Az 20-8-939 i 20 Ağustos 939 TAN ABONE DEDELİ Türkiya Ecnebi ——— 1400 Km 1 Sene ” 8 Ay 3Ay 2800 Kr. 109 so o * ittihadına dahil Asker Gözüyle Trakya Manevraları Yazan: Celâl DİNCER WE mevsiminin en sıcak devre- sini yaşadığımız şu günlerde yüzleri güneşten büsbütün yanmış, yağız çehreli on binlerce insan Trak- ya ovalarında ter döküyor. Bunlar —komutanı, subayı, Mehmetçiği da. hil — tek bir emelin, “yurtta sulh, cihanda sulh, prensibinin, zaferi uğrunda koşan Türk çocuklarıdır. Onların askerlik bilgilerini, muha. rebe talim ve terbiyesinde ve sevku idaredeki kuğretlerini, güç! kabiliyetlerini lerimize bir kere daha göstermek fırsatını bü vesile ile bulmuş olmak- tan ancak gurur duydukları yanık çehrelerinde okunacaktır. Ne yakıp kavuran sıcaklar, ne susuz ovalar, ne bitip tükenmiyen yürüyüşler, ne uykusuz geceler; hiç bir engel, hiç bir sebep bu en kudsi emelin şanlı ve kahraman yolcularının asil yüz. lerinde, .bir'ân bile, bezginlik “ve yorgünluk ifadesi yaratamıyacaktır. Kırmizı mavi diye İki kısma ay- rılacak ve biri kendimizi, diğeri de farzedilen düşmanı temsil edecek 0-| lan Trakya ordusu; manevra dönü. şü, vakarlı benliğinde ve heybetli omüzlarmda bize, bütün beşeriyet alemini HEhUGği Müz uk müjdeyi getirecektir; Dün; ulbünü, Bu müjde Türk ordusunun kudret. li kılıcının hakkı ve yirminci asir medeniyetinin de tahakkuk etmiş rüyası olacaktır. Çünkü kuvveti her zaman tecavüzün icra vasıtası değil, kemale ulaşmış büyük insanlar ve büyük milletler elinde, zayıf veya kuvvetli bütün milletler hesabinaş! hürriyetin ve yaşamak hakkının da koruyucusudur. * En Büyük Vazifemiz Bilhassa Trakya manevraları mü. nasebetiyle, şu sırada, her yabancı gözün içimizi, dışımızı tarassut alt na; her yabancı kulağın sözümüzü, hattâ nefesimizi kontrole almıya ça. lıştığını bilmeliyiz. Bilmeliyiz ki düşmandan gizli kalması icap eden herşey hakkında sarfedeceğimiz her sözden, her kelimeden —hatir ve ha, yalimizden geçmiyecek ölçüde— malar çıkarılması mümkündür. On| masum vatandaşın ayrı ayrı yerler. de, başka başka zamanlarda; başka başka mevzulara temas eden sözleri bir araya getirilince bunlardan elde edilecek malümat düşman hesabına çok kıymetli olabilir. Sevgili yurttaş, sakın “düşman ne, rede?,, gibi bir boş sualle kafanı yorma; onun her yerde, her kılık ve şekilde hazir bulunabileceğini bil, yanılmazsın. Beis yok, ahbabın, dos. tun, kardeşin, hattâ anan ve baban seni “çok şey bilmiyor, farzetsinler, Bundan hir zarar çıkmaz. Fakat bil. giçlik taslamak hevesiyle, bilmiye- rek ve istemiyerek, yabancıya ve düşmana hizmet etmiş olabilirsin. Bunu unutma! “Yerin kulağı vardır,, diyen ata sözümüz bugün de, yarın da —memleket işleriyle ilgili her hususta.— parolamız; bu mevzularda susmasını bilmek te en büyük vazi. femiz olmalıdır. e Gazetelerimize Düşen Vazife r göyele sahibi olsaydım, ga. zetemin birinci sayfasının en başına Ben Fe şöhretli yaman üs- tat; Misilsiz bir sanat ve irfan beldesi olan Floransa'da doğ- muş, bir çok ikballer, idbar- lar görmüş, düşe kalka, be- nim gibi ömrünü bir ateşli hastalık halinde geçirdikten sonra yine bu şehirde ebedi ve sabit uykuna varmıştın. O taraflara uğradığım zaman mezarını ziyaret etmediğime şimdi pek özülüyorum. Fakat ne yapayım ki seyahatim se- nesinde yine ismin geçmekle beraber tavsiye ettiğin yala- na müstenit hükümet idare- ciliği Henüz bu derece revaç bulmamıştı. Yani, o senelerde müstakbel ta. lebelerin henüz orduda sarı çizmeli Mehmet Ağa, sen de kötabile amel edilmez bir Iltifattan düşmüş ho- ca idiniz. İşitirdik: Makiyavel a. dında biri gelmiş, bir kaç eser yaz- mış, devlet adamlarına öğüt ver- miş, “yalansız memleket idare e- dilmez!,, demiş, göçüp gitmiş. Bu, türbe ziyareti için bir sebep teşkil edemezdi. Onun içindir ki, esasla bir Etrüsk, yani Anadolulu şehri olan Floransada müzeleri gezmiş, mermer ve mozayık tezyinatı sey. retimiş; bir zamanlar tezgühlarında dünyanın en İyi çuhasın, en naze- nin kadifesini ve en ince ipeklisi- nİ işlemiş olan bu şehrin Michel - Ange, Leonard de Vinci, Dante ve Bossnce gili dâbiler yetiştirdi dini de düşünerek kendimi sanate ve güzelliğe vakfetmiştim. Politi- kayı ve seni düşünememiştim. BE. yetişin devirde bükü- met başında bulunanların bir yalanını, bir ftnefücurluğunu yakaladık mı, hep birden bağırır- dık: — Makiyavelden ders almış, Makiyavelism yapıyor, Makiyave. lik bir siyaset takip ediyor, vurun kahbeye! Kıyamet koparırdık; yer yerin- den oynadı; senin adına ve kita- bına uygun İş gören politikacının e- ler tutar yerini bırakmazdık. Zi. ra yalana, dolana daha kanıksa- mamıştık; yalan söyliyen kızarır, yalan en kızardı. İtalyada ve Almanyada yalancılık için birer propaganda nezareti kurulmamış olduğundan beşerin âr ve hâya da- marlari henüz çatlamamıştı. Hükümet işlerine, şurada bura- da yine bir nebze yalan karışıyor. du ama bu, devede kulak, filde göz, üzümde çekirdek, tereyağında kıl kabilinden hiç mesabesinde idi; yer tutmaz, ağır basmazdı. Dünya- mın bu kadarcık yalana tahammü- lü vardı. Zİ En meşhur yalancı devlet a- damları bütün ömürlerinde niha. yet, birer, ikişer yalan söylemiye muvaffak olabilirlerdi. Bismarkın telgrafı, Vilhelmin mektubu gibi. Hemen hemen İstisnasız umum İ- o —— ——— dirirdim. Aldığım malümat, Bulga- ristan da dahil olmak üzere, bir çok memleketlerdeki gazetelerin bu yol. da hareket ettikleri zeminindedir. Kimseye hiç bir külfet yükletmiyen bu dört kelimelik yazı, muhakkak ki, on binlerce yurttaşı hergün ika- za hirmet edecek ve belki de ağzı gevşek olanlarımızın bir kısmına ber gün, “Dikkat! Yerin kulağı var,, Maresini büyük punto harflerle diz- susmasını bilmek itiyadını kazan. dıracaktır. HAFTANIN MUSAHABESI ..4044 “ Machiavel,,e Birinci talyan başvekilleri de yalan sever #damlardı; lâkin her birinin his- sesine ancak bir tek büyük yalan düşebilirdi; arkasından kendileri düşerdi. Hulâsa yalan mayası dün- ya gölünü tutmamıştı. — Ey, şimdi ne oldu, göl yalan yoğurdu mu kesildi? Diyeceksin. Kalk, kâlkamazsan hiç olmazsa başını kaldır, onu da yapacak halde değilsen kulağını ver, dinle:Memleketinde duyduğun Şu uğultu, şu sağır edici şamata, şu lâf çağlayanı yok mu, işte o, baş tan başa yalandır. İstediklerin taz- lasile oldu, dünya yalan içinde yü- züyor, İtalya ise yalana boğuldu; her gün makarnadan fazla yalan yutuyor! — Dört yüz şu kadar senedir toprağın altındayım, dirilerin ha- linden haberim yok! Deme, inan. mam, Nasıl inanabilirim ki sen ha- yatında yalana en yüksek meziye- ti vermiştin, “hükümet yalanla kurulur, yalanla yürür ve yalan- sız kalınca ölür,. demiştin. Yalana bu derece gönül bağlıyan bir ada. mın öbür dünyadan bile gelse sö- zünden yine şüpheye düşülmez mi? Rex enden hazzetmiyeceğini bi- liyorum, perilerimiz uy» müyor, zira yalan ile başım hiç te hoş değildir. Filvaki yaş vs tecrü. be artık kadıya kör kadı dedirte- cek kadar bende lüzumsuz ve za- rarlı bir doğruluk bırakmadı; fa- kat senin istediğin bu değildir; kör kadıya badem gözlü demekliğim. dir ki, o derecesini fakirden umma! Ona evvelâ kisaca kadı derim, kız- dırırsa şaşı derim, daha kızarsam tek göz derim; susarım. En iyisi miyoptan öteye geçmemektir. Ö- lümlü dünyada ancak çaresi bulu- nacak özür ve kusurları söylemi- ye mesağ vardır. Bilhassa hükümet işlerinde körün: — Vay, bana mı miyop diyor - sun? Diye kusurunun bu derece kü- çültülüşüne bile razı olmayip ka- badayılığa kalkışması ihtimali çok. tur. O zaman: — Halisane bir fikirle söylem'- tim, gözlük takmanızı tavsiye ede- cektim. Der, bir uyuşma çaresi bulur- sun. Ne ise, maksadım, sana akıl öğ- retmek değildir; senin öğretip git- tiğin akıldan şikâyettir. Dört asır evvel insanların fikrine diktiğin zehirli fidan asıl bugün dal budak saldı, (Hoş, o toprak buna pek te müsaltti ya...) Mezarında böbür- — m. len dur: Vatandaşın Markoni bir makine icat etti, adına radyo di- yorlar; bunun kadar yalancılığa el. verişli bir âlet bulunamaz. Zira söyliyen ile dinliyen karşı karşıya gelmedikleri için yüz kızarması korkusu yok. ez Doğrusunu istersen kendi he. sabına her halde istersin!) dünys- nın son icatları hep yalana r vermiye ve z elverişli şeylerdir. Meselâ telefon nedir? Bir kıtır atma âleti, esasta doğruyu bildirmek için &u- rulmuş olan gazetecilik te şimdi bir yalan yayımı vasıtası oldu ve öyle olahberi sürümü arttı, Fotograf ki, hakikati aynen çekmiye yarar. dı, bugün, bin türlü orastopoğluluk- la, “dekupaj, ve “rötuş, ile ye- lanet vesikalar heline sokuldu. Me- selâ benim kafamı alıp vücudü vü- cuduma uygun bir Meksikalı hay- Guda ekliyorlar, bakıyorum kl, & limde, ağzından duman fışkıran bir piştov, çoluk çocuk sekiz, on kişi n içinde yerlere serip dağ yolunu tutturmuş, gidiyorum! Sen ol da, gel bu münassbetsizliğe kızma! Zaten sinema metre, hattâ kilo. metre ile satılan bir uzun kuyruk- lu yalan şeridinden ibarettir; bo- şanmak bilmiyen yalan makarast- dır. Saray gösterirler mukavvadan Yapılmıştır; avize asarlar, uçurtma küğıdından... Afrika çölü Sen neh- ri keparında bir dönümlük tarla- dir; Himalaya dağı sandığın iki ar- şın boyunda çakıl taşı yığını. Ok- yanusta batan gemi bir kâse su İ. inde yüzen oyuncak; tulan zan- nettiğin terkos musluğunun açıl- ması? Yalan tekniğini kemale erdirdik ki, artık yiyip içilen de yalana inhisar etti. Bunu mecaz manasına söylediği- mi sanma! Keşki, imkân olsa da yer yüzüne bir daha gelse idin; kolüna girip seninle bir Almunya- Yı dolaşsa idik; bir yemek yedirse idim; yalancılığın terakkisine par- mak ısırır, yuttuğun et, balık ve &kmeğin talaştan yapıldığını öğre- nince çatal bıçağı da yutardın.. Öyle şaşardın! Yut, korkma, onlar da mukavvadan mamuldür, hözm mümkündür. OE Y a avucuna, senin bildiğin çil il altınlar yerine bir des- te kâğıt sıkıştıra idim? Gözlerin faltaşı gibi açılırdı: Bugünkü Almanyada halka deniliyor ki: — Balina balığı yerseniz kıtlığın farkına varmazsınız. İİ —- Bravo, derdin, devletçilik be- rim tavsiye ettiğim yalanı demek bu mertebeye ulaştırdı, halka sarı liralara bedel şu soluk kâğıtları, şıkırtı yerine hışütıyı yutturdu... 'Tekrar ölsem de gözüm git mez! Evet, keşki yeniden dirilip ko- luma girse idin, sana daha neler den haber verir, neler gösterirdim. Evvelâ yalancıktan harp seyret- tirirdim. — Her şeyin yalanı olur ama harbin olmaz, bu benim aklımdan geçmemişti! Diyeceğini biliyorum. var, bu sade senin deği de aklından geçmemişti. Öyle ol- makla beraber y ğin ta- lebeler, bunu buldular ve yap. tılar: Sinir harbi, radyo harbi, pro- paganda harbi, yıldırım harbi, &- vurt zavurt harbi, masaldaki “çi- Hakkın İblisin .kayım mı?,, harbi... Ya renklisine ne buyurulur: Beyaz harp. AD — Bunlar da nedir,ne bişim harplerdir? Bizim bildi z h be böyle isimler konmaz, mul be yapılmazdı, her millet kendi i- tikadınca bir Allaha sığınır, kalka- Bına, kılıcma, bazusuna güvenir, ortaya atılır, ölen ölür, kaçan ka. çar, bir taraf kazanır, öteki yeni- lir, cerime, cizye, haraç, her ne ise, iş paraya bağlanır, sulh olur- du; yani harp bir müddet olsün bi- terdi. Hayır, şimdi kazın ayağı öyle de. Kil. Orduları mükemmelen hazır- liyorsun, askerleri hudutlara tıka k yorsun, keenne sahici * kmişsin gibi her şey tas mamdır, fakat ondan sonra oturu. yorsun koltuğa, açıyorsun radyoyu, veriyorsun santurluyu, atıyorsun kıtırı... Ha babam ha: Ha babam ha' Bir yaylım ateş yalandır gidi- yor; batarya ile yalan atışı. Gö- bels topa tutuyor; Gayda duman s#ıyor; Ribbentrop zehirli gaz fışkırtıyor, Ciano bombardıman emri veriyor; bir sarsıntı, bir yay- gara, bir hücum ki ma haşarallah! EB. ps bu isimlerini saydıkla. rım belli başlı ordu ku. mandanları, 'şöhretli generaller, şanlı zabitler sanma. Sadece po- Mitika çığırtkanlarıdır; masa başı İedaileri, maroken koltuk silâhşör- leridir. Sulh isteriz derlerse yalan. dır; harp yapacağız derlerse kuy- ruklu yalandır; ne derlerse hulâ- sası fili yuttu bir yılandır; dünya- yı yutacak bu yılan İtalyandır, AL mandır, — Peki, diyeceksin. Yalanlarla ülkeler fethediliyer mu? Evet, Sinyor Machiavelli, sen de şaş, ben de şaşayım, komşu mem- leketler sapır sapır dökülüyor. En önce Avusturya bir içim su gibi yu. tuldu; sonra Çekoslovakya hapı yut tu; Arnavutluk ise kundurslarını ararken tankı alan İşkodrayı geçti, Macaristanın da eli kulağında gibi görünüyor. İşte sana sinir ve rad- yo harbinin zafer bilânçosu! Bek, kuru gürültü ve yüksekten atılan palavra ile ne ülkeler yutulurmuş. Korkarım sen de hayretinden, baş. ka bir şey bulamayıp küçük dili- ni yutacaksın!Haklısın! Hakiki harp bu kadar yer kazandıramazdı; yalancısı gerçeğinden vergili çık- tu. Ams muzafferiyet senindir, za- fer hocası sensin. Bu şansız, şerefsiz. haysiyetsiz gürültüye pabuç bıraktırma harbi senin prensibinin azman bir şek. idir. O marifetleri yapanlar, tuhafı FIKRA | Amerikada Yaz . | Konserleri | Yazan: Belkis Halim Nevyork — 1.839 (e sesimiz sın, usul bilelim bilmiyelim kendi kendimize mırıldanır, şarkı söyleriz. Hele çoluk çocuk ve genç- ler toplü bir yers gittiler mi yahut arabaya otomobile bindiler mi co. şarlar, şarkı şarkıyı, marş marşı (a. kip eder, Amerikada böyle gelişi güzel şar- kı söylemiye veyahut miiziğe ender rastlanır. Burada teşkilâtlandınıı. miş, programa girmiş, beş altı dolara kadar satılan radyolar en güzel mü, ziği herkesin odasına, hattâ mutfa- ğına, hele şimdi seyyar radyolara bahçesine kadar getirdiği halde yine herkes kalabalıkla dinlemenin tadı. nı tatmak için konser yerlerine hü. cum eder, Ve havalar ısınmıya baş ladı mi konserler de halkla beraber binalardan parklara, nehir kenarlar rına, deniz kıyılarına doğru yayılmı. ya başlar. Hele Şark hükümetlerin- de en küçük bir köyden geçerken bile ortasındaki parktan müzik sesi geldiğini duyarsınız. Oraya kadınlar çocuklariyle, âşıklar sevgilileriyle gelirler, Örgü örerek, parçalı yorgan dikerek, sevişerek o müziklerini din. lerler. Biribirlerini görürler. En küçük mektep orkestraların. dan tutunuz da en büyük senfonik orkestraya kadar hepsi var.. Reledi- İye yetişebildiği yerlere kadar kendi İbando veyahut orkestralarım yer. İleştirmiş.. Parklarda verilen kon. serlerin çoğu belediyenin ve beda- va,. Belediyenin yetişemediği yer. lere civardaki lisenin orkestrası, or. kestrası yoksa bandosu getirilmiş. Araya bazan oreklâmeilik ta girer. Amerikada işler bunsuz yürümez. Onun için hususi musiki mektepleri de programlara bir kaç konser ilâve eder. Amatör gruplar kendilerini dinletmek ister. Müzeler içlerinde dolaşan halka yorgunluklarını dur yurmamak için araya müzik sokar. lar. Dolaşıp dolaşıp | yorulanlar otu. rup bir kaç parça dinliyerek yor. gunluklarını unuturlar. Büyük senfoniler de deniz, nehir | kenarlarını, yahut stadyomları tu. Ça olsun olma, İtarlar. Bunların bazısı on İki buçuk ku. ruş kadar iskemle parası İMaamafih ayakta dinlemiye, yahut çimenlere oturmıya razı olanlar da çok var.. Bazıları yirmi beş otuz ku- İruştan, bir buçuk (iki liraya kadar bilet satarlar. Fakat her zaman en kalabalık gişe yirmi beş kuruşluk biletlerin satıldığı gişedir. Programlar en büyük klâsik par. çalardan en hafif halk havalarma kadar değişir. Bazı günler konser socuklara tahsis edilir. O gün par. çalar çocukların sıkılmadan dinliye- bileceği şeylerden seçilir. Şarkılar, halk havaları çalınırken çok defa halk iştirak etsin diye teşvik edilir. O zaman herkes beraber belki aylar. dır içinde sakladığı şarkı söylemek ihtiyacını boşaltır, herkesle beraber, program ve usul dahilinde!, şarkı söyler, Eğlenmek bedava amma prog. ramla... - —— Yahudi düşmanlarıdır. Halbuki a- sıl Yahudi dalaveresi bu işlere, işi gürültüye getirmiye derler, Çocuk- luğumdan bilirim, innet olurken hokkabazların avaz avaz haykırıp tepinmesinden başıma, başına ge leni anlamıya mecal bulamamıştım. Gismim canımdan ayrılmış, lâkin feryadım yaygaraya karışmıştı. Tıpkı hayati sahaya isabet eden devletlerinki gibi... Meğerse radyo sinir harbinin iptidai şekilde &lâ- sını Çiçekçi ve Karanfil oğulları, deniz böceği kahuğundan borular- la mahallebici İstanbul çocukları" na yaparlarmış! — Peki, diyebilirsin. bu yalan. lar neden bu kadar tuttu? Sualin naziktir. Hele bir düsü- neyim de kısmete haftava cevabi- nı veririm; hem bir miktar daha konuşmuş oluruz. Yalancıktan ellerini öperim. şi- yasi yalancılık üstad ve piri, & fendim. alırlar,