— 80 ıAıtıAı 1901 4 SON TELGRÂF :___l:_ Yazan: HAKKI TALÂS _î: | Semiha denebili? ki semtin en Çapkın kıziydı. Onunla alâkadar ol. Tatyan, ona arkasından olsun gö- nül bağlamıyan genç yoktu. Mu- hitin delikanlıları tarafından Se- Mmihaya gösterilen bı fevkalâde bir güzelliğe malik ol. masından ileri gelmiyordu. Ufak yapılı, kıvrak — vücutlü, kendine mahsus gayet fettan ve çalımlı bir yürüyüşü olmakla be- raber Oonun ası! hususiyeti göz. lerinde idi. “Zaten öna bakan her erkek o gözlere meftun olmamış mıydı. © gözlerde bir başklık bir Tüsun vardı ki, bakışları insanın kalbi- ne işler, aşk “denilen fakat söy . lenip anlatılamıyan, duyulup ya- zılamıyan şeyi, o gözletin insan Tuhüuna ne muvaffakiyetle tel . kin edişi vardı. İşte sevdalıları Semihaya bu füsunkâr ve teshir edici gözleri için meftun oluyor- lardı. Zaten atalarımız bile kaş göz güzelliği hakkında: «Kaşla göz geti kalanı söz> diye bir darbı me. &el bile uydurmamışlar mıdır? İşte Semiha bu tılsıma fazlasile malik bulunuyordu. Ve bu tılsım sayesinde etrafında pervaneler gibi dönen bir âşık ve sevdalı züm- Tesi yaratmıştı.. * y * Faruk, Semihanın bulunduğu | mahalleye, batta onların evlerine müttasıl bir eve yeni uşınmışıı.l Birkaç defa evlerinin — caddeye bakan pencerelerinin — önünden geçerken görmüş, Takat belki a. hcı gözile bakmadığından bir a- dâka duymamıştı. —- Buna mukâbil Semihanın her Belip geçişinde kendi pencerele. #ine dikkatli dikkatli baktığının farkına varmıştı. Erkeklere karşı gok cemilekâr hareket eden bu kız kadınlara ve arkadaşlarına karşı gok mağrur görünmeğe çalışırdı. Hatta Faruğun karısı bile bu gu- rurunun farkına varmış bir gün yoldan geçerken Faruğa seslene. — Gel sana birşey gösterece - Bim. Şu kızcağıza bak ne mağrur şey değll mi diye alay etmişli. Bu meyanda şirin ve gözlerinin çok güzel olduğunu da itiraf etmişti. Faruk kıskançlığa meydan ver. memek için karısının bu mütale- alarına birşey İlâve — etmemişti. Yakışıklı ve izi yapılı bir erkek olan Faruk, her kızı alâkadar e. gdecek vasıflara malikti. 6 senelik evli ve 28 yaşında olmasına rağmen hiç de geçkin bir erkek — hissini wermez, yaşı kat'iyyen bu kadar - Ne tuhaftır ki o zamana kadar semtteki meelüplarından hiç bi- Tİşİne ehemmiyet vermemiş olan Semihada Faruğa karşı bir te . mmayül uyanmıştı. “Onu ilk gün eve taşınırlarken kendi pencerelerinden dikkatli seyretmiş, beğen- Aniş, şişman, hiç de bu pırlanta gibi gencin lâyıkı olmuyan, karı. Böyle başlıyan Semiha, artıkşher “gidip gel'şte onların pencerelerine Son Telgrafın Tarihi Tefrikası: 109 TUNA BOYUNDA —— TÜRK Tarsusa neden Tokmak hisar denildi Burnunu kulaklarını kestirdi, kol- krını kırdırdı, Bütün bu mezalim taht meselesi, mevki hırsı idi. Prens Tomas, bu suretle dsire ve nüfuzunu büyülttükten sonra biraderi üzerine hücum edecek, bir çare'ile anı da kaldıracak, kendi- sini İmparator İlün edecekti. Fakat Tomasın mezalimi ve ha- reketleri ahaliyi — ayaklantlırdı. Rumların