19 Mart 1939 Tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 4

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

—i Nasyonal - Sosyalizm doktrini zihniyet değiştirebilir mi? Alfred Rozenberg'e göre: — Medeniyetler demokrasi mikrobu ile hastalanır ve ölürler itler'in itibarını temin eden başlıca hususlar - dan biri kendi kendinin pey - gamberi sayılmasıdır: imdi, partinin mukaddes kitabı olan Mein Kampf'da Fransa'nın im- ha edilmesi icap ettiği yazılı- dır. Şimdi, bilâkis, resmi saha- da Hitler'in artık memleketi - mize düşman olmadığı tezahür ediyor. Gene bunun gibi esas programda şu kayıt vardır: “Milletinin dini fikir ve tees- süsleri siyasi şef için daima dokunulmaz olarak kalmalıdır.. Bilhassa Almanya'da başka türlü bir hareket felâkete gö - türür.” Hattâ bir zamanlar Hitler şunları söylüyordu : “Bugün ırkcı cereyanı dini ih- tilâflar karğaşalığına sürükle- meye çalışanları, memlekeül— min düşmanları, her hangi bir komüni: beter addettiğ lan biridir ve serbest şehirde parti propagandasını idare et- miştir. Görüldüğü gibi bu kitap bilhassa salâhiyetli bir mahiyet arzetmektedir ve bunu alman siy inin yeni bir ilânı olarak telâkki etmiye mü- temayil olan ingiliz gazeteleri Baltık deniziyle Karadeniz birbirine bağlanacak esere çok ehemiyet k - tedir. e ilhakika, Hitlerizme mü - F zaharet ederken, onun- la birlikte kendi nütuzlarını, iktisadi hegemonlarını veya askeri itibarlarını tesis ede - ceklerini sanmış olan muhafa - zakârlarla sanayiciler pek ha - yal inkisarına uğramış görün - mektedirler. İhtilâlin ilk âmil- leri bundan memnun olmamış - lardır: bu kaidedir. Bunlar, ni- zam ve asayiş yerine köleliğin teessüşüne şahit olmuşlar ve söylemekte tereddüt etmem." Bugün Almanya'yı tehdit eden “âkide harbı” düşünülünce bü- tün kehanetlerin yerine geti - rilmediği neticesine varılmak zarureti vardır. onun içindir ki nasyonal - sosyalist partisinin ha- kiki tefsircisi Mein Kampf'ın müellifinden ziyade “yirminci asır” müellifidir. Alfred Ro - senberg Führer'in mutemedi- dir. Bu iki adam 1919 da Mü- nihin bir mayhanesinde tanıştı lar ve biri ötekini teshir etti. Bununla beraber, kitap, şeften ziyade partinin bir müdafaası- dır. Hitlerizm Hitler'i aşmış - tır: B. Pierre Grosclaude'in i- şaret ettiği gibi Prusya sertli- Bi ve cermen santimantallığı, asırlık bir kahramanlık ve şe - ref tahayyülü, hukukun ancak alman milletinin menfaatinden ibaret olduğu ırsi insiyakı, hat- tâ insani ruhu ve bedeniyle devletin malı yapan Lutherci nasyonalizme kadar onda bü - « tün atrihi unsurlar bi: 'eşmiş - tir. irminci asır" eserinin ettiğgi mukame basittir; medeniyetler demokrası mik - robunun tesiriyle hastalanır ve ölürler. Filhakika demokrasi - ler sınıfları, ırkları biribirleri- ne karıştırır, yahudilere kapı - ları açar. Bu izahlar arasında başlıcası ve en garibi hıristi- yanlığın muhakeme ediliş tar - zıdır: hıristiyanılık “mutlak su- rette proleterci ve mihilist bir siyasi temayülü” temsil ettiği içindir ki Roma'yı kaybetti. Bunun gibi — tabii yegâne ya- ratıcı olan — şimali kuvet “din ve hıristiyanlık adına köleleş - nasyonal - sosyalizm onlara bir şiddet ve içtimai da- Biliş rejimi şeklinde görünme- ye başlamıştır. Şimdi, hariçte bu derece fena nazarla görü - len ve hattâ tehlikeli sayılan bu rejimin terkini emenni et- mektedirler, b Bununla beraber, hedef üze- rinde değil sadece vasıtalar ü- zerinde tezahür eden bir fikir ayrılığının ehemiyetini müba - leğa etmekten çekinelim, Bü - tün Almanya dünyada bir al - man misyonuna kani bulun - maktadır. Bütün mesele bu misyonun hangi yoldan tahak- kuk ettirileceğidir. R öosenberg bize öğret - miştir ki nazi peygam- ber ve filezoflarının tasavvur- larından biri yalnız Fransa'nın sonu dağil İngiltere'nin derin tedennisidir. Yahudiler tara - fından uçuruma sürüklenen İn- giltere artık imparatorluğunu muhafaza edecek kuvete sahip değildir: hattâ bundan feragat etmiş olduğu bile sanılabilir. İşte kendi kendini mahküm e- den ve inhilâl eden bu impa - ratorlukların yerindedir ki al - man imanının hâkim dinamiz - mi yükselecektir. Metot bir - dir. İç nizamda nasıl ki devlet bütün haklara sahipse, dünya- da da, alman milleti, hayırlı yayılmasında, hiç bir huhuki ve ahlâki engel karşısında tered- düt edemez. Şiddete idman et- mesi lâzımdır ve bu idmanı ya- hudilere karşı tatbika başladı: ırk her şeye galiptir. Almınyı'dı tezahür et - mekte olduğu sanılan bu fikir istihalesinin mahiyeti nedir? Nasıl oluyor da resmi geçit yapan kıtalar bıziın' al - tirilmiştir”, Fakat uhtelif unsurların bir halitası olan hı- ristiyanlık ırk ve millet fikri kadar şeref fikrinden de he - bersizdi. Fransa katolik olmak umumi betbahtlığına hususi betbahtlıklar da ekledi: mu - kadderatı ve milletinin karak- teri “Hugunot'ların hicreti, 1789 ihtilâl ve cümhuriyet” ta- rafından tadile uğradı. Bugün, hak ettiği vecihle, Fransa'nın “tarihi nik n » kârlarının nazist tasavvurları arasında kabul edemedikleri şey Fransa ve İngiltere'nin fe- ragati ve teslimiyeti fikridir. Gerçi bunlar bu tariht büyük milletlerin demokrasi hastalı - giyle musap olduklarını inkâr etmiyorlar fakat, Almanya'nın misaliyle biliyorlar ki, millet- ler pek büyük bir süratle kal- kınabilirler. Ve belki de _iîmnletljer de şimdiden kal - yet bu şte asli haliyle nazizm budur: onun ihtilâlci giınımizminin kaynağı burada- T Fakat inkılâplar statik ola - mazlar: kader onları şiddetten şiddete sürükler, yahut da bun- lar kendiliklerinden ağır ağır istikrar ve muvazeneye doğru * yollanırlar. Hitler hangi yolu tutacaktır? Almanya'nın nazi - leşmesi tamamlanmıştır, dün - yanın nazileşmesi mi başlıyor? . Zürik te nazist cereyan hak- kında “Die Rövolution des Ni- hilismus” adlı bir eser intişar etmiştir; müellifi doktor Rau- schning Danziğ'in sabık sena- to reisi, 1931 denberi nazist o- » Gene ç lar ki bütün bir millete tatbik edilen askerleştirme ve şiddet prensipleri, kendi — aleyhine dönmekte geçikmez ve alman milletinin misyonunun, meselâ hıristiyanlık ahlâkına, millet - ler arasr hukuk kaideleri tara - AÇILACAK MUAZZAM KANALIN BOYU 1894 Km. Yİ BULUYOR İtalya, silâh kuvetiyle kdeniz'de hâkim olmak isterse buna muvaffak ola - maz. Böyle bir hal umumit husumeti ona karşı tahrik eder. Okdeniz'de serbest seyir ve seferle alâkalı hiç bir devlet İtalya'nın tahayyül ettiği tek hat üzerinde Ce- nova, Korsika, Sardunya, Bizert barajını tahakkuk Varşova'dan bildiriliyor: Vistül, San, Dinyeper, Prut ve Yuna nehirlerinden istifade edilmek suretiy- le Lehistan ve Romanya topraklarından geçen bir ka- nalla Baltık denizinin Karadeniz'le bağlanması için u- zun zamandanberi tasavvur edilmekte olan proje Ro- manya dış bakanının Varşova'yı ziyaretinden beri tek- rar günün mevzuu olmuştur. Nitekim, bu ziyaretten sonra, Vistül nehrinin Var- şova'dan Sandomir'e kadar olan kısmı ile Romanya'da Prut nehrinin daha bu yıl tesviyesine başlamağa karar verilmiştir. Söylendiğine göre, bu J’ı'analın inşaatiyle meşgul o- lan komisyon, Lehistan'ın Romanya'daki eski ataşemi- literi albay Jan Kovalevski'nin reisliği altında faaliye- te geçmiştir. Bu projenin gerçekleşmesi için lâzım olan parayı temin etmek maksadiyle albay Kovalevski Paris'e ha- reket etmiştir; oradan Londra ve Amsterdam'a geçe- cektir. Projenin tatbikına büyük bir ehemiyet vermekte o- lan Lehistan gazeteleri, Ren - Mayn - Tuna kanalı ir- tibatından sonra, plânın gerçekleşmesi üzerine bu su yolunun Avrupa'nın en mühim yollarından biri olaca- ğını kaydetmekte, Karadeniz ile Londra arasındaki su yolunun yarı yarıya kısalacağına işaret etmektedir. Kanalın boyu 1.894 kilometreyi bulacaktır. Fölkişer Beobahter KATADDTYID AAAT DAIIYYYALIAIATYITTIYAATA YAT YY KAIK III Akdeniz, Süveyş ve dünya meseleleri Musolini'nin bir sözü *“Akdeniz başka devletler için bir geçittir, fakat İtalya usolini şunu söyle - meyi âdet edinmiş - tir: “Akdeniz, başka dev - letler için sadece bir geçit- tir, fakat, İtalya için hayat demektir.” Akdeniz — meselesinin doğrudan doğruya Roma i- le halledilecek bir davâ,te - lâkki edilmesi de bu mülâ- hazaya dayanmaktadır. Halbuki bundan daha ti- pik surette enternasyonal olan mesele yoktur. Münhasıran bir Akdeniz için hayat demektir.,, devleti olan yalnız İtalya değildir. Hür ve müsatkil devletler olan Yugoslavya, Romanya, Bulgaristan, Yu- nanistan, Türkiye ve Mı - sır'ın da denizden başka mahreçleri yoktur. Daha başka deniz sahil - leri olan Rusya, Fransa ve İspanya da Akdeniz'de se - yir ve sefer serbest olma - dıkça yaşıyamazlar. Inıgiltere'nin bu de - nizdeki üsleri onu da bir Akdeniz devleti yap- fından tesis edilmiş olan dip - lomasiye dönüş gibi başka va- sıtalarla tahakkuk ettirilebilir diye düşünüyorlar. Şulh yoliy- le olmıyacak bir fetih aynı şey değildir ve düşünmeye ihtiyaç gösterir. u bir neo - nazizm'in başlangıcı mıdır? Dün- yanın âkibetinin bağlı olduğu bu suale hâlen bir cevap veri- lebileceğinden şüpheliyim ve hattâ Almanya ile Fransa'nın ât::.khrı: bir tavrın mukabil T karşılığı tahrik edileceği de hesaba kat Sulhcu ad- dedildiğini hissettiği taktirde harpcı, harpcı sayıldığını his - settikçe ıulhîıı, inkişafının şu “Mare Nastrum” bir ha - yal ve boş bir sözdür. Ak- deniz ancak serbest bir yol olabilir. Bu deniz bir tica - ret filosu olan bütün mem- veya bu nazizm böyle kalacaktır ve demokra - silerin sıhatlerini göstermeleri kâfi gelecektir. _ Gaston Rageot-Le Figaro leketl alâkadar eder, bunlardan hiç biri bu deni- zin kapanmasını kahul e - demezler, ettir rıza göstere - mez. Eski denizde hâkim o- lan nüfuzların mu - vazenesi ekonomileri bu serbest seyrüseferden fera- gat edemiyecek olan bütün memleketler için bir garan- tidir. Filhakika dünya ti- caretinin en mühim kısmı bu deniz vasıtasiyle yapı - lır. Hiç bir tüccar millet bu denizin mukadderatına karşı alâkasızlık göstere - mez. Musolini aldanıyor. Ak - deniz meselesi Roma ile Kartaca arasındaki rekabet zamanında olduğu gibi de - ğildir. Kartaca'nın yerine Kartaca değil dünyadır. Demek oluyor ki, Akde - niz meselesini, tıbkı uzak şark gibi, iki taraf arasında halletmiye imkân yoktur. Münih'de olduğu gibi dört taraflı bir hal şekli de ta - sarlanamaz. İtalyan talep - leriyle ortaya çıkan mese - leyi ancak bütün dünya müzakere edebilir. Harp halinde Akdeniz- in geçilmez hale geleceği keyfiyeti bütün deniz devletlerini düşün - dürürken sulh zamanında bu geçidin ihlâl edilmesini kabul edebilirler mi? Fakat Akdeniz demek Süveyş kanalı demektir. Burada da, İtalya, ya Fran- sa ve İngiltere ile müzake- re ederek, yahut da kuvet yoliyle, bir hal şekline var- mayı ummaktadır. Aldanıyor. Bu yol da en- ternasyonaldir. Bütün dün- yayı alâkadar eder; bütün dünya bunu müdafaa ede - cektir. Süveyş kanalı me - selesi yalmız Fransa, İngil- tere ve İtalya arı tekrar o hale gelmesine müsaade edilemez. Bundan daha sarih suret- te cihanşümul mesele ola - Maz. Akdeniz ve Süveyş kana- İr enternasyonal ticari ha - yatın lüzumlu iki organı - dır. Bunlar bir dünya kon- feransının yer alacak neviden mesele- lerdir. Emile Roclge La Röpubligue İtalya isteklerinde ruznamesinde ifrafa gitmiyecek Londra resmi mahfilleri, italyan hükümetinin istek- lerinde öyle korkulacak derecede ifrata varmıyaca- ğinı temin ediyor. Musolini, sadece Cibuti - Adisababa demiryolu ida- resine iştirâk etmeyi, Ci - buti limanının kontrolüne karışmayı, Süveyş kanal kumpanyasının idare mec - lisinde bir sandalye alma - yı, Tunus'ta bulunan ital - yanlara hüsnü teveccüh gösterilmesini istiyecek - miş; yoksa Korsika, Nis ve Savua'yı — istemiyecekmiş, onlardan vaz geçmiş. Bu haberler esaslı mı de- ğil mi? Sonra, sakın bize Taha ileriye varan bir pro- je uzatmasınlar : meselâ dünya servetini “proleter” milletlere peşkeş çekecek bir projeye kadar? Şimdi mesele bunları öğ- renmekte ! ÇO Tpogüs aen) Enfernasyonal bir konferans Bugün için bir milletler arası konfı toplamak, mevzu bahis değildir. Ro - ma, deniz devletleriyle 29 ilk teşrin 2888 de "Süve_yş kanalından serbestçe isti - Roma - Berlin mihverini kuvetlendirmekten başka işe yaramaz. Bu, aynı za - da İtalya'nın iddiaları- fade” ihedesini imzala - maiştir. Geniş bir enternasyo - nal hal suretine iş - tirâk etmiştir. İtalya bazı kolaylıklar, daha ucuz tari- feler isteyebilir, fakat man- tıkt talepleri burada durur. Süveyş kanalının açılma- sından önce, Akdeniz ka - palı bir denizdi. Bugün nı şişirdiği gibi, Almanya'- yı cesaretlendirir. Bazı meseleler var ki Pa- ris - Berlin arasında hele Paris - Roma arasında mu - allâkta kalmaması Jlâzım - dır. Meselâ, Habeşistan'ın işgali ile Cibuti - Adînba_- ba arasındaki demiryolu ti- careti müteessir olmuştur. Bir milletler konferansı 19 -3 - 1939 ( RADYO v TÜRKİYE Radyo Difüzyon Postaları TÜRKİYE Radyosu ANKARA Radyosu DALGA UZUNLUĞU 1639 m, 183 Kes./120 Kw. 31.70 m, 9465 Kecs.,/ 20 Kw, T.A.P, 19.74 m, 15195 Kes./ 20 Kw, Ankara PAZAR: 19.3,1939 12.30 Program, 12.35 Müzık (küçük orkestra - şef: Necip Aşkın) 1 - Riisa- ger - Bir entermezo. 2 - BSrahms - Macar dansı No, 9 3- Künneke - Melankolik vals. 4 - Löhr - Bavyera valsları. 13.00 Memleket saat ayarı, a - jans, meteoroloji haberleri. 13.15 Müzik (küçük orkestra - şef: Necip Aşkın) 5 - Mic - heli - Şen serenad. 6 - Mül- ler - Küçük serenat. 7 - Jo- han Strauss - Bu nağmeler seni sarsın ey düny;. ğ - _Lı— doğru: fantezi, 9 - Lincke - Venus: vals. 13.50 Türk müziği: Çalanlar: Vecihe, Kemal Niyazi Sey- hun, Cevdet Kozan, Cevdet Çağla. Okuyan: Müzeyyen Senar. 1 - ..... - Karcığar peşrevi. 2 - Mahmut Celâlet- tin paşanın - Karcığar şarkı- sı - Vahi meyusi visalindir. 3 - Bayan Şadiye'nin - Kar- cığar şarkı - Bir gölge ol. 4 - Kemal Niyazi Seyhun - Ke - mençe taksimi., 5 - Udi Ah- met - Karcığar şarkı - Zahmı hicranım gibi. 6 - Mustafa Nazif'in - karcığar şarkı - gönülde bir ateş yakalım de- < S R L - Türkü - İkide turnam gelir. 14.20-14.30 Konuşma (kadın * 22.45 - 23 Son ajans haberleri saati, Çocuk terbiyesine da * ir). 17.50 Program. 17.35 Müzık (pazar çayı - Pl). 18.15 Konuşma (çocuk saati). 18.45 Müzik (Pazar çayı deva* mı « PlL). 19.15 Türk müziği (fasıl he * yeti) Hakkı Derman, Eşrel Kadri;, Hasan Gür, Basri Ül- ler, Hamdi Tokay ve Celâ Tokses tarafından. 20.00 Ajans, meteoroloji ha * berleri. 20.15 Türk müziği Çalanlari Vecihe, Cevdet Kozan, Ru * şen Kam, Zühtü Bardakoğ" lu. Okuyanlar: Muzaffer İl * kar ve Radife Neydik. 1 * Benli Hasan ağanın - Rast peşrevi, 2 - Dede efendinin - Rast kârı natıkı - 24 ma - kam. 3 - Arif beyin - Rast şar- kı - Aşık oldur kim kılar ca- nın feda, 4 - Zühtü Bardak « oğlu - Santur taksimi, 5 « Mahmut Celâlettin paşanın - Rast şarkısı - Fitneler giz- lemiş. 6 - ..... - Rast saz semaisi, 7 - Şemsettin Ziya - Kürdilihicazkâr şarkı - Gü- venme hüsnüne, 8 - Şemset- tin Ziya - Kürdilihicazkâr şarkı - Bıktım - elinden. 9 - Refik Fersan - Muhayyer şarkı - Her güzelin bağından bir gül seçerdi. 21.00 Memleket saat ayarı. 21.00 Neşeli plâklar - R. 21.10 Müzik (riyaseti cümhur bandosu - şef: İhsan Kün - çer) 1- C. Friedemann - Marş. 2 - P. Lacome - Sego- viana (İspanyol dahtsı). 3 - A. Borodine - Prens İgif o- perasının uvertürü. 4 - J. İ- bert - Akdeniz'de seyahat (Escales). No. 2, N. 3, 5 « Brahms - Macar dansları ü « zerinde fantezi. 22.00 Anadolu —ajansı (spor servisi). 22.10 Müzik (cazbant - P1.). ve yarınki program. Fransız Başvekili B. Daladiye (Stokholm'da çıkan Sondagnisse Strix'den) açılacak olursa, bu konfe - rans, muvakkaten dahi ol - sa, birleşecek devletlerin biribirlerine bağlanmasına mani olur. Sonra da, Fran- sa ile İngiltere'nin ayrı ay- rı olarak müzakere etmek- le daha çok istifade ede - cekleri meselelerin müza - kereleri için de mahzur teşkil eder, Harp sonrası diplomasisi » re karışmağa başladı. Bun- bozuldu. Çünkü bütün işle- dan dolayı, emniyet ve taz- minat arasında olduğu gi - bi, silâhları bırakma ile ik- tisadi ittifaklar arasında i- yi bir tekabül sistemi ku - rulacağı zannedilmişti. Neticesi malüm. Alman - ya her darbesinde muvaf - fak oldu. (Action Française'den) KURBAĞA DAMGASI Elk'in gözünden bir şey ka tT eve girerken bu kapıyı açık bulmuş oı-' duğunu gayet iyi hatırlıyordu, halbu- “ki şimdi içerden kilitlenmişti, Belki çocuk, onu görüp korkmuştu, Bik, bu mesele üzerinde vakıt kaybet- meden bahçeyi acele ile geçti, kendini sokakta buldu. Orada “Edgar Street”i sonuna ka - dar görebilecek şekilde yerleşti, ve dı- varı kesen geçidi gözetlemeğe başladı. Biraz sonra ihtiyar kadınla Maitland"- ın geri döndüklerini gördü. İhtiyar, ağzına kadar dolu zembili taşıyordu. Elk, ışığın altında, havuç yaPrakl?rmı gördü. Gözleriyle onları takip etti, ka- ranlığın içinde kayboldular, kapanan kapının sesini işitti. Pa lalin Beş dakika sonra dar geçitten siya bir g?)'lge çıktı. Bu bir adamdı, Ellk o- nü takibe koyuldu. Yabancı, peşinde Elk, küçük yolların lâbirefitine d'ald'ı. Adam hızlı hizlr ilerliyorğu. İzı ı.ı." yürüyücü olan Elk onu tak"ı'pğc güçlük çekmiyordu. Yabancı, yüzünü cadde - nin ışığına dönmüştü. Elk, on ıdı!:ı aarisinda 3Ai Vüzünü seçemedi, takip —10 Yazan: Edgar WALLACE lan büyük bir otomobilin önünde dur- duğu zaman tanıyabildi. Adam otomo- bilin kapısını açtı, ve içeriye atladı. Aynı zamanda Elk te yetişti ve eliyle neşeli neşeli selâm verdi. Kapalı oto- mobildeki adam bir an durdu, sonra kapıyı açtı: — Geliniz, B vi Haa d e a ylEmerda dürüa Bu adam, Whiteha Londra'nın en lüks birinde oturan ll'de zincir satan, apartımanlarından merikalı Joshua Broad'dı. Elk, yanına otururke doğru döndü. Te RiEn ygna — Elk, çocuğu gördünüz mü? Elk başını salladır — Hayır, dedi. Broad hafifçe güldü, otomobil Lond- ra'nın garbına, en medeni yollara doğ- ru ilerledi. Broad yaktığı sigaranın dumanları- Hr savurarak: — Ben gördüm, dedi. İnanınız Elk, ben çocukları sevmem, onların talim — Küçük kızı nerede buldunuz? — Erkek çocuğu demek istiyorsu - nuz galiba? Sualinize cevap veremez- sem beni mazur görün. Siz gelmeden evel o evde tam bir saat kaldım. Dipte ki odadaydım. Geçerken söyliyeyim, oda boştu. İçeriye girdiğiniz zaman beni korkuttunuz, Sizi, bilhassa lâm- bayı yakınca, beyaz sâkallı ihtiyar sandım. Siz servis kapısını açarken ben lâmbayı henüz söndürmüştüm ; za- ten o kapıyı, dönüşte kolaylık olsun diye, ben, açık bırakmıştım. Ne fikir- desiniz bakalım? — Maitland hakkında mı? — Garip adam değil mi? Hem siz hepsini bilmiyorsunuz. Otomobil Caverley House'in kapısı önünde durunça polis memuru uzun bir sükütu bozdu: — Peki ama, siz kimsiniz, M. Broad? Öbürü otomobilden inerken alaylı bir sesle: — Bilin bakalım? Diye cevap verdi. Elk: — Gizli servis memuru... Diye tah- min etti. — Hayır. Amerika gizli servisi mi demek istiyorsunuz? Hayır, bilemedi- niz. Ben aşağı tabakayı tetkikle vakit geçiren hususi bir hafiyeyim. Yukarı- ya kadar çıkıp bir şey içer misiniz? Broad, anahtarı kilide sokarken, po- lis memurunun vücudu baştan aşağı bir titreme geçirdi. Eliyle amerikalı - nın kolunu tuttu, boğuk bir sesle: — Bu kapıyı açmayın! Dedi, Broad, hayretle döndü, arkadaşının yüzü ciddi, hatları sertti: — Niçin? « — Bilmiyorum, bir nevi hissi kablel- vuku ; aslen skoçyalı olduğumdan, bi - raz mutekidim. İçimden bir ses, bu ka- pıyı açmayın diyor. Broad elini çekti: — Ciddi mi söylüyorsunuz? — Tamamiyle... Bu kapının arkasın- da muhakkak bir tehlike var, Yemin e- debilirim. Verin şunu bana. Jhoshuva Broad'ın elinden anahtarı aldı, kilide soktu, çevirdi. Bir eliyle Broad'ı divara doğru çekerek muha - faza etti, öbür eliyle birden kapıyı aç- tı. Bir saniye geçti... Sonra; “Koşun!” diye bağırarak, Elk merdivene doğru atıldı. Amerikalı, kapıdan çıkan sarı - yeşil bir gaz bulutunu görür görmez, süratle Elk'i takip etti. Kapıcı Elİk'i, şapkasız, nefes nefese koşar gördüğü zaman, odasını kapa - mak üzereydi. — Kiracılara telefon edebilir misi- niz? İyi! Üçüncü katla onun altındaki Elk: — Memnuniyetle çıkarım ama, bir şey içmem. Amerika'daki ikametim lefon edin, hiç kimse, ne o- lursa olsun kapılarını açmasın. Ara - lıkları kâğıtla tıkamalarını, mektup kutularını kapamalarını, pencereleri nakaşa etmeyin, söylediklerimi yapın. Çabuk! Bina zehirli gazla dolu. Bir kaç saniye sonra, çan sesleri i - çinde gelip, maskeleri yüzlerinde, merdivenleri istilâ eden itfaiye me - murlarına bizzat telefon etti. İyi bir tesadüf eseri, Broad ve kom- şusu hariç, Week - end dolayısiyle bütün kiracılar dışarda bulunuyorlar- dı. Kapıcı: —x B ancak karşı döner, diye malümat verdi. Bina, hava pompaları ve kimyevi maddelerin mevcudiyetine rağmen, ta- mamen zehirli gazlardan temizlene - meden, şafak söktü. Kararan gümüş - ler, sarı bir tabaka kaplryan cam ve ay- nalar hariç, zarar mühim değildi. Açık pencerelere rağmen apartımanın için - de bir küf kokusu hüküm sürüyordu. Fakat sabah rüzgârı bu suikasdın kötü kokulu son izlerini de temizledi.. Elk ve Broad, gazın ne vasıtayla i- çeriye boşaltıldığını aramaya başladı- lar. Elk: — Açık kalan bu şömineden! Diye gösterdi. Gaz havadan daha ağır oldu- ğu için, su boşaltır gibi kolaylıkla bo- şaltmış olacaklar. Binanın damında yapılan bir tetkik faraizyesini kuvetlendirdi. On tane büyük cam boru, hasır bir sepete bağ- İr uzun bir ip buldular. Üstelik şömi- nenin bacalarından biri cizilmis ve — Bu işi üzerine alan adam, kapıcı arkasını dönmüş olduğu bir zamanda yukarıya çıkmış olmalı. Kapıcı, o sıra- da, her halde asansörü işletiyordu. İp ve sepetle beraber dama çıkmış, sokak- tan boruları birer birer yukarıya çek- mişti. Tatbiki kolay ama, fikir muci - dane! Evelden büraları iyice tetkik etmiş olmaları lâzım, yoksa hangi şö- minenin sizin odaya indiğini asla bu - lamazlardı. y 'Tekrar apartımana döndüler. Bu se- fer Joshüua Broad ciddileşmişti: — Hizmetçim, allahtan izinliydi. yoksa şimdi çoktan öbür dünyayı boy- lamıştı, dedi. Elk müminane: — Allah büyüktür! Diye mukabele etti. Polis memuru apartımanı gözlerin- de uyku ve biraz şaşkın terkettiği za- man güneş haylı yükselmişti. Vesti - büle daha gelmeden, yüksek sesle ko- nuşmalar işitti. Kapının önünde güzel bir otomobil duruyordu. Volanda fraklı genç bit adam oturuyordu. O - nun yanında Lew Brady vardı. Kaldı- rımda, sırtında enfes bir - tuvaletle, genç bir kadın bülunuyordu. — İyi bir geceydi, değil mi Lola? Serbest kaldığım zaman artık hiç bir şey beni yerimde tutamaz. Bnnett'in sesi kalın ve ahenksizdi. femiş olduğu aşikârdı. Sizmasına pek az bir sev kalmıstr.

Bu sayıdan diğer sayfalar: