7 MARİ 937 ————” GECELER Geceler bu issiz, kara geceler, İçimde derin bir yara geceler, Ya gönderin bana o nazlı yâri İletin ya beni yâra gece'er. Geceler öyle ki bahtımdan kara, Hemdert olmuş gibi sevdalıları Ömrüm yaklaşmadan bir son bahara İletin siz beni yâra geceler, Geceler ben sizi ruhuma sardım, Hasta bir gönülle bak size vardım, Nolar edin siz de bana bir yardım Yalvarın: -- Gel! Diye yâra geceler. T. Pevtev Durak ACIYAN Üstünde son ışıklar eridi, dondu camın: Bir tek pençeresinde gene küçük odamın Söndü kara bir kışın hüzün dolu bir günü.. Dün gece ayağında şu tahta iskemlenin Y Ccanını veren mum, şimdi gözlerim senin Görüyor karanlığa nasıl gömüldüğünü ! Bana pek benziyor şu küf kokan ot minderi: Onun da göğsünde bir titriyen yırtık deri, Onun da gözünde bir duygusuz, kuru saman.. Belki gelir bu akşam, bu akşam belki gelir Yiyeceksiz soframda beklediğim misafir: Evimin yolu meğer ne de uzunmuş, aman! Ellerim yoksa buzdan bir maşa mi oldü ne: Teneke mangalımın kıvılcımsız külüne Düşmüyor damarımdan bir damla kan pıhtisi Batıra batıra hep dişlerini etime €1Yor şu yürekler yakan sefaletime ir kurdun tahtaları kemiren gıcırtısi! Faruk Ediz Gençlik Ve Edeb -Fabrika Düdükleri- İçimiz heyecandan bir yıldız. kadar kuru, Açılan gözlerimiz güneşli gökten duru, Bilerek seviniyor, çalışan bu memleket Tarih bile ilk gördü, bu sonsuz başarışı Çelik bir mermi gibi hedefine varışı. Gösteriyor her yerde bolaran gür bereket | çalılar bile duldasını |'Jesir- Alanımızın teridir, öz toprakta İşliyen, Açık bir ufuk gibi çevresi genişliyen, Endüstri örüyor şenelen bu gökleri Pembe bir güle benzer ellerde biten pasır, Yükselen bacalarda eridi altı asır, tüyor kulağımda fabrika düdükleri Ali Ertan İSMEEAR AT AM SEN S ZM - FİKİRLER BC ğ y iğa yi ihatalilerlersen o, ssal felâkete sürüklemeyi asla ihmal etmez Öt iğe 2 — Semasında tayyaresi olmıyan yürd.. kânunusani Ayında yorgansız kalan İnsan gibidir. | # * Kiymeti - bilinirse yaşadığımız bu ömür bin yıl kadardır. yede — Yarını görmek için bu gönü bilmek lâzımdır. * Ahmet Kaya TÜRKDİLİ iya t Sayfası SAYFA: 3 GENEEAND LAİT KKENIZ VN SAT Ti ee A 1 l Türkdil'nin Hikâyesi BİR GÜN Tren, bir akşam üstü çığlıklar kopararak. Saçını yamaçlara serpecek yığın, yığın.-. Bir sam gibi. ömrümü saracak ayrılığın. Bir bekleyiş olacak gönlerim, senden ırak... # e Demek, bir gün ansızın kaybolacak gülüşün”.. O günden sonra artık yalnızım ebediyen.. Ey, bana gözlerile: “Hayat bahardır., Diyen O günden sonra ömrüm bir çöl olacak - Düşün . ik 9e Perde'eri bir daha inmiyen pençerende, Kanıyan bakışlarım hayalini sezecek Ruhum, bir rüzgâr gibi, yollarını gezecek, Ürperecek, çığlıklar koparan her trende. Macit Aray - Öyle bir rüyaya dal ki - Gündüze göz gibi bakan pençeren, Geceyi gündüzden gizliyemeden; Usulca kimsesiz bırak yerini, İndir pençerenin perdelerini. Yanan gözlerinden at yıldızları, Gölgeni dıvarda titreten sarı Sapsarı ışıklı lâmbanı söndür, Gecenin rengini gözlerine sür, Gündüze bir hasret çekerken odan, Uzan yatağına sabah olmadan. Ve yum gözlerini yavaşça de ki, “Hayat ve saadet gözlerimdeki Uçan renkler gibi uçucu mudur? Günlerimiz akıp giden sumudur?,, Sonra da çizgisiz, halkasız bir su Gibi çırpınışsız. ve sessiz. uyu , Dudağında ince bir tebessümle, Belirsin vadeden ve gülen cümle Ve öyle tatlı bir rüyaya dal ki Rüyanı rüyana öyle sal, sal kı, Orda hayat hayat demek saadet olsun, Iklimler, mevsimler baharla dolsun. Gece ışıkların , bahar seslerin, Renk ve çiçeklerin koynunda, derin Bayıltan bir hâzlâ kendinden — geçsin:.. Rüyalı gözlerinle gözlerime sin!, . Rıza Apak -Çobanın Uykusu- | kumlar östüne titriye tri- ye iliştirdi. Ak kaynağın duru, buzlu zemzemi ile ya- nik yüreğini soğutmak iste- di. Ve sözlerine devam etti: “Boyunları burulu kala cak, sevgili kuzularım! Ben, onları dert çeksinler, doldursunlar diye dünyaya getirmişim OFf Allahım!Sevgi çiçeklerimi istediğin renkte soldurabilirsin, ey — yoksul luk!, “Uyku, omuzlarıma “Erci- yet, gibi yüklendi. İşte yor.. Çoşkun Ertepınar İhtiyar çaban, böylece, P) Dırlda : Gölge, koru söylenerek dirseklerini sert ' yanın gölgesi Niçin bu saati kurmuyorsunuz Duvarda süs gibi cansız. duruyor. Evinizde hiç mi durmuyorsunuz? , Kalbiniz de böyle boş mu vuruyor?. *Karanlık zındanlaştı; ne reye gideceğim, — bilm'yo rum?.. Gözlerimi yumsam, rüyama — yokluk girecek .. Uyku, omuzlarıma “Erciyeş, gibi yüklendi Artık benden, ger. « “Köpeğim, yüzümün buru şuklarımı kimbilir ne sanıyor” Sürünün önünde yürüyüp dururken, vakit vakit, çö meliyor; geride didine didi ne ilerliyen yol arkadaşını iki büklüm görünce ürküyor, garip tavı almaktan ken: disini bir türlü kurtaramı yor.. , “Akilsız köpekli ., çile gözlerim — yumulu Ben mi duymuyorum?. — Tik taklarını.. Hayır; kulaklarım geceden has, Her gün bir sel yıkar topraklarını.. Öyle derin kalpli bendeki havas Duvardan indirin o ölüyü, siz.. Bu soğuk odaya kâfı bir cesed. Hurma şarabile temizleyiniz.. Baksanıza nasıl kokuyor et et !. M. Şadi Varlık —-İISY * Bir imparator sarayını an. | | dıran azemetli binanın yanın daki geniş meydan, siyah çakıl) tepelerile dolmuştu. Yirmiye yakın adam; sekiz kamyo netin haftalardanberi durma- dan, dinlenmeden, — ocağın bulduğunu silip süpüren mi- desine taşıdığı kömürü bu meydandan alıp — karanlık dehlizlere boşaltıyordu. Sahanın nisbeten düz bir köşesine büyük bir baskül yeleştirilmişti. Geniş arka hıklı. demir ayaklı kontroplâk tahtadan — yapıl mış ceviz taklidi bir sanda İyede oturadan foter şap | kalı, siyah gözlüklü. kravat sız fakat temiz geyinmiş ih [ tiyar memur, tartılan köm - ürleri küçük bir deftere ka- | ydediyordu l Siyah mı, beyaz mı olduğu | belli olmıyan küfeleri sırtla | rında taşıyan adamlar, bos- | tan dolaplarının küçük su | kovaları gibi baskülle karan- hk dehliz. arasındaâ — gidip geliyorlardı. Boşalan küfele | ri, ellerindeki sivri dişli ya | bayı, düşmanının — bağrına | hançer saplıyan, gözü dö- | nmüş bir muharip gibi kara tepelere daldırıp — çıkaran diğer bir. kısım amele dol duruyordu Kayaşlı Mehmet 75 kuruş gündelikle teklif edilen bu işi büyük bir sevinçle kabul etti. İri kemikli kalın bir. İngiliz - sicimi ile sıkı sıkıya - bağlanmış, ayaklarına çuval dolu lâstik ayakkap ları, yırtik çorapları, baldır larına kadar inebilen panta taş düğmeli damalı mintanı, birkaç ya madan meydana gelmiş ka sketi ile o da — arkadaşları arasına karıştı Bir — saatlik öğle paydosunda, bodur bir lonu, mavi, iri akasyanın çatalında duran renksiz mendilinden çıkardı ğı yarım okka ekmekle beş kuruşluk - helvasını bir iştaha ile yedi Kirden muşambalaşmış pantalonunun, Kangoru torba- sonsuz sını andıran cebinden çıkar- dığı beş buçukluk paketi- nden bir siğara çekti, tel- lendirdi. Sırtıni, sonbaharın öğle güneşinden aldığı ha raretle fırınlaşınış mermer divara dayadı Elindeki pa kette dkrde kıvrilmiş mavi bir kâğıt görünüyordu içi | Bu; uzun bir bekleme ve yalvarmadan sonra on gün | | dür hasta yatan annesine | getirdiği belediye doktorunun | reçetesi idi. Renkli kutular- la süslü, büyük camlı, tuhaf bir koku dükkânın sahibi bu kargacık burgacık | yazılarla dolu kâğıda bak- | tıktan gonra: Yüz kuruş vereceksiniz! Demişti Haftalardan beri iş siz bir adam bu kadar parayi nereden bulur?.. — Mehmet saçan ilâçları yaptıramamış, ogün AN-— * YAZAN: Celâl Alnıgeniş ’ * eve Boş dönmüştü Bugün çalışıyordu artık . — Bir kaç saat sonra gündeliğini alaca ktı. Eve; eczabaneye uğradık- tan ilâçları yaptırdıktan sonra dönmeyi öyle istiyordu kil, Sıiğarasını attı. Fersiz göz- lerini başının üstünde ağır ağır yol alan bulutlara kal- dirdi. Nasirlı — ellerini gök yözüne — çevirdi. Kalbinin vuruşları kadar — hafif bir sesle: — Allabım dedi, anneme ilâçlarını götürmem için ba na yardım et! Alacağım gü ndeliği yüze tamamlamağa kudretin yok mu?.. Yanıbaşında duran yaba- yı aldı. Ona dayanarak ka- Iktı. Siyah çakıl tepelerin başına geçti;. — boş küfeleri doldurmağa başladı. Küfeleri pınardan su taşı- yan köylü kızları gibi omu zlarına yeleştiren arkadaşla. rı bir makine intizamile gi- dip geliyorlardı. Kömür te- peleri eksildikçe, — Kayaşlı Mehmedin Allaha olan ina- ncı — çoğalıyor, istediği 25 kuruş bir elliliye, liraya bir sarı altına çıkıyordu. Onun büyüklüğüne inan- malı, Allah istese, ne yapa - maz ki?.. Şu doldurduğum kömürler altın olamaz mı sanki?. Diyor yabayı çarpık küfeye boşaltıyordu. Birdenbire eğildi. Kömür tozları arasında beyaz, yu- varlak — birşey aldı. Baktı, gözleri büyüdü. Kafasını iki yana salladı. Kaşları çatıldı. Alnında derin çizgiler beler- di. Saçları — dimdik oldu. Elleri titriyor. kulakları uğul- duyordu Dişlerini gıcırtata - rak söylendi: — Bir 25;lik .. Yabayı bir ta: bıraktı, küfeyi tekmeledi. — devirdi. Tuttuğu madeni yuvarlak, elini yakıyordu. Onu karşiki ağaçlığa fırlattı;attı Elinin tersi ile soluk alnında biri ken terleri sildi. Sert adım- larla kimseye - birşey söylemeden uzaklaştı. Evinin; portakal sandığın dan yapılımnış teneke yamalı kapısını açtı. Avdan yeni dönmüş bir tazı gibi soluya soluya içeriye girdi. Anne- ve sinin güneşte kalmış bir ga: zete kâğıdı. kadar renksiz yüzünü aradı. Avazı çıktığı kadar bağırdı: Allah bizimle alay edi yor,ikimiz de ölmeliyiz, ikimiz de ölmeliyiz . Gözlerinden boşanan tu- fana, içinden, en — gizli, en örtülü —yerlerinden — gelen hıçkırıklar — karıştı Ke- ndini küf kokan toprak dö şemeye bıraktı. e sie d Belediye doktoru Kayaşlı Mehmedin ölüm — kâğıdıma *Kalp sektesinden, kaydını koyarken arkasından ağlıyan yalnız annesi oldu.