8 Ağustos 1935 Tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 4

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

SAYIFA 4 * 8 AĞUSTOS 1935 PERŞEN Buyuk Brıtanva ve habeş harhı Sir Samuel Hor'un bir söylevi Noye Fraye Prese gazetesine 1 a - ğüstos tarihiyle Londra'dan yazılıyor:: Bugün saat 19.30 da Sir Samuel Hor parlamentoda italya - habeş anlaşmaz- lığı hakkında diyevde bulundu ve de- di ki: “ — Bir harbın önüne geçmek için &kla gelebilecek ne varsa hepsini yap- maktayız. İtalya ile Habeşistan ara - daki gibi bir anl lik ortasına, sert bir tavır takınarak defi atmak ve uyuşulamıyanı savaşa çağırmak kolay ve belki de çekici bir şeydir. Böyle bir hareketin sonucunda arsıulusal çalışma birliğinin yeniden yıllarca aksamış ola- tağını kabul edelim; yahut da gene bu hareketin sonunda, uluslar sosyetesinin bütün bir nesil için inmeli bir biçime girdiğini farzedelim. İstediği kadar yiğitçe bir hareket olsun, böyle körü körüne hareket etmek budalalık, hattâ cinayet derecesinde bir budalalık ol - muş olur. Harbın önüne geçecek ve- ya dar bir çerçeve içine sokacak yerde onun alanını genişletmekte ölan yiğit- lerin, arkasından koştukları gayelerde aldanmamış olmaları arzu olunür. Bri- tanya hükümetinin sıyasası, bu sert ve tehlikeli tavrın büsbütün tersidir. Çok nazik bir durumda olan kararın ciddi- Mğini herkes gibi, biz de iyiden iyiye —tilkiyoruz. Uluslar sosyetesinin paktı ve andlaşmalarla üste alınmışolan yü - kümlerin yerine getirilmesi hususun- da öbür ülkelerden dâha az titiz deği- liz. Verilecek olan kararım ciddiliği- imkânları olan yolları kapatabilecek bir adım atmak istemiyoruz. Bize kalırsa, şimdi isterse harb kısa veya uzun sür- sün, yenen İtalya veya Habeşistan ol- sun, bir İtalya - Habeşistan — harbının | yapacağı etkiler çok kötü olacaktır. -Uluslar sosyetesi üzerinde ve hu ıoı— y in aştığı prensipler ü yapacağı etkiler düşünülemiyecek ölçü- dedir. Aykırılıkların kılıçla ortadan kaldırılması yerine barışla temizlen - mesi için, dünyanın harbtanberi giriş- | tiği bütün işler boşa gitmiş olacaktr. Dünyanın küçük ve zayıf memleketleri güvendikleri siperin tehlikede olduğu- nu göreceklerdir. Bütün Avrupayı daha güvenli bir duruma sokmak için büyük uğraşmalarla yapılmış olan paktlar bir tatam kâğıddan başka bir şey sayılmı - yıcaklatdn Uîuslar soösyetesinin ölme çal m sebebi işte budur. Eğer bir lııdı çıkacak olursa, dünya - nın bugünkü durumu içinde, tecim ve finans işlerinde, harb yapanların ve ta- rafsız kalmış olanların türe meselele- Tinde sonsuz karışıklıklar, anlaşmazlık- lar ve buhranlar çıakcağına hiç şüphe edilmemelidir. Medeni —uluslar ara- sındaki bütün nomal ilgiler karmaka - rışık bir hale girecektir. Uzakta da olsa, Avrupa dışındaki etikiler daha az önemde değer verile - cek bir mesele değildir. Bizler ve Fran sadaki dostlarımız bir çok nesiller, ak sikla renkli ırklar Aarasındaki savaş meselelerini ortadan kaldıracak sağdu. yulu ve hoş görücü bir sıyasa güttük. Biz, bu ırklar savaşının değişmez oldu ğuna inananlardan değiliz. Biz, uçu - rumlar açmak için değil, Avrupa ile Afrika, Avrupa ile Asya arasında bir köprü kurmak için uğraştık. Hindis- tandaki eserimizde güdülmüş olan dü- şünce bu idi. Fransatla mareşal Lio- tıda olduğunden henüz daha ortaya çıkmamış durumlar karşısında Britan- ya hükümetinin ne yapacağını veya ya- pabileceğini ve girişeceği ilk işi bu ak- şam kestirerek