TAN KÜLTÜR | Hegel'in San'at Düşünceleri “ Evrensel ruhun evrimine tâbi olan. sanat üç büyük şeki) aliyor; Senbo- lik şekil, klâsik şekil, romantik şekil, tarihin üç büyük devri » i Yunanistanı ve yeni eder. Şarkta müphem ve çevresiz olan düşünce, kendi hakiki ifadesini arı- yor fakat bulamıyor. Tabiatin ve in- san hayatının hâdiseleri karşısında henüz çocukluğunda bulunan ve eş - yanın hakiki mânasını kevramağa ve kendi kendini anlamağa güçlü olmı - yan İnsan zekâsı, muazzam fakat ka anlık telâkkileri ifade etmek için, boş cehitler içinde yoruluyor; Esası ve şekli, ruhu ve maddeyi, ahenkli bir bütün içerisinde birleş - tireceği yerde ancak kaba bir yakın- ktan ibaret olan muammalı ve es - rarlı bir senbole varıyor. Senbol, bir fikri ifade eden bir ha | yaldir, Lisanın işaretlerinden şu nok tada ayrılır ki, hayalle fikir arasında ki münasebet keyfi ve itibari “olma yıp tabiidir, Meselâ arslan cesaretin, daire ebediyetin, müsellen | teslisin senbolüdür, Bununla beraber senbol, fikri tamamile değil ancak kismen ifade eder. Arslan yalnız cesur, tilki yalnız kurnaz değildir. Birçok mâna- tarı olan senbol karışık ve karanlık - ur. İli had ayrı ayrı tasavvur edilip sonra biribirine yaklaştırılırsa ancak bu çok mânalılık ortadan kalkar ve senbel yerini teşbihe bırakır. İşte bu anlamda alman senbol, muammalı ve esrarlı karakteri İle bilhassa tarihin bütün bir devrine, şark sanatma ve bariklilâde yaratılarına taallâk eder. Şark kavimleri, birer senbol olan bi- nalarile, anıtlarile fikirlerini anlatma» ğa çalışmışlar fakat onları karışık ve karanlık bir şekilde ifade etmiş - lerdir. Senbolik sanar, tabiata sanki dal- mış olan, mevsimlerle ve kuvvetlerle | beraber yaşıyan tabii ruhun bizzat di lidir. Ruh herşeyi içine alır, herşey - den heyecan duyar; ve bir nevi deli- lik içinde kehanette bulunur. Ruh, kendisini korkunç ve mustarip bir rü, | ya içinde ifade eder. Hayvan şekli - nin İnsan şekline karıştırılması da bu nu gösterir. Bu başıboş ilham Mısır sanatında bir nevi süküna, hüriyetsiz süküna, âdet ve ölüm dinine kavu şur Şark sanati — İra Hindin, Mr- «rn sanati — gözlerimizin önünde güzellik ve intizamı canlandıracağı yerde, garip, muazzam, fantastik bir manzara canlandırmakztadır, Sanat hissi, din hissi veya ilim te- cessüsü gibi hayretten doğmuştur" Hiçbir şeye hayret etmiyen insan bay van halinde yansıyan insandır. İnsan sini, maddeden ve maddi ihtiyaçlar dan kurtulup tabiat hâdiseleri ile ka» ğa başladığı ve onlar da bü - yük, esrarlı, gizli bir kuvvet sezdiği andan itibaren hayvan halinden kur- tulur ; ve evrenaçl bir kudretin uyan- dırdığı bu içsel duyguya beden ver- mek ihtiyacını duyar. Eşya, tabii mâ nalarını belirler ve zekâ için gör rünmez kudretin hayalleri olur. İş te o zaman sânat doğar, Sanati do - Zuran, ayni zamanda haselere ve ak- Ja hitap eden hayallerle bu içsel duy- guyu İfade etmek ihtiyacıdır. Bu ihti yaç İlk olarak senbolik sanatta ken- disini tatmin edilmiş buluyor, Klâsik sanata gelince: Bu sanatin himayesi ideali yani gür zelliği teşkil eden iki unsurun, ruh ile maddenin ahengini göstermekte» dir. Senbolik sanat, boşuna bu gayeye varmağa çalışmıştı. Ruhu ifade et « mek'işterken ancak, karanlık muam » malar yaratmıştı. Senbolik devreye mensup her eserde hakiki şahsiyet ve hürtiyet yokluğu kendini gönterir, Çünkü şahaiyet ve bürriyet, ruhun kendi kendini açık suretle İdrak etme sile ancak mümkündür. Güzelliği teş kil eden iki unsurun mükemel sa « rette ahenkleşmesi için, ilk Unsur olan fikrin kendi mahiyetini ve hür - riyetini idrak etmesi zaruridir. Bu fikre uygun gelen ve şahsi ruhu ifade eden şekil, ancak insan şekli olabilir. Ancak insan şeklidir ki, ruhu Hade etmeğe kabiliyetlidir. Hür ruhu, fer- d bir şekil içerisinde gösteren klâsik sanat biazarure anthropomorphigue'- tr Anthropormorphsme bu sanatın ö- züdür, Yalnız insan yekli, ruhu anla» tır. Tan bile insan şeklindedir. Şark natürağaminde İbadet mevzuunu teğ- kil eden ve sanatın mahiyetini bo - zan kaba senboller, klâsik sanattan atılmıştır. Hayvanlar İleminin alçaltılması, politeizmin törenlerinde ve masala» | yanlar oldu, Yahya Kemali divan edebiyatının bis zeyli, şiirlerini oihtirassız ve hamlesiz bir doğu fatalizmi içinde erimiş bir rehavet methiyesi o sa- Dediler ki mısraları, içine farla baharat ve şeker katıl mış ağır şâraplar kadar bayıltığı, ahengi, en küçük bir taşmaya, uzaklaşmaya müsaade o etmiyecek kadar birteviye ve dardır. Yahya Kemali yalnız şiirlerile tanıyan i ncak Anadolukavağı un: görebilen bir miyop, yalnız “Nehavent” ten zev- kalan bir musiki üstadı ve en sarsı- sı ruh haletlerile bile yüzünün bir. tek çizgisi kımıldıyan bir eski Yur nan hakimi olarak tasavvur ediyor. Bence Yahya Kemalin en derin tarafını duyabilmek için yalnız şarkı ve gazellerile mestolmak, sa“ dece “Açık deniz, indeki uğultu- ya kendini kaptırmak kâfi değil dir. Asıl Yahya Kemal, garip bir Kaleidoskop gibi heran renk ve şeki! değiştiren ruh haletlerini, dö- rüni oluşun canlılığını ve kıvraklı ğını kaybetmeden anlatan ve duyu- ran Yahya Kemaldir. Bü bakimdan şair, bazı edebiyat kitaplarının de- diği gibi sadece bir mis henk hünerbazı olmaktan (ziyade sihirli değneğile deruni âlemi yer yer ay- dmlatan bir intiba sihirbazıdır. Bunun içindir ki onda her mısra, yalnır aruzun değil &yni zamanda işinden belirip çıktığı oluşun ahen- gini taşır. Bunı vi Vi Kemalin şiiri ve gene bu- nun İçindir iki Yahya Kemâl, deru- nunu körfeze aksettirmeşini bilem adam, bizi büyülü bir kelime ile İ senkli bir hayal âleminde yaşatır. İşte size Yahya Kemalin sihirbaz. lığı: “Ses!,. Bu şiir deruni bir oluşun — okuyanın içinde de şekil almağa istidadı olan — bir hikâyesi- onda görülen, hayvanların o kürban edilmesi; mukaddes avlar, ve Her » <wle'e izafe olunan İşler bu terakki - yi açıkça göstermektedir. Bu görüş. Mısrldarın hayvanlar hakkındaki gö rüşünln tam zıddıdır. Yunan sanatın da tabiat, hürmete ve ibadete âyik olacağı yerde alçaltılıyor. Bu sanat- ta insan şekli hâkimdir; hayvan şekli ancak kulaklarla, küçük boynuzlar» la... gösterilmiştir. Yeni tanrılarla eski tanrılar arasın- daki fark ta bu mânevi hüriyetteki terakkiyi ayrıca, açık surette göste - rir. Yeni tanrılar, içinde bulundukları hayatın huzurundan, mahdut bir mev cudiyetin büyüklüğünden son derece faydalanan ebedi atletlerdir. Tanrı - ların hayatı, devam eden insan haya - tından başka bir şey değildir. Bu w nutulmaz değişimi, yeni tanrılarm, Uranus, Gön Chronoş, devler, Titan- lar, yüz kollu Brlarde eski tan- rrlar üzerindeki zaferini Lejantlar an atıyor. Atletik bitykel de bu zaferi ifade eder. Yeni tanrılarla eski tanrılar arasm da mücadele, tabiatla ruh arasındaki mücadeledir. Bu mücadele, âlemin kanunudur, Sanat, tıpkı mitoloji gi- bi, karışık ve karanlık olan şeyi kene disine lâyik saymıyarak atmıştır. İh. tizamsız bir muhayyelenin bütün ya» satıları artık burada kendilerini ya « hancı buluyorlar ; #şkânın ışığı önün de dağılıyorlar. Grek idealinin temeli, ruhla mah- süs şekil arasındaki bozulmaz,ahenk- tir. Fakat bu ahenkte, bu sükünette soğuk ve cansız bir şey var. Klâsik sanat, ne ilâhi mahiyetin hakiki za - tını anlamış, ne de ruhun derinlikle- rine kadar inmiştir. Mevcudiyetin bü tün bir tarafı, fenalık, 1, felâket mânevi iztırap, İradenin fayanı, vic- dan azabı ve ruhun eri onun için bilinmiyen şeylerdir. Klâsik sa - nat mahsüs güzelliğin çevresini geç- mez. Fakat o güzelliği mükemmel bir tarzda gösterir. Tarihi evrimi içinde, sanatın aldı ğı son şekil, romantik şekildir. Ro - mantik kelimesile, bu kelimenin bu » Sâkin koyu, şen cepheli kasrile Küçüksu Bir Şiir Ve Nekahet Yahya Kemâl dir. Bir nekahetin hikâyesi... His var mr bu âlemde moliahet gibi tarı Nakahat, bütün battallığını kây- betmiş bir ruhun, yabancı ve tufey- M maddelerden sıyrılmış bir vücu- dun yeniden dış dünya ile teması- dır, Bu rönesansta, dışa taşabilecek kadar hayatiyetle dolu bir “ben,in duyduğu haz ve bu hazla “ben, den yayılan sınırsız bir aktmsar- lık vardır. Bu (o duyguyla o hüz- nün sembolü olan akşam bile pem- ir Akşam... Lekesiz, saf, iyi bir yüz gibi akşam Uzun bir itiyadm görmiyen göz, işitmiyen kulak, koku almıyan bu- rün... haline getirdiği baseler na - kahatte en hassas antenler gibi dış dünyaya çevrilir ve en gölgeli bir renk, en hafif bir ses, en belirsiz bir koku... dışa taşan bu fazla ha- yatiyeitn çevresine girer, Tu karşı hayırlarda tutuşmuş | gibi üç cam Yaşama vehmi tabiatte de belir | miştir Hep ayni tâhessürle resyillan. miş ağaçlar, Ne çare ki nakahat, bu deruni vehim, bir an süren rüyalar kadar kısadır. Gene bir &n gelecek dış ve iç kuvvetler denkleşecek, hatta de- runi âlem, dış dünyadaki arafına yeniden habsedilecek. Tekrar o alev gömleği Bu âlemde hissi her an içi lecek bir hayati Ayni zamanda şiirin sirayet kanun larından birini ve belki- en önemli | sini belirtmektedir. Sabri ANDER gün ifade ettiği taşkınlık ve kaldesiz lik anlaşılmamalı, Romantik sanatın da kanunları ve prensipleri var. Fa - kat ifade ettiği fikir başka olduğun- dan şartları da başkadır. Burada ro- mantik kelimesile sadece yeodern ve- > hiristiyani sanat kast olunmakta” ir. Bu sanat senbolik sanatın tam zıd- dıdır, Senbolik sanatta olduğu gibi Tomantik sanatta da bir nisbetsizlik, bir ölçüsüzlük görülüyor, Fakat bu defa nişbetsizliği doğuran, ruhun ka ranlık bulunması değil, bilâkis mad- de ile ifade olunamıyacak kadar vinleşmiş ve kendi kendini idrak et - miş bulunmasıdır, Romantik sanatta rub, madde ile olan ahengini bırakıyor, kendi içine çekiliyor ve hakiki ahengi kendi iç - sel âleminde buluyor. İşte haselerin dünyasında kendisini tatmin edilmiş bulmıyan ve kendisinde daha yüksek bir ideal arıyah ruhun bu gelişimi, romantik sanatın esas prensibidir... «En mükemmel şah eserler artık hr riştiyan sanatkâr doyuramıyor. Çün kü tasavvur ettiği bakire, ruhunun sezdiği ebedi yerler, işittiği ilâhi ahenkler, bir kelime ile ideal daha güzeldir. O kadar güzel ki, ne demir kalem, ne fırça, ne yay, ne kelem, ne de maddi herhangi bir şey onu, 0 İde- ali ifade edemez. Bu suretle dış müş- kül, ruh önünde önemini kaybediyor. alçalıyor. İnsan çehresi yalnız ruhu yani na- mütenahi enfüsiliği gösteriyor, Artık insan vücuduna tapılmıyor. Tezyi - mat sırasına indirilen hayvanlar ve nebatlar büsbütün gözden düşüyor. İnsan şeklinde gösterilen Allah bile, en yüksek kıymet ruhtur diyor. Tarihi gelişiminde sanatın almış ol duğu üç esaslı şekil işte Eğer rönesans veya asıl yeni saman sanati bu eskiste yer bulamadı ise, bu da b u sanatların orijinal ve esas İı bir sanat teşkil etmemeleritmlen ö- türüdür. Rönesans, Grek sanatına bir dönüştür. Modern sanata gelince o da, ayni zamanda hem grek, hem hiristiyan gm ip bunlardır. | tanatından gelmektedir . Suut Kemal YETKİN Modern Batı Edebiyatlarına Bir Bakış — Edouard Rod'dan kısaltarak çevirme— Evvelki İeresmlarm evresi: Barbar unsurla antik unsurun mücadele si, Ortarımanlarda birinci ve Rö- ne: kinel unsurun Gn alma. #. Yunan kültürünün lâtin kültü. türüne karışması, Aristote ve El lâtun. Reformdan sonra fikir ha- aldığı yeni İstiksmet. iksiyoru. Edebiyatm tary ikaltındeki de Reformun Ter yavas vav durgunluk içinde klâsik devrin iklimi hazırlanıyorum. rültaz doğaca 30 Sene Muharebesi Almanyanın bütün kuvvetlerini tüketmişt. İngil- terede gizli cemiyetler yavaş yavaş ihtilâl hazırlıyorlardı. Düşkün ve sergüzeştçi kralların elinde kalan Iş- panyanın kudretli siyaseti ve yarım asır parlamış olan tiyatrosu sönmeğe başlıyordu. Birçok harplerin parça» ladığı Italya, eski şöhretinin hatıra. sile yaşıyor ve ancak Cöncini yahut. Marini gibi sabte dehalar yetiştirebi- liyordu. Avrupa'nın 5 kalan sahne- sine çıkabilecek yalniz bir memleket vardı: Fransa Ricbelicu ve Mararin On Dördün- til Lwi'ye o kadar parlak bir saltanat hazırlamışlardı ki. 1661 den sonra bü- tün Fransa adeta kralın sarayında yaşıyordu. Böyle bir devirde edebi yatın saraydan uzakta gelişmesine imkân yoktu: Racine trajedilerini sa- ray için yaptı; Bossuet hutpelerini saray için okudu; La Bruyöre karak- terlerini saray için yazdı; Molidre ko- medilerini (hatta sarayla alay eden komedilerini bile) saray için oynadı. Sarayda ve saray için yaşıyan ede- biyatın saray hayatma uyacağı tabi idi. Tıpkı kralın etrafında dönen in- sanlar gibi edebiyat ta hislerine hâ- kim olmak, ifadesini irzeltmek, nef- sinden uzaklaşmak, aray zevkinin tediği kalıplara girmek La Bruyöre'in saray hayatında bulduğu “sahteliğe” katlanmak mecburiyetinde bulunuyor- du, Rene Descartes XVİL inci asır ce- miyetinin dimağı oldu. Mantık ve ri- yaziye içinde yetişen bu adam işe ak- tanı kurmakla başladı. Ve rae birin bilgileri biribirine bağlıyan, her hakikate edişebilen bir alet verdi: Muhakeme, Descartes Al- Taha bile muhakeme ile varıyor ve di- yordu ki: Doğru bir bilgiden hareket etmek ve doğru bir usul takip etmek şartile insan için hiçbir şey gizli ka- lamaz. Bu fikir yalnız bir asrın de- İrrmış olduğu gök- Acaba güneş se vw - ? | Gil bütün bir devrim fikri olacaktı. Descartes felsefesine göre ruhla vücut biribirinden ayrı iki unsurdu ve daimi bir mücadele içinde idi, Trait& des panlons'da Descartes'in incelediği bu mücadele, bu akıl ve ihtiras sava- Ni klâsik edebiyatın en büyük thöme'i oldu. XVI. inci asır, insanı, yalnız dü- şündüğü için var olan ve var olmak için maddi âleme ihtiyacı Ol - mıyan bir varlık sayıyordu. Bu iti barla edebiyatın yaratacağı şahsiyet- lerin, hâdiselerin ve a lisanın ta- mamen mücerret olacakları tabil idi. Tefekkür ferdin bütün hususiyetleri ni siliyor, istisna ve) tesadüflere yer veriyor, hayat hâdiselerini riyazi bir kat'İyetle Liribirinden çıkarıyor ve ne- tiçelere bir muadele halleder gibi va- du. Trajedi, üç vahdetile, müte- nazır im ile, biribirinden çıkan beş perdesile, muhteşem mimarisi ve değişmez motifi (ihtiras ve akıl sava- şı) İle on yedinci m edebiyattaki idealini temsil etmektedir. Lisan da, tıpkı, taşıdığı öz gibi mücerret, sarih ve kat'i bir mahiyet alıyordu. Bütün bunlara XVIL inci asır #öebiyatının” cemiyete uyarlık vasiını katmak Lizemdır ki. bu da za- ten, Bruntiğre 'in gösterdiği gibi,Fran sız milletinin en esaslı hususiyeti sa» yılabilir. Akli ve içtimai oluş klâsikleri tâ- tinlere daha ck yaklaştırmıştı. Lâ - tinlerin en fazla önem verdikleri hi- tabet Nev'i bu iki hususiyeti kendin. de toplâmıyor muydu? Ortazamanlar- da olduğu gibi Yunanlılar yine unu- tulmuştu. Homöre'c, concret kelime- leri kullandığı için barbar diyorlardı. Sönânve Sopbocle'u küsufa uğratıyor ve Moliğre yunanca bilen ukalalarla y ediyordu. Bir buçtk asır Fransız edebiyatı ve On Dördüncü Loyis'nin sarayı diğer memleketlere örnek oldu. En küçük Alman ve İtalyan prenslerinin rtya- ları Versailles'la dolmuştu. O na kadar birçok tesirler altında 5 olan fransızca bütün Avrupaya yayılmış ve birçok dillerin milliyetle- rini zayıflatmıştı. e İlrinci Prödöric, Nibehingen'lerin efsanesinden hiçbir sevk alamıyordu. Versailles'dan daha güzel bir yer yaratmak kimsenin aklına gelmediği için klâsik devir Fransadan ee her yerde sönük geçiyordu. Alman şair- eri yarı almanca, yarı İransızca kö e Geçen pazar akşamını adada| — hangisi diye sormadan söyle yim — Büyükadada geçirdim. Bü- yükadada bir gece geçirmek imre- nilecek bir şey olabilir. Bir zaman- lar benim de felekten çalınmış ge“ celerimin bir kısmı orada geçerdi Ama, bu seferki geceleyişim öyle olmadı. Misafir o kaldığımız eve vardığımız zaman, saat 20 yi bul muştu. Biraz sonra sofraya otur- duk. Dereden tepeden konuşurken kapı çalındı. Çocuklar, elleriti çi parak koşuştular — Anne, sucu geldi! Sucu gel dir. icunun gelişi her halde mühim bir hâdise olacaktı, Çünkü bütün evsbalüs, hep birden ayağa kalktı- Vee eee ee Ee şılamağa gider gibi, merdiven ayak» larma dizildiler. İki hamal, sırtlarında birer fıçı ile görünür görünmez, yüzlerde an- latılamaz bir sevinç belirdi. — Tam zamanında yetiştin su- cul, Evde bir kaşık su kalmamıştı... nz ne suyu bu? Ev sahibi içini çekti — Ne suyu olacak... kos, Terkos suyunun ne büyük bir mev- kli olduğunu bilseler, göz değme- sin diye çeşmelerinin musluğuna birer nazar boncuğu taktırırlardı. Şakır şakır dökünüp bol bol har- candığınız suyun katrasini bulama- dığımız günler oluyor ! Ev sahibi ile sofrada biraz daha öteden beriden konuştuktan sonra, hep birlikte tarasaya çıktık. Kab- velerimizi Marmaraya karşı içer- ken ben bir aralık — Yazık ki ay ışığı yok. diye- £ek oldum. iş — Aman, sus.. dediler, ay ışığı mr... Allah etmesin! Neden? ğı olursa. Sivrisinek, tatarcık, Yakıcı kum taneleri gibi oetrafı- mızda kaynaşmağa başlarlar. Had- din varsa, Jâmbayı söndürmeden tatasaya çk. Öyle bir hücuma başlarlar ki, adama kaçacak delik aratırlar, Nice sevgilere. ve nice sevgilile- ve ilham kaynağı olan tanrrsel adı da, sivrisinekle tatarcık istili uğramak, doğrusu aklımdan geç mezdi. O ada ki, biz bütün gençli- ğimizde onun yalnız şiir tarafını nuşuyorlardı (1). Ispanyada mili ti. yâtro sönmüş ve “omancero” hazi - nesi tükenmişti. İtalyada kelime uy- rı yapan birkaç akademiden başka bir #ey görünmüyordu. Yalnız İngiltere- İ de birkaç büyük şair türeyebilmişti. İ Avrupanın her tarafmda yeknesak bir hava esiyor, bütün eserler syni ruhu taşıyordu. Bunu kozmopolit bir dev- rin başlangıcı sanan Rousseau: “Bu- gün artık Alman, Fransız, Ispanyol, İtalyan, ingiliz yok. Yalnız Avrupa: lılar vardır, diyordu; hepsinin szevk- leri ayni, hisleri ayni, ahlâk v& âdet- leri ayni; çünkü hiçbirisi milliyete mektedir.” oRousscau aldarıyordu, Bir Fransızlrk süsü altında gizlenen milli rublar bir az sonra canlanacak» lardı. Sabahattin EYİBOĞLU (1) Revlerte dama .. Adalardan iki görünüş Helis Ter- | İstanbulda oturanlar, Adada | — Bu tarasada oturamayız ay işi- | duran birkaç şairle lisan münakaşala- | götürecek hususi bir terbiye görme» | 1 ezberlemiştik. Adanın çam die rinde uykusuz geçen gecelef Böyle gecelerde sivrisinek, s8 lir ama, bizim gibi çoluk ŞOĞUK karışdıkdan sonra, insan fi arıyor. Acele acele sordum b — Anne! Annesi “sus! söylemel, gani nâ gelen küçük bir göz üreti tı. Fakat ben ısrar edince 4 Geçen yaz, uzak yerden birka$l ir gelmiş. Çocuklardan birir erle şakalaşmak için: . — Bu gece, demiş, sizi, Big beslediğimiz tahtakurularla bi€ da yatıracağız ! Misafirler, bu sözü gere repeat biraz — Tahtakurusu beslendiğini madıktı.. demişler. Ve bir ges€ yatmadan sıvışıp gitmişler. Ben gülmeğe besledim: o — Adada otaranların hepsi iyi le sizin gibi yaymtılar çısai si kökünden epi! misafir mese dâ, yaprak kumun ağır, durgun bir hava var. DE den arasıra bir motör sesi du yor. Dil tarafından kısa fasıl anlaşılmaz uğultular işitiliyof e kat deniz .kapkaranlık.. Tek yok. i Geçen yaz, Vaniköyünde edi ğim mehtaplı geceleri hatırlii'e# Sabahlara kadar taşkın bir nefe bol ışıkla yıkanan Arnavutköf, yılarına dalarak, arada bir Kigf kıvrıla akan Boğaz denizinin if tılarını dinliyerek, bitmemesi ği tediğim o güzel geceler, hiç d€ Dın bu durgun, loş gecelerini yg zemiyordu. Biliyorum ki bi kada iskele tarafı, Dil, Nis. get desi, çılgınca eğlenen çiftle” Yudur, e Biliyorum ki, çamlar altendi © yat, bü tarasadakinden ba7., bf türlü geçer. Fakat, ben burü, yi ev içinin, bir ev içi yaşayı$” ; günü ediyorum. Kk N Adayı Yy Ve bu bakımdan, uyuşukluk verecek derecsdf ve tatsız buluyorum. LA Ev sahibi, yaşlıca bir adi” nim böyle kendi kendime Bumu görünce: ei — Böyle dalip dabp Bree hakkın var, dedi, sana bu ir luk veren şeyin ne olduğu"', bi” yeyim: Lodos! elimden Eyi, # nehrin kaynağını değiştirir Şiirin adanın hava istikametini lodosu poyraza çevirirdim.. yök” Bunun başka hiç sebebi İL dos, insan si ibi; tesir ediyor. Jb Si püfür püfür 'ne güz! ME rak, ne tatlı bir esişi “öğ, © seli, Boğaziçinin em İS*Tİ"yçegli” Kuytu bir köyüne gidini” “guy” nizde derhal bir ferah! caksınız. a Halbuki bizim ada-- yeti i Ev sabibi, belki daha sün y 4. Fakat bir esneme ile Wi, rrda bırakmağa mecbur Old ia, Saat on bire doğru, YAĞ zda İ sa çekildik. Bu | saatte * başla gençleri için sabah, YENİ giz Bige du. Bu yaz adada geçirdiği: KE bende şu üç hatırayı BTU, yyrski, ranlık bir deniz, susuz V€ ç uy” rusuyla dolu bir ev, v8 Phoenix meiner ame Gibt mir amdisnz.. turucu lodos rürgârt- GÜN! 30-3.935 — Pe Büyükadaya Ne Buyrulur? Karanlık Bir Deniz, Susuz Tahtakurulu Bir Ev, Ve Uyuğt turucu Bir Lodos. t p ç K tü Se Üz » a! İz «1 ti hi be p & & İL, te Li y € t t l n : < 2 k'