birçoğu “şikâyetlerini Fatih Sultan Mehmede criştirdi-| Jaft Bunların kollarını ayaklarr Bunun için garp sahilinde bu- | dermiş, vergi vermek ve podişaha | Kralın sağ bırakılmasında tehlike | naf ve halk esir addolunarak alıp ker. ni tokmakla kırdırdı. Bu süretle | Junan birkaç Venedik iskelesinden | Mutli olmak şartile makamında | gördü. Lâkin bu zan doğru değil- | götürülerek gazi askerler tarafın- -. Veziriâğzam Mahmut paşa, Sır- | meydantla bırakarak ordüsile b | mandası olan Yunanistan — Türk | Birakılacağını kendisine bildiril- | di. Asıl hiddet kendiliğinden Mah- | dam satılda Pek adk halk mahalle | 1 a çeçti. lığ.bıııhqlıhı torluğuna ilhak — olundu. Ş ut paşanın mukavele akdine, is- (Arkam Varı K n l ir a B he | galesi başlamıştı. mutlaka bir göz atıyor ve cam - ların arkâsından onu görmek ve alâkasını hissettirmek istiyordu. Farük buna çok memnunduü. Hat. ta karısının Semiha için şirin ve güzel gözlü demesi sevgisi ve ra- brlasını kamçılamıştı. Kendisine karşı bir kız tarafından gösteriler bu alâka onun gönlünde mevcut ve filiz vermeğe hazır sevgi to. humlarını harekete geçiriverdi. Karısına hissettirmeden sabah akşam Semihanın geçmesini bek- liyor. O geçerken tatlı tebessüm. ler selâmlar yollıyordu. Muhitin henüz yabancısı ve evli bir erkek olduğu için hareketlerinin etraf- tan görülmemesi sezilmemesi için de temkinli hareket ediyordu. Temmuz ayının yakıcı sıcakları | başlamıştı. Faruk, karısını Eren. köyündeki akrabalarının yanına yolladı. Bundan Maksadı karısım Sıcaktan kurtarmaktlan ziyade ev- de yalnız kalmak içindi Gerek Semihanın, gerek Faru. kun evlerinin arka kısımları bir- birinden bir duvarla ayrılmış ufak bahçeciklerle çevrili idi. Birkaç yemiş ağacının ve çiçeklerin süs. lediği bu bahçeler akşamları ne- fes almak, tarhları süsleyen çiçek. lerin güzel kokuları arasında vakit geçirmek için en müsait yerlerdi. Faruk için güzel bir gönül meş- Akşam oldu mu daireden doğru ve dönüyor, bahçede şezlonga u. zanıyor. Günün kararıp bahçe ha- ün başlamasını — bekliyardu. T akşamları Semiha ile bazan göz göze gelerek, onun ha. fif bir sesle söylediği aşk terane- lerini dinliyerek vakit geçiriyor. du. Bu iki genç birbirlerine den tutulmüşlardı. Fakat ilk gün. ler hiç bir konuşma olmadan bu Süretle uzaktan anlaşarak devam ediyordu. Her ikisinin de vaziyeti nazik idi. Dar muhitlerinde dedikoduya meydan vermek iki- sinin de işine gelmezdi. Kız ve er. kek akşamlarını bahçeye hasret- mişlerdi. Müsalt bir zaman göze. tiyorlardı. Kızın anne ve baba- sının olmadığı bir zaman olsa mut. laka konuşacaklardı. Havanın ılık, semanın güzel ol- duğu bir akşamdı; — mehtap da vardı. Ay ışığı, bahçedeki ağaç - ların yapraklarını okşadıktan son- ra elektrik ziyasının bolluğu için. de eriyip gidiyordu. Sulanmaş topraklardan dağılan nefis ve munis bir toprak kokusu ruhlara inşirah veriyordu. Anne ve babası yatmış, Semiha bahçede yalnız kalmıştı. Ağaçların perde- lediği bahçede