13 Haziran 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8

13 Haziran 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

| | | ker Türk Safosunun eli.» TEFRİKA No. 71 “Biraz Sert Davran!,, Safo, Oğlunun Faaliyetinden Memnun Olmakla Beraber, Manisa Sarayını Tarassut Ettiriyordu Bir başkası göğsüne - ancak 8 kişinin kaldırabileceği ağırlıkta — bir taş koydurarak, bunu göğsü üzerinde parça parça ettirdi. Otuz haziranda, alay gösteren Beyoğlu ve Galata rumlarıda seyre değerdi. İkişer, ikişer ala- yın önünde gitmekte olan yüz rum, çubuklu kırmızı ceket giy- mişler, başlarına — firleya külâhı ve ayaklarına oçıngıraklar geçir. mişlerdi. Ellerinde birer demir çubuk vardı, Onların ardından sırmalı ruba, süslü kadife barata giyinmiş otuz delikanlı ile kız kı- yaletine girmiş yine otuz genç yü- rüyordu. Onları — içinde Kelinle güvey bulunan — bir sayvan ve yine kız kılığında bir çok deli- kanlı takip ediyordu. En öndeki yüz delikanlı, İskenderiyenin €$- ki çıplak rakslarını yaptı, gelinle güvey de, Romalku denilen kibar oyunu oynadı, Veliaht ancak temmuzun ye- disinde sünnet edildi. Bu ameli. yeyl yapmak şerefi padişah tara- fından, vezir cerrah Mehmet pa- şaya lâyık görüldü. Safe; büyük bir heyecan içinde, ameliyenin neticesini bekliyordu. Vezir cer- rah, maharetle aldığı küçük deri parçasını — bir altın tepsi için- de — kendisine gönderdiği val sevinç yaşları dökerek, tepsiyi a tınla doldurdu, cerraha iade etti, Ameliyede kullanılan ustura, Nu- Tu Banü sultana gönderilmişti. Bir çok mükâfat ta o verdi ve o günün gecesinde cerrah paşanın yaptiğı hesap şöyle bir kazanç yekünu gösterdi: On üç bin altın, bir altın leğen — ibrik, bir altın tepsi, otuz top sırmalı kumaş! ğe alabildiğine sürüp gitmesini U istediği düğün, belki o suretle ve daha haftalarca devam edecekti, Fakat kırk seki- zinci gün, yeniçerilerle sipahiler arasında bir kaç sardoş ve bir a- lüfte yüzünden kavga çıktı, iki bu yüzden atış- tıklarından ağa azlolundu, düğü- nün de tadı kaçtı, O sırada doğan bir şehzadenin iki gün sonra öl. mesi, büyücek bir yangın vukuu da, neşesizliği arttırdı ve padişah saraydan çıktığının elli ikinci gü- nü Atmeydanından ayrılarak, dü- ünü kapamış oldu (1). Murat, ne yorulmuş, ne de eğ- lenceden usanmıştı. Sinan Paşa- ya deniz kenarında nefis bir köşk yaptırtarak, gecelerini orada ge- çirmeğe başlamıştı. Fakat oraya gelişte ve oradan dönüşte mutla- ka Safoyu görür ve hâlâ bir bâ- kir taraveti taşıyan bu ilk göz ağ- rısının dizi dibinde uzun bir aşk saati geçirirdi. Valide Sultan, bin türlü entrika çevirdiği ve bin çe- şit te büyü yaptırdığı halde, nü- fuzunu (o kıramadığı bu Venedik dilberiyle artık uğraşmaktan vaz geçmişti ve ikinci safta görünme- yi de gururuna yediremediğinden Yenikapıdaki saraya | taşınmıştı. Orada, Safonun yüzünü görme den yaşamak ve kendi âleminde dilediğini yapmak istiyordu. Fa- kat bu inziva çok uzun sürmedi, kanlı basura uğrıyarsk öldü, sal tanatı büsbütün Safoya bıraktı. afo, kaynanası için matem tutmağa (lüzum görmedi, yahut vakit bulmadı. Çünkü oğ- lanan tığından onun saray: olan eşyayı ve eşhası seçmekle meşguldü. Nihayet bu hazırlıklar bitti, genç şehzade — hükümet nişanesi olarak — Sadrazamın e- linden bayrak ve davul aldıktan sonra, iki bin süvari ve piyadey- le Manisaya gitti. Safo “Baban gibi yumuşak olma. Sert davran!,, Demişti. O da bu öğüde göre ha- reket etmek, yanındakileri — gü- ya — korkutmak istedi, daha Ma- nisaya varmadan mabeyincilerin- den iki kişinin boynunu vurdur- du. Eyalet merkezine varır var- maz da, kendisine verilmiş olan cariyeleri birer birer gebe etme- ğe koyuldu. Babayla oğul, çocuk doğurtmakta âdeta müsabakaya girişmişlerdi. Hemen hemen ayni günde şehzadenin Selim, Muradın da Süleyman ve Cihangir adlı oğulları dünyaya gelmiş ve padi- şahla veliaht arasında karşılıklı tebrikler cereyan etmiş bulunu- yordu. Safo, oğlunun bu faaliyetinden memnun olmakla beraber ona her- hangi bir kadının tahakküm etme- mesi için Manisa sarayını tarassut altında tutuyordu, Bir Safonun da- ha ortaya çıkması bu fettan Vene- diklinir” hoşuna gitmiyor ve işine gelmiyordu. Çünkü Valide sultan olarak yakın bir istikbalde saltana- ti eline alınca kuvvetli bir rakiple karşılaşmayı tatsız buluyordu. Bu düşüncenin ve bu tarassudun, ve- Maht sarayını zeki kadın bakımın- dan hayli fakir bırakması tabii i- di, Lâkin aşkın tadını manada de- gil, maddede arıyan toy şehzade 'bu fakirliği farketmiyordu, zekâsız güzellerin etlerindeki taravetle ta- gaddi edip gidiyordu. Devlet mefhumuna kolay kolay sığmıyan bu yağmalar, bu lâübalik- ler, bu dalâvereler arasında sara- yin harice karşı nüfuzu uzun müd- det yine kuvvetli kalmıştı. Bu, şüp- he yok ki, Sokullü Mehmet Paşa- bir muvaffakiyet olüp onun şehit düşmesinden sonrada bir zaman devam etti ve yabancılar, impara- | torluğu saran tereddi kurtlarını ilk yıllarda göremedi, seçsmedi. (Devamı var) () Birçok sürnameler vardır ki to- sllük ettikleri devrin içtima! hayatını tebarüz ettirmek (bakımından büyük kıymet taşırlar. Âlinin, Sait Vehbinin, Bunlardan FELERETELİNNA Nakleden : Şehâbettin Fuat TEFRİKA No. 19 — Sen de seveceksin, “Marusya,, , dedim, günün birinde sen de,aşkı hissedeceksin.. Ben, sevgisiz yaşıyamam.. Kalbimde aşk olmasa, derhal ölürüm, intihar ederim.. Senin nasıl olup ta, bu yaşa kadar sevmediğine hayret ediyorum. Hayır, hayır, İmkâ- ni yok.. Bilsen, aşk insanı o kadar bahtiyar ediyor ki... Diğer arkedaşlar birer birer gelmeğe başladılar. Kendimi tutamadım. “Frenef,, in mektubunu, “E- lena İlinişma,, ya da gösterdim. — İstersen oku, “Elena,, dedim. “Elena,, mektubu, merakla elimden kaptı. Fena bir biyetle mektubun muhteviyatını anlamak iste- diği âşikârdı. Okurken, dudaklarını adam sen de gibilerde, istihfafla buruşturuyordu. Mektuptaki satırlara inanmamış gibi dedi k — Sizi, bu derece büyük bir aşkla sevdiğini söy- lüyor, Sahi mi acaba? Siz, küçücük bir kız. Aklım ermez doğrusu. Az kalsın tekrar kızacaktım, hem bu sefer ada- Fakat “Marusya,, lâfı karıştırdı... lena İlinişma,, da.ne hayvan 5y' Budala zannediyor ki, beni hiç bir delikanlı sevemez. Ko- ca budala, Muhakkak kıskançlığından söylemiştir. Kıskanıyor da ondan. 