18 -5-939 Tefrika No. 48 Kapiten Halide Gün Doğmuştu Tekrar Faaliyete Geçmiş ve Bu Sefer Vahdettini Avucu İçine Almış, Atını lam Başlamıştı eneral “Franşe Despere,, nin Istanbul ve civarında, bulu- nan İtilâf kuvvetleri başkuman- danlığı vazilesiyle İstanbula geli- şi Kâpiten Halidin gururunu, faa- İiyetini arttırmıştı. Artık Tünel hanımdaki | yazıhanesins sığamaz olmuştu. Gerçekten de ziyaretçi- leri günden güne artıyordu. Ken- disine sefarethanede de bir daire tahsis olunmuştu. Ağır misafirleri. Di bu dairede kabul ediyordu. Halit, Damat Feridi Başvekâle- te getirmek için evvelce atılmak teşebbüsünde bulunduğu ihtilâl fik rinden artık tamamiyle sarfınazar etmişti, Çünkü, buişi General “Franşe Despere,, nin kuvvetiyle Yaptıracağından emin idi. Bu em- niyetle ve Generalden aldığı salâ- hiyet ile, komiserlik müsteşarı te beraber işe tekrar sarılmıştı. Bu esnalarda, Yransa hüküme- tinin İstanbul fevkalâde komiser- liği müsteşarlığında Mösyö (Lül Föyye) namında bir zat bulunu- yordu. Bu zat Cihan İlarbinden €vvel, bir müddet Galatasaray Sul tani mektebinin ikinci müdürlü- ğünde ve bilâhare mabeyni hüma- yun mütercimliğinde bulunmuştu. Bu sebeple Türkiyeyi ve bilhassa İstanbulu ve devlet ricalinin pek çoğunu yakından tanıyordu. Ve ekserisiyle de dost bulunuyordu. Pransa hükümeti, bu zatın sabık malümat ve tâcrübelerinden ve blihassa İstanbulda edindiği nü- fuz sahibi dostlarından istifade ile Fransa lehine Türkiyede bir csre- yan uyandırmak ve Vahdettin ile banedanını Fransız himaye ve si- yasetine imsle etmek vazifesiyle İstanbula göndermişti. O da Kapi- ten Halitten ayrı çalışıyordu. Fa- kat, o günlere kadar, kayde ve zik- Te şayan bir muvefiskiyet göste- Tememiş, İstanbul siyasi mümessi- Mini, Fransa Hariciye Nezaretini bir türlü memnun edememişti. Ge meral (Franşe Despere) İstanbula geldiği ve vaziyeti tetkik ettiği 8ı- rada, Ingiliz siyasi memurlarının İsaliyet ve muvaftakıyetlerini de- ha kuvvetli ve vüsatli bulmuş ve buna karşı alınmasına lüzum gör“ düğü tedbirler arasında da Mös- öy (Lü Föyyel nin Kapilen Ha- litle müştereken çalıştırılmaları emrini vermişti. ki meslekdaş bir kaç gün içinde, Vahdettini hemen hemen avuçları içine almışlardı. Hattâ Damat Veridin sadarete ta- yinini bile sağlamışlardı, Damat Feridin salonunda, Azaryan Efen- di ile Aristidi Paşa ve Kapiten Ha- Mit arasında mühim konuşmalar o- luyor, hattâ müstakbel kabinenin Şekli kat'i olarak tesbit olunuyor- du. Ne yazık ki, Ahmet Riza Bey artık bu müzakerelerde buluna - mıyordu. Zavallı, hiç yoktan, Se- Nimeti umumiye fırkası reisi İs- mail Hakkı paşa ile gizlice teşriki mesaj etmek suçiyle, Vahdettin ve damat Feridin aforozlarına uğra- Miş, sarayın kapıları yüzüne çar- Pilir gibi kapanmıştı. O, gördüğü bu hakaretli muameleden, hayal Sukutuna uğramış bir İnsan neda- Met ve gururiyle, konağına ka- Panmış ve bir daha ne Vahdetti- Min ve ne de damat Feridin sem- tine bile uğramamıştı. Bu sırada, hayal sukutuna uğ- Myanlar ve hiddetten ziyade mah- Subiyetten — kızaranlar arasında Mister (Hatson) da bulunuyordu. Kanına İngiliz muhabbet aşısı ka- Tıştırdığını ve sıkı bir surette hü- kümetine bağladığını sandığı Vah- dettinin Fransızlarla yaptığı yeni Börüşme karşısında ifrit kesiliyor» du. Kapiten (Benet) inde keyfi kaçmıştı. Hırsından etrafındakile- Te steş püskürüyor, bütün siyasi elemanları gafletle. beceriksizlikle Nafiz Beyin çete arkadaşlarından Dramalı Halil Bey itham ediyordu. Tuhaf değil mi?.. Vahdettine ârız olan soğukluk, bir kaç gün evveline kadar kendileri- ne yaltaklanan bütün hürriyet ve itilâf kodamanlarma da sireyet etmişti, Velura hanındeki gizli toplantı yerinde yapılan müzake- reler kesilmiş ve hele kompleman- lar büsbütün eksilmişti. Sefaret- haneye ve hele Hamson apartı manındeki daireye © uğrıyanların da birden ayakları kesilmişti. Yal nız bir kişi müstesnaydı. Ne siya- LOKMAN HEKİM N OĞGÜUTLERİ KOLESTEROL ÇOĞALINCA. Hayat bir muvazene meselesi “demektir, Vücudümüzü teşkil e- den maddelerin hepsi tam lüzumu derecesinde ve birbirleriyle mu - vazene halinde olunca, vücudü- müz de sağlık halinde bulunur. O maddelerden biri uzalıp yahut ço- Zalıp ta muvazene bozulursa, sağ- lık ia kalmaz, hastalık gelir, Me- selâ kanımızdaki şekerin azalması da bir hastalıktır, çoğalması da, Onun gibi Kolesterolün de. Onun ne vakit azaldığını dün yazmıştım. Bugün de — Ankaradaki Bay Meh- met okuyucumuzun asıl suali o- lan — çoğalması bahsine girece- ix. Gerek bu okuyucumuzun, gerek onun gibi Kolesterol işini merak edebilecek başka okuyucularımı- Zin meraklarını teskin için hemen söyliyelim ki, bu maddenin kanda artması azalmasından daha az fc- nadır. Bunu ispat etmek üzere &- hemmiyetli bir de istastik tutul - muştur: Kanda Kolesterol nisbeti binde 1,20 gramdan aşağıya düş - tüğü zaman netice pek hayırlı ol- madığı halde, binde iki gramı geç- tiği zaman, yüzde 8$ defa hayırlı Delice vermiştir... Bu madde bazılarının kanında artmaz da vücudün dışarısında ve içerisinde, ötede beride toplanır, birikintiler yapar. Bazı kimselerin gözlerinin kenarlarında, göz kâ- paklarında gördüğünüz küçük kü- çük ve koyu sarı lekeler bundan- dır. Kimisinin de, bütün cildi ü- zerinde öyle küçük lekeler halin- de toplanır, Yaşlı kimselerin kırmızı kan da- marları sertleştiği vakit, hir de gözlerindeki şeffaf kısmın etrafın- da halka hasıl olduğu vakit ge- ne bu maddenin birikintileri var- dır. Burdan dolayı Kolesterol in- sanı ihtiyarlâtır. diyen olmuştur. Fakat ihtiyarlığın nereden geldi - ği hakkında © kadar nazariyeler kurulmuştur ki... Onun için, in- sanı Kolesterol mi ( ihtiyarlatır, yoksa ihtiyarlık mı Kirlesteooshrd « Setini ve ne de musmelesini değiş- tirmişti. Misterliğini . gerçekten muhafaza etmiş, Misterlere karşı beslediği merbutiyet ve sadakati- ne halel bile getirmemişti. Kullu- ğunu, köleliğini bilmiş, efendileri- nin dizleri dibine sinmişti. Bu ve- falı ve o günlerde cidden ve elen- dileri kadar tasalı dost kimdi bilir misiniz?,. Sait Molla, Mx efendilerinin, geçici ol. duğunu pek iyi bildiği ke- derlerine iştirak etmekle kalma- mıştı. Hemen cüppesinin kollarını sıyırmış, paçalarını sıvamış, iman ve itikatları zayıfıyan o yâranini irşada koşmuştu ve teşebbüsünde muvaffak ta olmuştu. Hürriyet ve itilâf fırkasını, Fransız dostluğuna doğru giden dalâlet yolundan geri çevirmişti. Birer birer Misler Ra- yan ve Hatsona, kapiten Benete getirmiş ve hepsine el ve etek öp- türerek istifayı kusur ettirmişti, Bu ve bunun benzeri hareketleri- le, ne yaman bir şeytan ve ne en- trikacı bir afacan olduğunu gös- termiş, efendilerinin teveccüh ve memnuniyetlerini haketmişti. Molotof veya muavini Bay Po- Mister Hatson ve arkadaşları tezelzüle — uğrıyan o hüfuzlarının, yarıda kalan teşebbüslerinin ihya- sını, bittabi Sait Mollanın girişti. ği mücadeleye birakmumışlardı. Onlar da Londraya baş vurmuş- lar, yeni direktifler istemişlerdi. (Devamı var/ yoksa ihtiyarlık mı Kolesterolü gözde ve damarlarda toplar, ayır- detmek güçtür. Zaten bu madde çoğaldığı vakit insanı ihtiyarlatmadığına bir delil safra yolunda biriktiği zaman iney- dana çıkan kum hastalığıdır. Bu hastalık daha ziyade kadınlarda hem de gençlerinde olur. Sonra da, yalnız çocuklar ve büs- bütün gençlere mahsus, gene bu maddenin birikmesinden ileri ge len hastalıklar vardır... Üstüste kay eden çocukların kafalarının ve belkemiklerinin içerisinde bü maddelerin birikintileri bulundu- ğu halde, bu çocuklara elbette ih- tiyar denilemez. — Büyücek ço- cukların ve bülüğa ermiş gençle- rin kemiklerinde toplanır, Onların kısa boylu ve şişman — bazıları- nın da yuvarlak bir cüce — kalk malarına sebep olur. Fakat onla ra da ihtiyar demek kabil değildir. Gene küçücük, bir buçuk yaşın- dan daha küçük, en çoğu kız, ço- cuklarda bu madenin hemen vi. tün uzuvlarda birikmesinden ileri gelen — hem de soya çeken — bir hastalık vardır. Bu hastalığı tutulan çocukların en çoğu buda» Ja olur, fakat budalalık ihtiyar - ık değildir. Çocuk olmıyanların vücudün- de yağlar yanamayıp ta biriktiği vakit Kolesterol de birikir ve böb- reklerde epeyce can sıkacak bir hastalık meydana çıkar, vücüt şi- şer, idrarda birçok albümin bu- lunur. Ancak bu da Kolesterolün kabahati değildir. Vücut yağların hiç birini yakıp eritmez de, onun için — yağ cinsinden olan — bu maddede birikir kalır, Bu hastalık ta — zaten — mutlaka fena neti- ceye götürmez. Büsbütün iyi ol duğuna misaller de çoktur. Kolesterol akciğer zarının ara- sında biriktiği vakit, daha zi yade iyi bir alâmet sayılır, akci- erleri verem hastalığına karşı muhafaza eder. Akciğer zarı sık sık iltihaba tutulsa bile içerisin- deki hastalık ilerlemez. s ş ; asi 2333333X Ti og Tuşsıpuay »3 deyi) urpone kı nun bir mehir gibi & kan kalabalığı içinde yalnız bü- Yunca dudakları yarı teessüf, yarı sevinçle açılarak gülümsedi. Yir- mi senelik evlilik hayatında, ilk defa olarak geceleyin karısından ayrı Beyoğluna inmişti. Eli ve göz- leri, uzun bir alışkanlığın verdiği tabiilikle yanında karısını ve genç kızın: aradı. Onlar şimdi açık de- nizlerde sallanan bir vapurun ka- marasında uyuyorlardı. Bir dakike için kalbinden “keşki onların bu seyahate çıkmalarına razı olima- saydim!” diyen bir ses yükseldi. Akşam, işinden çıkınca, hergün- kü gibi evine döndüğü vakit part. manın boşluğu, kenapelerin üzeri- ne yayılan örtüler, kiliti dolaplar, kapalı kapılar, velhasıl üç ay için ondan uzaklaşacak olan bir kadı. nın, bekâr kocasının bütün raha- tanı temin ettikten sonra almağa mecbur olduğu tedbirler ona garip bir acı, büyük bir neşesizlik ver- diği için yemeğini yeryemez,-boç odaları arkada bırskıp kaçmıştr. Şimdi tiyatrodan çıkınca yine ayni acının onu ihata ettiğini an- ladı; — Boş eve nasıl döneceğim? Fakat bunu düşünmesile karar vermesi bir oldu: — Daha erken, uykum yok, bir bara gider otururum. Gülümsedi... Sonelerdenberi Be- yoğlunun bekârlara mahsus köşele- rine girmediği için nereye gidece ğini tayin edemiyordu. — Hey gidi dünya! Yirmi sene evvelki Kadri neredesin? Karısı ile kızı arasında geçe mesut hayatını bir saniye için w- nuttu, yirmi senelik sakin ve ra- hat ömrünü bir saniye için yavan buldu ve itiyatlarından ayrıldı ğmdan dolayı zenbereği kopuk bir saat gibi bomboş kaldığma titiz. lendiğini kendi kendisine itiraf e- demeden yan sokaklardan birine saparak, kapısında elektrikli bir i- lân asılmış, siyah perdeleri sım- sıkı kapalı bir eğlence yerine glı- di, Salon buğulu idi. Eşya ve in- sanlar kalın bir sis tabakası el- tında kalmışlar gibi donuktular, Yalnız tavandan bir kaç kartş a- şağrya, bir duvardan ötekine ge rilmiş ipler üzerinde asılı ampul- ler, her saniye kalınlaşan bu sis ta- bakasmı yırtıyorlardı. Kadri Bey, acemiliğini belli et- memek için, ağır ve sakin adım- larla yürüyerek bir köşedeki boş masaya oturdu. Bir viski ısmarla- dıktan sonra etrafını seyre ko- yuldu, Her yaştan, her cinsten insan- lar gidip geliyor, dansediyor, yük- sek sesle konuşuyor, yarı çıplak ka- dınlar başlarında ve vücutlerinde- ki parlak taşları ve pulları ışılda- tarak gülüyor, siyah elbiseli gar- sonlar, kimseye çarpmamak için başlarının üstüne kadar yükselt tikleri tepsiler içinde bin bir çeşit içecek ve yiyecek taşıyor ve bu kü- çük salonu dolduran kalabalık haik, bilinmez nasıl bir derdi unutmak için, can havlile bu tepsilerden ta- şan ispirtolu içkilere sarıyordu. ki kadeh viskiyi arka arka- ya içtikten sonru Kadri Be- Yin içindeki sıkıntı biraz daha art- miştı. Evi ve yatağı gözünde tütü- yordu. Kendi gençliğindeki eğlen- celeri hatırlıyarak onlarla bugün- kü bâr hayatı arasında bir muka- yese yapmak istiyormuş gibi bir defa daha, vahşi havalar çalan can- sız ve neşesiz cazbanda, ölgün bir sesle şarkı söyliyen yarı çıplak Rus kızma ve bu müzikli şarkıyı din. lemek ihtiyacını bile duymiyan sarhoş alayına uzun uzun baktık- tan sonra yerinden kalktı, yarım saat evvelki gibi ağir ve sakin a- dımlarla kapıya doğru İlerlemiye başladı. — Kadri! Birdenbire durdu. Böyle bir yer- de ve bu saatte kendi ismini işit- ie emilierienii dilli ekli mek, burdaa xendısnı tanıyan risine rastlamak onu o kadu> şaşırt- mıştı ki, sesin geldiği taralı bul makta güçlük çekti. — Kaâri! Biraz ilerde bir masada, yanın- da yarı çiplak bir kadınla oturan bir adam, iki elile ona işaret edi yordu. Ona doğru giderken hafıza- smı yokluyor, o adama bir isim vermiye çalışıyordu. Yaklaşınca hatırladı; — Cemal! Ne güzel tesadüf! Yir- mi beş senedir seni görmemiştim. Masaya fazla yaklaşmaktan çe- kindiği belli idi, Cemal bunu an- liyarak yanındaki kadının. çıplak kolunu okşadıktan sonra kulağıma eğildi; — Yarım saat sonra gel, olmaz mı cicim? Şimdi iki arkadaş karsı karşıya oturmuş, viskilerini işerek konuşu- yorlardı: — Yirmi beş sene bu! Şaka değil! Genç idik! İhtiyar olduk... Bütün bir ömür böyle geçti. — Hilâ eski Cemalsin sen.. Yü- zün biraz buruşmuş, saçların dö- omuzların çökmüş ama sen değişmemişsin, yine o adam- sin. — Fakat sen değişmiğsin Kadri. Haline zengin adamlara imahsus bir emniyet, gözlerine rahat ve me- sut bir ömür yaşıyan kimselerin süküneti çökmüş. Sana hiçbir sual sormadan, namuslu bir âile babası olduğunu ve ancak bir “esadüfün seni buraya sürüklediğini, hayatın- da gizlenecek bir macera olmadı- ğin anlıyorum. Halbuki sın gö- rüştüğümüz zaman sen ele avuca sığmıyan çapkın bir delikanlı . i- din. — Hakkın var, ben tamamile de- Biştim. Hem kendisini, hem de ma- hallenin kızlarını benim şerrimden kurtarmak emelile annemin beni evlendirmesi hsyatımda ve ahlâ- kımda büyük bir tebeddül yaptı. O güne kadar bütün kadınları s2- ven Kadri bir kadına bağlandı ve onun yanında sakin, mesut bir ö- mür sürmiye başladı. — Çocuğun var mrt * — Bir kizım var.. Ya senin? — Benim mi? Birdenbire aralarma ağır ve de- rin bir süküt çöktü. Kadri felâket görmüş bir adamın yarasını deş - miş gibi fazla bir kelime söylemi- ye cesaret edemiyor, arkadaşının sararân yüzünün manasından, çir- pinan kirpikleri arasından sızan meyüs bakışından bir şeyler anla- mıya çalışıyordu. — Garson bir rakı daha.. Sana da getirsin mi Kadri? — Hayır, ben fazla Içemiyorum. — Tabii içemezsin sen.. Bu zık- kıma ancak bizim gibiler dayanır. yi ekrar biraz evvelki ağır sü- kütu aralarına sokmamak için Kadri çekingen, fakat samimi bir alâka ile sordu: — Çok mu içiyorsun Zemal” Ni- çin? Sen eskiden böyle değildin.. — Böyle değildim ama, şimdi işte böyle oluverdim. Hayat bu! E- le avuca sığmıyan Kadriler uslanır sn İİK 233273232373737373772322227222227 HİKAYE YARIM KALAN ÖMÜR Yazan: Muazzez «fahsin Berkand 00000 LU v v w v y v v v v v v da, uslu ve durgun Ccmaller ömür- lerini barlarda, ispirto ve kadınla çürütürler, ne yaparsın! Bu seste öyle derin "ir acı vardı £i, Kadri iliklerine kadar sarsıldı ğını hissetti. — Kendine niçin böyle bir ha- yat soçtin Cemal? — Seçtim mi? Sen insanın ken- disine istediği bir ömrü hazırlıya- bileceğini zannedecek kadar nik « bin ve saf mısın Kadri? Hayır, ben bilerek bu yaşayışı seçmedim. Ta- ih ve tesadüf beni bu yola sürük- ledi.. Ben, yarım kalan ömrümü buralarda tüketmiye geldim. — Yarım kalan ömür... — Evet, bütün emellerimi, bü- tün sâadetimi kumral saçlı, yeşil gözlü bir genç kıza bağlantıştım. Onunla bir yuva kurruya, son ne- feslme kadar onun ve çocuklarımı- zın yanında yaşamıya, dünyanin en mesut kocası ve babası nimiya hazırlanıyordum. Nişanlımın - ya- mında, bu hülya ie yaşıyor, bütün bir ömrü böyle geçireceğime ken. dimi inandırıyordum.. Garson bir rakı.. — Sonra ne oldu Cemal? — Sonra mı? Çok sade çok gün- delik bir vaka: Nişanlım başkasını severek benden ayrıldı, Kadri söyliyecek bir söz bula - madığı için yerinden kalkmıştı. Cemâl de kalktı, Beraber sokağa çıktılar. Dışarının serinliği ikösi- ni de canlandırmıştı. Kolkola Tak- sime doğru yürümiye başladılar, fakat Cemalin çok müteheyviç ol. duğu, basit kelimeler altında giz- lediği bu dramın hatırasile sarsıl- dığı hissediliyordu. Çok heyecan- lı vaziyetler ve müşkül vakalar kar şısında kalan bir adara şaşkınlığı ile Kadrinin ağzından şu budala- ca, daha doğrusu mantıklı sözler döküldü: — Ömrünü başka bir kadma bağlasaydım, başka birisile evlen- seydin Cemal., Cemal durdu, gözleri *rkadaşı- nın gözlerinde başka bir hayali a- radı ve başını sallıyaruk kendi ken- disine söylüyormuş gibi kesik etim» delerle cevap verdi: — Bir insan varlığının en hi a lam tellerile birisine bağlanır. Bir gün o tel kopar.. Onu yeniden baş- ka birisine bağlamak kabil mi? Kalbin telleri bir defa koparsa kuv- veti ve kudreti kalmaz.. Yavaş ya- vaş çürür.. çürür... Taksi Patihe çek! Cemal arkadaşına bir veda keli- mesi bile söylemeden, önlerinden geçen otomobile atlamış ve vzak- aşmıştı. Sabahın pembe aydınlı ğında yürüyerek Maçkaya doğru giderken Kadri zavallı Cemali, o- nun yarım kalan zav: cı acı düşündü. Fakat yatağına girerken, kendi nAyatımı güçleştirmemeğe azmeden bir insan sükünetile şu sözleri mi- rıldanıyordu: — Bir daha Beyoğlunun yan s0- kaklarındaki barlara gitmem, © rada eğlence yerine üzüntü var, alı ömrünü a-