iki sevdalı gönül tek başlarına idiler, Bütün etraf. daki evlerden ışıklar sönmüş, çe- kinecek, kendilerini görecek kim. geler yoktu. Bugüne kadar bir ke- lime konuşmamışlardı. Faruk fır. tatı kaçırmak istemedi. Heyecan içerisiydeydi. Söze nasıl başla - maliydı. Bu düşünceye mahal kal. madanı Semiha duvara doğru yak- laştı. — Her halde sizin de benim gi. bi uykunuz gelmiyor, dedi, Faruğun sevinç ve heyecandan kalbi çarpıyordu.. Yutkundu: p> ORDULARI dahi bunun için Moraya geçmişti. Fatihin Yunanistanda ilk fet hettiği kale Tarsustu. Bu kalenin muhafızları Arnavutlardı. Bu Arnavutlar Tarsus kalesini Türklere teslim etmişlerdi. ken- dilerine aman verildi. Lükin bir kaç gün sonra firar etmek istemiş- lerdi. Fatih Sultan Mehmnet, Arnavut- ların bu halini beğenmedi. Yaka- — ——— » Çelebi, işte böyle olur bizde hep bir ağızdan, cünbür cemaat türkü çağırıp,şarkı söylemek ! Hani hep birden, hap bir ağız- dan türküler, şarkılar söylemesi- ni öğrenecektik, hani geçenlerde radyo ile «Bico, diye birşeyler de geçmeğe başlıminşt k, hani ne ol du o işlör şimdi, önce pek hevesle sarıldığımız bu meselede mi yok- sa suya düştü? Vâkıa bön türkü- den, şarkıdan, cünbüşten, cuncu- nadan pek haşlanmam amma, ev- velki gün, akşama doğru aklımıza eti,beş arkadaç ve arkadaşlardan birinin beraber getirmiş olduğu dört çocuk Kumlpıdan trene laymca Veliefendi yarış yerinin harşısındaki Aksu kır kahvesine damladık, Orada biraz hoş beş, biraz adam çekiştirme, biraz tu- haf tahaf fıkralar, hikâyeler ve biraz da içintiden sonna, nasılsa, içimizden doğdu, haydi de- | dik, biraz da türkü, şarka söyliye- dam. Söylüyelim amma, neyi ve na- sıl söyliyecektik. -Bereket ki, içi> mizde bayli güzel, ney ve tanbur çalan bini vardı. Çalgıları yanında olmıyan - bu Zat, bize önayak oldu, ağzile ha- ff bir büzam taksimi yaptıktan Bonra, hep birden tutturduk: Aç efendim sinel billüra görsün dide- Tabi, seslerde değil akort, böy- le şeylere alkanlik olmadığı için, artık kimimiz «rex basarkea ki- Mimiz «sol» ve kimi «do> basar- ken, kiml «far basıyor, hele şark müsikinde pek gani olan yarım ve bilhassa çeyrek seslerde falsoların | danidkasını yapıyorduk. Haş, biz buna da razıydık. Bu akortsuz, dü- mcı ve hepsi de gayet pürüzlü, zıkzaklı sesletle bu canm şarkıyı, bir ses aşüresi, bir nağme salatası halin- de'bitirmeğe can atıyorduk. Fa- kat şarkının ikinci misramı hatır- Lyabilene aşkalsun!. Hafızaları mizi dakikalarca kurcaladığımız halde kabil değil ikinci mısraı bir türlü bulamıyorduk, İşin garibi bizim ney ve tanbürzen başı da ay- ni vaziyetteydi, o zavallı da düşü- nüyor, düşünüyor imikânı yok, i- kinci satırı hatırlıyamıyordu. Der- ken yine bizim ney ve tanburzen | — Evet bu güzel mehtap altın- da Insanın gözüne uyku girer mi? Keşke sabah olmasa... Diye devam edecekti ki Semiha uzun günler. denberi bu fırsatı bekliyormuş gi- bi çevik bir sıçrayışla duvarı at. ladı. Tereddütsüz Faruğun açılan kolları arasına benliğini bıraktı. İkisi de iradesini kaybetmiş bed- mest iki sarhoş gibi idiler. Bu iki âşık sabahlara kadar sevişerek bir gecenin bütün aşkını yaşadı lar. Zira o günden sonra Faruk Semihayı bir daha göremedi. Ev- cek onların nereye gittiğine dafr malümat da alamadı. Faruğun ha. yatında böyle bir hatıra ilk ve son olarak kaldı. Tansım kalesine bilâhare Tokmak- bisar namı verilmiştir. Diğer bir kale fetholunmuşken, muhafızları iç kalede bir hayli mu- kavemet ettiler. Kahren alındı ve muhafızlar kılıçtan geçirildi. Ku- mandanları ise destere ile biçildi. Sebebi de aşikârdı. Türk ondu- suna karşı koymuş ve bunca şe- hit vermeğe sebep olmuşlardı. Evvelâ cenubi Maoranın iki kar- deşlerde, şimalisi Türklerde kal- mak üzere mütareke aktolunmuş iken, prenslerim.hemen harbe tu- tuşmaları üzerine tekrâr müda- | hale edildi. Nihayet Dimitri, güzel ve na- dide kızını Fatih Sultan Mehme- de takdim ile teslirm oldu. Tomas ise ailesi ile beraber Av« rupaya firara muvaffak oldu. Bu Sırada Atina Dükalığı da sulhan Turhanzade tarafından — işgal e- hundu. e— Yazan: —< Osman Cemal u -— Kaygılı arkadaşın himmetile süzinake geç- tik: Suzldiki faslı aşkı söylüyeyim — dinle yeler Şimdi biz, yine ayni tertip bu nazeninim şarkının da kafasını, özünü yararken etrafımızda otu- Eğinli, Kemahlı, Makedonyalı, 'Trokyalı sütçü, yoğurtçu, renç- per, bahçıyan salt kulak kesilmiş- Jer, can ve gönülle! bizi dinliyor- lardı. Fakat aksi şeytan yine gelip karşımıza dikikdi. İkinci ne koydanuzsa bulü! mahçup olmamak için içimizdeki bir edebiyat müu , biraz dü- şündükten sonra atmasiyon ola- Tak şöyle bir'mısra orlaya fırlattı: Sen bu aşkın aieşiyle ey gönül inle yeleri Tabli, Viz de şarkının asıl ;kinci masranı bu Uydurmasıyon mis- rala telâfi ettikten sonra tekrar istap! diyip durduk. Bu sefer nihavende atladık; | Ah Cünâ firkatinle dembedem kan ağlarım Çok şükür ki bunun yalnız ikin- ci değil, üçüncü mısraını da bili> yormuşuz. Onun için devam ettik: Yyüdedip eyyamı vaslı sineml dağlarım Şimdi malemgiri hicranım - siyehler bağlar Yüdedip Cyramı vesli sincmi ben dağtarım Heyamola, beyamola ile bu şar- kıyı tam olarak, bitirdik amma, hani, biz de bittik. Biz 0 canım tegannilere devem ederken bizim mey ve tanburzen başı da bize hem ıslıkla refakat e- diyor, hem de iki eliyle dizlerin- de usul vuruyar, yine içimizdeki siyahi ve sesi hepimizden güzel ve yatık olan ahbap da darbuka ça- İac gibi parmaklarıle tahta masa- da tempo tutuyordu. Ağır şarkılara biraz fasıla verip de yine biraz hoş. beşten, dedikodudan sonra, gün batarken, hafif şeylere başladık. Fakat bu hafif şeyler, bugünkü- lerden değildi, eskilerden: İndim; gittöm Diyarıbekir düzüne Yahut: A benim eliveli yürlm ben seni ara- rım Veya: Ben — çifikden indim, — ritlim, anncn duymadan Filân gibi şeylerdi. Hoş, bunla- rin da ekseriyetle, ikişer, üçer satırımı geveliyor, sonlarını — bir türlü gettremiyorduk. Lâkin ak- şamin © saatinde, o yemyeşil, se- rin sulak yerde, etrafımızdaki o koyunlar, keçiler, buzağılar, tay- lar, hattâ gezdirilmeğe çıkarılmış Sancaklara taksim olundu. Bey- lere verildi (H. 862). Görülüyor ki, Rumeli kıt'ası Tu> na boylarından Akdeniz sahilleri- ne kadar tamamile Türk turluğu eline geçmiştir. Bulgaris- tan, Romanya, Sırbistan, Hersek, 'Yunanistan, Arnavutluk tamamile 'Türk idaresi altma alınarak birer 'Türk vilâyeti olmuşlardı. , * HIRVATİSTANI? ZAPTI 'Türkler Tuna boylarından ileri doğru hamlelere başlamışlardı. Bosna kralı Sırbistan kralı Lâza- Tn damadı İdi, « Kral yorgi zamanında bile Sır- bistana hakkı veraset dayasında idi. Sırbistanın Türk İmparator- duğuna ilhakı üzerine iddlasını art- tırdı, Avrupaya şikâyetler yağ- dırdi. Fatih Sultan Mehmet sancak beylerinden birini sefaretle gön- olgn o sülün gibi, o ceyilân gibi tek- “Gtük yarış atları arasında ve ma- samızdaki renk renk vişneler, ar- mutlar, erikler, kayısılar, doma- tesler, biberler, salatalıklar — ve billür ları karşısında bu son bafif ve cur- cuna türküler, bize o kadar boş, tatlı, cana yakın geliyordu ki, eğer ©o sırada kahvaelnin kırmış aldu- kahveci Son başladığımız Arifin hilesi öperetinden: Haydin kızlar, bahar geldi, giyinelim hep bayazlar Parçesini okürken sesi heplmiz- den güzel ve yanık olan bizim si- yahi arkadaş, coşkunlukla önün- deki tahta masada panmak terapo- sunun en yamar tutarken, Ke- mahlh kahveci, elindeki boş bir yoğurt tenekesi ile harşımıza di kilip tenekeyi ona uzatmasın m: — Parmahlarmıza yazıh beğim katılmadan türkü söylemeğe va- kit mi kalmıştı?. Hani: Çelebi böyle olur bizde de konser Dedikleri gibi ben de şimdi di- yörüm : Çelebi, işte böyle olur bizde hep bir ağızdan, cümbür cemaat türkü söylemek!. Bunun darısı bizim bu halimizi şına ingiliz ordusunda an'aneye bağlılık İngiliz ordusunda alayların he- men hepsinin kendine mahısus bi- yver isimleri vardır ve bu isimler daima o alayın tarihindeki — bir hâdiseyi hatırlatır. Meselâ 1062 de Tancayı müdafaa eden alaya *Tanca müdadileri» derler. 1854 de Kırımda Balaklavada Rus kazaklarına mukavemet eden alaya *Ölüm ve şanışeref ço cuklarıs ismini vermişlerdir. İspanyada meyva bahçelerini Harap ettiklerinden birinci süvari alsyına «Kiraz çırpanlar., on ye- dinci asırda Kont Hamiltonun İs- koçyalıları karşıxİnda sür'etle ge- Ti çekildiği için 11 inci alaya «Ha- milton kaçakçıları», efradının ço- ğu Mısırda sart bir göz hastalığı- na yakalanan 50 inci alaya eyarım körler alayı» derler. Bunun göbi diğer alaylarımn da hep ayrı ayrı isimleri vardır. Görülüyor ki İngi- liz ordusu da, millet gibi an'ane- sine bağlı bulununyor. Fakat Hırvatistan kralı (Boşna kralı) padişahın elçisini hakaretle karşıladı, hakatetle reddetti. Bunun üzerine Türk orduları barekete geçtiler. İlk hamlede Bosna arazisine girdiler. Badiç ka- lesini muhasara ederek birkaç gün içinde fethettiler, Kral evvelâ Babiçeye ric'at etti. Mabmut paşa piştar müfrezeleri ile karşılaşınca erada da durama- dı, Kloç kalesine iltica etti. Mahtmut paşa yıldırım sür'ati- Te hareket ederek kralı Kloç kale- sinde muhasara etti. Muhasara şiddetli idi. Müdafiler kat'tümit ettiler. Kralın canma kastedilmemek, kendisine hürmet ve rlâyet edilmek şartile teslim olmağa razı oldular. Mahmut paşa şartları kabul eye dedi. Kralı esir alarak padişaha yolladı. - Padişah, Vezirizamının bu hareketinden memnun olmadı. aha bunu alın da def yerine bunu | çalın!. Düşünün manzarayı! Ar- tk kimde can kalırdı, artık gülüp nim ne günahım bacığımın sert, fakat munis nazar- | ları caplandı. Temiz yuvam, saf, lekesiz gile hayatım bir rüzgür Bibi aklımdan geldi, geçti.. Şimdi orada olmak, kendi yatağımda bo- ğüla boğula, döğüne döğüne çır- pınmak, kıvranmak için bütün bir arzu düydüm. İçimdeki bütün sevgi, saadet (!) duyguları bir anda öldü. Bütün herşeyden, bu odadan, Ondan tik- sinen bir nefretle çekiniyor, yak niz evimi, yuvamı arıyordum. Bu arayış hıçkırıklar arasında kuvvet verdi. Dizlerime ummadı- ğım bir gayret gekki. Yataktan fır- ladım. Bitkin, âlil vücudümü tur tan bacaklarım titriyordu. Yürü- yemiyordum. Kanatları kopmuş bir zavallı yavru kuç gibi karyo- lanın önüne, yere yıkıldım. Se- sim daha zayaf, daha hazap hıçkır- | dim: | #—Amne.. Anneciğim.. Anneck ğim! » Hemen arkamdan atıldı. Omuz- larımdan tutup kaldınmak istiyor, yalvarıyordu: . Müjgün ne olur yapıyorsun?, Çocuk | bin türlü tesellilerle- avutmağa çalışıyordu. Fakat hiç dinlemiyor- dum, Bir aralık tekmil bir gayret- le kalktım, Elbiselerimi aldım. Gi irken yanıma yaklaşma! di. Camit, muhakkir bir tavırla: «— Bana yaklaşmaymız!.> Diye bağırdım. h adım üzerinde, şaşkın kalmıştı. Sesim en şeni hakaret zslığile fışlıyarak devam ettim: «— Sizden tiksiniyorum!.» Hıçkırıklar arasında — alelâcele giyindim. Şimdi ne yapacaktım?. Ne olacaktım?. Bunu düşünerek şezlongun bir köşesine gömüldüm. Durmadan ağlıyordum. O da gi- yinmiş, yanı başıma gelmişti. Bo | yuna u hordu Şişst.. Müjgân yavrucuğum.. yapma. Allah aşk.na yapma, Ya- Zık değil mi sana?. Bunu bilmem kaçıncı defa tek- Tar cderken nefretle yüzüne hay- kırdım — Evet bana yazık değil mi idi net Bey?, Hiç acımadınız mı bana?., Azabiyetten, hıçkırıktan sesim titriyordu. Ağzım kurumuştu. Bir çok şeyler söylemek, alçaklığını tekmil şenaatile yüzüne çarpmak istediğim halde kelimeler boğazım- da düğümleniyordu. Yalnız bu kadar cevap verebildim. Bir yan- dan da fazlasından konkuyor, «ya beni bırakırsa, bu vaziyette terke- derse» diye kıvranıyordum. — Bü tecssürün de İnzımamile büyük bir sinir bubranı içinde kendimi oracığa bırakarak ağladım.. ağla- dım., Böyle ne kadar vakit geçti bil- miyorum. Yalnız bir pança kendi- me geldiğim, nisbi sükün buldu- (fum zaman şezlongta oturuyor- | dum. O yanımda hep teselli edi- | yor, türlü şefkat, şiir dolu kelime- lerle acımı dindirmeğe uğraşıyor- du: «— Sovişen çanlaşan kalbler i- çin hayatta hiç ayrı acı meveuu tizana lüzum görmemesine idi. Fatih Veziriazamının bir padi- gah gibi kendi kendine ve kendir sine danışmadan muahede akdet- mesinde hiddetlenmişti. Mahmaut paşanm Sırbistan sefe- rinde Sırplara hizmet ettiği de gö- Bünden kaçmamıştı. Mahmut pa- şa, kardoşi olan bir Sınp seriger- desini mevkie getirmişti. İşte bütün bunlar, Fatihi Mah- mut paşa aleyhinde karar verme- e sevkeden sebeplerdenidr. Fatih, Mahmut paşanın akdet- tiği musalâba ve mukaveleyi red- detti. Bosna kralına devlet nam- na verilen teminate kat'iyenin hü- kümsüzlüğünü ilân etti ve kralım katline ferman verdi. Bosna kıt'ası kolayca fetholum- du. Şehir halkının âyanı ve ileri gelenleri muhacir edilerek İstan- bula naklolundu. Geri kalan es- TTAÇ YKŞT TES Yaşanmış Aşk ve Macera Hatıraları Hayatını Anlatıyorum !.. | Yazan: HALÜK CEMAL A Fakat bu cürme iştirakte be- No. 30 vardı Allahım? bakzolamaz Müjgün diyordu. Te essüründe ben de müşterekim. Böyle olmasını, bir sinir sar'ası i- çinde kendimizi kaybetmemizi is- temezdim. Fakat ne yapalım oldu bir kere.. Hem biz bunu yine açkı- mezın kudretine verelim.. Sevgi- miz o kadar böyük ki Müjgân ge- ce kalbimizden bütün vücudümü- ze taştı.. Bir lâv olup damarları mizi yaktı!.» Kurnaz adam.. En çirkin hare- keti, en güzel cümlelerle sünle- mekte nasıl meharet gösteriyor, daha geceye kadar şir ve hayal içinde beslediğim temiz sevgiyi Kalbimde dirillmek için yine on- lardan istifade ediyordu!, Fakat bu cürme iştirakte be- nit ne günahım vardı Allahım?. nve saf hayaHerle gel- €niştim. Gündüz bir aşk cennetin- de gezen melekler gibi yanyana, ikalb kadbe ne mes'ut dolaşmıştım! Halbuki gece?, Dün bütün gün sevgimiz bir i- badot kadar ulvi, yüksekti. Fakat geceyle beraber onun da ışıkları karardı.. söndü. Artık aekımından bütün iyilik, temizlik perileri kaçe tılar.. Daha ihtiras kasıngaları vane hğımıza yayılırken göklerin me- lekleri bizden uzaklara, çok uzak- lara gittiler!, Hâlâ söylerken acı acı düşünü- yöordetm: Beni akşem zavallı on yedi yar © şımın özeli zâfı ve tecrübesizliğimi aldattı. Lâkin; iki aydır yuva yapr mak istiyen bit tarlakuşu uysal hğile yanına sokulduğum, benli” illnde neş'e, emel, hayat nc var” &a kepsini ona, iştikbalimize ayır” dığim ve bunü bildiği, gürdüğü halde, vücudümü, mevcudiyetiri kirlettiği için asıl kabahat ondü değil mi?, Bir cümlesinde dikkatle duro / #— Zaten bu bir günah d, kLA sevişenlerin, ANahift bi ân yarattığı mahlükların işledikleri çılgınlıklar günah Gâr yılmaz. Şimdi vaziyelimiz karl* rımızı daha tacil edecek, bir ai evvel istikbalimize başlıyacağılm mes'ut olacı Zaten artık içimde kalan tek vE yegâne üit bu değil miydi?, Bür tün kurtuluyumu yalnız şerefimin halâsında bulacaktım. Onu ağzın” dan işitmek zt rabımı. hafifletti. (ÇArkası var) edene, 10 — İstida, Yukarıdan Aşağıya: 1 — Sızaklar, su, 2 — Büyüklüğütü $ — İlk kurbiyet, sunl, & — b;. kazanç, 6 — Kabul etmemek, € — Cedlerimiz, 7 — badet, nida, Kabuk, 9 — Sağ değil, zarif bir 109 — Reziller, noksan değil, .';v