Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
—21-2- 1939 FG e SöL < Eyar S Y e v ULUS ' HAYAT ve SIHAT ) y Ziyafetlerde de, medeni usule ria- yet eden evlerde de kaidedir, sofra- ya bir yemek gelince erkeklerden önce bayanlara ikram edilir. Hattâ hizmetçi bir yanlışlık yapsa, erkek Bayanlara ikram ... sıkılsalar bile, erkeklerinin kendi- lerini çok sevdiklerinden dolayı kıs- kandıkları için böyle yaptırdıkları- nı düşünerek teselli bulurlardı... Ge- ne ııflı—k çunkı.ı )udmlırı harem da- k usulü de nazara kendisine verilen yemeği y daki bayanın önüne koymakla terbiyeli olduğunu isbat eder... Bu usulün sebebini bize sorsalar, Avrupa'nın şövaliye zamanından kalmış, medeniyet ve nezaket eseri- dir, deriz. Medeniyet âleminde ba- yanlar daima erkeklere takaddüm etmelidir, diye de ilâve ederiz. Za- ten bayanların kendileri de bundan pek hoşlanırlar, yemeği önce kendi- lerine ikram eden erkeklere güler yüz gösterirler. Ne kadar saflık! Böyle, yemeği ve her şeyi önce bayanlara ikram et mek usulü medeniyet eseri değil, medeniyet devri dediğimiz zamanlar dan pek çok önce yaşıyan erkekle- rin iki yüzlülüğü eseridir. İsterse- niz, onların diplomatlıkları eseri, diyebilirsiniz. Zaten diplomat da lü- gat mânasiyle iki yüzlü demektir. O, pek eski zaman erkekleri bu usulü neden icat etmişler, bilir mi- siniz? Nazar değmesine inandıkları için. Nazara inananlar, en ziyade r değdiğine de inn— inanmanın eseridir. Kadınlar evde kapalı kalsınlar da nazarları kimse- ye isabet etmesin, diye... Sokakta örtülü olmalarımna gelin- ce, o da güzel kadmları başka ka- dınların nazar değmesinden kurtar- mak için. Nitekim, nazara hâlâ çok inanan memleketlerde, Fas'ta ve Aarabistan çöllerinde pek yakışıklı erkekler de yüzlerini örtmeğe mec- bur tutulurlarmış. O memleketlerde en ziyade sarı saçlı, mavi gözlü, bir de, kaşları pek kalın ve birbirine bitişik, hem de gözlerinin altı siyah kad "-vrr naza rından korkulurmuş... Bereket ver- sin, şimdiki sarı saçlarm en çoğu boyalı ve sahiplerinin gözü de siyah olduğu için böylelerinin nazarından korkmağa artık lüzum yoktur. Kaş- ları birbirine bitişmiş ve enli olan- lara gelince, onlar da kaşlarını yol- duruyorlar, o halde gene endişe e- dilecek bir şey yok demektir. Yalnız gözlerinin altı siyahlanmış bayanlar kalır. Bu siyahlık sürme- den gelmiş değilse, o muayyen gün- buna Aristo filozof da inanır ve ka- dınların o muayyen günlerde gözle- rinden çıkan'tesir tunçtan aynaları bılo pırçılımığı yetişir, dermiş. n bt b ik- ram arasında ne muıı.nebgt var, de- meyiniz: Nazara inanan erkekler kendileri yemeğe kadınlardan önce başlarlarsa kadınların nazarı değe- ceğine, hem de gözlerinden çıkan tesirin yemekle karınlarına girerek büyük fenalık yapacağına da inanır- Iıı-ınış. Bımdan dolayı kadınlar ön- lerin âlametidir. O günlerde de — şimdi — bayanların — nazarlarının değmesinden * değil, sinirlerinden korkulur. Zaten Aristo'nun dediği de, o günlerde bayanların sinirle- nerek öfkelenmelerinden tunçtan aynanın bile kırılabileceğini anlat- mak olsa gerektir... Her halde, bunların hepsi, şüp- hesiz, saçma itikadlardır. Pek yeni fikirli hekimlerden bazılarının iddia ettikleri gibi bu saçma itikadların doğru olanları varsa onları Va yeni z lar da kl de gozlen knlmısm, diye bizim şim- di nezaket eseri dediğimiz o usulü bulmuşlar. Doğrusunu isterseniz, bunda gene bir nezaket eseri vardır. Çünkü ka- dınların nazarı daha zorlu olduğu- na inanan erkeklerden hıxılıı-ı, ka- dınların y ğe önce b tahammül edemediklerinden, çor- ra kadın ye erkek hep birden ka— daldırmi tkikler meydana çıkaracaktır. An çcak, şimdiden emin olabiliriz, bil- farz insanlarım gözlerinden çıkan bir türlü reyanlar bulunduğu öğre- nilse ve bunlar ölçülebilse, bu re- yanların yaptığı tesire ilmi bir ad takılacak ve nazar değme tabiri ge- ne mânasız bir itikad olarak kala- Nitekim, eski, pek eski insanlar her hastalığa mahsus ıyrı ve göze Bu ikinci usulde nezaketsizlik, bel- ki, yoksa da temizlik olduğu da 14d.| dia edilemez. Vaktiyle bayanlar harem dairele- rinde kapalı otururlarken, yahut sö: kağa çıktıkları zamanlarda ferace weya çarşaf giyerlerken, bunlardan, gör bir cin ina- nırlarmış. Şimdi, her hııulıim de- .gîl ? koptı görerek — biliyoruz. Bunun- la-beraber cin gene mânasız ve saç- ma bir sözdür. İ N eei G. A, Amerika'da feci bir fren kazası Harlan “Amerika” 20 a.a. — Bir lo- komotif ile Great Western sürat ka- tarı 'arasında bir müsademe olmuştur. Kaza neticesinde iki makinist ölmüş- tür. Yolculardan kimsenin ölmediği fakat birçok kişilerin yaralandığı söy lenmektedir. Şimendifer — memurları lokomotifin saatte takriben 100 kilo . metre süratle ve trenin de 80 kilo- metre süratle ilerlemekte oldukların! tahmin etmektedir. Alınan mütemmim haberlere göre müsademe lokomotif büyük bir sürat- - le bir müddet yol aldıktan sonra vu- kua gelmiştir. Lokomotif, bir yük treniyle manevra yaparken birden bi- re vuku bulan bir infilâk makinisti yolun ü atmış ve lok if ge- riye doğru gitmeğe başlamıştır. O es- nada lokomotif hububat yüklü bir vagonla manevra yapmakta idi. Loko- motif yük trenine çarparak trenin 5 vagonunu yoldan çıkardıktan sonra gene son süratiyle ileri doğru gide- rek hububat yüklü vagona çarpmış ve vagon önünde olduğu halde saatte 100 kilometre süratle Western sürat katarına çarpıncıya kadar ilerlemiş - tir. Şimendifer memurları lokomotifin içinde makinist olduğu halde ilk mü- sademeden sonra harekete geçmesine hayret etmektedirler. Memurlar arada hububat vıgonu - nun bul sayesinde nin şiddeti azalmış olduğunu ıoyle- mektedirler. Kaza mahalline gönderi- len sıhi imdat trenleri ormanın için- .ıleıı geç:n yoııırğ: çamura ııplınmıg treni B. Beck yakında Londra'ya gidiyor Londra, 20 a.a. — Taymis gazetesi, İngilterenin orta Avrupa ile dogu Av, Halkevlerinin 7 inci yıl dönümünde Ankara Halkevinde tertip edilen konser münasebetiyle: H alkevlerinin yedinci yıldönü- mü münasebetiyle Ankara Halkevinde yapıları toplantı gibi müstesna bir günün programının modern türk musikisi festivali şek, linde tertip edilmiş olması çok mâ- nalıdır, Yeni sanat hareketimizin bu kadar güzide günlerde yer bulması yeni sanat alâkasına en canlı bir sembol| teşkil ediyor. Bu münasebet- le, yalnız kendi- Modern Musikimiz mi değil, herkesi meşgul eden bir iki kayguyu ha- tırlatmak sureti. le kompozitörle - rimizin . değerli yazıları karşısı . na — çıkmaktan kendimi alama - bestekârm yeni Halkevlerinin yedinci yıldönümünün Ankara Halkevinde kutlanma programında beş değerli dern musiki festivalinin yer aldığını haber ver - miştik. Radyonun dinleyicilere vermiş olduğu bu musiki ziyafeti hakkında musiki münekkitle- rimizden Ragıp Kösemihal'in yeni bir tenkidini eserlerinden mürekkep bir mo - neşrediyoruz': dım; daha doğ - rusu, onların, yazılış tarihleri veya “ilhamı veren hatiraları” eskimiş e » serleri hakkında değil de, yeni ha, zırlanan yazıları münasebetiyle dert. leşmek istiyorum. Cemal Reşidin şakrak Karagö- zünden başlayıp da Ahmet Adna - nım içten gelip zafer borularının gü- müş gibi, altın gibi berrak sayhala, rında muzaffer olan bütün — bir program dinledik. Hasan Ferid'in programda mahzun bir eda ile iza . hatı verilen melodileri, Necil Kâ - zım'ın çok iyi bir fikir halinde gi - ren ve grotesk bir eda içinde dağı - lan, yayılan çiftetellisi, Ulvi Cema, lin zaten eskiden de sevmiş oldu . ğumuz ve hele ağır parçasını çok samimi bulduğumuz zarif mınya- türleri hep kendi konuları dahilin- de muvaffak yazılardır... Fakat ben onların teferruatından söz açmayı gene kompozitörlere bırakıyorum, Bu arkadaşların değerlerine karşı büsbütün kıyaslamasız ve mücerret bir görüş sahibi görünmek hususun- da elimden geleni yapıyorum; isim., lerini alfabe sırasiyle yazmıya bile dikkat ediyorum. Ahmet Adnan'ın iç musikisine, Cemal Reşidin dört başı mamur musikiciliğine, v. s., karşı olan duygularımı - tefsirden hep bilerek kaçmıyomm Hepsi ça- lar, hepsi gayelerine yaklaş - enim maksadım büsbütün baş- ka: Yeni cemiyetimiz ile ye. ni musikimiz arasında mevcut olma- sı beklenen kaynaşma bakımından Ati şikamnale ledi - zıların bir ıılâr;âliyçııeı dm_“ig_x.xî_îl ci bulamıyorum. Meselâ, yeni tek . nik ile ve yeni orkestra için her ne tarzda eser yazılmakla yeni milli yolda her şey yapılmış olacak mı - dır? Yazı tekniğinde ve orkestra il- minde meharet gösterebilmekle her şey olup bitmiş sayılacak mıdır? Gene meselâ bundan yirmi sene e- velki musiki konsepsiyonu, bizde, keyif ve rehavet verici ezgiler yaz- maktı: bu konsepsiyon yeni teknik içinde de bütün gevşekliği ile de- vam edecek mi? İşte günümüzün e. serlere müteveccih kritiği bütün dikkatini bu noktalara çevirmek za- rupası işlerine büyük alâka gö k- te devam ettigini yazıyor, Buna bi - naen B. Bek'in yakında, belki de ge - lecek ay çıkmadan Londra'ya gelmesi muhtemel bulunmaktadır. Gazete B. Beck'in B. Hitler fon Ribbentrop ve Kont Ciano'ya yaptığı ziyaretlerden sonra B. Çemberleyn ve Lord Halifaks ile yapacağı görüşme- nin her iki memleketin menfaatine hadim olacağını yazmaktadır. F UUD — Yenişehir ULUS Sinemasında Meşhur Fransiz muharrirle- rinden FRANCİS CARCO - nun yaşanmış romanından alınan — - h— z m— — od —- — E a — z eri a VİVİANE ROMANCE . FRANCİS CARCO Ayrıca metro jurnal en son dünya havadisleri.. Programa ilâveten her gün 16 -18 ve 21 seanslarında Lantos Orkestrası Yeni programı Z > S0 > ee 2a) rı .©| m —i 12,15 ucuz matinesinde ÇIETE KUMRULAR 3923 Ai UUU DDD y © rur dedir; ve kompozitörlerimi . zin hepsinden bu gibi istifhamları birer rica saymalarını bekliyoruz. 'Tarih tekerrürden ibaret değil - dir, bunu biliyoruz. Fakat cemiyet- lerin mânası ile eserlerin mânası a- rasında bağlılık bulunduğu muhak. kaktır, ve böyle eserler münevver - lerin dimağında yer ederek asırlar arasında ancak canlı kalabiliyor, bu bir kanun gibidir. Meselâ Beetho- ven hakkında: “O yalnız sağırlık, yalnızlık, yoksuzluk gibi şahsi dert- lerinin baskısı altında ıstırapla ira, denin mücadelesinden ibaret To- mantik bir sanatı açtı,, dersek tam bir hüküm yürütmüş sayılabilir mi- yiz? Sayılamayız, çünkü o bütün bir romantik edebiyatımn, bütün bir ro- mantik fikir cereyanının ve ihtilâlci bir asrın adamı olmak sıfatiyle e. serlerini de aynı cereyana bağladı; asrını yalnız anlamakla kalmadı, aynr zamanda duydu, devrinin he - yecanını benimsedi... Bach'ın opera bestekârı olamayıp yalnız dint vec- di yaşatmasında gene cemiyet, mua- sır alman cemiyeti ve zihniyti rol oynadı. B ugünkü türk cemiyetinde dev. rim var, kalkınma var, dina. mism var, öz türklük kaygusu var, halkın sesini, hem de en saf köy ve dağ kaynaklarından gelen sesini dilemek hasreti var... İşte yeni e. serlerde de bütün bunlar yer bul - mazsa o eser şimdiki benliğimize hitap edemez. Uyuşuk ve hep ağlı - yan melodilerden elden geldiği ka - dar kaçıman eserler lâzım, Yirmi se. ne evelki hatıralardan ziyade günü. kestramız her an için dolup taşsın. Gülmesini, şakrak olmasını, meske- neti karikatürleştirmesini bilen, ve- ya irade ve zafer sesleri yaratması - nı bilen kompozitör & h Hattâ tabiatten alınmış küçük ço . ban ve kaval tabloları bile zayıf ka- lıyor. Dünkü konserde bunu bir ke- re daha anladık. Eserlerin içindeki kısmi parçalardan çoğunu matlup ideale yaklaşmış, hattâ bir ikisini kavuşmuş bularak sevindik. Yeni eserlere devlet alâkasını tır. gösteriyor. Ne şeref, Şimdi bunla - rın çoğalmasını teşvika sıra geldi: çoğalan mikdarlar içinden tutunan- lar ayrılacak, ana milli repertuarı o tutunanlar damlaya damlaya teşkil edecek. “Teşvik” himmetinin esas, ları da her yerde hemen hemen ay- nıdır: muvaffak olan eserleri satın almak, bastırtmak, tamim ve icra et- tirmek, kompozitörün manevi hu - zur ve refahını temin ederek sanat. ta müessir meslek işlerinin başmma geçmelerini dikkate almak, ve niha, yet her birini kıymet derecelerine göre karşılamak... Benzer milli musiki festivalleri- nin gene bu tarzdaki modern çehre- leriyle sık sık tekrarlanmasını dile- riz, Bu iş yalnız türkü alâkadar e - decek milli dâvalardandır; yabancı, nın hükmü böyle şeylerde yer ala - mıyacaktır. Mahmut Ragıp Kösemihal Son ihraç vaziyetimiz Tüccar ve müstahsil elinde hiç stok kalmadı Bu seneki rekolte geçen seneden daha fazla olmasına rağmen istihsâl maddelerimiz yüksek fiyatla muamele görmektedir İstihsal mıntakalarımızdan alâkalı makamlara gelen malümat- göre 1938 - 1939 ihraç mevsi tan anlaşıldığına. sadüf eden şubat ayında reim!teımzden muhım bir kısmının müs- tahsil ve tüccar elinden çıkmış ve elde mevcut stoklar da hemen iminin sonlarına te- hemen tamamen bitmeğe yüz İhraç maddelerimizden bazr n umumi vaziyeti hakkın - : | da son alman mıl'ümnh şu şekil- dekil; de hulâsa balyasının Akala nevini teşkil ettiği anlaşılmaktadır. Mıntakanın geçen sene pamuk re- koltesi 60 bin balyadan 'ibaret bulun- uüzüm Çekirdeksiz kuru Geçen sene 42 bin ton raddesinde bulunan çekirdeksiz kuru üzüm re- koltemiz bu sene 80-85 bin ton kadar- dır. İzmir borsasında son günlerde |muamele gören muhtelif cins kuru ü- zümler 13,5 kuruşla 19 kuruş arasında satılmıştır. Bu fiyatlar, geçen sene - nin aynı devreye ait fiaytlarından 1,5 - 2 kuruş daha yüksek görülmek- tedir. İhraç mevsiminin başlangıcı sayı - lan 28 ağustos 1938 den son günlere kadar İzmir limanından yabancı mem- leketlere sevkedilen çekirdeksiz ü- züm miktarı 70 bin tondan fazladır. Bunun 49 bin tonu Almanya'ya, 6,600 tonu İtalya transiti ile Orta Avrupa- ya, 3,300 tonu Hollanda'ya, 1,800 tonu İngiltere'ye, 1,600 tonu Belçika'ya, 1,450 tonu Polonya'ya, 1430 tonu İ- talya'ya, 770 tonu Fransa'ya, 610 to- nu Macaristan ve mütebakisi de diğer muhtelif memleketlere satılmıştır. İnhisarlar idaresinin satın alacağı ve dahili istihlâk miktarları da he- saplandıktan sonra halen müstahsil ve mutavassıt tüccar elindeki stok miktarının 6-7 bin ton kadar olduğu ve bunun da gelecek ihraç mevsimin- den evel satılmış bulunacağına mu - hakkak nazariyle bakılmaktadır. Kuru incir Bu seneki kuru incir rekoltesinin 35-36 bin ton olduğu anlaşılmıştır. Geçen seneki rekolte 34 bin ton ka- dardı. Son günlerde İzmir Borsasın- da süzme incir 13-22 kuruş, elleme 9-16,25 kuruş, paçal 9-12,5 ve natürel kta idi. İhraç mevsimi başından i- kinci kânun ayının sonuna kadar İz- mir borsasında satılan pamukların 19687 balyası ihracatçılar, 17526 bal- yası mutavassıt tüccar ve 5641 balya- sı da fabrikacılar tarafından mübayaa olunmuştur. Halen İzmir borsasında muamele gören pamukların fiyatları kilo başı- na akala birinci hazır 50,75, akala bi- rinci vâdeli 51,50 ve prese birinci 43 kuruştur. Mevsim başından son gün- lere kadar İzmir limanından İtalya- ya 9447 balya, Almanya'ya 8177 bal - ya, Romanya'ya 17873 balya, İtalya transit yoliyle Orta Avrupa'ya 397 balya, Polonya'ya 84 balya pamuk ih- raç olunmuştur, Çukurova'da pamuk durumu Bu mıntakanın 1938 - 1939 pamuk istihsal miktarı 100 bin balya etrafın- da toplanmaktadır. Geçen sene rekol- tesi 174 bin balya idi. Hali hazırda Adana borsasında ki- lo başına olmak üzere Klevland birin- ci nevi 43,50, Klevland ikinci nevi 42, piyasa parlağı 40 kuruştan muamele görmektedir. Mevsim başlangıcından ikinci kânun ayı nihayetine kadar Mersin limanından yabancı memleket lere yapılan ihracat 27,02 balyaya ba- liğ olmuştur. Dış memleketlerden pa- muk için devamlı surette talep vaki olmaktadır. Bu itibarla piyasa sağlam telâkki olunmaktadır. Zeylin yağı rekoltemiz Ege, Marmara ve cenup mıntakaları- mızda bu sene takriben 120-140 bin ton zeytin tanesi elde edileceği hesap- de 7-8,5 kuruş arasında le gör- || müştür. İhraç mevsmi başındanberi rıkol- tenin yüzde 99 u bul ktadır. Bu vaziyet karşısında zeytinyağı rekoltesinin de 10-12 bin ton raddesinde olacağı edil - ketedi e neR tadır. Bu arada Almınyı 16500, Itıl- ya transiti ile orta Avrupa memleket- leri 6000, İngiltere 4,300, Fransa 1300, İsveç 1000, İtalya 1100, Belçika 950 ve Hollanda 730 ton incir satın almış- lardır. Halen tüccar elinde 200-300 ton kadar kuru incir kalmıştır. Eğe'de pamuk vaziyeti Eğge mıntakasında 1938 - 1939 yılı P HK Teklleri bökmleki gö Başta Ingıltere ve İtalya olmak ü- zere mevsim başlangıcından beri dış memleketlere 100 ton kadar zeytin- yağı ihraç edilmiştir. B. Lütfi Kırdar geliyor İstanbul, 20 (Telefonla) — Anka- (Gön İçin Halkevlerinin yıldönümü Halkevlerinin yedinci yıldönümü münasebetiyle evelki gün yapılan tören ve yüz elli sekiz yeni evin açı- lışı vesilesiyle muhterem Başvekil tarafından söylenen nutuk,yalnız es- ki ve yeni halkevlerinin kurulu bu- lundukları üç yüz altmış yedi mer- kezde değil, memleketin her tara- fından en derin ve en hayırlı tesir- leri icrada devam edecektir. Evelki gün Ankara halkevinin iç ve dış manzarası şu idi: tıklım tıklım bir salon ki localarımnın açık kapıla- rı arkasında sahneyi görebilmek için uzanan onlarca baş ve nerede bir hoparlör varsa önünde yüzlerce yurttaş... Cümhurreisimiz, Ankara halkevinde söyledikleri bir nutukta aynı müşahedeyi şu sözlerle tespit etmişlerdi: “Yer darlığından halke- vine giremiyenler daima girenlerden daha çok oluyor. Burada toplantıda bulunan arkadaşlarımız kadar dışa- rıda bırakıyoruz.,, Halkevi toplantı- larının halk arasında uyandırdığı a- lâka eksilmeyip artmaktadır, ve ge- çen sene, iki yüz dokuz halkevini türlü sebeplerle ziyaret edenlerin sekiz rnılyoıı kıçı oldııııııu bıldıunh. ııı y cet kalmaksızm iddia odılobılıım.mlı—ı her i yeni evlerin açı nıky:::::mıllunn başında bu alâka vardır. Bu mütaleanm dayandığı mucip sebeplerin de şöyle izahı kabildir: halkevleri çok derinden hissedilmiş bir takım medanı ihtiyaçları hakkiy- le karşılamıştır: öğrenmek ve öğret- mek ihtiyacı; çalışmak ve çalıştır- mak ihtiyacı; duymak, düşünmek, anlamak ihtiyacı; yardım etmek ve yardım görmek ıhtıyncı, ve kısaca cemiyet içinde cemiyet için cemiyet- le beraber yaşamak ihtiyacı. Evelki günkü toplantı bu ihtiyaç - ların nasıl his ve tatmin edilmekte olduğunu gösteren vesikaları bir a - raya cemediyordu: Başvekilimiz, söyledikleri nutukla halkevlerinin inan ve kültürümüzü yaymak husu- sunda Rejime ve Partiye ettikleri hizmetin mahiyetini tarif ve evlerde vazife alan yurttaşların türk inkılâ- bmı her gün biraz daha kökleştir- mek yolundaki gayretlerini takdir e- derken durmayıp ilerlemek irademi- zi: “her bırı bir devri kapayıp bir dmı açan” ve hepsine birden “Türk inkılâbı,, adı verilen inkılâp- ları “hem göz bebeğimiz gibi daima koruyacağız, hem de türk cemiyeti- ni ıııedeıııyeue en yüksek seviyeye erdirmek için gerekirse başka inkı- laplar yapmakta da tereddüt etmi- yeceğiz,, sözleriyle bir kere daha te- yit ettikleri zaman kopan alkış, va- tanım itilâsı gayesiyle çırpınan temiz yüreklerden coşan bir tasvip ve tas- dik tufanı idi. Milletimizdeki tehassüs ve tefek- kür birliğinin bu güzel vesikasına halkevi salonlarında tertip olunan könseri ve sergileri de birer maddi vesika olarak ilâve etmeliyiz: beş genç sanatkârın milli efsaneleri mev- zu ve milli nağmeleri motif yaparak bestelemiş oldukları eserlerini bü- yük bir haz ve gururla dinliyenler konserden çıkarken bir resim ve bir e kitap sergisiyle karşılaşınca yeni Türkiye'de içtimai tesanüdün, sâyin, zevkin nasıl ananeleşmekte olduğu- nu iftiharla müşahede etmişlerdir. Fakat, bu müşahede, muhakkak ki, yalnız Ankara halkevinde bulunan- lara has değildi: evelki gün 367 mer- kezde toplanmış olan ülkülü, uya- nık, aydın binlerce vatandaş da ken- di halkevlerinde bunlara benzer i- nan ve güven vesikalariyle karşılaş - mışlardır. Bu manzara hepimize ancak it- minan vermek lâzımdır. Ve filvaki mutmainiz: İnönü'nün faziletli, bil- gili, vatanperver idaresi altında yeni Türkiye medeniyette en yüksek sevi- yeye erişmek için gerekirse yeni in- kılâpları da yapmakta tereddüt et- miyerek mukadderi olan âzami saa- det ve refaha elbette sahip olacak - tır. Nasuhi Baydar Tramvay ve fünel şirkefleri Istanbul, 20 (Telefonlay — Hükü- metçe satın alınan İstanbul Tramvay ve Tünel şirketlerinin teslim alma muamelesi bugün bitti Nafıa Vekâletine gönderildi. 4*, Burada haher verildiğine göre hü- kümetçe bir marttan itibaren işletil - ra'da şehre ait işleri alâkadar mah larla görüşmek üzere İ miye b ,' k olan şirketlerin ilk işe b törenini şehrimIze gele- cek olı!ı Nıfm Vokili B. Ali çıü_o- İ ve mazbata ——