1 Haziran Bugünden İllere ekmek tayınları azalıyor. Bu havadisi işittiğim zaman, kalbim durdu. Son- ra, birdenbire fevkalâde bir şiddetle çarpmağa baş- ladı. Az kalsın bayılıyordum. Babamın ekmeği o kadar azalmış sayılmaz. Vesi- kasiyle keş yüz gram yerine üç yüz alacak, Fazla olarak fabrikadan aldığı iki yüz elli gram yine ba- ki. Fekat snnemle ben İkimiz, iki günde bir, iki yüz elli gram alabileceğiz. “Boris,, te iki günde, üç yüz on iki buçuk gram.. Nasıl başa çıkacağız. Bu tayınla nasıl yaşıyaca- pz?. 2 Haziran Nihayet evden taşındık. Göç etmeden evvel kal- bimde, bir azap hissediyordum. Yeni taşınacağımız evde açlıktan muhakkak gebereceğiz, diyordum. Lâkin babam, Nuh dedi peygamber demedi. So- nuna kadar ısrar etti, Dayattı. Biz de taşınmağı mecbur olduk. Annem de benim gibi, hattâ benden ziyade ev değiştirmeğe aleyhtardı. Fakat artık olan oldu. Şimdi annem, yeni yuvasını temizlemekle meş gul, Ortalığı düzeltiyor. Hiç olmazsa, yengemin dir- dırından kurtuldu ya. Odalar dar, ve alçak tavan- hı. Pencereler o daracık. Binanın içi pis, karanlık. Duvarlardaki © çok renkli kâğıtların üstünde tahta kurularını ezip ezip bırakmışlar. Duvarlardan ruhuma kasvet çöküyor. Tahammü!- fersa bir can sıkıntısı içimi kaplıyor. - 3 Haziran Bizim ekmek tayınımız azaldı. Halbuki babamın fabrikadan ilâveten aldığı ekmeğe dokunmadılar, Bu yüzder. gitgide, babama sokulmağa başladık. Kinimizi ruhumuzun derinliklerinde (o saklamağa çalışıyoruz, Evet, ona karşı hissettiğimiz kini belli etmemek istiyoruz. Biz, ona sokulmak istedikçe, o bilâkis bizden kaçıyor. Annem, hattâ, onunla bir döşekte yatmam, diyor. Sebep olarak ta, babamın bitli olduğunu ileri sürü- yor. Filhakika yataklarını ayırdılar. TAN BULMACA Dünkü bulmacamızın halledilmiş şekli 1.3-5-4-0-0-9 ı 2 : * 5 6 7 8 . falplalkı g K MÖİTİEİSİAİVI 1 g BUGÜNKÜ BULMACA 189010 si. yn. SOLDAN SAĞA VE YUKARDAN AŞAĞI: 1 — Şu değil, bu değil « Arka değil » Bir 3 — İntikam » İçine para konur - Em- mekten emir. 4 — Bir harf - Bir renk - Baba değil $ — Okuyucu - Dişi değil, “iinde yemek yenir - Bi: ni Öbür oğuca yapıştırma 'asıla - Ameli - Cevher, asil, 8 — Bir nota - Zaviye - Olsun! 9 — Bir harf » Genişliği - Mevta, 10 — Barsakist - Cefa, cevr - Bir zamir. YENİ NEŞRİYAT : GENÇLİK — 22 nci sayısı dolgun mün- derecatla çıkmıştır, İçinde muhtelif fikir yazıları ve giirler vardır, TÜTÜN — Bu aylık meslek! mecmua- nın 14 öncü sayısı çıkmıştır, . Şişe AÇIK KİTAP — Helit Dural tersfın- dan yazilan bu kilap “Kolayon evlen, zengin el” emirlerini veriyor. “İyi ama, nasıl?..” sualine de cevap veriyor, Bu iti-| barla şayan: dizkat bir eserdir UART TURG — Türk mimarisi, 'Türk| Abideleri ve güzel sanatları hakkında Ce-| İl Best Arseven tarafından fransızcı inn bu erer, Matbunt Umum Müdürlü- günce, memleketimizin » tanıtılması için, Büzel bir Kitap halinde reşredilmiştir 13.6-939 Hasan gazoz Özü Şekerli, limonlu ve meyvalı olup HASAN meyva özünün evsafına maliktir. Şampanya gibi lezzetli olup mide rahatsızlıklarına şifalıdır “2 toikam « Murabba « Bir seli hart | Ve bütün mide ve barsak rahatsızlıklarına karşı İştihasızlık - Hazımsızlık - Şişkinlik - Bulantı Gaz - Sancı - Mide Bozukluğu - Dil - Barsak Ataleti - İnkıbaz - Sıkıntı - Sinir HASAN MEYVA ÖZÜ Kullanınız, Mide için her yemekten sonra İ « 2 tatlı kaşığı yarım bardak su içinde ve müshil için her sabah veya gece yatarken aç karnına 1-2 çorba kaşığı yarım bardak su içinde köpürterek içmelidir. HASAN MEYVA ÖZÜ Avrupa ve bilhassa İngiliz meyva tuzlarından daha yüksek olduğu kat'iyetle sabittir. Buna rağmen Avrupa meyva özle . rinden beş misli daha ucuzdur. 30 HASAN MEYVA ÖZÜ yalnız bir türlü olup şekersizdir ve çok köpürür. Dört mişli misli 50 80 Kr. mMüLuin iL ÂM Münakalât Vekâleti İstanbul Deniz Ticaret Müdürlüğü Denizcilere İlân . İstanbul Elektrik İşleri Umum Müdürlüğünün Eminönü ile Kara ÇUKUROVA TİCARET MECMUA. 81 — 14 üncü sayısı çıkmıştır. OLUŞ — Bu edebiyat ve fikir mecmu- | Asının 28 üncü sayını dolgun münderçeat- la intişar etmiştir, . İ BAYINDIRLIK İŞLERİ DERGİSİ — bu derginin 13 hei sayim çıktı, Halbuki ben biliyorum: Sebep büsbütün başka. i $ Haziran Yatak takımlarını Satmağü' Başladık. Ancak bu suretle her gün bir kilo patates ve yarim kilö'da pancar veya lâhna tedarik etmek imkânı hasıl olu” *, yor. Akşam, annemin pişirdiği sebze çorbasını Yi; Yöre yoruz. Sofraya aç kur! gibi çöküyorum; fakat sade süya çorbayı iğrene iğrene, içiyorum, Her gün çor- ba, çorba, çorba... Artık gırtlağımıza kadar dolduk. Annem, köyden gelmeden evvelki zamanlarda olduğu Bibi yaşamağa başladık. Ben postahaneden döner dönmez, derhal yatağa giriyorum. Çorba ha- zır olunca, kalkıp sofranın başına geçiyor, sonra tekrar yatiyorum. Ekseriya, evvelce itiyat edindiğim gibi, synanın karşısına geçerek, uzun uzun çehremi tetkik ediyo rum, Fakat bu esnada, hiç bir şey düşünemiyor, âdeta tefekkür kabiliyetimi kaybetmişibir halde, gayri müteharrik kalıyorum. Aynada ayrı ayrı, ne gözlerimi, ne de burnumu tefrik edemiyorum. Si mami, sararmış, solmuş müphem bir Sİlinti halin. de görüyorum. Dimağımda düşünecek kudret kal. madı. Bugün, yine aynanın karşısında kendime bak. tım. Bir aralık, ansızın, öynanın İçinde gözüme “Boris, ilişti, Minderin üstüne uzanıp Yatmıştı, Ba» $ını eline dayamış, gözlerini tavanda bir noktaya dikmişti. Ne kadar da sıskalaşmış, sararmış!,. Tit- redim ve korktum. Başımı çevirip te, “Boris;, İn yüzüne bakamıyor- dum. Aynada gördüğüm “Boris, i hakikatön o de- rece bitkin bir halde bulmaktan fena halde korku- yordum. Belki de, aynada göründüğünden daha be- terdi. Bir ceset gibi kımıldamadan duruyor... Göz- lerinde de, ne hayat, ne hareket eseri yok. Sonra, birdenbire, daha şiddetle titremeğe başladım: Ken- di çehremi, artık vazıhan görüyordum... Çehrem, “Boris,, in çehresi gibi sapsariydı. Göz- lerim mânasız, bomboş ve câmitti. Dehşetten ve korkudan tasavvur edilemiyecek bir hale gelmişim. Şimdi, “Boris,, in çehresinden değil, asıl kendi çeh- remden ürküyorum. Anlıyorum, pek iyi anlıyorum ki, açlıktan öle- ceğim. Açlıktan öleceğim diye korkuyorum. Aman köy arasında, Galata köprüsünün Haliç cihetine ve dubalar zincirleri- nin altıma konmuş olan deniz altı kablosunun tamir edilmek üzere kaldırılacağı alâkadarlara bildirilir. 12 Haziran 1939 da başlıyacak ve 15 gün sürecek olan tamir işi içir kullanılacak dubada arstulusal işaretler gece ve gündüz bulunacak- tır. Bu yerden geçecek gemilerin dubanım yakınından geçmemeleri yındırık Bakanlığı tarafından ek abe İl ilân olunur, “4151” yarabbi, ben de tamamiyle hodbin . oldum... Tıpkı babam gibil Kimseyi düşünmüyorum. Canımın kay- gisina düştüm! Kimseye acımıyorum. Nefsimden gayri, kimseye karşı merhamet hissetmiyorum! Ha- yır, hayır, “Boris, e acıyorum, “Boris,, € bakmadan, başımı çevirerek, yatağa koştum, yüzümü yastığı kapadım. 7 Haziran Dört gündenber! dükkânlarda ekmek satılmıyor. Parasız dağıtılan çorba ile ölmemeğe çabalıyoruz: Bir tabak yağsız sebze çorbasiyle.... Annem teessürünü belli etmemeğe çalışıyor; fa- kat akşam babam gelip te: — Bugün de yok! Deyince, birdenbire müthiş bir darbe yemiş in- anlar gibi, sarsılıyor ve meyus oluyor, Dün akşam, bir de baktım ki, “Boris, odanın bir köşesinde yere çömelmiş, yüzünü elleriyle kapıya- Tak ağlıyor. Hıçkıra hıçkıra (ağlarken, sipsivri omuzları sarsılıyordu. Yorgun nazarlarla kendisini süzcüm... Ve, tamamiyle lâkayt kaldım. Katiyen içimde bir damla teessür duymuyordum. Yataktan allayıp ta, yanına gitmek ve teselli etmek aklım- dan be geçmiyordu. Yüzümü duvara çevirdim; ve lizütinidin titre- meğe başladım. Duvarda, gözlerimin dibinde, zayıf, sıska bir tah- takurusu, tembel tembel geziyordu. Açlıktan o da kurumuş, kupkuru bir Yaprak parçasına dönmüştü ve müşkülâtla kımıldanabiliyorda. Bir tahtakurusunun bu kadar zayıf ve sıska olu- şunu hiç görmemiştim. Tahtakürusuna batıkça, ka- fama korkunç fikirler hücum ediyordu. Elimi uza- tıp hayvancağızı tutmak istedim; lâkim-elimi kaldı- ramadım. Dişlerim birbirine çarpmağa başladı. Gözlerim miknatıslanmış gibi, tahtakurusundan &yrilamıyordu! Onun güç halle o kımıldanışlarına bakıyor ve düşüncelerime mâna veremiyordum. Sonra, ansızın, yataktan atladım, “Boris, in üs “Boris,, ciğim, neden Neden vavrucuğum? 9. susuyordu. ağlıyorsun? (Devamı var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: