ULUS 10-1-18 Ş»&Nrm Mudaîaabında Bir İNGİLİZ. ZABİTİ Yuzba.:ı F. W. von Herbert Çeviren: Nurettin ARTAM Su yoktu, siperlerde kan ve çamurla karışık bir su içiyorduk İstihkâmlardaki yıkıntıları tamir etmek lâzımdı. Tabyada kalan cep- hane (adam başına otuzar kurşun) dağıtıldı. Askere peksimet verildi. Başlıca pınarlar üzüm bağların. da bulunduğu için içecek su azal- mıştı. Bir çok neferler, siperlerde kan ve çamurla karışmış su birikin. tilerini içiyorlardı Bu yüzden ku- sanlar, ondan sonra eskisinden daha fazla susayanlar çok oluyordu O- nun için yerdeki suları içmek yasak edilmişti. Ne yazık ki, bizim Yanıkbayırda olduğu gibi, bu bağlarbaşı tabyasın- ada lağım ve sarnıç tesisatı yoktu. İstihkâmın etrafına nöbetçi konul- muş, ileri karakollar çıkarılmıştı. Bütün askerler, dehşetli yorgun ol- dukları için, yarım saatte bir nö- bet değiştiriliyordu. Sık sık yapılan yoklamalar ve teftişler yüzünden bütün askerler uyanık duruyorlar- dı. Bir şey okuyabilen askerlerden okumaları isteniyordu. Böyle za- manda vatanperverane şiirlerin çok faydası olabilirdi. Nitekim öyle de oluyordu. l"akıt gülden, bülbülden, meh- bahseden bir lin böyle bıı' yerde ne kadar manasız olaca- ğmnı düşünebilirsiniz. Islak toprak üzerinde bir saat u. guyabildim. Dolu roververim elimde olduğu halde, ileri karakolları dolaşmağa, kurşun ve peksimet dağıtmağa, ka- şık kaşık su vermeğe mecburdum. Bütün bu işlerde yaralı ve yorgun olduğu halde gene arslan payı Bak. kal Çavuşa düşüyordu. Bu arada en müşkül işi, severek, okşıyarak, emir vererek, küfrederek, bıiıı-ı- dolu bir tarlada fersiz gözlerle et- rafı çeviren merhametsiz çevreye bakmaktadır. Arada bir iztirab çe- ken, yahud can çekişen bir felâket arkadaşının feryadı merhametsiz gök yüzüne yükselir. Binlerce sağ adam yakındadır; fakat bunlar yardıma muktedir ve izinli değillerdir. O, bu büyük cezayı çekmek için ne kusur, ne künâh işlemiştir. Bu ge- cenin iztirabı dinmiyecektir; çünkü iki imparator biribirlerine karşı dur- muşlardır. Bütün bu karanlık saatlerde rus- lar, her hangi bir baskına mani ola. bilmek için, Plevne tabyalarından bir kaç dakikada bir, bir yaylım yapıyorlardı. Neferlerden bir kısmı cenub tarafından geçen bir dereye (bunun akan yağmurlardan husule gelmiş bir sel olması çok muhtemel- di) ellerinde kap kacakla, yerlerde sürünerek gitmişler, fakat orada a- teşe tutulmuşlardı. Bunlardan an- cak bir tanesi iki kova dolusu su ile geri gelebildi. İkinci bir kol ise ora- ya varmaksızın dönmek mecburiye- tinde kaldı. Bunun üzerine su kol- ları gönderilmesi yasak edilmişti. Bununla beraber, avcılardan bir kısmı gittiler. Bunlar da ayni şekil- de ruslarla karşılaştılar. Onlar da su almağa gelmişlerdi. İki taraf ta işaretle Aanlaştılar. — Biribirleriyle mayna oldular ve iki taraf ta sula- rmmı doldurup geri döndüler. Bu haber etrafa yayılınca bir çok su kolları yola çıktı. Fakat Kavan. hık tabyasından açılan müthiş bir yaylım üzerine gene bu işten vaz geçildi. Ben kendi neferlerimden bir knçuıı bütün kuvvetle bu işe gi- rak, çağırarak, hulâsa et neyi icab ettiriyorsa o todbıre bu vurı- Rıza bey, siperleri brı'ıkınlırm ö- lüm klarını bil- rak neferleri uy Ne büyük bır dehşet ve telâş için- de bu geceyi geçirdiğimizi asla unu- tımıyıcıgım Esu ordu ıle muva- Hekitmmtt, dirdi. rizü SN Gece yarısı, Plevnenin cenubunda büyük bir yangın oldu ve kasabayı -| Avukat Ali Şevket Erkin BİBLİYOGRAFYA Adliye ceridesi muntazaman neşrettiği adliye ceride- si, ikinci kânun nüshasiyle, 29 uncu yılının birinci sayısını vermektedir. Bu sayıda başmakale, Temyiz Mahke- mesi icra ve iflâs dairesi reisi Fuad Hulüsi Demirelli'nin'dir. “Şuurun kıymeti, fikir hürriyeti ve yaşayan hukuk,, unvanını taşıyan bu yazı, F. H. Demirelli'nin dört sayfa tutan de- ğerli bir mukaddemesiyle Prof. W. Sauer'in birinci teşrin 1935 tarihinde Vestfâlya de Münster üniversitesin- de verdiği “Yaşıyan hukuk,, mevzulu konferanstan ibarettir. Bu konfe- ransta yaşıyan hukukun umumi şart- ları, hukukun altında kaldığı tesirler, hukukun yaptığı tesirler, bu tesir ve teessürlerin dereceleri tetkik edil- mektedir. Dr. M. Ferid Ayiter, “Sübjektif Hukuk” başlıklı makalesinde, değerli olacağına kani olduğumuz hukuki bir tetkik silsilesi vadeden mukaddeme- sinden sonra “garbın hususi haklar ilminde sübjektif hak mefhumunun tarihini ve vaziyetini 18 sayfa içinde izah etmektedir. 1937 Paris beynelmilel ceza kon- gresinde bulunan Başmüddeiumumi B. Cevad Serin; M. J. A. Raux'nun kongreye verdiği “Dahili Ceza Hu- kuku beynelmilel sulhun himayesine ne suretle hizmet edebilir, mevzulu raporunu tercüme etmiştir. Sulh hâkimi Rasih Yeğengil “A- lacakların temlik ve haczi,, ' unvanmlı kalesinde temlik mü inin ge- çirdiği tekâmülü modern mevzuatta hacze aid hükümleri tetkik “Gayri- menkullerde hissei şayianın kiralan- mMası, mevzuatımıza ve içtihadlara göre etraflıca tetkik ve izah etmiştir. Adliye ceridesinin bu sayısında, Hu- kuk İlmini Yayma Kurumunun An- kara Halkevinde tertib ettiği — seri konferanslardan ikisi vardır: “Millt Müdafaa Hukuku” mevzulu konfe- Adliye Vekâletinin her ay başında |. FİKİR ÂLEMİNDE Terceme İktısadi mübadele, le, Biri maddi hayatın, diğeri fikri hayatın şartı. Her iki hayata aynı ge- lişim imkânını vermiyen millet dü- nura uğramaktan kendini kurtaramaz. Uzvi hayat neşvünema için dışar- dan alacağı gıdaların mikdarına ve kalorisine nasıl tâbi ise, fikri hayat da inkişaf etmek için başka millet- lerden tercüme suretiyle alacağı fi- kirlerin zenginliğine ve kalitesine öylece tâbidir. fikri mübade- Orta zaman gibi taassub balçığı- nın içine saplanmış bir çağ bile müp- hem dahi olsa bu hakikati sezmişti. Bu sezişe delil olarak, orta zamanın büyük ingiliz şairi Chaucer tarafın- dan yapılan Le Roman de la Rose tercümesi ile, italyan âlimi Brunetto Latini tarafından doğrudan doğruya fransızca yazılan (Tresor) un gene kendisi tarafından yapılan italyanca tercümesini zikredebiliriz. Tercümenin ferdi ve içtimaf hayat için bir zaruret olduğunu ilk defa bütün katiyeti ile idrâk eden devir hiç şüph R 'tır. R ronesans yapan eski yunan eserleri- nin tercümeleri, eski yunan plâstik sanatlarının modellik etmeleri ol- muştur. Bugün fransızların öğündük- leri 17 inci asır klâsik edebiyatının grek şaheserlerinin — tercümeleriyle vücud bulduğunu kim inkâr edebilir? Geniş mikyasta ilk tercüme faa- liyeti 16 ımncı asra aid ise, tercümenin bir fikir tarihi olarak değil bir sanat eseri olarak nazarı dikkate alınması da on sekizinci asra aiddir. Goethe'- nin Voltaire'den ve Diderot'dan, Sch- iller'in Racine'den yaptıkları tercü- meler bu asrın mahsulüdür. On dokuzuncu asır 18 inci asrın çizdiği yolda yürüyor. Almanyada Schlegel ve Tieck, Schakespeare'i ha- rikulâde bir surette almancaya çevi- riyorlar. Fransada Schiller'in Benja- min C: Schakespeare'in Al- rans, askeri Temyiz B iddei misi Rifat Taşkın “Ban.ka ve hukuk,, mevzulu konferansı da Merkez Ban- kası malf müşaviri Namık Zeki Aral vermiştir. Ulus sütunlarında geçen yıl hulâsa edilen bu değerli iki kon- fred de Vigny, Goethe'nin Görard de Nerval taraflarından, asıllarına lâyık bir güzellikte fransızcaya çevrildik- lerini görüyoruz. 19 uncu asrın tercüme faaliyetine ferans kendi l da kıymetli birer tetkiktir. Adliye cerid yısiy birlikte temyiz kararları forma ha sırsıkl; olmuş, ç 1 içinde yatmağa ve üzerimizde tavan ola.- yak gök kubbeyi görmeğe mocbur millerce feye kadar aydınl Bi ia K F A üç köşe araziyi ve sırtları görebil- dik. kalmış, y susuz, düzeleceğinden ümidsizdik. etı'ıfı- mız ölüler ve acı acı inleyen ölenler- de dolu idi. Etraftan gelen bu sesle- rin uyandırdığı dehşet tasvir ve ta- rife sığar şeyler değildi. Hayali en geniş olan adamlar bıle wurulup düştüğü yerde kendi Bu hepsi ölürler ve ölen- lerle dolu idi. Uzun bir sütun halin- de fışkıran alevler, yerlerde birik- miş yağmur suyu birikintileri üzeri- ne akisler yapıyor, sessiz ve siyah toprakla onun üstünde yatan insan cesedleri uzeruıdo pırlıyurdıı. Arı ilk yardım yapılmcaya kadar kal- mış yaralıların çektiği iztirabı mu- hayyelelerine sığdıraamazlar. Her halde bunların yüzlercesi kan zayi ettikleri ve susuzluktan kavrulduk- ları için ölüp xitmi,lerdir da bir topl tüfeklerin ağzından fırlıyııı şekler 'anın bir kat daha artıyordu. Batıl itikadlar besliyenler, yerin- de duramayan yer yüzünü Allahın karar verdiğine inana- Eğer hâlâ kendisini İ se birisinin babası, kocııı, yı.hud ni- şanlısı olan böyle bir adamın neler düşüneceğini, onun ne büyük bir 1s- sızlık duyduğunu tasavvur ediniz. Y CARR | k LA yok bilirlerdi. Yangın uzun sürmedi. Ertesi gün oğronmıguk ki şımdıye kıdu Os- man ve himaye gören Plevne hırııhyınlırı boyuna kan zayi etmekte, acılar içinde kıv. ranmaktadır. Susamıştır ve ölülerle Kendi anası ve bu kadın !... Hey Yarı erzak d ateş (Sonu var) bbim, ara- linde verilmektedir. Bu sayıda tem- yiz ceza ve hukuk kısmmı tevhid içti- had kararlariyle hukuk kısmı heyeti umumiye kararı vardır. Adliye Vekâletinin itina ve inti. zamla neşrettiği “Adliye Ceridesi" her sayısında tercüme yazılarla garb hukukunun yeni fikirlerini naklettiği gibi hukukçularımızın tetkiklerine ayn'dığx sayfalarla da mıllt hukuk keti. de iştirâk ediyor, Vic- tor Hugo'dan, Y. J. lbuıuıur'dnn “ hakkında ve düşünce kardeşliğini gösterir ü- midiyle birkaç ismi karşılaştırmaktan kendimi alamıyacağım: Tercüme eden: Stefan George Charles Baudelaire Rainer Maria Rilke Andr& Gide Valâry Larbaud Jean Cassou Eseri tercüme edilen Charles Baudelaire Edgar Poe Paul Valâöry William Blake Samuel Butler Miguel de Unamuno Bu isimleri çoğaltmak mümkün- dür; yalnız bu çok tanınmış sanat- kârları saymakla iktifa ediyorum. Bizde meşrutiyetten sonra yapılan ve bugün yapılmakta olan tercümeler, müellifle mütercim arasında ruh bir- liğini temsil etmekten çok uzaktır. Onun içindir ki Baudelaire'in, Gide- nin, Larbaud'nun tercümeleri ayarın- da bir tercüme daha yapamadık. Tercümenin muhtelif gayeleri ol- duğu söylenir ve bu gayeler uarasın- da terbiyevi, ahlâki, içtimat, edebi ga- yelere işaret edilir. Şu muhakkak ki hangi gaye için tercüme yapılırsa ya- pılsın artistik güzelliği haiz değilse yapılan tercüme hedefine varmamış demektir. Sanat eserleri, ihtiva ettik- leri fikirleri ve hisleri ancak şeklin güzelliği ile telkin edebilirler. Şek- lın güzellığınden mah.rum olan ter- dan ne ka- dar zengin olurlım olsunlar bu zen- ginliği hissetiremezler. Bunun içindir ki bir dilden başka bir dile çevrilmiş eserler üçüncü bir dile çevrilince hakikt kıymetlerinden çok kaybederler; tesirleri de o nis- bette azalır. Bugün en kesif tercüme faaliyeti- ni Rusyada görüyoruz. Bütün dünya edebiyatından tercümeler yapılıyor. 1930 a kadar Almanyada da hummalı bır fuliyet görüluyordu Son on se- beri F görülen ü faaliyeti bugün baş döndüren bir hız- la devam etmektedir. Bu - £: veti ÇEdhem Pertev Paşa), den, Florian'dan, Raclnc’den (Şinaıı) bazı müntehab parçalar ve şiirler çev- riliyor. Ziya paşa Rousseau'dan E- mile'i, Yusuf Kâmil paşa Fön&lon'dan T&l&mague, Ricai zade Ekrem Cha- teaubriand'dan Atala'yı, Silvis Pelli- co'dan Mes Prisons'u, Ahmet Mitat Dumas Pğre'den Monte Christo'yu tercüme ediyorlar. Vefik Paşanın Moliğre'den yaptı- ğı muvaffakıyetli adaptasyonlar müı- i fına hizmet 131 sayfası metne ve 16 sayfası kararlara ayrılan mecmuanın fiatı 30 kuruştur. Sovyetler birliğinde tayinler Moskova, 9 (A.A.) — Tass ajansı, B. Joukovski'nin dahiliye komiserliği muavinliğine, B. Parachine'in de Mi- hanikt inşaat komiser muavinliğine ta- tesna, sonra l mizde yapılan tercümeler asıldaki gü- zelliği verememiştir. Yirminci asır on asrın a için, Stock, F Rieder, Plan, Calman Lövy, gıbı yayın mü kataloglarına bir göz atmak kâfidir. Memleketi- miz de bu hızlı tercüme sağanağına lmuş Ulus gazetesi ü ler kütüphanesinin, Remzi ve Hilmi Kitabevlerinin bir iki yıl. zarfında lerini g RADYO Ankara : Öğle Neşriyatı: 1330 M“h. lf neşriyatı — 12,50 Plâk: Türk m halk şarkıları — 13.15-13.30 Dıhılt ve ci haberler . Akşam Neşriyatı: 1g 30 prâk yatı — 18.35 İngilizce ders: Azime İf 19 Türk musikisi ve halk şarkıları ( le Çakar ve arkadaşları) — 19.30 $ ve arapça neşriyat — 19.45 Türk ll' J ve halk şarkıları (Hikmet Rıza vı ları) — 20.15 Spor konuşması: Vi — 20.30 Kompozitör; Ravel'in ö ça nasebetiyle seçilmiş eserlerinden neşriyat ve Halil Bedi tarafından Di nuşma — 21 Ajans haberleri — 21187 yo salon orkestrası: 1- Polget: Ru Z- P. Tosti: Per' Morire. 3- Waldt€ 'Yout-Paris. 4- Nesvadba: Paraphrat Loreley. 5- Gouzene: Yu-You — Zi Yarınki program ve Istiklâl marşı. Istanbul : Öğle Neşriyatı: — 1230 piâklati müsikisi — 12.50 Havadis — 13.05 Pi türk musikisi — 13,30-14 Muhtetif plâk riyatı. Akşam Neşriyatı: ,, takılâb d Üniversiteden naklen (Mahmut Esat kurt tarafından) — 18.30 Çocuklara mi Bayan Nine tarafından — 19 Bayan Şan: Piyano ve keman refakatile — ” Konferans: Çocuk Esirgeme kurumu 14 na, Dr. Kudsi Halkçı (Çocuk ve nüfui 19.55 Borsa haberleri — 20 Rifat ve daşları tarafından türk musikisi ve h kıları — 20.30 Hava raporu — 20.33 Ü Rıza tarafından arabça söylev — 20.45 ? ma ve arkadaşları tarafından türk muSi” ve halk şarkıları (Saat ayarı) — 21.15 yo fonik temsil, sütdyo orkestrası refi tiyle (LAKME) — 22.15 Ajans haber! 22.30 Plâkla sololar, opera ve operet P ları — 22.50-23 Son haberler ve ertesi nün programı, Ayvrupa : UFERA ve OPERETLER: 14.30 BE reş — 18.15 Roma — 20.25 Viyana, g 21 Belgrad — 21 Varşova, ORKESTRA KONSERLERİ ve SE FONİK KONSERLER: 2[5 Lâypziğ 21.10 Budapeşte — 22 Rom:; ODA MUSİKİSİ: 13 15 Roma — 2f Bükreş — 22.49 Kolon; SOLO KONSERLERİ 18.15 Roma, HALK MUSİKİSİ: 14.45 Roma — 16 Varşova — 18.25 Budapeşte (Sigan or$! trası) — 23.15 Milano, Torino. HAFİF MÜZİK: 7.10 Berlin — 8. za — 9.20 Paris Kolonyalı — 12.10 Ro 13 Berlin — 17.15 Roma, Varşova — Bükreş — 21.10 Kolotiya — 22 Roma, B — 23 Budapeşte. DANS MÜZİĞİ: ri. 16.30 Berlin — l z Budapeşte — 20.10 Lâypzig — 28.30 ransa, Napoli — 23.35 Lâypzig, Kolonyüâ Amerikanın kabul ettiği muhacirler Vaşin,; 9 (A.A.) — Haricive hf kınlaı%x tarafından neşredilen istatif tike göre, geçen sene Amerikaya mi' haceret için 240869 permi talebi vul bulmuş, bunlardan yalnız 30898 i kab edilmiştir. Kanuni mikdar ise 153 dir. 4 Arnavutluk, Yunanistan, Romanyâ Suriye ve Türkiyeye tahsis edilen k' nunj mikdar tamamlanmıştır, Iıpill disine verilen & neşretmiş oldukları ü eserler, Avrupadaki tercüme — faaliyetinden Türkiyenin hiç de uzak kalmadığını açık bir şekilde gösterir. * Bir milletin bütün düşüncesi, bü- tün heyeum, bütün varlığı, o mille- tercüme faaliyetine daha büyük bir hararetle devam ediyor. Fakat bu as- rm* tercüme bakımından diğer asırlar- dan ayıran taraf, asrımız mütercim- te kârların eserlerinde bütün kesafetiyle yaşar. Milletler biribirlerinin eserlerini tercüme et- mek suretiyle biribirlerinin Truhları- 999 unu, Macaristan yüzde 92 sini, manya da yüzde 48 ini kullanabilm tir, Gidenlerin ekserisi yahudidir. Almanyada İngiltere aleyhindeki neşriyat Berlin, 9 (A.A.) — İngiliz sefiri, İN gilterenin Bükreş hükümeti neıdınd' ya yahudi ekalliyeti lehind lerinin çok zaman büyük kârlar arasından seçilmiş ve tercüme ettik- leri eserleri kendi dehalarına yakın sanatkârların eserlerinden intihab et- miş bulunmalarıdır. T eden kârla eseri ter- yin edilmiş olduklarını bildirmekte- dir. cüme edilen sanatkâr arasındaki his nı anlı olurlar. Yakl anlaşma ile kabildir. Binaenaleyh milletlera- rasında herhangi siyasi bir anlaşma- nın temin edemediği yakınlığı, ter- cümenin temin edebileceği iddiası bir hayal olmasa gerek. Suud Kemal YETKİN yapmış olduğu teşebbüs üzerine M gazetecilerinin — İngiltere ıiey-hın* yapmağa başlamış oldukları ,îddoil hücumu protesto etmiştir. ) Bu protesto üzerine bütün alman g& zetelerinin bu meıele dolayııîyle ylP İ makta oldukl. t — Ç XXI daki fark ne müthişti !.. Kendi anası ne kadar nazlı, tatlı ve yumuşak idiyse, bu kadın o kadar sert ve carizdi. Kendi anasında tevazula vekar ne kadar biribirine karışmış iki esas fazilet ise, bun- da küstahlık ve bayağılık o kadar göze çarpan bir hususiyetti. Ve “Jeanot, git, bak, mutfakta musluğu açık bırakmış olmıyayım 1” Bu öyle bir cümle idi ki, dan, hiç bir ne aynının, ne de benzerinin çıkmasına imkân veri- lebilirdi. Bu, yalnız, Ruşeni beyin haremi Pâkize hanımefendi ömründe bir defa mutfağa ayağını basmamış veya mutfağın musluğuna elini uzatma- miş bir kibar kadın olmak itibariyle değil, olsa ol- sa bir yabancı misafir önünde böyle bir söz söyle- mek kabalığınd. ( ği için imkâ dı. Yok. sa, doktor Hı.kmet, ev kadını denince gözünün ö- nüne, hâlâ, kendi anasından başka kimseyi getire. miyordu. Fakat, bu sessiz ve nazlı kadın evin işle- riyle ne vakit meşgul olur, ne vakit her şeyi yolu- na koyar; hizmetçileri nasıl sevk ve idare eder, koca | ğın içinde, bundan ki haberi ol- mızdx. Sanki bir ruh gibi konağın her köşesinde, rlığı sezilir ve her yapılan işte onun izi ürdü. Küçük Hikmet, her sabah gözlerini, bü- tün odılırı ıılınıp ıupıirıılmuı, bütün eşyasının l ileri ter temiz giyinmiş ve kahvaltı masası hazırlanmış pn-ıl pıril bir evin SAYEİ K ıçınde açardı ve ktebe gid , elini İN K BİR SÜRGÜN Pa ) keliN gi aramasıyla, tenindeki daimi beyaz sabun koku su idi. Babası menkübiyete uğradığından ve bütün ko- nak üç hizmetçi ile bir ahçı ve bir uşak eline kal. dıktan sonra da evin bu düzeni bozulmadı. Gene. teni beyaz sabun ve çamaşırları lavanta çiçeği ko kan Bu hanım, sabahleyin erkenden, her işi t YAKUB KADRİ na götürdü. Iş bununla kalsaydı neyse... Lâkin ço cuğun bu eli ağzına götürmesiyle, kadının onu kendine doğru çekip kucaklaması ve göğsüne bas- tırması bir oldu. Bu göğüste keskin bir ter kok Doktor Hikmet, Lavaliâre'lerin evinden çıkarken geniş bir soluk aldı. Hem içerinin boğucu atmosfe. rinden kurtulmuş; hem de... Arlette'i unutmuştu. Arlette'i unutmak mı? Genç adam, içinden: “Ger- çek, dedi. Bu eve bir kaç defa daha gelirsem, onu, Şşalnız unutmayacağım; ondan aynı zamanda nefret bile edeceğim.,, Fakat, bu acı hakikatı, kendi kendi. he itiraf ederken, yüreğinin bir acaib elemle sızladı- ğını hissetti. “Hayır, dedi. Hayır, ondın nefret et- mek i: Onu unutmak da i Ondan nefret edeı-um, onu ne ğım ? vardı ve lehli kadının ıslak dudakları doktor Hik- metin alnı, yanakları üstünde bir sülük y l Hay nasıl doldnrıcığım? Her şey- den bıkıyorum. Her şeyden tiksiniyorum. Okumak olmuş pırıl pıril bir evin içinde mütebessim, ses- siz oturuyordu. Bütün bunlar, zihninin içinden geçerken, dok- tor Hikmetin gözü önünde, birden şöyle bir hatıra bir vizyon halinde canlanıverdi : Bir gun ikindi vakti, bir mektep dönüşü, doktor Hikmet, b d el öpmek için bulun- duğu odaya onu, bir bohç kar- şı karşıya oturmuş, aralarındaki kumaş yığınları. nı tetkik ederken bul Bu bohçacı kadın, da- ima o evden bu eve soluk soluğa dolaşır, siyah fistanı daima toz toprak içinde, şişman bir lehli idi. Patlak mavi gözleri vardı. Acayip bir türkçe du ve tırnaklarının ucu, daima kirden Hi di için anasının yanına her zın;ınde, onu, ç gün- düzlük entarisini giymiş, saçlarını sımsıkı tarayıp örmüş ve başına etrafı oyalı ince yemenisini bağ- lamış bulurdu. Doktor Hikmetin, anasında en çok sevdiği şey kullandığı eşyadaki tabii lavanta çiçe- kapkara idi, Doktor Hikmet, bu kadını, bütün bu vasıflariyle o gün görüp tanımıyordu. Fakat, her d boş bulundu. A elini öptükten son- ra ona doğru eğildi ve siyah tırnaklı eli alıp ağzı- lığıyla dolaşıyordu. Zavallı çocuk bu okşanıp öpül- melerden pancar gibi kızarmış bir halde kurtuldu. Anıımm benzı, güya oğlu bir kazaya uğramış da il şemiyormuş gibi sapsarıydı. Bohça. cı, gider onu aldı, h başına götürdü. Tepeden tırnağa kadar soydu ve yüzünü, kulaklarını, ensesini bir kaç defa sabunlu sularla yıkadıktan sonra ancak kendi: lebildi. Hi aĞ 'ştahmı da kaybettim. Fikir ve sanat davaları artır sana heyecan vermiyor. Montparnasse'daki rus ih« âlâlcilerinin materyalist nazariyeleri, bende kol ka- aat bırakmadı. Artık, dünyada, yüksek ve ulvi hiç bir geye inanmıyorum. Bir sevgi, beni inkâr berzahında tâ intihara kadar gitmekten kurtarabilirdi. Ona da türlü türlü manialar çıkıyor. Bu gün Madame Lava. ııbre yarın booahnıclıer.,, çi kızlar ise, zaten her defa olduğu gibi bu sefer de kadının oturduğu ve ayağınm bastığı noktaları silip temizledilerdi. Doktor Hikmet, birden bire, Madame Lavaliğöre de, işte, o lehli karının hüviyetini görür gibi oldu. Madame Lavaliğre muttasıl | k P du ve kocası, yanı başında bir ııkomleııııı ucuna ilişmiş, iki elleri biribirine bitişik dizlerini üstün- de, onu, muttasıl tasdik edici bir tebessümle dinli- l ker! Onu birden bire hatırdan nasıl çı- karmıştı? Arlette'i sevip sevmemek zaten onun e- linde olan bir şey miydi? Arlette, ona yüzden “se - ninim,, dese bile, içten o adamındı. O adamı sevmek- te ve bütün mevcudiyetile onun almakta berdevam- ” dı. Doktor Hikmet, bunun böyle olduğunu nasıl bili- yordu? Doktor Hikmet, bunu, malüm olan beş duy- gunun fevkinde bir müstesna duygu ile sezip hisse- diyordu. Genç kızın yüzüne her yılundnıı bıkı;nb o adamla geçirdiği saatlere aid bir perişanlı (Sonu w)