ei > SANAT KÖŞESİ ; Adsız Münekkitler V.7.937 TAN Gündelik Gazete | BAŞMUHARRIRI Ahmet Emin YALMAN TAN "ın hedefi: Haberde, fi kirde, her şeyde temiz, di rüst, samimi olmak,, kariin toplu bir sergi açıldı. m On beş gün açık kaldıktan sonra iki üç gün evvel kapanan bu sergi hakkında doğru dürüst bir fikir edi- nebilmek için beyhude yere güzetek- gazetesi olmıya çalışmaktır. aaa Türkiyede organize olmıyan biricik Zümre, miinevverler zilmresidir. y İşçinin kendine göre teşkilâtı var. ir, Esnafın geniş organizasyonu, bü tün esnafın mukadderatı ile meşgul olur. Ticaret yardır, Fakat muharrirlerin mukadderatı Me alâkadar hiçbir teşekkii yoktur. Basın Birliği kuruluncıya kadar mik nevverler dağmık ve perişan bir hal. de kalmıya mahıkümdurlar, Bu dağı- zuklık münevver zümrenin mukadde- ratını karanlık ve korkunç bir âkıbete sürüklüyor. Memleketin fikir ve Si mat hayatına hizmet etmiş büyük mü- Devverlerimizden kacı refah ve huzur içinde ömrünl bitirmiştir. Abdülhak Hümit bile, gördüğü bütün himaye- | Ye rağmen, bir apartmanın bodrum katında can vermemiş midir? | ve sanayicilerin odaları . | “Zavallı Necdet,, romanmın zavallı müellifi Saffet Nezihi de bu bedbaht münevverlerden biridir. Zavallı Nec- detin geçenlerde on dördüncü tabı ya- pılmıştır. Fakat şimdiye kadar bası- mı seksen bini geçen bu romandan müellifinin eline o para geçmemiş Hattâ Saffet Nezihi, hastanede bu. lunduğu sıralarda kendisine çok alâ, ka gösteren tanınmış bir doktorün . rarı üzerine kitapçıya gidip bir kitap istemiş, kitapçı, romanım kalmadığını söyliyerek kendisine bir kitap bile vermekten çekinmiş ve sonra başka bir kitapçmın çırağı ile yabancı bir leri gibi haber gönderince de, ki- tap Vi va radan aşağı veremem, anl, © sırada muharririn cebinde dok- tora verecek parası yokmuş, Saffet Nezihi, âkıbetini kara ve karanlık gören her adam gibi bej. bindir. Yeni nesle nasihati şadur: “Hayatı tahtı temine almmış olan. Jar keyif için, zevk için edebiyatla uğ raşabilirler. Bunu bir meslek olarak kabul edenli bu cevabını ver- rine in etmiye heves ödetle. Y haline... Bu hüküm, Saffet Nezihinin acıktı | hayatından daha acıdır. Bir memle-| kette edebiyat, şahsi bir keyif ve zevk meselesi olarak kaldıkça inkişmt ede- mez. Sanatle uğraşan, memleketin fi. kir ve sanat hayatında çalışan kim- selerin organize bir meslek sahibi ol- malarma ihtiyaç vardır. Münevverler, mukadderatlarile alâkadar bir teşek- | küle sahip olmadıkça bu acıklı âkıbete maruz kalmıya mahkümdurlar, . Bir Aile Kaç Paralle Yaşıyabilir ? Adanada tetkikat yapmışlar, üç ki- şilik bir ailenin, giyinme masrafı da dahil olduğu halde, 22 - 25 ira ile re- fah içinde yaşıyablieceğini tesbit et- mişler, Istanbulda 22 lira ile oturulabilecek bir ev bile kiralanamaz. Şehrimizde Gç kişilik bir aile için, refah değil, ih- tiyaç içinde yaşayabilmesi için yüz liraya ihtiyaç vardır. i Iki sehir arasındaki yasayış sevi- Yesi arasmda görülen bu büyük fark, hayat pahalılığının bütün sebeplerini ortaya çıkaracak kadar kuvvetlidir. Adanada hayat, niçin bu kadar ucuz ve İstanbulda neden bu kadar paha-| Udır? İste, hayatı ucuzlatmakla meşgul olan hükümetin ilk halletmiye mec- bar olduğu dava budur. mama > | Bigada Yine Susuzluk | Başgösterdi Biga, (TAN) — Daha geçen sene | imar Alte M.İ on binlerce lira sarfiyle buraya geti- rilen “yenisu,, çeşmeleri, bakımsızlak | Yüzünden akmamıya başlamış, İran) bada göze çörpacak bir susuzluk| haariktarmistir. DERS, YALNIZ AMELİ VE YALNIZ NAZARİ o OLAMAZ —— Yazan: İsmail Hakkı Baltacıoğlu Muharrir diyor ki: “Ameli, yahut "Pratik, veyahut "hayati,, tabirleri, yeni pedagoji dilinde çok kullanılan tabirlerdir. Fakat yakından takip edilirse en çok kullanılan sözlerin en iyi anlaşılanlardan olmadığı, bazan n CP Ikokul programmın 30 Il uncu sayfasının 12 nci fıkrasında şu satırları okuyo- ruz: “Okulda pratik bilgilere ve maharetlere önem verilme- lidir. Çocuklara anlamıyacak- ları, işlerine yaramıyacak na- zari bilgiler vermekten sakın- malı, onları bulundukları ha- | Yatın gerekli kıldığı zaruri ve ameli bilgilerle teçhiz etmeli" dir. Bu “amel hut “pratik” ve- Yahut “hayati” tabirleri yeni peda- goji ditinde çok kullanılan tabirler. dendir. Fakat yakından takip edi- lirse en çok kullanılan sözlerin en İyi anlaşılanlardan olmadığı, ba- zan hiç anlaşılmıyanlardan olduğu görülür. “Hayat, tekâmül, karâk- ön İsi ari wii! bi bu “ameli” den maksadımız nedir? Amellğen ameliye gök fark var, Bu nokta üzerinde duralım. Hendesede “eşek davası” denilen bir dava var ya, Kaim zaviyeli bir müsellesin murabbaj öteki dıhlarm murabbaları yekünuna müsayidir. Bu bir iddladır. Bunun doğruluğu nazari olarak isbat edilebilir. Fa- kat bir ameli adam (1) geliyor, diyor ki: i *— Böyle uzun uzadıya isbatla- böyle a pita, ben size bunun isbat edivereyim 2 gere b eri ufak murebbaları Siya yk murabbam içine dol rana? öm geliyor! Oldu mu elişi dersi rbiğ olmadı, Çünkü biz riyoruz, g eğil, hendese dersi ve- balesi urada gelişmesi mevzuu 4) 00 meleke, pratik cinsten değil, teorik çine 5 bu anlayışı cinstendir. Demek ki bitimi . pratiğin faydası yok, ar. Eğer riyaziye meselele- rini hep böy pr ursak, talebede riyazi- ye kafası dediğimiz kafa teşekkül edemez. Bunun için lâzım kl talebe birtakım teorilar için kafa patlaf- sın. Burada gaya zihnin tecritçi fa- aliyeti olduğundan, pratik düşün- cenin değeri yoktur. B ir de okullarımızın çoğu “a- meli” kelimesinden “eiler- le yapılan” münasmı çıkarıyorlar. Bir misal vereyim: Çocuklara fenni kümes, yı kovan öğretmek deri gil mi? “ameli ölmajı” düsturunu tatbik için bunu kâğıttan, mukav- vadan, yaparsmız. Bu, ne amelidir, ne de nasâridir, belki bir uydur- ma iş, bir Yalandan ibarettir. Ha- kümes, olsa olsa içinde tavuk yaşıyabilendir. Hakiki kovan da |. çinde afı barmabilendir. Daha ile- ri gideceğim, hakiki bir kümes, ha- kiki bir kovan fikri almak için ma- rangoz gibi çalışmak lâzmen da katiyen kâfi değildir. Bir de çiftlik » sahibinin durumu vardır. “Yapıla. cak iş kaça çıkacak ve ne fayda verecek 7” İşte mevzuun büsbütün ekonomik olan cephesi ki teknik ile doğrudan doğruya alâkası yok. Yalnız kümes yapmak, yumurta al mak değil, yumurtayı piyasaya sü» rebilmek te şarttır. Yoksa talebe. Aca. © hiç anlaşılmıyanlardan olduğu görülür. ÜR EAA TT niz yalnız marangoz olur, işçi, çift. çi, müstahsil olmaz. Terbiye de he- define varmış olmaz. enim de bahçem vardır, O- rada birçok arkadaşları: mm ziyaretini kabul etmişimdir. Hep gelenler bana şu suali soru- yorlar: > “— Burada en iyi ne yetişir”. Cevap veriyorum; Bakla, bezelye, nohut. Yine sorarlar: Öyle İse ne ekmiyorsun bunları? İşte mesele! Çiftçi “en iyi ne yetişir” i düşüne- mez, “en çok ne para eder” i düyü- nür. Onun için bütün Çamlıcada daha çok bamya, mısır okerler ve kurakçılık ederler, inek beslerler, Eğer İzmir, Adana, İstanbul seb- ze piyasasına hâkim olmasaydı. Bi- rinci gebzeler çok (yetiştirilirdi. Halbuki biz İstanbullular, Adana baklası ilk zamanlar 30 - 40 kuru şn yeriz, neden sonra yerlisi olur, fakat 100 para eder! Öyle ise öğ- retimin ameli olması demek en ge- niş mâna İle ve ayni zamanda tek- nik, hem de ekonomik şartlara uy- gun olması demektir. Okul bu de- diğim şeyleri yapıyor mu? yapmı- yor. Sadece elleri çalıştırıyor, piyasa sürüm, alım satım şartlarından ba bersizce çalıştırıyor. Ne işe yarar ki? pi mühim bir mokta daha var, “Ameli olmalı, ameli olmalı” diye farkında olarak, yahut olmuyarak “nazari olmamalı, yal. nız âmeli olmalı” düsturunu ver- miş oluyoruz. Fikrimi açık olarak söylüyorum. Köy öğretmenleri teş kilâtmda benim hoşuma giden ta- raf, bu öğretmenlere bağcılık, bah- gıvanlık gibi hakiki bir sanatin tek niği öğretilmesidir. Bu fikir bana hiç yabancı değildir. Eğer yanılmı- yorsam bu fikri ilk olarak önce Da- rülfünun kürsüsünde, sonra İzmir. de çıkan “Fikirler” mecmuasında, daha sonra da “İçtimai Mektep” ad kı kitabımda ve en son da dört yıl- danberi “Yeni Adam” sütunların- da bütün açıklığiyle müdafaa eden benim. Benden önce Türkiyede bu ağ elişlerini ve tatbikatı gözlemiş, fa- kat hiç bir zaman öğretmenlerin herhangi bir meslekte mütehassıs işçi gibi yetiştirilmesini gözleme- mişti. Nasıl ki, terbiyenin gayesi marangoz, çiftçi, asker, pilot... ye- tiştirmektir diyen yine benim, Yi. ne yanılmıyorsam terbiye gayesi- nin bu şekilde müşahhaslaştırılma- #i başka bir müellifin eserinde vâ- kl olmamıştır. Ancak, beni diğerlerinden ayr- ran Dir nokta var. Ben en kaba bir işi bile, meselâ bel bellemek, çapa çapalamak, boya boyamak, bot ta- mir etmek , sonuna kadar fik- rileşebilir bir mevzu olarak alırım. En ameli sanilan işlerde bile dü- şüncenin, tefekkür ve Ibdaın rolü vardır, derim, Onun için şöyle böy le “âmeli" ile kanmam, “nazari” Yİ de isterim, Bahçıvanlık “sirf a- meli kaideler” şeklinde öğrenildiği aman öğrenen adam için, bir gö- renek, bir routine olur. Eğer bu bahçıvanlık kâfi morfoloji ve fizi- yoloji bilgisi taşıyan şuurlu bir teknik gibi öğretilirse, bahçıvan da a reeamnmmamanrnd rimizde birkaç yazı çıkmasını bekle © dik, durduk, Serginin kapanmasma bir iki gün kalmıştı. Nihayet, sabah gazeteleri mizden birinde sergiye sit uzun DİR slitun yazı gözümüze ilişti ve: — Hele şükür! diyerek yazıyı © kumıya başladık. Serginin tarihi kıymeti ve coğrafi vaziyeti hakkındaki malümatı okur. al ken yazı sahibinin kim olduğunu me- rak edip İmzasma bakınak akılimız& bile gelmedi, fakat birkaç satır son- ra: # — Falanca ressamın falanca por- tresinin üst kısmı çok zayıftı, veyâ: — Falanca heykeltraşımızın ŞU büstünün alt kısmı çok muvaffaktı. Gibi, sanatkârlar üzerinde ayrı aye rı duran cümleler biribiri sıralanmıya başlaymca: — Iyi, güzel amma, dedik, bakalım bu hükümleri veren bu işlerden anlı yan birisi mi? j Ve gözlerimiz yazının sonunda »*tekâmülün kendisi olur. isal veriyorum: Bütün bah- çıvanlar bir yabani üzeri- ne aşı vurduktan sonra yabaninin gövdesinden çıkan dalları keserler. Sorsanız: “niçin kesiyorsunuz?” diyo, “aşıya kuvvet gitsin!” der- ler. Halbuki bahçıvanlıkta benim ustam ve hocam olan Bağlarbaşılı Zevali Arsen Efendi şöyle derdi: “— Sakm yabaninin üzerindeki sürgünleri kesmeyiniz, Çünkü bun lar yabaninin en üst kısımlarma kadar nusgu çıkaran mükemmel bir kanalizasyon teşkilâtıdır. Bu sayede yabani de kolayca suyunu alır. Eğer böyle yapmayıp ta ya- bani üzerindeki sürgünleri keser sek kanalizasyon sistemi bozulur. O zaman nüsg yaraları kapatmak için orada burada oyalanmaya baş lar. Doğru olan şey aşı tutuncaya kadar eklemektir. Bu aşı tamami le tuttuktan sonra sürgünleri kese- biliriz” Böyle bir kaldeyi kavra- mak için insanın asgari nebat bil gisi olmak lâzımdır... ppi ilk öğretim müesse selerini ameli müesseseler olarak anlamıya temayül ediyor. Bu temayül, Bulgar mazrifine hay ran olanlarda çoktur. Fakat Bul- gar maarifinin en iyi örnek oldu- Şunu, isbat etmeye imkân var mı- dır? İlmi, Bulgaristandan değil, medeniyetin mümessili olan mil. letlerden alıyoruz, Terbiye kaidele rini niçin ezeli prensiplerden çi- karmıyalım ? “Tedrisat âlemi olma kı” düsturu bütün istibdat devrin- ce kitabi kalmış bir mektep teşki- lâtına karşı reaksiyon olarak kul- lanıldığı zaman müessirdi. Fakat başlı başına bir öğretim düsturu olarak tatbik edildiği zaman sakat tır. Tedrisat ne yalnız başma ameli, ne de yalnı zbaşma nazari olma - Mıdır, tedrisat hakiki, hayati, aos- yete için faydalı, sosyal adamın teşekkülü için müessir olmalıdır.Onun için hem ameliyeye, hem de naza- riyeye hakkımı, yerini vermelidir. Oku o e ee Aydın, (TAN) — Halkevinin bu ma Öğrenenler Aydın Hapisanesinde “su bitmiştir. Mahpuslar Dinarif zeminde yapılan meşriyat, yalnız | sene hapishanede açtığı okuma kur (© mifettişinin dedahil bulunduğu bir hükümleri veren münehkidi aradi | Imza namevcut! Eserler haklımda yi veya kötü gibi birer kelimelik kümler veren zat meçhuldü! pi Bu yazı sahibi acaba iyiyi kötüden tefrik edecek kadar bu İşten anlıyor muydu? Güzel! diye tavsif ettiği 658 rin niçin güzel ve zayıf dediği e ? niçin zayıf olduğunu izah etmek sıkın« tasma katlanmadığı için, bu İşte dereceye kadar anlayışlı olduğun anlamamız imkânsızdı. Yazı sahibinin herhangi bir sadece: N — Güzel! deyip geçmesine ane bir şekilde kıymet verebilirdik: makaleler, kötünün izahı için yazılar. yazmış ve böylece kendi zevki hak kında bize bir fikir vermiş olmasile... Sanatkârlarımızı gazete sütunlarm. da halka tanıtırken onların niçin kuv. vetli veya niçin zayıf olduklarını izah etmek, muhakkak ki, bu vadide kı oynatanların Ilk işleri olmalıdır. Bu nevi yazıların İmzasız oluşları. na gelince, sanatkârın Ismini ve ese. samler veren ve böylece ona bir sürü sempatiler veya antipatiler kazandı. Zunu bilmek, herkesin, bilhassa eseri mevzuubahis olanların hakkıdır. Bedri Rahmi Adana Muallim Olan Gençler men okulu son sınıfmda 83 kişi ik. malsiz geçmiştir. Son smıf mevcudu 45 olduğuna göre 12 kişi ikmale mış bulunuyor. Ba yıl ilk öğretmenliği vazifesine başl namzet bulunanlar şunlardır; Ali Yavuz, Zeynel Baykal, Yusuf Türkelli, B. Selçuk, Besim Göçer, Va li Arığtekin, Faris Sungur, Emin Öz. bek, Ahmet Bâykal, Emin Erke, Ens ver Aydın, Enver Soysal, Halim A- yata, Şerafettin Leblebici o, Yusuf Karayel, Abdullah Koçan, Sakip Se ginalp, Çoban Yurtçu, Lâtif Yurt Fazıl Erdem, Tahsin Toktamış, nan Kolçak, Hakkı Işik, Ali A. Hamdi Şenol, Behçet Gönen, Z8 rif Tuncay, Mustafa Alper, İb Sevinç, İbrahim Olcaytu, İbrahim kış, H. Şükrü Beyko, Kemal E yazıcı, Muzaffer Turkoy, Sami gezen, Hasan Erdoğan, Ali Şişlioğiu Mehmet, Kâzm Altmok, M Kirazcı, Fuat Güneş, İsmail Tun n Mehmet, Acaroğlu, İbrahim Alpefi Bedri Avoğan, 4 heyet tarafından imtihan edilmiğe. lerdir. Kursa 98 talebe yazı j Fakat, bir kısmı müddetlerini biti Tİp hapishaneden çıktıklarından G8 kişi kalmış, bunlardan 58 i imtihsi tır. Bu münasebetle Müd i Kâmil bir nutuk söylemiş ve detnameleri kendi eliyle tar. Yukarıki resimde, kursu mahkümları bir arada görüy© v5 : Onun “güzel,,in tarifi için vaktile rini tasrih ederek, onun hakkında hi. ran yazıcınm ne çapta bir kimse oldu. Mektebinden Mezun Adana — Şehrimiz Erkek öğret, Ğ da kazanarak şahadetname ai dağıtımı. bitiren