söyliyemiyeceğim. Yal- nız bir şey söylemek isterim: Barışı korumak için en ufak fırsatı bile ka - çırmıyacağız. Kafalarımızı kuma gömerek önüne geçmeğe çalışmadan üzerimize kötülük- lerin gelmesini beklemek niyetinde de- ğiliz. İtalyanların isteklerini tatmin etmek hususunda büyük girgilerde bu- lunduk. Yuba topraklarını İtalyaya bıraktık Zeila'nın Habeşistana verilme- sini de göze almaya hazırdık. Biz, bir. üçler konferansı yapılmasına da giriş- tik. Uluslar soösyetesi Bugün bu buh- Tanı görüşüyor. — Barışım korumnması işinde bu makineden faydalanmak için bütün kuvvetimizi harcayacağız. İşin yargıç yoluyla düzeltilmesi için her çarenin kullanılmasını sağlamak üzere gücümüzün yettiği kadar çalışacağız. İşlerin ne kadar güç bir durum içinde olduğunu biliyoruz. Bu buhranda Bri- tanya imparatorluğuna yüklenmiş olan büyük soravı da bilmiyor değiliz. An - cak, barışı korumak için her türlü ça- relere baş vurulmadıkça, bu güç du - rumda hiç birimizin barışı güçleştire - cek veya boş bir umud haline sokacak bir harekette bulunmaması arzu olu - NUr.,, Bundan sonra Sir Samüel Hor, İtal- yanın, Habeşistanda istediği gibi hare- ket edebileceğine Büyük Britanya ve Fransanın Strezada söz vermiş olduk - ları yolundaki lakırdının yalan oldu - ğunu söyledi ve sözünü şöyle bitirdi: “— Abrupadaki durumun hem bulanık ve hem de karışık olduğu düşüncesinde olduğumuzu — söylemiyecek — olursam içimizeki duyguyu anlatmamış olurum. Dünya hakikiğ bir kaygu içindir. Fakat bu böyle olmakla beraber afalla. mamıza ve şaşkınlık içine yuvarlanma- - mıza lüzum yoktur. Biz, Britanya sı - yasasına ve ananasına ve hele Britan - yalının sağduyusuna bağlı kalmak isti- yoruz. Ben, yükümlerimizi yapmıyo- rüz ve prensiplerimizi savgayamayız, demiyorum; fakat, dünyanın bu karma- karışık durumu karşısında kuvvet kay- naklarımızı büyük bir dikkatle yokla « malıyız ve Büyük Britanya yalnız a » çık ve sonuçlarına güveni olan bir sı- yasa değil, bütün dümyanın saygısını kazanacak ölçüde kendini güven altna - alabilecek bir kuvvette olduğunu gös- termelidir, diyorum.,, Yabancı gezmen çekmek için İsviçre gazetelerinde okuduğumuza göre, fransız hükümeti yabancı gezmen lerin memleketlerine gelmelerini kolay- laştırmak için yeni tedbirler almayı dü- şünmektedir. Geçenlerde gazetecilerin | bir toplantısına gelmiş olan bayındır- lik bakanı Loran Enok, kambiyonun ko- “runması için hükümete tedbirler almak yetkisi verildikten sonra, bir memleke- tin öd. bilânç da çok önemli bir rol oynayan yabancı gezmenlerin geti- rtilmesi işinde de esaslı değişiklikler tey'in güttüğü sağduyulu ve l sıryasanın da dünşüncesi bu idi. Ak ile esmer ırk arasında savaş anlamında ya- prlacak olan bir harb, karşılıklı anlaş- ma yolları üzerine bir engel diye diki- lecektir ki, buna hiç bir suretle daya- mylz. İtalyanların yayılma ihtiyaçlarına hrşx sempatisi olmıyan bir tavtır ta - kta olduğ! ve bu pati nin yalnız lafta kalmadığını hareket tarzımızla da isbat ettik. Eğer İtalya hükümetinin habeş hükümetinden şi - kâyeti varsa, bunu yoluyla, yarda - anıyla yapmalıdır. Bunu yapacak olur- sa, karşısında uluslar sosyetesinin ital- yan asığlarını tatmin etmeğe hazır bir Salde olduğunu görecektir. Bütün bu meseleler harb yapmadan da düzeltile- bilecek memlelerdir. Bu soğukluk ve kötülükleri ortadan kaldırmak için Bri- M pılınımaxuveıebi& * «ata yapılacağını söylemiştir. Bakanın söy- lediğine göre, genel bir yabancı gez- menler komiserliği ve bu işlerle uğraşa- cak olan ayrı bir merkez kurulacaktır, Böylelikle baymdırlık bakanlığı bütün yabancı gezmenler işini eline almış ©- Tacaktır. Genel komiserlik işin sryasasına, merkezde propaganda işlerine bakacaktır. U TÜRK ÇOCUKLARI 'TÜRK KUŞU'na uencu Üüve vazılıniz ilenrde bu | Yabancı gazetelerde okuduklarımız —FT Bir Fransız Gözü le «Dünkü sayıdan devamn 'Ankara zihniyeti ve altıok Bu altıocka bir çok şekilde; mektup kâğıdı üzerinde, tabelalarda, resmiğ ve- ya özel bürolarda rastlamış, fakat iti - raf ederim ki hiç dikkat etmemiştim. Bir gün öğleden sonra, bir bekleme odasında oturürken bu oklar gözüme ilişince sordum: — Bu ne demektir? Sekreter düzelttiği kâğıdları bırak- tı, beni süzdü ve bir hamlede tekrar - ladı: — Cumuriyetçiyiz, uluscuyuz, halk- çıyız, devletçiyiz, lâikiz, devrimciyiz. Aydınlanmıştım. Gerektiği gibi, kırmızı zemin üze - rinde olan bu oklar, doğan güneşin ışık larını andırıyorlar. Bu benzetiş, bana Japonyayı düşündürdü, ve ileride görü- leceği gibi, bu yakınlaştırma dikkate değerdi. 'Tekrar altıoka baktım. Başka işim olmadığı için bunların hafifçe birbirinden farklı uzunlukta ol- duklarını gördüm. — Cumuriyetçiyiz, ilki en kısasıdır. Ondan sonra altıncısı geliyor: Devrimciyiz, sonra ikincisi: Ulusçuyuz, beşincisi: Lâikiz, üçüncü - sü: Halkçıyız, nihayet en uzunu olan dördüncüsü: Devletçiyiz, Hemen şunu söylemeliyim ki, mö- del sahibinin bunu hiç düşünmemiş ol- duğuna inanıyorum. Fakat tesadüf be- ni ikna etti ki, yeni Türkiyenin pren- sipleri arasında bir büyüklük sırası var sa, okların büyüklükleri buna en fazla yaklaşandır. Bundan sonra yaptığım müşahedeler pek de buna zıid çıkmadı , *k $ Ankarada ve Anadoluda eski veya yeni önemli olan bir fabrika, bir ens - titü veya kamusal bir bina yoktur ki; gezmiş olmıyayım. —Bundan başka, memleketin en üzak köşelerinde bir çok köyleri dolaştım. Hükümet merkezin - den uzaklaştıkça türlü derecelerle dik- kate çarpan şey örgütlenme, düzenlen- me, disiplin, ve disiplinin zevk ve ha - vasıdır. Bu hal bazı o kadar aşırı olu- yor ki, insan, türklerin kendi iclerine çekildikleri ve ırklarının temiz kayna - ğına döndükleri için, batılılaşmalarına, * peygamberin bayrağı altında hizmet e- derken gösterdikleri kadar büyük bağ- İrlıkla sarıldıkları hissini alıyor, Ankara —üzerinden esen — buzlu rüzgârların nefesiyle binbir — gece masallarının gölgeleri dağıldı, fakat bunun yerini makine gölgesi aldı. Ye- ni nesil devlet makinelerine adanmıştır. Türk ve rus devrimcileri arasındaki fark derhal göze çarpıyor. Sovyetler, savaşı kazandıklarının — ertesi günü Kremlin'e yerleştiler. Türkler, sulta - mın sarayını bir müze haline koydular, Onlar, cedlerinin ananasal sıyasalarını ve eski genişleme hulyalarını bir yana bıraktılar. Propaganda yapmıyorlar ve dışarda kendilerini tanıtmaya pek az çalışıyor- lar. Ankara, kapalr bir çember içinde çalışan yurdseverliğin merkezidir. Bu- rada her şeyden önce en esaslı imkân- lar arıtılryor. “Türkiye Cumuriyeti bütün kuvvet- lerini ve bütün kaynaklarını iç kalkın- masına hasretmiştir. “Yeni türk hükümennm gayesi, en kısa zamandar sosyal, ekonomik ve kül- türel alanlarda en fazla verim almayı sağlamaktır. “Bu hedefi takib ederken, cumuri- yet, gereğince, en kökten — tedbirlere | başvurdu ve lüzum gördüğü zaman hiç duruksamamak zorundadır.,, 1933 de, cumuriyetin onuncu yıldö- nümünde, Başbakan İsmet İnönü böy- le söylüyordu. Ve bana verdiği bir mü- lakatta da aynı şeyi tekrarladı. Bundan daha açık, bundan daha ob- jektif olmak imkânsızdır ... . Anka ııh ini karaktı - denholı)dıtıfli,bıdıtnıııwı- ğin kaynağı şudur. Dokuz yaşındayken babası öldüğü - zaman, henüz, Kamâl adımı :taşımayan' Bi setaltna AnKdAdırAit aahle alam Malamil. ten ayrılarak, annesiyle beraber, küçük bir köy olan Lagaşan'da amcasının ya- nına gitmişti. Orada köylüler içinde tamamen me- sud bir hayat yaşadı. Onda, iyi bir köy- lü ruhu da vardı. Otuz beş sene sonra, kendisine inan mış ve onda ulusunun en sağlam kay- nağını bulmuş olan köylülerin yardı - miyle, Almanya ile Fransayı içine ala- cak büyüklükte bir memleketin başına geçince, yeni devletin temeli tarım ol- duğu esasını koydu, ve ilk işi, köylü- nün durumunu düzeltmeye — çalışmak oldu. Atatürk daima konkret fikirli bir toprak adamı olarak kalmıştır. Onun sıyasası bir toprak adamının sıyasası- dır. Ve işte süel sebebler kadar bu se - bebten de ötürüdür ki hükümet mer - kezini değiştirdi. Osmanlı imparatorluğunun yükselişi ve düşüşü deniz sahasında oldu. Kamâl Boğaziçinin çılgın başlarını tekrar tar- lalara götürdü. O, denizin saraylarım- eder. Lagaşan'ın küçâk köylüsü, şimdi Ankaradan bir kaç kilometre ötede bir nümune çiftliğinin sahibidir. - Ortada bir deneç parkınin içinde Karadeniz ve Marmara havuzları vardır. Şimdilik o- na bu kadarr yeter, iki bahçe denizi. Yazın ankaralılar burada yıkanırlar, ben gittiğim zaman havuzlar kuruydu. Karadenizin suyu akıp gidiyordu. dakık Atatürk, yurdunu bir devrin ge « rekliklerine uydurmadan önce kendisi buna uymuştu. Toprak adamı sıfatiy- le köylüyü anlamasını ve başkalarına anlatmasını bildi. ta Asyanın yoksül yaylalarından in - miş cenkci bir ulusun gözbebeği oldu. Ve ezilmiş bütün. bir ulusun sefaleti içinden dilediği devletin meydana ge- mesine bağınazlığıyla karşı koyan eğ- reti bir dini yıktı. Hiç şüphesiz ki Ankaranın altıoku nu Kamâl Atatürk bilemiştir. Etiler ve kaynağa dönüş Kendisiyle tanıştığım bir türk âlimi ile tarih konusu üzerinde biraz konuş- tuk, O, bana dedi ki: — Roma medeniyetini doğuran, en sonra sizin medeniyetinizin meydana çıkmasında etke olan o meşhur yuünan medeniyetinin, şimdiye kadar öğretilen- lerin tersine olarak, bizim çocuğumuz olduğunu bilmiyor musunuz? Bu eski yunanlılar, kültürlerinin büyük bir kıs- mını bizim atalarımız olan Anadolu yer- Jilerinden alarak batı dünyasına götür- düler. Saygı ile eğildim. Sevimli türk, sözlerini başka bir şe- kilde aydınlattı: — Avrupa yeti yunan niyetinden doğdu, bu da İyonya mede- niyetinden geldi, değil mi? Yani Ana- doludan bu arada İzmir kıyılarından, Pekâlâ! — İyonya, aziz — dostum, Eti doğusunun mirasçısından başka bir şey değildi. Biz, Etilerdeniz, yani on- ların hakiki torunlarıyız. ; Daha yavaş bir sesle, tevazu ile ilâ- ve etti: — Anadolumuzun yüksek yaylaları insanlığın beşiklerinden biri olmuştur. Bu memleket beş bin yıldanberi mede- ni olmaktan geri kalmamıştır. En eski medeniyet burada yayıldı, bütün öteki- ler bu medeniyetten çıktı. Gazete aktüalitelerinin arkeolojik aktüalitelerle pek az ilgisi var. “Eti,, tabirine pek alışkın değildim. Muhatabımın hakkı vardı. Şüphesiz ki, 20 inci asrın motorlaş- mış Türkiyesi hakkındaki bir reporta- jan beni, İsadan 20 asır öncesine ve hat- tâ daha öteye götüreceğini önceden tah- min edememiştim. Fakat bahsettiğim konuşmadan sonra bu mesele üzerinde araştırmalar yapmak zorunda kaldım. © zaman, bozkırda, yolumun üzerin- : de yuvarlak gözlu büyük bir aslan sü- e tlad Duüntlns YAK Yeni dan sakınır ve etrafındakileri de iİkaz Asker sıfatiyle, or- | “. . Türkive Yazan: Marsel Sovaj dan 3000 yıl önce Etilerin şehirlerin müuhafaaz eden taştan aslanlardı . Anadolunun her yanında, meraklı ları bekliyen bu aslanlardan var. Bazı ları Ankara, Sıvas, Kayseri ve Adana nın yeni kurulan müzelerinde, daha bü yük bir kısmı köy meydanlarında, çeş me yanlarında veya, yüzlercesi birdri yerlere gömülmüş dev mimarili şehirle olan hoyüklerin yanı başında bu uzur uykunun muhafızları gibi duruyor. *kx Araştırmalar ilerledikçe önemi arta Etilerin meydana çrıkarılması şeref fransızlara aittir. İlk önce, Şarl Teksiye, 1835 de, baz Anadolu dağlarında görülen kayalar ü , P L : FEN SS Y e AŞ zerine ş garip T i kay mişti. Ondan sonra Musul fransız kot solosu Emil Botta Koyuncuk civarındı yapmış olduğu sondaj çalışmalarına ar keologların dikkatini çekti. Nihaye 1862 de, Jorj Pero, Eti ilmini ortayıi koydu ve 1893 de Şzntr onun — eserini devam etti. Almanların, ingilizlerin, amerikalı ların, türklere cetlerini yeniden kazan dırmak şerefini elimizden almak istedi leri şu günlerde bu dört ismin, Eti e tütlerinin başlangıcını işaret ettiğir söylemek yerindedir. İsadan önce iki binle bin yılları ara sında medeni dünyanın tarihinde en bi yük rolü oynamış olan, birçok nevi ya zılara, romalrlara lâyik bir medeni ka nuna sahib, kadını erkekle eşit tutan mısırlılardan önce demiri kullanmış o lan, bazıları pek muhteşem sanat eserle ri Asuriler tarafından kopya edilmiş ©o Jan bu esrarengiz Etilerle cumuriyetç Türkiyenin sıyasal hayatında önemi bir yer aldılar. Buü son yıllara kadar, diğer birço uluslar gibi, Etilerin de, Boğaziçini ge çerek Doğu Avrupasından geldikleri & nılryordu. Fakat ne Boğaziçinde, ne d Marmara kıyılarında bunların geçiş ne dair bir iz bulunmadığı için, ark oloğlar bu faraziyeyi terketmek zi runda kaldılar. Ve Etilerin, Türkist: dağlarından inmiş, Turan ırkından aş yalılar olduğu fikri yavaş yavaş yerleş meye başladı. Hattusas adını — taşıya bükümet merkezleri, Ankaradan 180 ki tometre uzaklıkta, şimdiki Boğazköyü yanında bulunuyordu. Burada halâ şebrin, beşle sekiz metre arası genişl ğinde ve kilometrelerce uzayan dıva lar içinde saraylarının ve tapınaklar gn yıkılarına rastlıyoruz. Mustafa Kemalin devrimleri içind çalkanan yeni Türkiye, islâmt bağlarıı kopardığı için varlığını bağlayacak € ki bir anane arryordu. Osmanlı unsurli rından önce, şerefli bir tarih yaşam cetlere susamışlardı. Kazılar birdenbire çoğaldı. 1931 de beri bunların sayısını bulmak bile gü tür. Bununla beraber Mustafa Kem bunların her birine göretlerde bulund Osmanlı imparatorluğunun yıkılm sından sonra türk, yeni türk, ilk ön! 1922 de batının büyük devletlerini L zanda yendikten sonra bir utku daha | zandı. Bu, manevf sahada, birincisindi daha parlak, daha faydalı ve ulusal g/ rur için belki daha hoşnutluk verici b utkuydu. — Ve nasıl öc almışlardı! Loyd Ca cun “adı ağza a!ınmıı., dediği, Klema sonun “"göçebe, barbar,, diye vasıfla dırdiği türk, ingilizlere, fransızlara, talyanlara Ve küçük dostları yunan lera hepsinin ustası ve babası olduğur ıspat ediyordu. İnsaflı olarak kabul edelim, Art! bu meydana çıkmış açık bir hakikattli (Sonu var) — bawlık Yurdu * Hasta bakı(

Bu sayıdan diğer sayfalar: