—İUN TELGRAF ENİ >MESELELERİ, Dünyayı Paylaşmak 94 giden emellerden biri de Yanın taksimidir, Evvelâ baş trile paylaşmak, sonra da 61 ârı birer birer ortadan ölemin tek sahibi olmak hul- şimdiye kadar pek çok hü - darları meşgul etimiş, zihin - İ yormuştur. Bununla bera - artık dünya iyi kötü sahiple- bulmuş zannediliyordu. Ni - refah ve terakki için umuml h ve sükünun gelmesi bek- bilirdi. Bu da ancak küçük - hukukuna riayet etmek, bü- vin yeniden iştihaları açıl - nakla kabil olacak deniyordu. *ğer o tekâmül merhalesini bilmeğe daha vakit varmış. Mta herşeyin bir İntizam ta- tüğine bakılırsa acele de yok ktir, Demek ki dünya esaslı tulh ve sükün devri görmek de daha geçilecek safhalar safhaların en büyüğü de şu harbi oldu. Dünyayı paylaş- için merelerde, ne emeller diğini bu harp her gün bi- h östermektedir. Misal | ve beslenen ümit de şöyle nmektedir: İtalya ve japonya bu kazanınca Afrika İtalyanın ve Asyanın şark kısımı ja - 'aya verilecek. Avrupa kıt'ası ile Almanyanın elinde ka- Eski dünyayı böyle payla- kadar küvvetli — olanların tikayı kendi haline bıraka - rma ihtimal verilemez. O yeni dünyanın şimal tarafı ile Almanyanın, cenubu da 'Yanın olur, her iki dünya da 'etle yeni sahiplerine alışır, biter, Bu taksimde galiba A- lya da yakınlığı dolayısile | İyade japonyanın olmağa lâyık gerek, 'a için ölçü olmuyabilir. Fa- farihin öğrettiğine göre dün- | iylaşmak istiyenler çok geç- birbirlerile uğraşmağa | bişlardır. Hem de o kadar üs- T mevkie geçtikten sonra v ortağa tahammül edilsin?. Yor. Bugünkü misallere ba- ' İtalya uğradığı mağlâbi - A acısını şöyle bir bayal ile meyi, kendimi e suretle te- #lmeyi bulmuş görünüyor: Mademki ergeç dünyanın işilması mukadderdir; o hab- iyanların beyhude kan dök- ne saruret var, ne de lü- 'rin imparatorluğu farihe ka- tır. Afrikanın şimalinden una kadar her tarafı İtab olacağı için yeni Romalıların e Afrikada, ne de Arnavut- uğraşıp durmalarına, telefat | lerine sebep kalmamıştır. | ti Remalılar © zamanki coğ- iya göre malüm olan dün - bâükim olmuşlar, Akdenizi, nın gölü haline geçirmişler- ün ise Mmevcuwt anasır ile Romayı diriltmek mümkün iyor. Buna rağmen hâlâ öy- DEBİ ROMAN: 95 Son de Seveceksin / Yezan : ETEM İZZET BENİCE Yazan ; ETEM İZZET BENİCE Jörlüyoruz ki, bir arada otur- kün yok, Ayrılalım. iş ve.. bunu bir karara bağ- olsaydık. Eaisde ve sonunda üyle olacağına göre niçin bu- oyuna gecikliriyor ves cezri | k yoluna girmiyoruz?. lan o da, ben de ikimiz de n mutlak şekilde bir taraf- Belmesini bekliyoruz. Ben amızın ilk anlarında bayli İ- * gittim ve. bu vaziyeti â- » orlaya attım, Fakat, © ya- va Pekâlâ boşanalım!, “Mmedi, Niçla bunu yapmadı bil- um! Ya cesareli yok, ya Zâ> Mz sayıyor, yabul da benim: âham helâl, canım azal.. | yip bir gün evden çıkıp git- | — 28 MART 1941 le bulya besliyenler varsa onlar da bakikatin ocılığına karşı böyle likle biraz vefes alıyorlar demek- dür. Sonra asıl mesele dünyayı ta- hakkümü altına alabilmenin hem | öyle göründüğü kadar kolay ol - mıyacağı, hem de bu tahakkümün uzun zaman devam edemiyeceği- dir, Hhüküm altına alınacak yer- lerde başka başka birçok millet- ler vardır. Bunları bir irade ve işaretle herşeyi yapar hale geti- rebilmek artık dünyanın bugün- kü vardığı tekâmüle bakarak | mümkün görünmüyor Eğer harp- | ten çekinmemek, herşeyi göze a- | tecrübe etmek şimdi- | ye kadar dünyayı paylaşmak hul- yasında olonları harekete getir - | miş ise bunlara karşı kendi var - Tıklarını korumak için her gayreti azami derecesine çıkaracak olanlar da vardır. Almanyanın Propaganda Nazırı doktor Göbelsin bazı sözleri unu- tulmar. Daha harp başlamadan evvel söylenmiş, yazılmış olduk - ları için herhalde daha serinkanla irat edilmiş ve © itibarla da Al - manyanın maksadı ne olduğunu göstermişti. Şöyle diyordu: — Yeni bir harbe girişmemiş | olmak bizim için bir fedakârlıktır. Harp hayat demeklir, Tarbi orla- dan kaldırmak istemek - tabiatin bâdiselerini kaldırmayı — tecrübe demektir. Siyasette fikirlerin asla emmiyeti yoktur; eğer maddi =mııı bunları tatbik sahasına | mümkün olmazsa, Kuv- vet olmadıkça bir fikir ne kadar doğru olursa olsun mazari kala - | caktır. Onun için bir fikre sahip | olanlar bunu filiyat sahasına çı- karmak için kuvvet elde etmeğe : mhh vaktile yazdığı bu sözler Almanyanın neye inan- dığını gösteriyordu. Fakat yalnız kuvvete itibar edenlerin karşısına | ergeç çıkacak kuvvet de kendini | bekletmiyor. Dünyanın paylaşıl- ması bahsinde de böyle, HALK ÜTUNU İş Ve İşçi Arıyanlar, şikâyetler, temenni- ler ve müşküller İş Arıyor - mezunuyum. berbangi bir mü. 'u",. sabahtan ak- Sama kadar çalışmak Üzere İş arıyo- Mmüracaatları.» Kanastkür, lisc mezunu bir genç İş arıyor Eski ve yeni Türkçeye N)ıılkm Vvü- kıf, yazısı düzgün, ifodesi kuvvetli, nâ- muslu ve kimsesiz lise mezanu bir genç kanatkâr bir Ücretle bir İş atamakta- | dır. Lütfen taliplerin Halk Sütununda «Kanaatkâre Tumuzuna muracaatları #ieb olunuz. AÇIK KONUŞMA: Müşkülpesent: Haaliç Fenorinden gelmiş olun mektu- bunuz bugün #dresinize gönderilmiş- tir. K Sorgunuz hakkında Beee gBŞ yöllanan bir mektur ün adresi Gi alzah ve rarih malümat verilmiş. tir. memi bekliğör. Bunun bir üçüne | kli yoktur, SÜ u, benim için'de durup du- yurken evi bırakıp gitmemi icap | etüirceçk kuvretli İir vesila yok. Hoş, vesile bir mana ifade etmez. İnsan her istediği anda bu vesile- yi balur. Vesile, dı'm.ı;ını. ge- n değil, bulunan şeydir kDüşlşııü_v'nrııvn. Bu dakikada Sa- İihten ayrilmiş olyam, meye yarar? Bu serbestiyi hangi maksat için kullanırım, Şüphe yok ki, biçbir | şey için, o halde ayrılmanın da lü- | zumu yök. SALİH ÇIKAR ÇIKMAZ Bu Halil Necip, hakikaten alın- | mın bir karayazısı. Mektubu al- | dığım gündenberi sokağa çıkmd- Mıştıta, Çünkü verebileceğim ce- | Konferanslar ve manası Avrupa harbinin zaruri kıl- dığı bir takım şartlar mem- leketimizde de hissediliyor; katlanacağız. İcap ederse, daha bir çok Ffedakârlıklara göğüs gereceğiz. Bu millet, | yurd menfaati, vatan istiklâ- | li için bütün zorlukları, güç- lükleri yenmesini bilen müs- tesna bir. varlıkta ve kabili- | yettedir. Hükümet, her türlü imkân ve vasılalardan âzami istifa- .de ediyor. Türkiye, bugün, dünya memleketleri içinde en | normal hayat şartlarının hü- küm sürdüğü biricik mes'ut diyardır. Tehlike kapıları- mızdadır. Ona rağmen,, ha- rarını vermiş, azimli, iradeli ve mert bir insanın hal ve manzarasını arzediyoruz. | Devlet, her türlü hazırlığı- mt yapmış, bütün tedbirlerini | almıştır. Allahtan başka kim- seden korkumuz yok. Yurdun muhtelif köşele- rinde, dünya buhranı karşısın- da Türkiyenin vaziyetine da- ir verilen konferanslar, hal- kımızın yüksek şuuru, milli heyecanı, milli dayguları hakhında bir kere daha ör- nek ve nümune fırsatı belirti- yor. Türk milleti olgan ve kah- ramandır. kendimize güveni- | BÜRHAN CEVAT 1500 leyli, mecca- ni talebe alınacak Hükümet, önümüzdeki ders yılı için meccan! telebe kadrosunu ço- ğaltmağı kararlaştırmıştır. Eylülde açılacak olan imtihan - larda muhtelif Orta, Lise, San'at okullarile meslek — mekteplerine | 1500 talebe alınacaktır. ÇDIYORKİ Uyuzu nasıl teda- vi etmeli ? Uyuzun tedavisi gayet kolaydır. Bu da, hastalığa #ebep olan hay- vancıkları kökünden imha etmekle olur. Uyuz hastanelerinde tedavi şek. N gadür: Hasta çırçıplak soyulur. İlk önce potaslı sıcak bir banyoya sokulur. Bu müddet zarfında da hastarın çamaşır ve elbissleri ü- tüye gönderilir. Hasta — banyodan çıkınca, bütün vücude yukarıdan aşağı kükürt merhemi - sörülür. Potaslı banyo mesamatı açacağı için, cild kükürtü daha iyi mas e- der; - Bu esnada çazmaşır ve elbi- seler ölüden gelir ve kükürt mer- hemi sürülmüş vücudün — üzerine giyllir. O akşam, Çarşafı, yastığı, yorganı tamamiyle - değiştirilmiş tertemiz bir yatakta yatılır. Er- tesi gün bamama gidip yıkamılır. 'Temiz çamaşır giyilir. Uyuzdan da bir şey kalmaz. Ancak böyle hamam — olmuyan yerlerde ne yapmalı! Onu da ya- mi diyeceklim, yoksa: — Hayır.. mı?, İşin içinden çıkmamın im- kânı yoktu, Bugün Salih evden çı- | kar çıkmaz, kapı çalındı. Kim ol- duğunu ben de morak ettim ve. #lakalandım. Küzmetçi elinde bir zarfla göldi: — Hanmelendi, size bir mek- tup geldi. Birden ücktüm, Salihin kula - iana gidecek diye, Sonra, lâkayl. — Neredeumiş 6? diyerek aldım. Hizmetçi: — Bilmiyorum. Birşey söyleme- Giler, Sizi sordular ve. bıraktılar, Dedi. — Ha birşey değil. Naciye yaz- miş. Dedim, hizmetçiyi savdım, Fa- kat, hâdise aslında beni ürkütü- | yar ve. korkutuyordu. Kendi ken- | dime: Vihayet buna da cesarci eltin öyle mi Halil Necip?! ) —ai MAHKEMELERDE: “Lâf lâfı açar, lâf ta tütün tabakasını...,, Kâğıdı cebime soktu.. Kâğıt pem- be.. Yani gönlüm sende demek... Şöyle pek hafif bir aşinalığımız | vardı. Gürbüz bir delikanlı idi. Ko- ridorda dolaşırken karşılaştık Ha- fif bir gülümseme İle aşnalık etti. Ben de başımla selâm verdim. — Nasılsınız? dedi, — Teşekkür ederim, dedim. Ya- — Vallahi iyi diyelim de, iyi o- lalım. Yüzünde, yer yer, bereler, tır- mıklar vardı. Evde geçmiş alelâde ailevi bir fırtınanın izleri, alâ - Ti olması ihtimali pek kuV» olmakla beraber, sormaktan kendimi alamadım: | — Geçmiş olsun. Galbia bir fır- tın: imü tamamlatmadı: — Hem de öyle bir. fırtına ki trajik olduğu kadar da komik. Kimsenin başından, ne geçmiştir, ne de geçebilir... Vaktiniz varsa an- latayım.. Hikâye diye yazsanız, 0- kuyanlar hem kahkahadan kırılır, hem de halime acır... Hay hay., Anlatınız., Dinle - meğe hazırım. Yalnız, şöyle otura- lum da öyle anlatın.. Havalardan mı çevin Tutubetinden mi bilmem; bugün dizlerim pek ağrıyor, dedim. — Oturalım.. dedi. Koridor tenha, kanepeler boştu; bir kanepeye oturduk. Pantolonu- mun arka cebinden, uzun, gümüş, zarif bir siğara tabakası çıkardı. | Bir düğmesine dokundu.. Tabaka: | — Şrak! diye açıldı. Önümde sı- | ralanan kalın Yenice sigaralarını ; | | işaret öderek: — Bir tane yakmız! — dedi. Lâf Vâfı açar, lâf da tütün tabakasını... Bir sigara ben aldım.. Bir sigara da kendisi aldı.. Sigaranın bir u- cunu, sol elinin muntazam, mani. l kürlü baş parmak tırnağına birkaç | defa vurup tozlarını döktükten son- | ra, arasından fildişi piyano tuşları | Bgibi beyaz, düzgün dişler görünen dudakları arasına sıkıştırdı.. Çak - tığı kibriti evvelâ benim sigarama, sonra da kendi sigarasına yaklaş- tırıp ikisini de yaktı ve anlatma - ğa başladı: — Serde gençlik, hem de bekâr- hik var, Yolda yürürken bir tram. vay durağında, alımılı çalımlı, fev- kalâde bir kadın gördüm. Gençlik bu.. Dikkatli dikkatli bakarak ge- çerken, kadının gözü de bana iliş- ti.. Ta gözlerimin içine, öyle bir ba- kış baktı ki, içimde, göğsümde, bir şeyin «cızzzz!» dediğini hissettim. Sendeler gibi oldum. Bir iki adım atlıktan sonra, kaldırıma çıkıp dur- dum, Tramvay durağı değil mi? Herkes durur tabil... Harikuli o, mahmur, ahü gözleri vardı. Göz. lerimi gözlerine diktim; bu hari « kulâde gözleri seyrediyordum. Ka- din da lâkayt değildi. Gayet haf belli belirsiz tebessüm ediyor, deta, valdkâr, hatta teşvikkâr ba- kıyordu. Yol kalabalıktı.. Durakta duran bir iki kişi vardı.. Orada ya- pına yaklaşıp konuşmak belki mü. nasebetsiz olur diye, gözümle, şöy- le, karşıdaki sokağı işaret ettim.. Diyerek zarfı yırttım, okumuya Başladım. Mektup kısaydı, beş ön satır. Fakat, çok ustalklı yazılmış- tı, Salihin eline geçse bile birşey anlamasına imkân yoktu. Ona se- vindim, Halil Necip şöyle diyordu: «Geçen günkü ziyaretinizde kı rarınıza müsilâk kalan eşya için bugün son sözünüzü lütfetmenizi | diliyorum. Saat ikiye Kadar vaktimiz var. dır elendim, hürmetler ederiz. —| Tahaliyeci: H, Necip | Benden başka biç kimseye hiç | birşey anlatmıyacak olan Dü mek- | tubu endişe ile okudum, Manası açıklı ve. günü söyle - | mek istiyordu: “Sana verdiğim meklubun son satırları hakkında cevabını bekli. yorum, Eğer saat ikiye kadar ce. vabımı alamazsam hayalıma kas- tedeceğim! Zihalın altüst oldu. Ne yapaca guu bilmiyordun. Herhangi bir- şeye nasıl karar verebilir, bu ço- cuğa ne cevap verehilirdim? /—Z Yazan: HÜSEYİN BEHÇET ZİZ—— Yine hafif tebessüm etti. Tekrar, kaşımla, gözümle o sokağı işaret et- tim.. Yine tebessüm etti.. Olmaz! der gibi, haffiçe kaşlarını oynattı.. Ben tekrar başımla gözümle işaret ettim.. Yine tebessüm odip kaşla- rını kaldırdı. Tekrar işaret eder - ken, iri yarı, devcüsse, kıranta bir adamın bana doğru geldiğini gör. düm. Kırantaydı amma, bilekli bir adamdı.. Geliş do öyle bir geliş ki, maazallah... Kaşlı asılmış. Elindeki sigara paketini hiddetle cebine koydu.. Gelip ö - nümde durdu: — Ne yapıyorsun, züppe?! dedi. Va: nazik ve ciddiydi.. Göz- leri hadecalarından fırlayormuş Bibi bal burnundan soluyor, hen ma sarılacakmış gibi duruyordu. Aklıma bir kurnazlık geldi.. Si- nirden kaşı gözü oynıyan adamlar gibi, kaşımı gözümü, bu sefer daha bariz bir şekilde oynatmağa baş- ladım. Hatta ağzmu burnumu da oynatıyordum. Bu yapmacık tik . leri, fasılalarla, muttariden tek- rarlıyarak sordum: hen üzerime atılacak, gırtlağı- | — Ne istiyorsunuz? Ben sizi ta- | nımiyorum. — Ben de seni tanımam.. Tanımak da istemem.. Amma, bu kaş göz ne oluyor? Ben sinir hastasıyım.. Kaşım gözüm, her zaman oynar.. Sana mı oynattım sanki? dedim. — Bana ne oynatacaksın.. Sen bal alacak çiçeği bilirsin amma, bu se- fer yanlış kapt çaldın!., dedi. — Rica ederim, dedim. İşinize gidin!, Ben asabi bir adamım.. Şu- rada düşüp bayılırsam, başınıza iş çi ahir bir artist gibi, rolümü ga- yet güzel idare ediyor, bir taraftan boyuna kaşımı gözümü, ağzımı bur. numu oynatıyordum. Yalnız, ar - tık kadına bakamıyordum. — Ne zamandanberi böyle si - nirlisin? dedi. — Çocukluğumdanberi, dedim. — Senin sinirin, şimdi, ben gel- dikten sonra tuttu.. Bu sinir hikâ- yesini git de babana yuttur, züp- pet dedi. Arkasından da, gözümde şimşek çaktıran bir tokat yerleş . tirdi. Ben tokatı yiyince, kadın: — Ay! diye bir feryat kopardı. Ne yapıyorsunuz amca? Amcacı - ğim, ne yapıyorsunuz? Adam dinler mi, arkasından bir yumruk.. Bir yumruk dahal!.. Yum- Tuk sağnağına tutulmuştum. Niha- yet ellerini tutmak aklıma gel, Ben de girişsem, belki adamı hal hyacağım; çünkü, ne de olsa yaş - hea amma, o zaman iş büsbütün büyüyecek.. Hani tabancası olsa, adam cinayet çıkaracak, Çünkü, çok sinirli. Nihayet, ben ellerini tuttum.. Etraftan birkaç kişi gelip aramıza girdi., İşi mayna e$tiler amma, yüz göz bu hale geldikten sonra... — Vah vahi Geçmiş olsun.. de. (Devamı 4 üncüda) İki yeldan biri vardı: Ya, mek- tubu almamış gibi davranmak; ya- hut da hemen sokağa çıkmak, o- nunla buluşmak, Şuurum beni bi- rinci şekle çekiyor, — Gitme.., Diyor, fakat, hislerim: — Git ve. onu bul!, Diye irade ve şuurum üzerinde müeslir oluyordu. Gitmezsem, bel. ki hakikaten kendisini öldürebilir. ve. bu ölüm ebediyen içime dert olurdu. Düşünüyordum: — © kendisini öldürürse bunda benim maddeten, manen hiçbir su- çum yok. Ancak, onu ölüme ler- ketmekten mes'ul olacağım. Son dakikaya kadar onu ölümden çe- virecek tedbiri almam, onu ikna etmek için elimdön gelebilen her şeyi yapmam Vâzımdır. Bunu yap- mamanin azabı içinde sonra ölün- ciye kadar kıvranırım. Genç bir adamın bir bayal ve haslalık pe- şiude kendi kendisini telef etme- sine imkân ve fırsat vermek doğ- ru değildiz, ÇArkası var) Başmuharrirler | “NeDiyorlar e| İKDAM B. Abidin Daver «Yugoslav milleti ve ordusu esarete isyan etib istmli bugünkü Başmakalesinde bu harbin muhalkkak bir sürprizler devri olduğu- nu ve Balkanlarda yeni bir sürpriz ile karş karşıya — bulunduğumuzu. söyle- mekte ve bilâhare Yugoslavyada ordu | Be milletin bir hükümet darbesi yapa- | rak Mihver bendegânıni devirip Yu- Boslavyanın namus ve istiklâlini kur- taran kansız, fakat gerefli bir inkılâp yaptıklarımı ve bugün artık — vaziyete Yugoslav ordusunun hâkim bulundu- Bunu kaydetmekte ve bilâhare; bu in- kılâpla Yugoslavyanın Üçlü Pakta kar- # alacağı vaziyeti tahlil ederek: <Her ne kadar, Yugoslavyadaki hü. kümet darbesinin sırf dahili sebepler- den ileri geldiği ve harlel siyasetin de- Kişmiyeceği bildirilmekte ise de, bu mecburl - politika inceliğini leti, Üçlü Pakta atılan imzayı — kendi irazatı diye tanımamaktadır ve onu ta- namamak için izyan etmiş,, Çörçilin de- diği gibi tekrar ruhuna - kavuşmuştur. Milletin iradesi Üçlü Paktı tanımadı- Bına, bilükla nefret ve kayanla karşıla- göce, yeni kabineninn vazifesi, t ile millele vurulmak istenilen etaret zincirini kırmanın çerelerini e- raştırmak olacaktır. Mihvercilerin, - Yugoslavyayı - kendi camlalrına almaktan mütevellit sevin- el bir gün bile sürmemiş, muvaffakıye. tin tadı daha damaklarında iken mü- vaffakıyetsizliğin acımı baslırmış — ve zevitleri yarım kalmıştır. Türkçede bir atalar sözü vardır: Her kuşun eti yen- mezt.> demektedir. CUMHURİYET B. Yünüs Nadi <Pamuk ipliği kopu- verdi!» İsimli bugünkü Başmakalesin- de Mihver tazyiki ile “Yugoslavyanın içine salındığı bubranın kabına sığmi- yan bir buhar kuvveti gibi patlak ver. diğini tebarüz ettirerek: eMilletlerin bütün bir hürriyetle muvafakallerine — Iktiran etmiyen her nizam zorakidir, ayakta duramaz. Bel- grad, millet olarak Almanya ve İtalya hariç olmamade üzere, bütün Avrupa- zann çaktiği bu aslırabi. olanca feona- tiyle açığa vurmuş bulunuyar.> Demekte ve bilâhare de gunları yaze maktadır: «Zaten Viyanadaki —son iltihak bir pamuk ipliğinden farksızdı. — Zamanla yu veya bu şekilde kopacaktı. Olan yey onun bizim . tahminimizi de geçen bir sür'atle dün tahakkuk eden şekil ve gürette — kopüvermiş bulunmasından ibarettir. Yugoslav için de bir #bret dersi teşkil edebilirse takip olunan usulün çıkar bir yel el- amadığı anlaşılarak — insanlığa beyhude Astıraplar çektiren şimdiki kanlı muaz- zam maceranın kısa kesilmesi, Mihwer milletleri dahil, bütün Avrupanın men- fant ve haysiyeti icabı olduğunun take dir olunması zaruretile karşılaşılır. A- gaha bunu umamaz miyiz? Sualin bile biraz garip görüneceğini bilmiyor değiliz. Çok ı::ı bir ihtâmal- dir, fakat en zarurt hakikattir de onun için kaydetmiş bulunuyoruz.> TAN Sertel « milletinin Üçler Paktına karyı duydu. u Byanın sokak nümayişlerinden ve protestolardan sonra nihayet bu pakâa imzalıyanları bükümet başından at. makla sön ifadesini bulmuş / olduğunu söylemekle ve bilâhare; — Almanyanın en büyük hatasının; — küvvetine mağ- rur olarak küçük milletlerin millt duy- gularına hürmet etmiye lüzum gönme- llli tzeti nefsinin kırılmazına karşı dayan duyan Almauya, başka milletle- Tin de ayni derecede — milli duygulara sahip olduğunu —unutmuştur. İşle bu hata bügün — Yugoslavyada — gördüğü- müz aksülâmeli doğurmuştur.> Demektedir. B. Zekeriya Sertel bun. dan sonra Yugoslavyadaki son vaka- yüln bir huldsasını yapmakta ve niha- yet yeni Yugoslav bütün muhalif partilerin liderlerini bir arar ya toplıyan milli bir temerküz kabine- #i olduğunu tebarüz ettirerek: «Yeni Yugoslav. kabinesi, heyeti u- mumiyesiyle, Mihvere iltihak aleyhin- de bulunan kimselerden mürekkeptir. Şu halde yeni kabinenin - siyaseti de Yugoslavyanın istiklâl ve tamamiyetini Korumak, Mihvere girmemek, İcap e- derse silâba — sarılarak vatanın istik- İâlini müdafaa etmek / olacaktır. Yu- goslav milleti bu kayeketiyle — etikli- ne ne kadar bağlı olduğunu istbat et- miştir.» demektedir. YENİ SABAH B. Hüseyin Cahit Yalçın — <İşte Mit. deti> İslmli bugünkü — Başyazıcında Sirp milletinin; — hissiz ve hamiyetsiz bir takım politikacıların vatan menfa- atine ve milli şeref. namusa pervasızca #ürmek istedikleri lekeyi pek necip bir mefret ve galeyan hamlesiyle sildiğini, mülletin ruhuna hiç bir saman kök sal- mamış olan bir hükümeti en meğru bir gazap ve isyan darbesile parçaladığını söyliyerek şimdi; bütün dünyanın ağ- zından en büyük bir hayranlık el fırlamış bir tek feryadın: «İşte Millet! takdirinin bulunduğumı tebarikz ettir- mektedir, GÜNÜN TENKİDİ ) HKaragözle Hacıva- dın sahnelerini tek- rarlıyan fıkra mu- harrirleri Çocuk!ııiuııııdı Karagöz seyrettinizse, hatırınızda kal- mıştır. Beyaz perdenin sevim- li hayali Karagöz, saf, ma- ı:bınıbudılı.b'ılipyı- şatır. üllıdnı.ılnlid'ı, gçelebi. » bilgiçtir. Mütemadi; bilgiçi iyen, mek,onu adam etmek için gözü metheder, durur; karşı- hıklı geçerler, söylerler, söy- lerler.. O ânlarda, ikisi de ha- zar cevaptır, ikisi de dosttur, biribirinden memnundurlar, Şimdi, bizim gazeteleri- mizde, açık göz, kurnaz, çele- bi geçinen, bazı arkadaşlar, Hacivatla Karagözün vaktiy- le yüzlerce defa tekrarladık- ları bu sahneleri yaşatıyorlar. Karşılıklı geçiyorlar, biri baş- hyor: «Çok sevdiğim — dostum, kıymetli âlim, münevver ar- kadaşım biricik fıkra muhar. riri, eşsiz üslüpkâr filânca fi lân geçen gün bir yazısında .. Öteki, ertesi günü, kendi sütununda cevap veriyor: «Dostluğu ile şeref duydu- ğum, çok âlim, fâzıl, yer yü- zünün en zeki adamı, kibar yapılı, etvarı düzgün, musa- habeti tatlı arkadaşım falan- ca filânın dün çıkan yazısını . Bu yazılar, ekseriya, danı- şıklı, döğüşe benzer. Bir ak- şam evvel yemek yerken ko- nuşulmuş, — kararlaştırılmış- tar, Biri, ötekini methedecek, bazı fikirler üzerinde iğneli- yor, görünecek, öbürü tenkit- lerini yapacak, sözüm ona «ilmi, edebi, fikri bir müna- kaşar kapısı açılmış olacak! Bundan ne çıkar?. Diye- ceksiniz.. Evvelâ, ikisi de, kendi yazdıklarından başka diğer bir gazetede mevzuu la yazılır. Meselâ, bu yazıcı- lardan biri müptedidir, kıy- metsizdir, metelik etmez, toy« dur, meşhur değildir, amma, zengin bir gazeltenin patro- nunun oğludur, yeğenidir.. O- na kur yapmak, onu methet. mek lâzımdır, Ne olur, ne ol maz, günün birinde başvuru- habilir, bir iş istenir. R.SABİT di K— Sesli tayyarecilik flimleri >-Hava Kurumu Genel mörkezi taralından gönderilen ve Kurumua Havacılık kamplarındaki çalışan. Tarımı tebarüz ettiren sesli filim - Ter Eminönü Halkevi salonunda İstanbulda mevcut lise ve orta mektep talebelerile san'at ve mu> allim meâtepleri talebelerine gös- terilmiştir. Bundan başka Eminönü, Fatih, Byoğlu ve Beşiktaş kazaları dahi- lindeki okulların son sınıf talebe- leri de filimleri lerdir. Diğer kazalara bağlı ilk okul tale. belerine dahi gösterilecek olan fi- limler şehirde mevcut muhtelif malarda halkımıza gösterile -