S | OU a 1&“— “1î“î?.î“&î%tîîî%&!l%&î?'! N Cat ta ga binbaşı Mehmet Ali Bekir St Gönzenm W hürriyet savaşlarında Stüktayj İta gösteren, k)—ı dövüştükten sonra, Irak- S ha Betirmekte Ve İrak birliğini vücu. Şi ::’& bir m emanet olunan Aramızdaki M dolayı kendisini ne h— den Aap Sökemi Tn Wh'l::d. Yyarı yarıya da bi. S .M'ü Ve:ıı: âartan yeni bir şuur uya- tü Mr"t;amıum T m.ı';"*ı Na ki Üa hi lr the düğetüyet Fida da ğ:k Yerlerde olduğu gibi bu- :':'.m;k;mi!tir. Si € ihti n | ı%: Bit tiyacı yerinde tetkik Büy Böldiği W Fanak “h::mda esaslı bir etüt İthmime t Seçerel k o “ı:_n.hın Telal S n İi Eî:k bir e ENiş ve tetkikatta bu- Gündelik A, PAŞMUH TANr SI Enin YALMAN kirde, peçdefi: Haberde, fi: Tüst, gamı, SEYde temi , dü- ol"“kımıl:uiiı:ı Rı;,tı . G fayyare kuvvet- İr kurşuna kurban ölülerin k hatıraları önünde eği- “ndilerini takdis ederiz. h Büyük Harp- Suriyelilerin hüküm ve nüfuzunu başlıca hizmet eden, Ordusunun yüksek kur- '—&'lhı_.l d""kı milli hürriyet sa- h:h sevgimizden dolayı, uluşunun sembollerin- besliyorduk. V=P'“ı Vazifesi uğruna ca- Niz demekti. Onun ve ölümü bizi ve Iraklıları muztarip etmişse, Ve Türkiye dostluğunun Trak % ananelerinden biri olarak Biş Ğ, ;;km'_::fıfdm silâhlandığı b ğit yişttanu büyük biz'selinden Zabitinden ve Türk mille- bıığ'fhîcrem iki doıhı:ıııı mahrum karşı duyulan hımç *der katiline bin kere en, yaralı İrak .,.“:ığ:ıt hükümetine ve ölü. Ve vefakâr Türk milleti- —h::::::hk'ordmwiuı can- suharız. &e. — Falih Rıfkı ATAY u'îüilttii Umumit ı Müfettişlikte hor Hareketleri n 15 (TAN) — Üçüncü v- ketj şlik mımtakasında imar ehemmiyetle devam e- Yurdun bu mıntakasın- YOl ve mektep inşaatına Verilmektedir. —Ancak, Erine İhasya, Teste tedariki müşkülâtı 8) Ziraat Vekâletine & Müracaatta bulunulmuş, Telerde nesuretle temini mütehassıslardan mıntakaya gön- şube müdürlerin- iğindeki — bu heyet Mühendislerinden Ya. Ve Rid “Mn vandan mürekkep GÜ Umumi — müfettişlik heyet zh'lıt Por hazırlamıştır. & Vekilinin reisliği altın- Tet Vekâlette Plantıda da bu mevzu- v Sörüşülmüştür. Zavallı Bir Gencin Başına —— TAN —— B ST TTTT YA gae rer n |TARİHTEN $ el YÜZÜNDEN FACİALAR Topkıpı sarayında Üçün- cü Ahmet kütüpane- sinde 3465 numarada kayıtlı (Kitabı keşf - il - hümum ve-l- küreb fi şerhi alet - it - tarab) adlı 372 sayfalık arapça bir ki- tap vardır. Birinci sayfasında- ki minyatürlerden Mısırda Türk büyüklerinden Menekli Boğa kütüpanesi için yazıldığı anlaşılan bu eser Türk musiki tarihini aydınlatan çok kıy- metli ve ana bir eserdir. Tabiat beşiğinin şiiri ve zemze- mesi içinde doğan ve büyüyen Türk, ırlamayı ve çalmayı ruhuna dil, 'hissiyatına tercüman yapmış- tı, Tarihin dile gelmediği çağlardan beri Türkün sazı Ve Ssözü vardı 'Türk kubuzunu, kamışını, davul ve kösünü toylarında, yuğların- da, şölenlerinde çalmış ve koşok larını çağırmıştır Türk dünya musi kisinin kurucusu- dur, Anayurt batı- ya doğru sayısız Türk kervanları çI karırken sazını, sö zünü de beraber yollamıştı. Eski göç yollarmı gös- teren haritayı önümüze alalım, bu günkü musikiyi tetkik edelim, Ha- rita ile yaşıyan musiki biribirleri- ni tamamlıyan ve doğruluyan iki Zünü vakm Şarka, Binkanı BÖ yarımadasına, Balkanlara, Maca- ristana ve İber yarım adasına ver- mişti, Bu saydığım yerlerin musi- kileri. Türklerin verdikleri ana hat- ları hâlâ muhafaza ediyorlar. Rad- yomuzda Türk isi “sustuğ zaman Mısır, Filistin, Macar ve hattâ Yunan merkezlerini aradığı- mız ve dinlediğimiz çok oldu. Fa- kat Garp musikisi bizim gibi, say- dığım bu milletlerin de adamakıllı ruhlarını sarmıyor. Yakutu Hamevi; kitabında (Mucem-ül-büldan, Cilt: 5 Sayfa: 411) Eski gezginlerden E- bu Düle Misâr'ın Türk illerine yap- tığı bir seyahati anlatırken Hırhız Türklerinin mabetleri ve — mevzun sözleri olduğunu ve bu koşukları ibadetleri esnasında terennüm et.- tiklerini yazar: “Hırsızlar ibadet e- derlerken cenuba dönerler. Zuha- li, Zühreyi takdis ve Merih ile te- feül ederler.,, der, Macarlar musi- kilerindeki Türk tesirlerini kabul etmekle beraber bir türlü izah e- demiyorlardı, Ben bu tesiri izah edecek mühim bir vesika buldum: Hamalı Yakut, Başkırt ülkesinin Kostantaniye ile Bulgar şehri ara- sında bulunduğunu 309 H. yılmğa ANENDELER HADIM EDİL PPP Yazan: İbrahim Hakkı Konyalı ğ kımızda Rum Kostantaniyesi ve köyleri vardır, Dilimiz, kılık ve kıyafetimiz onlarınki gibidir, Biz- den asker alırlar.,, Bu Başkırt dedelerinin Bulgar şehrinden geldiğini ve o vakit Müs lüman olduklarını da ilâve ediyor. Şehir denecek kadar büyük 30 köyün Türk Başkırtları sazlarmı ve sözlerini Macarlara verecekleri pek tabildir. Tuna Bulgarları da yine Başkırtların, Kara Bulgarların musiki tesiri altında kalmışlardı. Tarihi Gazevat-ül-arap (1) Baş- kırtların 896 — 1300 M. yılları a- rasında İsmaili'ler adıyla Macaris- tanda yaşadıklarını 11 inci asırda Cenubi Macaristana indiklerini ve hattâ Peşte kalesinin muhafızları- nn Başkırtlar olduğunu, 13 üncü Resmi Dairelerd ğ bi 4 bI 4 Postada ş 4 hâalife Muktedir Billâh İbni Fazan'ın Başkırdistandaki se- yahatlerini anlatırken bunların taç şeklinde yonttukları tahta parça- larını üzerlerinde taşıdıklarını, ta- cı mukaddes saydıklarını ve ayrı- ca on iki tanrıya da taptıklarını söyler, Bundan sonra da Halepte gördüğü Müslüman ve Sünni baş- kırtlarla yaptığı temasları şöyle ya- zar: : “Ben Halepte gördüğüm Başkırt- lardan birisine yurtlarını sordum. Geçende icra İşini anlattış olan — nmıldığında hiç şüpl kalmadı $ arkadaş bu sefer cebinden bir posta Israrla söyledim: & khb ikardı. Üzerinde 15-6-37 — Zannederim ki, yanılıyorsu- & tarihi vardı. Makbuzu bize göster- diktem sonra şöyle anlattı: ; Bu makbuzun yazılışmı posta- nede beklerken yanı başımda ko- nuşulan ecnebi türkçesi kulağıma geldi: Memurlar ve Halk; nuz. Size böyle bir emir veya ta- $ mim yapılmış olması ihtimali... N O, sözümü kesti: . — Ben değil, siz yanılıyorsunuz. * Ya hiç bir şey kullanılmıyacak ve f ya kullanılırsa yalnız Bay kelime- f si kullanılabilir. 4 — Mösyö yazmak yasaktır? — Evet yasaktır, Mösyö kelime- sini siliniz. Yerine Bay yazınız... Ecnebi bir zat, üstünde: “Monsieur Ahmet, Zonguldak,, limi şöyle & : Biz, Kostantaniyenin — ötesinde Hungar denilen bir ulusun yurdun- dayız. Biz Müslümanız, Hungarla- rımn hükümdarını metbu tanırız. Bi- zim bu memleketin muhtelif yer- lerinde şehir yavrusu kadar büyük tam otuz köyümüz vardır. Hun- garlar bizim isyanımızdan kork - tukları için köyümüzün etrafına katiyen — sur yaptırmazlar. Biz Nasraniyet beldelerinin tam göbe- gindeyiz. Şimalimizde Sakalibe Ka- ra Bulgarlar, kıblemizde papanın memleketi, batımızda Endülüs, şar- O benim lad tarzımda bir adres yazılı bir mek- tup tutuyor ve kendisine izahat veren memura hayretle bakıyor: Hayret bana da sirayet etti. Me mura sormak mecburiyetini hisset. tim: — Yanlışmız olmasın ? — Benim yanlışım yok. Ağa, bey, hanım, Monsieur, Madam hepsi Bu kat'iyyet karşısında bana da şüphe geldi: “Acaba benim işitme- Ş diğim, bilmediğim yeni bir kanun, veya sadece bir emir mi var?,, Ee- nebi zat, Monsieur kelimesini siler ken ben müdürün yanma gittim, Meseleyi anlattım: oturmamı rica etti. O da mütered- dit görünüyordu. Bu işle alâkadar olanlarla konuştu ve bana “siz haklısmız,, dedi; Resmen hiçbir lâ- kap yoktur. Hususi muhaberatta ı olan ağa, bey... yasak, Yalnız Bay kelimesi kulla- aılabilir: Bu cevap üzerine memurun ya- ğ ? Müdür beni nezaketle kabul etti, e / Ü / ilâh gibilerden başkaları ne lisan- f dan olursa olsun kullanılabilir.,, # mmmx“ıw' asırda da bütün Macaristana dağıl- dıklarını yazarken 1077 de bunla- rın hıristiyan yapılması için bir hükümdar emri çıktığını, Başkırt- lar zahiren hıristiyan oldukları hal- de Müslümanlıklarını muhafaza et- tiklerini, kızlarını hiıristiyanlara vermiye mecbur edildiklerini, bir Gelenler 'Tuncelinde polis komiseri B. İbra him eşi Bayan Şükriye dün matbaa- mıza geldi. Şunları anlattı: “— Bursa Pazarcığından Bursaya otobüsle gidiyorduk. Otobüsmüz, Do ma köyünün altındaki yolda Bursa- dan gelen karpuz yüklü bir kamyon- ta çarpıştı. Otobüsümüzde Kumkapı klübü spörcularından 22 yaşlarındaki Necati, kolunu pencereden çıkarmış- tı. Müsademe neticesinde biçarenin kolu kırıldı, koptu, çocuk feryatlar içinde yuvarlandı. Derha| İnegöle dön dük, yaralıyı hastaneye götürdük, Doktoru bulamadık. Evinde, muaye- nehanesinde de yoktu. Hastabakıcı- lar çocuğun etlerini kemseye başlan dılar, gencin feryadından durulmu- yordu. İşi polise haber verdik. Oto« büsle facia yerine gittik. Keşif 5 sa- at sürdü. Nihaye yaralı, kolsuz gen- ci Bursaya naklettiler. İnegöl gibi kü- çük bir yerde doktoru bulamayışı- mız, belki bir gencin hayatına mal “oldu. Zavallının akıbetini bilmiyo- rum. Fakat hastane gibi bir mües« seseye gelen kolu kopmuş bir yaralı- ya derhal bakacak adam hastabakı- cı mıdır? Sıhhat Vekâletinin nazarı dikkatini celbederim.,, Radyoda Parazit Meselesi Diyarbekirli okuyucularımızdan İ, yazıyor: “ — Memleketimizde radyo kanu« nunun tatbikatına geçildiğini ve bu kanunla radyo işlerinin bir nizam al« tıma sokulduğunu gazetenizde oku- duk. Fakat parazite karşı yapılacak işlere ve tedbirlere dair hiçbir kay« da tesadüf edemedik. Acaba kanun- da sınaf parazitleri bertaraf edecek aletlerin takılması hakkımnda ve buna riayet etmeyenleri cezalandıracak bir kayıt yok mudur? Hangi makam ve teşkilât bu işle uğraşacakatır. Bu rad yo mikroplarını bulup tepelemek için hususf aletlerle çalışacak ve bu İşle uğraşacak teşkilâtın memleketimizde köyde yarıdan fazla Başkırt kalmı- yacağını, 1161 de Almanyaya yar- dıma gönderilen Macarlar arasın- de kurulduğu gün radyo bayramı yapmalıyız.,, da 500 de Başkırt askeri bulundu- ğunu, 1242 yılmdan sonra da bun- larm tamamen tanassur ettirildik- lerini, 1266 yılmda Ti kend zenc adıyla aldılar, Hüseyin Bay- kara zamanında Şark musikisi çok lrhişti, Evliya Çelebi, İstan- Temerkeny adlı bir köyleri bulun- duğunu da kaydeder. opkapı sarayında bulduğum eserde büyük Türk bilgini ve müsikişinası Farabi'nin musiki mesleği ve mektebi, uzun tetkikten geçirilmektedir. Ulu üstattan son- ra, mesleğini yaşatan altı musiki- şinas ta ehemmiyetle kaydediliyor. Bunlar; Farabi'nin büyüttüğü ve terbiye ettiği Abdülmümin, Firuz- lu Hailt, Ebülfetih, Samanoğlu Ebülgaliye, Nişaburlu Salih, Har. zemli Salihtir. Kitapta Farabi- nin musiki mesleki anlatılırken o- nun muskide tabiati örnek yaptığı, tabiate uymıyan bir musiki olamı- yacağını söylediği de kaydediliyor. Fardbi, usulümü tabiatten kopye et- tim, diyor ve kaidelerini de Türk- lerce mukaddes sayılan dört raka- minm çerçevesine sokuyor, Çünkü mevsim dörttür. Anasır dörttür, in- san hayatı dört bölgeye ayrılmış- tır. Vücudü beşer dem, safra, so- da ve balgamdan müteşekkildir, Üstat nağmelerini de çocuğun, delikanlımın, kâhillerin ve ihtiyar- larm seslerine göre tasnif ediyor ve kaidelerrinde de (7) zarbı na- zarı itibara alıyor: Harbı vahit, zarbı maksum, — zarbı müşterek, zarbı cemi, zarbı mecmu, zarbi ya- bis, zarbı kâmil. Kitapta kanun, çenk, santur, tef, şebbabe, rübap, şuaybiyye denilen sazların yapılışı ve çalmışı, bun - lardan saz ve söz heyetlerinin nasıl teşkil edildikleri resimlerile, plân- larile izah edilmiştir. Farabi'nin Halepte Hamdan o- ğullarından Seyfüddevle için yaptı- ği ve dinleyicilerini 'gıdıklayıp çoş- turduğu, düşündürdüğü, — ağlattığı ve uyuttuğu saz da, bu eserde o kadar güzel izah edilmiştir ki, bu tarife göre bir sanatkâr bugün bi- le kaybolan bu sazı yapabilir. Fa- rabi, udun, Türk kubuzu taklit edi- lerek yapıldığını söylüyor. . . * rapların musikileri yoktu. Bunda bütün kitaplar itti- fak ediyorlar. Onlar sazı ve sözü İslâmiyetten sonra Horasanlılardan çenge benziyen yedi telli sazlarını buldaki güzel bir saz âlemini an- latiırken Hüseyin Baykara âyini yapıldı, der. Türklerin; tabiatin su, hava, toprak ve ateş unsurlarını birleştirerek icat ettikleri dört tel- li uda Endülüste Zerab adlı bir mu« sikişinas beşinci bir kırmızı tel İ« lâve etti, Arapların sazı ve sözü yoktu, demiştim, Evet yoktu. Eme- viler Mekkeyi muhasara ve Kâbeyi . yıktıktan sonra Abdüllah bin Zü« beyr, Kâbeyi İrandan getirttiği u8« talara tamir ettiriyordu. Sait adlı bir siyahi köle bir İranlının şarkı« sınt beğenmiş ve ona göre, arapça taganniye başlamıştı. Daha sonra, B zansa, İrana giderek musiki tet - kikleri yapmıştır. İşte Arap musi- kisi böyle başlamış ve Türkler daha Bağdat ve Şam saraylarma, İslâm ordularma ve bütün devlet teşkilâ« tma girdikten ve yerleştikten son- ra kemale ermiştir, Halifeler mu- siki ile mücadele ettiler. Emevi ha. lifelerden Süleyman bin Abdülme«- lik bir askerin şarkı söylediğini duymuştu. Onu yanına çağırttı: — Şarkmı tekrar et! dedi, Asker halifenin hoşuna gideceğini sana- rak itina ile tekrarladı. Fakat Ha« life: — Aman! Bu ne gıdıklayıcı nağ. me,. Bunu işiten kadın kendisini tutabilir mi, dedi ve zavallı askeri hadım yaptırdı. Bu hükümdar yine Medinede musiki ile iştigal eden bü. tün gençleri tavaşi yaptırmıştı. Halife bir gece abdest alırken e- line su döken cariyenin kulaklarımın uazktan gelen güzel bir sese takıl- dığını anladı, Ertesi gün, şarkıyı söyliyen genci yakalatarak derhal tavaşi yaptırdı. İkinci Abbas ha- lifesi bir gün sarayında bir tanbur sesi işitmişti. Tanburu çalan köle- nin başında parçaladı, Halife Ömer bin Abdülâziz, kadılarından birisi- nin söylenen şarkıdan keyiflendiği- ni görünce derhal azletmişti. Ha- life Elmühtedi 255 H. yılında hüt- susi bir kanunla hanende ve sazen- deliği menetmişti. Halifelerin mu- siki düşmanlığı hakkındaki mi- saller istenildiği kadar çoğaltılabi- lir. (1) Mısır tabı. Sayfa: 208