra evlendikleri zaman tatmışlar ve mazide irtikâp ettikleri bu günâhın ceza- sını çektiklerini ve çekeceklerini itiraf et- mişlerdir. Her tabii hâdisenin kendine göre kanuni ve kanunun da bir icra ve tatbik zamanı vardır. Akıllı ve niçin doğduğunu idrak e- den insanlar o zamanı geçirmemeğe çalış- malıdırlar. Bazı gençlerin kazanç ve maaşlarımın kur çok ) dir. Evet, insan denen meydana gel d yaşamasına haysiyet ve şeref sahibi olma- Bına ve devlet teşkil etmesine ve nihayet ebedileşmesine hep bu (aile fikri) ve (alle teşekkllü) sebep olmuştur. Alle; hayatın kaynağı, saadetin tecelli Bahasıdır. Aile, insana insanlığını hisset- tiren tabil ve cibill! bir ihtiyacın doğurdu- ğu müessesedir. Her tesiste olduğu gibi onun da kendine göre kuruluş, yaşayış, Ö- lüş tarzları ve kanunları vardır. Alle, bir erkek ile bir kadının kurduğu bir binadır ki temelini evelâ iki tarafın müş terek hüsnüniyeti yani ahlâkı; çatısını da gene iki tarafın müşterek ve vefalı düşün- celeri ve yaşayışları teşkil eder. Onun için bir evlenme, her şeyden evel karşılıklı di- leklerin birliğinde kendi kuvetini bulur. Erkek kadımın güzelliğine, malına, kadın da erkeğin mevki ve malına göz dikerek idealsiz bir alile kurarlarsa böyle allelerin akıbetleri şüphelidir. Zira ne yüz güzelli- #i, ne menfaat, hüsnüniyet ve ahlâkta mev- ki alan meziyetlerden değildir. Gönll, insanın tabi! temayüllerini tah- rik eder, Fakat akıl ve vicdan o cereyana 1stikamet verir. Bu sebepl d kifayetsizliğini vesile ittihaz ederek evlen- me kararı veremediklerini görmekle azap duyuyoruz. Onlara şöyle bir akıl vermek- le iktifa edeceğiz: alle kurmada, evlenme- de öyle hakiki bir tasarruf mündemiçtir ki, bugün kazanılıp da kâfi gelmiyen ve kâfi gelmemesi de bekârlığın tevlit ettiği sefa- hattan doğan paralar, evlendikten sonra kâfi gelmektedir. Eğer dün her evlenen, evlendiği zamandaki şartları ve düşünce- leri mikyas ittihaz ile onlar gibi düşüne- rek evlenmemiş olsaydı, bugün çok alleler- den eser kalmazdı. Bugünün dar vaziyetini, istikbalin her şeyi vüdeden genişliğine e- sağ tutmak, âtiden ümitvar olmamak değil- dir. İstikbalden ümidini kesen böyle in- sanlar için esasen hayatın mânası yoktur. Türkün tevekkül ve fakat hesaplı bir te- vekkül mânasını taşıyan güzel bir darbı meseli vardır, Karı ve çocuk rızıklariyle beraber gelirler.. Ne kadar doğru ideal! Birçok insanlar biliriz ki, tek başına ya- şamak zor dan şikâyet tabi- atın ve Ihtiyacın sevk ve ilcasiyle evlen- miş, çoluk çocuk sahibi olmuş ve arkasın- dan da (Yarabbi şükür) demeğe başlamış- tır. Bu (şükür) de hayatın yürüyüşünde mesafe aile büyük evel evleneceklerin kuracakları yuva Üze- zevki içtir. rinde müşterek noktalara sahip olmaları lâzımdır. Kefaet yani karı ve kocanın biri- birine küfüv olması şartı neden eskidenbe- ri içtimat ve hukuk! alemde yer almıştır? Bir âlimin yanına dünya güzeli bir cahili, bir zenginin yanına hayatı görgüsüzlükten yıpranmış bir anormali getiriniz ve yahut duyguları biribirine uymıyan iki gayri mü- tecanis, hayatı görüş ve anlayışı yekdiğe- rine aykırı bir kadınla erkeği birleştiriniz, bunların husule getireceği ahenksizliği der- hal canlandırmış olursunuz. İnsanlarda hukuk fikri yoökken bile iç- timat bir zarüret neticesi olarak evlenen- Alle, müşterek ve ahenkli hayatın ayna- sıdır. Bir ailenin erkeği de, kadını da her rı, herkes için muayyen bir ölçü olarak kullanılabilir: o da bir alle sahibi olmakta. Yekdiğeriyle zırlaşmıyan, biribirlerinin dertlerine zevklerine ortak olan, biri diğe- rinin destekliğini yapan bir aile muhitin- de daima saadet havası eser. Aksinde ise zehir. Onun içindir ki, bir ev, haline göre ya cennet, ya cehennem, diye tasvir olu- nur. İşte nasıl yapmalı da her evde Saa- det havasını estirmeli? Üzerinde bütün in- sanların ayrı ayrı düşündüğü ve çaresini aradığı bu mevzuun bir kalde ile ifadesine imkân yoktur, Fakat bu imkânın esaslarını koymak da kabildir. O esasları şgöylece Ba- yıvermek faydalı olur. 1 — Daimtliğini istediğimiz bir allede kadın kadınlığını, erkek erkekliğini bilme- H, Tabiatın ve içtimat! hayatın taksim et- tiği vazifelere karşılıklı müdahale edil- memeli. Dikkat ediniz, kadın asla, kendi tabiatına benziyen erkekten hoşlanmaz. Bir erkek de, kadının kendi işine müdaha- lesinden azami surette rahatsız olur. 2 — Her iki vücudun biribirine, haysl- yetine hürmeti bilhassa candan olmalı, ka- rısının yanında ve bir cemiyet içinde baş- kasının güzelliğinden bahsedecek — kadar züppelikten cemiyet hayatımızı korumalı, 8 — Kadın asla ihmal edilmemeli. Sev- diğinin her türlü zahmetine katlanan ka- dım, kendine ortak kabul edemez bir hıl- kattedir. Kadın arandığını, sevildiğini, tu- tulduğunu bildiği nisbette erkeğine, alle- sine bağlıdır, 4 — Kadın da, erkeğini bilhassa takatin- den fazla masrafa sevketmemeli.. Erkek için en büyük zevk evine, barkına erzak taşımak ve bunun ailede husule getirdiği zevke şahit olmaktır. Günlük nafakasının ıstırabını taşıyan bir erkeğe, kudreti olma- dığını bildiği halde bir balp elbisesi sipa- riş etmek o erkeğin değil, aile birliğinin temeline vurulmuş kuvetli bir kazma tesi- ri yapar. 5 — Her ajle behemehal çocuk sahibi ol- malı. İnsan nasıl tabinatın tesiriyle evle- nerek müşterek hayat zevkini tadıyorsa, kendinden sonra gelen ve kendisini ebedi- leştiren çocuklara sahip olmakla da yara- dıcılığını görmek bahtiyarlığına ulaşır. Ne bedbaht ve ne esefe lâyık zihniyet sahibi- dir o insanlar ki, evlendikleri halde çocuk istemezler? Çocuk bir evin neşesi, üHile bir- liğinin perçini ana ve baba hayatının istik- balidir. Bir an için içtimal hayattan (ço- cukları düşünme) vazifesini kaldırınız, be- şeriyeti zevksiz ve neşesiz bir sürü halin- de görürsünüz. 6 — Her aile, kendisini devlet ve millet- ten esaslı bir uzuv telâkki etmeli ve onda- ki inhitatı, inhidami, teşevvüşü netice iti- bariyle devletin inhitatı, inhidamı, teşev- vüşü telâkki edecek kadar yüksek ve mil- 1t bir mefküre taşımalı. Esasen medeni ka- nunların alle hukukuna müdahalesinin es- babı mucibesini bu teşkil etmez mi? Bütün bu saydıklarımıza ilâve edilecek daha çok şeyler bulunabilir. Fakat bir de- fa kafasında (aile fikri) ve (aile muhah- beti) yerleşen insanlar için bu müesseseyi yaşatma kanununu bir noktada toplamak ga kabildir: ahlâk.. Her iyi işin ııızım)ığım yapan büu quı— tür, herkesin vicdanımdan doğar. Vicünn sedasını iyi dinlemesini bilenler, kadın ol- sun, erkek olsun, kurulan yuvanın yaşama- sı neye mütevakkıf olduğunu çok iyi bilir- ler. Başkalarını birçok mazeretlerle aldat- miş olsalar bile, kendilerini aldatamazlar. Onun içindir ki, afle içine yerleştirilmesi lA zım en kaddı delerin da vic- şeyden evel leriyle d gelen birliğin çok sadık ve vefalı âzâsı olması lâzımdır. gaadet, herkesin ölçüsüne göre tarif edi- len bir hulyadır. O, gelir, geçer tutulur, kaçar, Ümit edilir bulunmaz; arkasından koşulur tutulmaz, tuttum diyenlerin av- cunda görülmez, kaçtı denir, yanınızda bu- lunur. Gündeliğini çıkaran bir hammal o gün- kü hayatını tam (saadet) ile 1fade ederken, üÜmit ettiği (1000) lira yerine (900) İira hayatı tasvir olu- ler arasında bu kefaet şartı bu Hğin önüne geçmek için konmamış mıdır? Alle fertlerden doğar ve fakat aynı za - nür, Fakat, bence saadetin müşterek bir temsil ve tecelli sahası vardır, aşağı yuka- danlar doğan ahlâk kanunları, ec- dadımızdan tevarils ettiğimiz ahlâk düs- Sergiyi gezerken Güneşimize ne oldu? Vedat Nedim TÖR İkinci devlet resim sergisini dola- şırken bir şeyi yadırgadım: Güneşsiz- lik. Tıbça bir telmih yapmak caizse, bu sergiye fakrüddeme müptelâ denebi - lir. Güneşten ışıl ışıl yanan Türkiyr miz nerede? Renklerin cümbüş yap - tığı yurdumuza ne oldu? Işıkların âyini içinde fıkırdıyan topraklar, gök- ler, denizler neden, sanki sözleşmiş gibi, hep böyle kasvetli kül rengine, karanlık maviye, hasta sarıya bulan - mış?. İnsan, bu sergiden çıkarken, Göhte gibi bağıracağı geliyor: Amanın dost- lar! Daha çok ışık*l Yozgat orta okul çocuklarının bir hafta evelki sergileri ile bu üstad ser- gisi arasında ne büyük tezatlar var * Onda, renk kıyameti, işık düğünü. Bunda, renk nekesliği, ışık kıtlığı. Onda, çocuğun sihatli neşesi, göz kamaştırıcı nikbinliği. Bunda, şehirlinin mariz somurt - kanlığı, uyuşuk bezginliği. Ressamlarımıza Yozgatlı çocukla - rın şimdi İstanbula giden sergilerini bir kuvet şurubu gibi, bir ruh enjek- siyonu gibi tavsiye ederim. * Fakat bütün bunlar, “güzel”in te - kevvününe mâni değildir: Güneşsiz ve renksiz de “güzel” yaratılabilir. Nitekim, Halil Dikmen'in Giresun - dan getirdiği manzaralar halâ gözle - rimde tütüyor. Ve sadece renkli olmanın sanat e - seri yaratmak için kâfi gelmiyeceği- ni isbat eden eserler de yok değildir. Yalnız Turgud'un renkli ve hareketli “bayram yeri” hakikaten bir sanat bay- ramı | * Neden bu böyle? diye düşündüm. Ve kendi aklımca bir izah da buldum gibi. Yanılmış olabilirim, Fakat düşün düğümü açığa vuracağım: Güzel | natlar Akademisi profesörlerinden üs- tat Leopold Levi'nin — eserlerindeki renk manzumesi, ışık skalası gayri şu- urft olarak ressamlarımız arasında “*moda” oluvermiş. Bir fransız ressamı, ille şimdi için- de bulunduğu ruh haletinin tazyiki ile, renkleri inkâr edebilir, güneşten nefret edebilir. Fakat bizim ressam - larımız ? Köy kadın gezici kurslarına öğretmen yetistiriliyor Maarif Vekâleti köy kadın gezici kurslarında istihdam olunmuk üzere enstitülerce seçilen 10 enstitü mezü - nu bir ay müddetle İstanbul Beyoğlu akşam kiz sanat mektebinde biçki ve dikiş stajiyerliği yapmalarını karar- laştırmıştır. Seçilen talebeler Bn. Bn. Behire Esişen, Muzaffer Özçalış, Vuslat Altındağ, Sabiha —Erdoğan Hatice Ersan, Fatma Soğuksu, Leman Falay, Rebia Benlerli, Mesrure Yum- lu, Şefika Aybar'dır. turları ve içtimat teamüller Hayatta hiç bir kanun, yalnız kendiliğin- den hiç bir derdin devası olamaz. Hasta bir aile birliğini tedavi için gösterilen ka- nun reçeteleri zaruret halinde en son mü- racaat edilen vasıtalardır. Marifet; aile muvazenesini bozmamak ve onu yaşatmak, erkeklik ve kadınlık faziletini karşılıklı göstermektir. Bu kadar mübarek bir aile ocağının neşredeceği dumanlarda — hayat vardır, millet vardır, devlet vardır, niha- yet insanlık vardır. Bu ocağı yaşatmak ça- resine ciz bir surette ifade etmiştir: (Kari ve koca yekdiğerine karşı aile bir- liğinin saadetini müttehiden temin ve ço- cukların iaşe ve terbiyesine beraberce ih- timam etmek hususlarını iltizam etmiş o- lurlar. Karı ve koca biribirine sadakat ve müzaheretle mükelleftir). Ne mutlu o karı ve kocaya ki, kendile- Tine ahlâkı rehber ittihaz ederek, o saa- deti bulmüş olurlar. İşte biz de bunun içindir. ki, (alle mefhumu Üzerinde çok Kanunu ne ve- ) diyoruz. Sınırdaki orduya kışlık hediyeler Yardımsevenler Cemiyetinin güzel teşebbüsü Sayın Bayan İnönü'nün yüksek hi- mayelerine mazhar bulunan, Ankara Yardım Sevenler Cemiyeti, aziz vata- nımızın bekcileri kahraman askerle - rimize kış hediyeleri tertibi işini teş- kilâtlandırmıya başlamıştır. Kışın baş ve kulakları koruyacak başlıklar örülmesi işi için mektepli - ler şimdiden faaliyete .geçmiş bulu - nuyorlar.Diğer taraftan cemiyet semt semt birer sual varakası yollıyarak, ev kadınlar dan yardım i iş ve şu sualleri sormuştur : “Aşağıda yazılı yardım şekillerin - den hangisini tercih edeceğinizi hi - zasına işaret etmenizi rica ederiz : 1 — Gösterilecek nümuneye göre pamuklu biçer misiniz ? 2 — Pamuklarını döşer misiniz ? 3 — Pamukluları diker misiniz ve kaç tane dikersiniz ? 4 — Tercih edeceğiniz işi evinizde mi yoksa cemiyetimizin göstereceği bir yerde mi yaparsınız ? 5 — Bu iş için haftanın hangi gün - lerini ve saatlerini tercih edersiniz ? 6 — Bedenen çalışmıya sihatiniz ve vaktiniz müsait değilse kaç pamuklu teberrü edebilirsiniz ? Malzemeyi cemiyetimizden tedarik etmeyi isterseniz : Beher pamuklu; dikişi sizin tara - fınızdan olmak üzere 115 kuruş, di - kilmek üzere cemiyetimize bırakıldığı takdirde 140 kuruştur. Teberrü edilecek olan pamuklula - rın dikişleri asker ailelerine diktiri - leceğinden bu suretle de ikinci bir yardım yapılmış olacaktır Bu suallerimize açık adresinizle bırlikte derhal cevap vermenizi ve ikinciteşrinin 9 uncu cumartesi günü saat 10 da Çocuk Esirgeme Kurumu - na teşrifinizi sonsuz saygılarımızla dileriz.,, Askerlerimize hediyeler göndermek için Yardım s;venler cemiyeti bir yemek tertip etti Sayın Bayan İnönü'nün yüksek hi- mayelerine mazhar bulunan, Yardım Sevenler Cemiyeti, hasılatını kahra - man askerlerimize hediyeler gönder - miye tahsis etmek maksadiyle bir ye- mek tertip etmiştir. Cemiyetin bu ye- meği, İkinciteşrinin 12 inci salı akşa- mı 21 de Ankarapalasta verilecek - tir. Bu yemeğe iştirak etmek isteyen sayın vatandaşlarımız, bilet karnele * rini Ankarapalastan, Yenişehir ecza- nesinden, Hasan ecza deposundan te- darik edebileceklerdir. Bir yemek kar- nesi üç buçuk İiradır. RADYO J e UA A AY b (Radyo Difüzyon Postaları) TÜRKİYE ANKAR: Radyosu Radyosu — Dalga Uzunluğu — 1648 m. 182 Kes,/120 Kw. 317 m. 9465 Kecs/ 20 Kw T0ALE 19.47 m. 15195 Kes/ 20 Kw T.A. G PERŞEMBE : 7, 1li. 940 Prograâam ve memleket saat ayarı, Müzik ; Hafif program (PI.), 8.15 Ajans haberleri, 8.30 Müzik programının devamı (P!.'), 8.50/9.00 Ev kadını - konşma : ( Güze kalmak ister misiniz ? ) Program ve memleket saat ayarı, Müzik : Türkçe filmlerden şarkılar 12.50 Ajans haberleri, 13.08 Müzik : Muhtelif türküler, 13.20/14.00 Müzik : Karışık program (P1.! 18:00 Program ve memleket saat ayarı, 18.03 Müzik : Radyo caz orkestrası (İb rahim Özgür idaresinde ) Müzik : İnce saz. Müzik : Cenubi Amerika havaları (PL), Memleket saat ayarı, ve Ajans ha « berleri, Müzik : Fasıl heyeti - karışık pros gram, Radyo Gazetesi, Müzik : Ltedler - Bedriye Tüzün tarafından, Müzik : Dinleyici istekleri, Konuşma ( Sıhat saati ), Müzik : Radyo orkestrası ( Şef 1 H. Ferit Alnar ), 1— J. S. Bach : İki Piano için kone çerto, do majör, Solistler : Ferhun- de ve Ulvi Erkin, 2— G, Bizet : Do majör senfoninin Andantesi, $— H. Berlioz : Benvenuto Cellini Uvertürü, Memleket saat ayarı, Ajans haber « leri; ziraat, esham - tahvilât, kame biyo - nukut borsası ( Fiyat ), 2245 Müzik : Dans müziği (P1.). 23.25/2330 Yarınki proğram ve Kapanış. Kati alâka Sayın müşterilerimizin nazarı dikkatinet Mağazamızda muhasebeci olarak çalış- makta olan Ziya Berkln 31. 10. 940 tari«s hinden itibaren mağazamızdan ilişiği ke« silmiştir. Muhterem müşterilerimize bildi- ririz. 8.00 8.03 12.30 12.33 18.40 19.15 19.30 19,45 20.15 20,45 21.00 21.30 ZLA4S. 22.30 Haraççı Kardeşler Mağazası BUGÜN ULUS Sinemasında Mevsimin en yüksek fransız filmi - Hakikatı arıyan adam Derin bir aşk, gizli bir 1stırap, sonsuz bir hicran kaynağı olan bu süper film, hakikt bir ömrün Mobilya 44830 romanıdır. ARTİSTLER : İMU — Jacgueline Deluba: Yvette Lebon Ayrıca: SWİNG DANSLARI Seanslar: 14,30 - 16,30 « 18,30 ve 21 de Gece numaralarınızı hemen kapatımız 'Telefon: 6294 Üa aa a.pC —— — Vilmoş ! Biraz ileri gidiyorsun. Nihayet, ablam- dır. Bunu unutuyorsun. — Affedersin, Gizella. Sana hissiyatımı açıkça söy- lemekte bir mahzur gör Gizella, garip bir bakışla kocasını süzdü. Vilmoş o- ralı olmadı. Vaziyeti kurtarmak için sözü karıştırdı : — Hayat hakkında ne kadar noksan malümatım var- mış. Bunu acı tecrübelerden sonra anladım. Hattâ Kun- fi ile yaptığım münakaşada da,.. — Kunfi ile mi ? Nerede gördün onu ? — Burada, Budapeşte'de. — Ne zaman ? Vilmoş, başını önüne eğdi. Birkaç saniye sfıstu. Yü- zü kızardı. Gizella, hiddetle ona bakıyordu. Vılmo_ş. Zo- raki bir tebessümle gülümsedi ve ağır, müteessir bir sesle konuşmağa başladı : — Gizella, beni anla yavrum ... — Ben de, senin anlamak istiyorum ya ! — Ben, sabahleyin erkenden Budapeşte'ye geldim. Garip bir hissin tesiri altında saatlerce sokaklarda do- laştım ... Senelerden sonra bu şehri nasıl bulacağımı merak ettim ... Evlere, insanlara baktım. Birkaç eski arkadaşımı aradım, . onlarla konuştum. Münaka.şalnr yaptık ... Siyasi münakaşalar . .. Vaziyetten hiç de memnun olmadım ... — Sen, siyasetle mi uğraşıyorsun ? Vilmoş'un, dudakları titredi : — Hayır, sadece ... düşüncelerimi arkadaşlarıma anlattım. — Ne düşünüyorsun ? Bana neden bahsetmiyorsun? — Seni alâkadar etmez de ondan ... — Yanılıyorsun Vilmoş. Seni alâkadar eden herşey beni de ayni derecede alâkadar eder. Fakat, sana hay ret ediyorum. Senelerce süren bir ayrılıktan sonra, Bi dapeşte'ye geliyorsun, karına, çocuklarına koşacağın er%*şîga'iakrl kadar sokaklarda dolaşıyor, arkadaş aret ediyor ve onlarla siyasi münakaşalar ya- ve ço sını en sonra hatırlıyorsun. : N ı dirt Yazan : MİHALY FÖLDI — Haksız yere itham ediyorsun Gizella. Niçin beni anlamak istemiyorsun ? — Anlıyorum Vilmoş, çok iyi anlıyorum. Bizlere ne kadar kıymet verdiğini bundan daha güzel gösterebile- cek bir misal tasavvur edemiyorum. — Gizella, rica ederim çocukluğu bırak. — Ben de sana, rica ediyorum, bu meselenin müna- kaşasını yapmıyalım. Çünkü; vaziyetin tevil götüre - cek tarafını göremiyorum. — Pekâlâ, mademki böyle düşünmek yorsun, ben de susuyorum.., Gizella, ayağa kalktı. Bu uzun saçlı, müstehzi gü - lüşlü, solgun benizli adamın yüzüne korku ve nefretle baktı. Asabına hakim olmıya çalıştı. Boğuk bir ses - le : — Bu akşam çok yorgunsun Vilmoş, dedi, uyuyalım. Haydi allah rahatlık versin. Vilmoş, elini uzatıp karısının elini tuttu. Gizella, bu temastan ürperdi. Süratle elini çekti. Kocasının üs- tünü örttü, Kendisi de karşıdaki karyolaya uzandı. Baş ucundaki düğmeyi çevirdi. Elektriği söndürdü. XVILI. Gizella, uykusuz ve buhranlı geçen bir geceden son- va yorgun ve sinirli bir halde yatağından kalktı. De - rin bir uykuya dalmış bulunan Vilmoş'u da uyandır- dı. Kalkıp, hazırlanmasını, işine geçiğeceğini söyledi. Vilmoş, itiraz etti. Halledilmesi icap eden bir çok a- te israr edi - Artık AD n ş vi Türkçeye çeviren : F. ZAHİR TÖRÜMKUNEY demiyeceğinden bahsederek, Budapeştede bulundu - ele ii olduğundan ve bir kaç gün İçin vasileye gi < 4 —l41— ğunu baada kimseye söyl ini sıkı sıkı ten- bih etti. Gizella, gitti. Kocasının dönmüş olduğunu hiç kimseye söylemedi. Öğleye kadar büyük bir asa - biyet içinde çalıştı. Öğle yemeğinde Vilmoş'u evde bulamadı. Akşam da geç vakitlere kadar bekledi. Me- raktan çıldıracak gibi olmuştu. Nihayet çocuklarının karınlarını doyurup yatırdı. Saat ilerliyor, vakit gece yarısını geçiyordu. Gizella, beklemekten usanmış ve henüz yatağ şti ki; sokak kap açıldı - ğını duydu. Hemen baş ucundaki düğmeyi çevirerek elektriği yaktı. Yatağın içinde oturdu. Vilmoş içeri girdi. Çok asabi görünüyordu. Genç kadın sordu : — Bu saatlere kadar nerede kaldın ? — Arkadaşlarla gayet çetin münakaşalar yaptım. Sırası geli hepsini anl Gizella, sesini çıkarmadı. Arkasını dönüp — yattı. Senelerce süren bir ayrılıktan sonra evine, karısına kavuşan bir adamın bu tarzda hareketine hayret edi- yordu. Aradan günler geçiyor, Vilmoş, karısına hiç bir şey anlatmıyordu. Gece yarısından evel evine dö ım, B tereddütler içinde kıvranan etrafına daima şüpheli gözlerle bakan, asabiyetten dudakları kısılan, buruşuk alniyle masasinın üstüne eğilip saatlarca didinen, zih- ninde kurduğu meçhul projelerin esiri haline gelen bir erkek kaim olmuştu. Bu suratsızlığın sebebi ney« di? Bu asabiyet nereden geliyordu? İnsan kudretinin ievkinde bir enerji istiyen, fakat hiç bir fayda ve va- ridat temin etmiyen bu iş neydi?... Bu kadar çalışma- sına rağmen en basit ihtiyaçlarını karşılıyabilmek için karısından para istiyordu. Eskiden izzetinefsine düş- kün olan ve karısının para sarfetmesine tahammül e« demediğini söyliyen Vilmoş, şimdi karısının çalışarak kendisini beslemesini âdeta tabit görüyordu. Esaret « ten döndüğü gündenberi evin masrafına beş para ile dahi iştirak etmemişti. Bu nasıl işti böyle? Bu vaziyet bundan sonra hep böyle mi devam edecekti ? Bir akşam dayanamadı, Kocasına ihtar etti : — Vilmoş, kendini çok fazla yorüyorsun. Bak si « hatın günden güne bozuluyor. Benzinde kan kalma « dı. Rengin sapsarı oldu. Sonra hastalanacaksın. Sı « hatini niçin bu kadar ihmâl ediyorsun? Hem çalıştığı« nın bir faydasını göremiyorum. Vilmoş, dudaklarını bozdu. Müstehzi bir tebessüm- le karısını süzdü : — Senin, dedi, İdealizm ile hiç bir alâkan yok. İnsan daima şahsi menfaat temin etmek için mi çalışır ? Gizella, lâfı değiştirdi. Yarı şaka; yarı ciddi ve bir az da mahçup bir tavurla sordu : — Vilmoş, sakın kızma, Çok merak ediyorum. Se « nelerce birbitimizden ayrı yaşadık. Bu arada hiç ho« şuna giden bir kadına rastlamadın mı ? Vilmoş, öfkeyle başını kaldırdı : — Ne saçma fikirlerin var Gizella. Ben, kadın dü - yor, evde bulunduğu zamanlar da kimseyle meşgul olmu- yor, odasına çekilerek durmadan bir şeyler yazıyor, paket paket getirdiği gazeteleri, kitapları okuyordu. Gizella, şimdi eski Vilmoş'u arıyordu. Bir sürü mâ - nasız harek i ğmen, o, bu adi y da ne- şü k haldemiydim? Budapeşteden ayrıldıktarı kisa bir zaman sonra midemden ağır bir yara aldım. Ay - larca en acı istiraplarla kıvrandım. Hayatta kalacağım hakkiında en küçük bir ümidim yoktu. Bunu müteakip esir düştüm. Maddi ve manevt çekmediğim azap kal- madı. Kadın! Böyle facialar içinde yuvarlanan bir er- ĞA,

Bu sayıdan diğer sayfalar: