Tan 6 Haziran 1936 sayfa 6 | Gaste Arşivi

6 Haziran 1936 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 6

6 Haziran 1936 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Ce N Leon Blum kimdir ? Münekkit, muharrir, sosyalist, boksör, eskrimci olan Leon Blum, mektebinin en yaramazı ve sınıfının birincisi idi Vu'den: Leon Blum hakkmda biribirine zıt, birçok rivayetler dolaşmaktadır. Za- man zaman marksistliğinden, san'at heveskârlığından, âmansız- bir dar #düşünceliliğinden bahsedilir. Kin o - nun aleyhine şahsma karşı kaba in- sanları saldıracak kadar yürümüş- tür. Bundan yirmi sene evvel eşsiz ze- kâsının kuvvetine meftun olanlar bu- gün ona küfürler ve iftiralar etmek- te, onu Jaur&ös ile mükayese etmekte dirler. Bu bedbahtlar, Jaurösin aley- hine de ayni hakaretleri savurdukla- rını unutuyorlar. Fakat bütün bunlar maziye ait. Bu gün, Leon Blum günün adamıdır, ve aleyhinde iftiralarda bulunanlar, o - nun dalkavukları olacaklardır. Bize gelince, biz soğukkanlılığımızı muha- faza edelim, ve madem ki, gayemiz burada, insanları ve eşyayı olduğu gi bi görmektir, Leon Blum'u ihtirassız ve tarafgir olmadan görmeğe çalışa- lzm. Leon Blum 1872 de Pariste, aslen Alzaslı olan Parisli bir aileden döğ- muştur. Bütün çocukluğunu Parisin Saint - Denis mahallesinde geçirmiş- tir. Ateşli bir cümhuriyetçi olan anne annesi, kalben “Commune,, taraftarı idi. Torununun eline verdiği ilk kitap lardan biri Tenot'nun hükümet dar- besi hakkmdaki eseri oldu. “Charlemagne,, lisesinde tahsil eden Leon Blum yaramaz bir talebe idi, fa- kat sınıfinin birincisi olduğu için ce- zalardan kurtulurdu. Daha küçük yaş ta iken bir âsi ruhu taşırdı. On dört yaşında, tesadüfen, eline Emile Augier'in“Les Effront&ös,, isim li piyesi geçti. Bu piyesin üçüncü per- desinde 89 tarihindeki ihtilâlin yalnız bir başlangıç olduğunu söyliyen bir mükâleme vardır, bu mükâleme, onun üzerinde kuvvetli bir tesir bıraktı. Leon Blum sonradan gittiği Hen- ri IV lisesinde ve yüksek muallim mektebinde Clemenceau ile Barres'in nüfuzları altında kaldı ve daha sonra “La Revue Blanche,, isimli bir mec- muada, Jean Grave ve To d'Aza gibi anarşistlerle tanıştı. Ve nihayet, te- Badüfen, 1893 te, yüksek muallim mektebindenberi görmediği Lucien Herr ile buluştu. O zamana kadar Leon Blum cemiyetin haksızlıkların - dan şikâyet eden bir âsi olarak kal- mıştı. Birçok genç nesiller üzerinde büyük bir tesiri olmuş olan yüksek muallim mektebi kütüphane memuru Lucien Herr, onun müphem temayül- lerini alarak Kollektivizm'de tebarüz ettirdi ve 21 yaşında, Leon Blum sos yalist oldu. Sonra, Dreyfıj meselesi çıktı, Jau- rös ile tanışıp dost oldu ve nihayet onun büyük yardımı ile tahakkuk e- den sosyalist birliği! 1905 senesinde Leon Blum yavaş yavaş “faal,, bir politikacı olmaktan uzaklaştı. “Humanit6” gazetesinde edebi tenkitlerle iktifa etti. Bir taraf- tan da, devlet şürasında, istidaları ka bul edip tasnif etmek gibi bir vazife İle meşgul oluyordu. Bu vazifede hu- kukt inceliklerini tebarüz ettiriyor - du. Daha sonra piyes tenkitlerinde ihtisas sahibi oldu, “Matin,, ve “Co - media,, ya yazmağa başladı. Harp çıkımca evvelâ nafta nezaretin de çalıştı, sonra askerlik hayatma gir di. 1917 de Bordeaux koöngresine iş- tirak etti ve bir sene sonra sosyalist vahdeti tehlikeye girdiği zaman mü- cadeleye atıldı. 1919 da Bolşevizme karşı mukavemeti organize etti ve 1919 da Touro kongresinde an'anevi soşyalizmin nakili kelâmı oldu. Bu arada meb'us seçilmişti. Zekâ- sınm otoritesi sayesinde parlâmento grupunun hemen riyasetine geçmişti. Mali politikasmı şiddetle tenkit etti- ği milli blok hükümetine hücumlarda bulundu, ve ekseriyetin aleyhine dön mesinden korkmıyarak Ruhr faciası- nın çılgınlığını ifşa etti. Leon Blum'un entellektüel cesare- tini düşmanları bile kabul ederler. Onun zekâsını inkâr etmek istiyen yoktur. Fakat insan olarak onu tanı- mak istemiyenler vardır. Garikatü - ristler sebebi nedir bilinmez, gözlüğü olduğu, söz söylerken ilk cümlesini ince bir sesle başladığı için mubassir şeklinde gösterirler. Halbuki sağlam bir insandır, omuzları geniştir, sporu sever. Eskrimde meşhur olduktan - sonra Leon Blum boks da yapmıştır. Bu itibarla Tristar Bernard'ın çok samimi dostudur. Diğer taraftan gazeteciler, onu so ğuk bir hesapçı, mağrur ve hissiz o- larak gösterirler, Leon Blum'u tanı- yanlar bu şayiâlara gülerler. O, mağrur ve hissiz mi? Şüphesiz, ' a T A, teç zf b >1A Leon Blum aleyhinde bulunduktan sonra gelip a- yaklarma kapanan bir uşağa karşı soğuk hareket eder. Diğer taraftan gözlerinin miyop oluşu meşhur olan dalğınlığına ilâve edilirse bir dostu - nun yanından onu selâmlamadan ge- çişinin sebebi de -anlaşılır. ki, buna düşmanları gurur diyorlar. Fakaât ha- kikatte, onun kadar az gururlu olan yoktur. “Faal,, sosyalistler onu - çok iyi tanırlar. Leon Blum ne bir canavar, ne de bir ilâhtır.O bir insan, fikirleri has- sas, hayatı müteaddit görü | e E,.x y nutuk söylüyor şey ile, hattâ tabahatle bile alâka- dar bir insan. Çünkü Leon Blum, şikemperver- dir, Iyi yemek yemesini sever, icabın da yediğiniz yemeğin tarifini yapar. Çok içki kullanmazsa da daima iyi şarabı sever, O, kısaca, meziyet ve kusurlarile bir insandır, fakat etrafındaki şayia- lardan çok üuzak bir insandır. Husu- siyetinde gülüp şakalaşmağı sever, Vücut ve ruh bakımlarından genç kal mıştır. Yeni ve taze her şeye fevka- seven bir insandır. Çocukları, hayvan ları, yeşil kırları seven, yorulmıyan, vakti boş olduğu zaman karısının ida re ettiği bir otomobilde, Fransa yol- larmda gezinmeği seven bir insandır. Resimden. anlıyan, ahenkli mimariyi seven, güzel bir binayı görmek için uzun bir yolda dolaşmaktan çekin- miyen bir insan. Musikiyi, Beetho- ven'in olsun, Duparc veya Dukas ile Ravel'in olsun, hepsini seven bir in- san, Her şeyi okumuş ve okuduğunu unutmamış bir insan. Hugodan yüz- lerce mısra okuyan ve Jaures'in bir- çok cümlelerini hâfızasında tutan bir insan. Klâsiklerin hepsini bilen ve bu günün bütün edebi cereyanlarını tanı- mağa vakit bulan bir insan. Stendhal ile Marcel Pront hakkında yazılar yaz mış ve isterse, ilmi felsefenin en güç meselelerile uğraşabilecek bir insan, Ekonomi politik'ten Fransız tiyatro- su tarihine geçebilen bir insan, Her lâde h tır. Fikrini açıkça söylemek istediği zamanlar, kaba denecek kadar açık söyler. Çok tedbirlidir, fakat icabın- da tedbirsizlik derecesine çıkacak ka dar cesurdur. Kendisine söyleneni sonuna kadar ve sevimli olarak dinli- yebilir, fakat tesir altında kalmadan. İşte Leon Blum. Daha doğrusu be- nim gördüğüm Leon Blum. İngilterede grevler Londra, 5 (A.A.) — Büyük bir se- fer kumpanyasınım deniz amelesi ile Dok ve antrepolar amelesi, ücret me selelerinden dolayı grev ilân etmişler dir. Bu müesseseye ait olan elliden faz- la romorkör, bu grev yüzünden muat tal bir halde kalmıştır. Grevden mü - teessir olan yerler, Hull, Nottingham Shardlov ve Nevmark'dır. TA eee ÖĞÜTLERİ Çok susayanlar biri haksız olmak üzere iki sımıfa ay- rılabilirler. : Haklı olanlar ateşli hastalarla şe- kerli hastalardır. Tabii halde bulu- nan bir insan günde bir buçuk litre su İçerse hararet derecesi otuz seki- ze çıkmca su ihtiyacı bir litre üç çey- rek; 39 derecede iki litre, 40 derece- de üç litre olur. Şekerli hastalarâ ge- lince onların kanlarındaki fazla şe- kerin miktarma göre günde üç, dört, bazısı daha ziyade, su içmek hakla- rıdır. Zaten onların çok su içmek haklarını teslim etmeseniz bile onlar dayanamazlar yine içerler. Galiba dünyada suyu en büyük keyifle içen- ler de şekerli hastalardır. Onlara çok su içmek hem keyif verir, hem de kendilerinde fazla şeker bulunduğu- nun farkında değillerse hastalığı kendilerine haber verir. Haksız olarak çok su içen sımıfın en başında midesi bozuk olanlar ge- lir. Insanın midesi bozu kolunca, per- hizi biraz bozduğu vakit hemen bo- ğazı kurur ve suyü birer bardak iç- mek artık yetişmez. Büyük sürahinin başma oturarak sürahiyi bitirinciye kadar içmek ister, ondan sonra da, acaba daha içsem mi, diye etrafına bakınır, Şekerli hastalar kadar değil- se de, midesi bozuk olanlar da çok su içmekten keyif duyarlar. Fakat on- ların çok su içmek keyfini duymıya hakları yoktur. Çünkü çok su mide bozukluğunu arttırır. Bilâkis, ye- meklerde içecekleri suyu azaltmaları, midesi bozuk olmıyanların içecekleri miktarın yarısına, yani yemekte an- cak bir bardağa indirmeleri lâzım- dır. Şişmanların da çok su — içmeleri haksız ve ziyanlı olur. Şişmanların ivücutlarındaki nesiçlerin arasındaki su fazladır. Bu fazla su bir parça a- zalınca şişman hemen onu telâfi et- mek, yeniden su içmek ister, Halbuki -hele yemekte- çök su içtikçe - iştahı artar, daha fazla yer. Fazla yedikçe susuzluğu artar, yine içer. Böylece su ile yemek birbirini davet ederek ikisi elele şişmanlığı arttırırlar. Onun için şişmanların en ziyade dikkat edecek- leri şey yemeklerde pek az sü içmeğe gayret otmaelitim, B mak-la, — yerine yemekte büyücek bir . fincan -şekersiz olmak şartile- hafif bir çay yahut ıhlamur içmeğe karar verince pek güç olmaz. Çünkü sıcak içilen şey soğuk sudan daha kolayca hara- reti teskin eder. Çok susadıkları halde çok içmeğe hakkı olmıyanların bir kısmı da al- büminli böbrek hastalarıdır. Zaten hasta olan böbreklere çok su gelince, onlar bu fazla suyu süzüp geçirinciye kadar daha ziyade yorulurlar. Bazan yaşlıca adamlar da çok su- sarlar ve çok su içerler. Onlarda bu hal mesanede yahut prostatta hasta- lığa delâlet eder. Onlar da hararetle- rini iyice teskin etmek istiyerek çok şu içerlerse mesanelerini fazla gere- rek iltihabı uyandırmak tehlikesine düşerler. Lokman HEKİM İngiliz - Sevyet | deniz anlaşması Londra, 5 (A.A.) — Dün Hari_Cı- ye Nezaretinde Sovyet Rusya büyük elçisi Maisky, bir İngiliz - Sovyet deniz mukavelenamesi akdine müte allik görüşmelere tekrar başlamış - gemisini adeta Kuin Meri Nevyork, 5 (AlZA.) — Dün merak- llardan mürekkep bir halk kütlesi, “Kuin Meri,, vapurunu gezmiştir. Hatıra meraklılarından birçok kim seler, sofra'takımları, saksılar, asma saatleri, takvimler, sigara tablaları ve porselenlerden mamul eşya gibi birçok şeyleri alrp götürmüşlerdir.Bu Hatıra meraklıları Kuin Meri yağma. ettiler transatlantiği hasarları gören baş garson; âdeta ağlamalı olmuş idi. Baş garson, yeni bir takım eşyanım kerpeten ve tornavida ile yerlerinden sökülmüş olduğunu söylemiştir. Kuin Meri, bugün Southampton'a hareket edecektir. tır. Bu görüşmel da bazı müşküller çıkmıştır. İngilizler, müs- takbel mukavelename ahkâmının Baltık denizindeki Sovyet deniz kuv vetlerine olduğu gibi Çin denizinde- ki Sövyet kuvvetlerine tatbik edilme- sini arzu etmektedirler. Sovyetler, bunu kabul etmiyorlar, zira Japon- ya Londra muahedenamesini kabul etmemiştir. Şuşnig Floransada Floransa, 5 (A.A.) — Avusturya” Başvekili Şuşnig, dün akşam Via - Reggiodan buraya gelmiştir. Hari- ciye müsteşarı Fulvio Suvich, Rocco Belle Caminate'deki malikânesinde Mussoliniye mülâki olmak üzere Ro madan hareket etmiştir. Suvich, bu gün Duçe ile Şuşnig arasında vu- ku bulacak görüşmede hazır buluna- caktır. Anverste grevler Anvers, 5 (A.A.) — Dok amelesi ile liman amelesinin grevi, çuval di - ken kadınlar korporasyona da sirayet etmiştir. Birçok hâdiseler vukua gel- diği, ancak bunların pek o kadar va- him tolmadığı bildirilmektedir. Anvers garnizonu kıtaatı her ihtimale karşı kış$lalarmda bulundurulmaktadır. CNĞH üeü Çok su içmek istiyenler, biri haklı, HERGUN BiR ROPO 6-6-93360 ——— RTAJ köşkünde Çubuklu sırtla rındakiHıdiv bir gezinti Bu kuleli saray, şark masallarındaki binbir gece âlemlerini göz önünde canlandırıyor insan büraya yalnız başıma — gelse, kaybolabilir. Çiçek kokuları ile- dolu bir rüzgâr, bu binlerce ağacın gölge- lediği geniş tepenin sırtından, ürper- tiler uyandırarak geçiyor. Kendi kendime: — Acaba, peripadişahının has bah- çelerinde miyim? diye soruyorum. Önüm sıra giden Bay Ali Rıza, be- ni daldığım düşünceden ayırdı: —-Sekiz senedenberi, Hıdiv köşkü- ne giren ilk ziyaretçi siz olacaksınız! Önümde uzayıp giden ormanı, göz- lerimle yırtmağa calışarak sordum: — Köşke daha epeyce yolumuz var, değil mi? t Bay Ali Rıza — Hidiv Abbas Hilmi Paşanın yakın adamlarından, temiz yürekli, emektar, bir Türk. Bana köş- kü gezdirmek için epeyce düşünmüş- tü. Bunun sebebini ancak şimdi anlı- yorum. Hidiv köşkü, o kadar itina ile muhafaza ediliyor ki, etrafında ne kuş uçuruyor, ne de kervan geçiri- yorlar. Gide gide, iki yanıma divar - çekil- miş kale kapısına benzer bir yere geldik. Eıı;ırea.da. ihtiyar bir adam.en -gür — Kim 0? diye haykırdı. Sonra, Ali Rızayı görünce hemen yol'gösterip ikimizi yerden selâmladı. Bir zamanlar, buradan, kollarımızı sallıya sallıya geçmek ne mümkündü. Çubukluda oturduğum zaman hatır: larım: Hidivin uzun kırmızı fesli, Su- dan askerleri, geceli gündüzlü bu ka- pı önünde nöbet beklerlerdi. Nihayet işte köşkün önündeyiz. Hidivin meş- hur kuleli köşkü... Boğazın ne yanm- dan bakılsa,göze çarpan muazzam â- bide! Kimbilir, ne zamandanberi açılmı- yan demir kapı, sancı çeken bir insa- nım haykırışma benzer boğuk inilti- lerle yerinden oynadı. Paslı kilit içinde çevrilen anahtarın sesi, mermer sütunlarda korkunç a- kisler yapıyor. İçeri girince, muhte- şem bir mermer havuzla karşı karşı- ya geldik. ı Köşkün her tarafı kapalı olduğu halde bu mermer kaplı küçük mey- danlıkta nasıl bir sihirli ışık vardı ki, parıltısı ile önümüzü seçebiliyorduk. Tepemizdeki geniş kubbeli, çifte mer- mer merdivenleri gördükten — sonra artık buraya, köşk adı veremiyece - ğim. Bu kuleli saray gözlerimin önünde şark masallarındaki binbir gece âlem lerini canlandırıyor. Her yanı altın yaldızla işlenmiş öyle salonlar görü- .yorum ki bakarken gözlerim kamaşı- yor. Binanm loşluğu, içerde fotoğraf çekilmesine imkân bırakmaması, ne yazık!,, larmış. türmüşler. Koca saray, şimdi çırıl geliyor. sulanarak anlatıyordu: Paşa) 905 senesinde yaptxrmışlşniı Mimarı Daranko isminde biri idi. I- 280 bin altın lira sarfettiler. kadar bin Türk lirası!... — Demek, dedim, bunca para, bun. Bay Ali Rıza, bana bir yemek odası gösterdi. Hıdiv, resmi ziyafet günle- rinde, misafirlerini, tamam 250 kişi alan muhteşem bir masa etrafmna top- Eşyalarımı parça parça söküp gö- çıplak... Fakat, salonlar bu boealmxs__ı haliyle dahi, burada nasıl haşmetlş günler yaşandığını göstermeğe — kâfi Bay Ali Rıza, teessüründen gözleri — Köşkü kendileri (Abbas Hilmi talyan mimarlarından Seminati de kalfalık hizmetinde bulunmuştu, Ku- lağıma çalmdığma , göre, inşaatına, Kafamın içinde derhal küçük bir hesap yaptım: Altının bugünkü piya- sasına göre iki milyon yedi yüz şu Çubukludaki Kuleli köşkün güzel bir manzarası Geniş bir orman.. O kadar geniş ki, ca emekle meydışna gelen Hidiv köş- künü, -pardon saraymı- az kalsm, yirmi bin liraya yıkıcılara - veriyor- lardı? Bay, Ali Rızanın en hassas damarı- na dokunmuştum: — Sormaym, dedi, o günler, tees- sürümden, adeta yemeden içmeden kesilmiştim. Yine belediyeden Allah razı olsun ki, bu telâfisine imkân ol- mıyan felâketin önüne geçti. 20 — bin lira... Köşkün, yalnız kubbesi etrafın- daki dört somaki sütun, 20 bin lira- dan fazla eder. Elektrik tesisatı için, 160 bin lira harcandığını yakından bilirim. — Şimdi, elektrik yok galiba... — Hayır!.., Eliyle, işlemiyen asansörleri, yan- mıyan süslü avizeleri gösteriyordu: — Köşkte, hiç bir könfor ihmal e- dilmemişti. Bütün salonlar, kalörifer- le isıtilirdi. O sırada, en üst kata çıkmıştık. Bay Ali Rıza, kulenin önündeki demir merdiveni gösterdi. — Asansör bozuk olduğu için, ister istemez merdivenle çıkacağız! — Ta- .mam yüz elliayak merdiveni ağır a- gee YoYrR UU pede bir yandan Boğaza, bir yandan Istanbul minarelerine uzanan geniş manzaranın verdiği heyecan, bana ça- buk unutturdu. Kendimi, İstanbulun en yüksek te- pesine konan iri kanatlı bir kuşa ben- zetiyorum. Burada hâva, bir ilk nisan sabahı kadar tatlı! Halbüuki takvimler, Haziran ayında olduğumuzu haber veriyorlar . Bay Ali Rıza diyor ki: Si — Kendileri, bülbül dinlemek - için arasıra bu kuleye, çıkarlardı!.. Bülbüllerin henüz susmadığı bir zamanda gelmiş olduğum için ne iyi etmişim... Ben de kendimi bir dakika için Abbas Hilmi Paşanım yerine ko- yabilirim, Çünkü ben de onun dinledi- ği bülbülü dinliyorum. Hıdiv sarayında her odası elli kişi alan hizmetçi dairelerini dolaşırken; aklıma meşhur bir frkra geldi. Hani fakir bektaşinin biri; Mısır Hidivi Mehmet Ali Paşanm sarayı önünde oturuyormus. At üstünde sırma apo-s letli biri önünden geçince, bektaşi: — Bu kimdir? diye sormuş. — Tanımıyor musun, - demişler, Mehmet Ali Paşanm kullarındandır? Bektaşi bu cevabı almca ellerini havaya açıp: — Hey Allahım, demiş, Şu Mehmet Ali Paşanm kuluna, bir de kendi ku- luna bak! Sonra da bana “Allahım!,, diye ikide bir de çalım satma!.. Hıdiv hizmetçilerinin barındığı bu koca odalarda yaşamağı rüyasında bile göremiyen kimbilir, ne kadar ai- le babası vardır?.. Köşkten çıkarken gördüm: Bahçe- nin bir köşesinde bekçilerden biri, e- linde makas, güllerin böcekli yerleri- ni ayıklryordu. İçim acıyarak, bu ha- rap olmuş bahçeden, bu toza toprağa bulanmış metruk saraydan ayrıliyo- rum, t Ve düşünüyorum ki, bir âbideyi yı- kılmaktan kurtarmak kâfi gelmez. Onu, eski haliyle muhafaza etmek ve .|böyle henüz otuz senelik ömrü olan yep yeni bir köşkü, seyyah uğrağı bir yer haline getirmek te lâzımdır. Kuleli Hıdiv sarayı, ne mükemmel bir sanatoryom, ne emsalsiz bir otel olür. — Boğaziçini canlandırmak için işte güzel bir fırsat daha!.. Belediyenin bu fırsattan istifade edeceğini uma- rız. - | Salâhaddin GÜNGÖR | |

Bu sayıdan diğer sayfalar: