Tefrika Numarası : 22 Yazan: Ralımi YAĞIZ Âmiralım, Benim Bunu Keşfetmeme İmkân Yok!.. . Artistleri Dolandırmak İstiyen Bir Sürü Adamlar Çünkü, Elimizde Bu İşi Görecek Soşon kendi tedbirsizliği yü - Zünden gemilerin Ruslar tarafın- dan esir edildiğini artık şüphe gö- türmez bir kat'ilikle anlamıştı. Şimdi, yaptığı hatayı tamir etmek, €sir gemileri kurtarmak, Yavu- Zun sür'atinden istifade ederek Rus donunmasından evvel Sivas- topola varmak kararile tekrar em- Ti bastırdı: — Tam yol ileri... Rotanızı Si- Vastopola çeviriniz! Albay Akkerman kerteleri em- Tetti. Yavuz, arkasında beyaz kö- Pükten dalgalı bir iz bırakarak - Şar gibi Sivastopolun yolunu tuttu. Soşonu yakan, yüreğini eriten Ve boşuna rasıd gözlerini yordu- Tan Rus donanmasinin aranması het biri bir asır kadar uzun ve a- teş kadar yakıcı ümid saatlerile Bteçerken prova rasıdı tekmil ge- üNü kırpmıyan Amirale ra- — Ufukla Sizli bir sahit belirdi. Soşonun dalgım gözleri titriyen & indeki dürbüne yapıştı, gün değiştirişine isabet eden bu sa- :*'Urıde Heticesiz takibe çıkan “üvuz Sivastopola varmış bulu- Düyordu. Soşon dürbinle uzaklara baktı, hafif bir sis içinde gölgesinin tok- Tağu ile kara olduğu anlaşılan sahilin hangi kıyılara benzedi kestiremedi, Akkermana — Albay! — Buyurun Amiralim! — Görünen sahil neresi? Akkerman hafifce tebessüm ©tü, haritaya bakmağa lüzum gör- Tücden cevabı yapıştırdı: — Sivastopol olacak Amiralim. — Lütfen harite üzerinde ge « #alnin mevküni tesbit edin! y Amiralin bu arzusu bizzat Ak- Serman tarafından yerine getirli- "i Akkerman parmağını Kara - İZ haritası üzerinde dolaştıra Oldştıra hesablar yaptı, pusula- SA duvara asılı kadranlara — göz Bütı, ddi, neticeyi Amirale — Sivastopolun 17 mil şimali ündeyiz.. — Karşıki sahil tahmininiz gibi İVastopolmuş demek! <— Evet Amiralim. &| Hözünden üç nakliye gemisinin verilan eline geçmesine meydan Amiral Boğazdan hareke - inden #ünde itibaren İstanbula dönü - Mya ” Başkumandan Enver Pa - Za V€ asabi genç Harbiye Na ©a bu yüzden kendisini tev- No.59 , Anetin kolunda yürümeğe, u- a çalıştyor, diğer taraf- " Mirıldanıyordum: ha Pönu yapmamalı idin Belma.. Bda kö, © körü körüne bağlı olacak, Ülgin 4 a ga TAkat o yeri, hatıralarımı- m::uk eden o kayayı kirlet- Yözgi Atin. Orası mukaddes bir o "nıs?ım aşkımızın mabedi (di, Biçbi; Çd bizim dişımizda kalan İnsan giremezdi. Teti T Yürüyemiyecektim. Diz- Yez, Ki kesiklik gittikçe artı - h;ı d, IN dönmesi sür'atleni- ; k Tastladığımız kahvemsi bir Hiddetimi zaptede- z hi doğüyor, şalağın doğu ile yer Soşon yine sustu. İhtiyatsızlığı | hayalime vakfedecek de- Bir Vasıta Yok.. bih, hattâ tahkir edeceğini he - sabladıkça ne yapacağını şaşırı » yordu... Amiral, sisli bir belirti halini muhafaza eden uzak sahile epeyce baktı. Neden sonra göz - lerini dü inden ayırdı, can sıkıntısı ile derin derin ofluyarak süvari Akkermanla söze girişti: — Rus donanması acaba avdet etmiş midir? — Bilmem Amiralim.. Bunu keşfetmemize de imkân yok! — Neden? — Elimizde vasıta mevcud de- BiL. Geminin iki stimbotu bu işi göremez. Liman ağzında karakol yapan düşman destroyeleri bun- ları beren yakalarlar. — Doğru.. Peki ne yapalım?, Akkerman cevab vermeğe, ken- İ (8 inci sahifeden devzm) *« Mariüs'ün yeğeni Jül Sezar, Silla'nın ölümünden sonca Roma- ya girdi, Golua'lıları, Simbr'leri mağlüb etti. Rübikonu geçti, Ro- ma üzerine yürüdü, Ve İsanın do-, Büşundan 44 sene evvel diktatör | oldu. Dört sene Brütüs'ün bir han-. | çer darbeslle öldü, gitti. v Paris satıcıları kâhyası Et- yen Marsel çok faal bir adamdı. Fakat, Navar kralı ile akdettiği it-| tifak mahvine sebeb oldu. 31 tem- *« Papa dördüncü Aleksandr'ın oğlu Sezar Borjiya, İtalyaım bü - Yük bir kısnını zulüm altında in- Tetti, .w İngiltere Kralı birinci Şarlı idam sehpasına kadar sürükleyen Kromvel çok — vatanperver ve o nisbette dindar idi. ». Robespiyer, Fransa ihtilâli- nin hergülü, Termidor'da başını kiyotine teslim etti. » Prens Orany Giyyom, müt- tehid vilâyetlerin istiklâlini te - | min edinciye kadar — uğraştı ve muvaffak oldu. — Fakat 1587 de, Delit'de bir tabanca — kurşununa | kurban gitti. , Robespiyer'in — ölümünden sonra ihtilâli takviye için bir dik- datöre lüzum vardı. Bonapart meydana çıktı. İlk evvel dikta - tör, sonra İmparator oldu. Vaterlo muharebesinden sonrs Sent Elen adasına sürüldü, orada öldü. « Tusen - Luvertür, seyyahla - rın Bonapartı. 183 de sefilâne öl- dü. -« Dünyanın en zengin petrol kuyuları sahibi ve M çocuk ba - bası General “uan Vensan Gönez tamam 27 sene diktatörlük yaptı. »« Polonyanın Garibaldisi Pil - miyor, masaya vuruyur. söyleni- yordum: — Bunu yapmamalıydı, yapmamalıydı!. * Janet, Bolmayı görmemişti. Bir- denbire değişmemin sebebini an- hyamadığı için hayretle soruyor- dü: — Ne oluyorsun Sermed, ne ol- du?, Niye kızdın, Birdenbire ne oldu sana böyle?.. Ona vaziyeti anlatamazdım. Hem | ne lüzum vardı? | © benim duyduğum izlirabi dü- yacak, hiç olmazsa benimle pay- laşacak değildi ki. Söylesem bir ıztırab düyacaktı. Fakant o hâlâ o- Nu unutamadığım için, kendi he- bunu DİKTATÖRLER Hiç dince bulduğu ve muvafık gördü- ü keşif yerine geçecek tertibatı anlatmağa vakil bulamadı, prova serenindeki —rasıdın - heyecanla haykırıyordu: — Sancak baş omuzluğumuzda iki düşman kruvazörü var.. Üstü- müze gelirlerken 18 kerte üzerin- de iskeleye alabanda ediyorlar.. Dönüşlerini tamamlamak - üzere bulunuyorlar. Soşon dürbününü gözlerine ya- pıştırdı, rasıdın haber verdiği is- tikamete baktı. Sahile doğru kaç- mak için dönüşlerini başarmağa çalışan iki düşman kruvazörünü gördü.. Sevinçle haykırdı: (Devamı var) sudski, yüzbaşı olmadan mareşal oldu. 1914 de Ruslara karşı harb etti ve 1917 de Almanlar tarafın- | dan yakalandı, hapse atıldı. 1918 de serbest bırakildı. Varşovaya dik- tatör olarak döndü. *« Venezüellânın sözde meşrutt reisi General Sipriano Kastro, 1905) den 1911 e kadar memleketi zu- lüm altında yaşatan bir diktatör- den başka bir şey değildi. Liberaller - tarafından Güba cumhur riyasetine getirilen Don Gerardo Maşaro iktidarı ele alınca, zülme başlad:. Nihayet 1925 de tayyare ile kaçtı, hayatını kur - tardı. »» Meksika Cumhürreisi Lardo dö Tejoda kovduktan sonra yeri- ne geçen General — Portifiro Diaz 1911 e kadar — icrayı hü- kümet etti. Sonra kaçtı. » 1911 senesi sonkünunun ip - tidasında Meksika Cumhurreisi ilân olunan Fransisko Medaro, 22 sonkânun 1918 de kurşuna dizildi. Medaro'dan sonra Cumhur- reisi olan Gencral Hüerta da zul- me başladı. ve... » Çarlığın sukutundan — sonra diktstörlük ilân eden Nikola Ke- reneski, Kornikof'un Petrograd ü- zerine yaptığı hareket akim kalın- ca Bolşeviklerin eline düşmemek için kaçtı. Şimdi Pariste... - General Primo dö Rivera, bir. hükümet darbesi neticesi dikta - tör ilân edildi. Altı sene iktidar mevkiinde kaldı. 1930 sonkânunda| çekildi. | » 80 sonkânun 1920 da General| Perimo dö rivera'nın yerine ge - çen General Berangüe, 1931 ihti- l lâli bidayetinde iktider mevkiin- | den kavuldu ve hapsedildi. sabına üzülecekti. Yavaş yavaş kafamın içine a - kan hiddet bir geldi, taştı. Şu ka- rarı verdim: Gidip orada Belmayı âşıkının yanında tahkir edecektim. Ona €n ağır kelimeleri söyliyecek, ba- na her zaman inandırmağa çalı - şarak ve inandırmağa muvaffak olarak tekrarladığı sözleri hatır - latacak suratıne tükürecektim. Janete: — Haydi Janet dedim. Sen eve dön; ben buradan Bostancıya ka- dar uzanacağım. Janet itiraz etti: — İmkânı yok seni bu halde bı- rakamam; beraber eve dönelim. İkna etmek güç olmadı. Biraz | da sertlendim. O bütün bu olan- lara hiçbir mana veremiyerek kö-| ye âöoğru Herledi. Gözden kaybolunca derhal fır- Jadmn —iFiİlmler-Yıldı Sinema Yıldızlarının — Hayatına İmrenmeyiniz Var, sude yaşamak istersen kü- şei vahdele çekil... derler, Bu, pek doğru bir ata sö- züdür. Hakikaten rahat olabil - mek için şehirlerden uzak, tenha bir yerde yalnız yaşamaktan baş- ka çare yoktur. dır, Zira, yalnız makine karşısına Bgeçip rol yapmak, perde üzerin- dekendini göstermekten başka da- ha birçok şeylere tahammül et - mek meceburiyetindedirler. Amerikada sinema — yıldızları, gangasterlerin, çocuk hırsızları - nın hedefi, nişan noktasıdır. Her gün bir tehdid mektubu — alırlar, Hayatları her dakika tehlikededir. Serbest gezemezler, istedikleri ye- re gidemezler, geceleri sokağa çık- maktan çekinirler. Yıldızların birçoklatının evleri, köşkleri birer istihkâmdan fark - sızdır. Maiyetlerinde birçok silâhlı muhafızları vardır. Sokağa çık - tıkları, slüdyoya gittikleri zaman yanların hususi polis hafiyeleri bulunur, Sonra her gün, sabahtan akşa- ma kadar birçok müracaat karşı- sında kalırlar. Kadın ve erkek bir; çok kimseler gelirler, ihtiyaçların- dan bahsederler. yardım isterler, yalvarırlar, ağlarlar. Içlerinde cid- den acnacak, merhamet edilecek- ler çoktur. Bunlara karşı hissiz kalmak, istedikleri yardımı esir - gemek imkânı var mı? Sinema yıl-| dızları en çok (çarpılun) kimselor- dir. Nasıl Ve Ne Suretle Çarpılıyorlar? İşte okuyucularımıza anlatmak istediğimiz bu... Artistlerin en büyüğünden en küçüğüne kadar, hemen hepsi çar- pilir, Bunun için öyle hileler, kurs nazlıklar yapılır ki insan hayret- ten kendini alamaz. Bir hyır mücssesesi menfsatine verilecek müsamereye iştirakle - rini istiyenler de çok olur. Çarpanlar; daima iki usule mü- racaat ederler. Ya — san'atkâra mektub yazarlar, ya da bizzat gi- dip görürler. Ellerinden kurtul - mak kabil değildir. Eve kabul et- meseler, saatlerce kapılarının ö« nünde beklerler, bir yere kımıl- | danmazlar. Mişel Simon En çok çarpılan en çok zarar gö- ren bir artisttir. Bakınız ne di- yor: — Şöhret — kazanmadan evvel Monmartr'de oturuyordum. Bu - rası pekâlâ bilirsiniz ki çarpan - latın yani ödünç para istiyenlerin| en çok bulunduğu bir yerdir. Her Adeta koşarak kayaya ilerledim. Şimdi dirlerimde taze bir kuv- vet, başımda dinç bir dikiliş vardı.| Dişlerim birbirine geçmiş, bur- numdan soluyarak sür'atli adım- larla yürüyordum. Pek, pek az bir mesafe kal - mişti. Fakat yaklaştıkça eski halime dönüyordum, dizlerim yine tut - muyor, gözlerim yine kararıyor, başım yine dönüyor, nefesim tı - kanacak gibi oluyordu. Hayır, bunu yapamıyacaktım. Bir daha onu © halde göremez. dim. Buna tahammül — edemiyecek- tim. Karşısına geçtiğim zamanda bir kelime olsun söylemeğe mukte -« dir olabileceğimi zannetmiyor - dum. K Yavaş yavaş bu fikiz damlası vücudümün hararetinden tebih- doğru Huzu Lüsiyen Baru bir jfümmae mMez akşam tiyatrodan çıkarken mut- laka bir ikisi yanıma yaklaşır, a- vucunu açar, para isterdi. Bunlar, adeta dilenciler olsaydı, bir İki frank verir, savardım. Fakat öy- lesi değil... Bir türlü peşimi bı - rakmazlardı. Nihayet mecbur o- lur, cüzdanımı açar, içinde ne var- sa yerirdim. Bu sureti> ellerinden, kurtulurdum. Sonraları — evimin kapısında beklemeğe başladılar. İçeri girebilmeme imkân yoktu. Tamamen yolumu — kesiyorlardı. Bve girebilmek — için (dühuliye) vermek mecburiyetinde kalıyor- düm. «Vaziyetim gittikçe güçleşiyor- du. Evime, arka taraftaki garajın kapısından, bir hırsız gibi girme- Be başladım. Çok geçmedi, bu hi- leyi anladılar. Bir gece, garajın kapısında yedi dilenci birden kar-| şema dikildi. Deli olacaktım. | «Bunlarla başa çıkamıyacağımı, ne yapsam ellerinden kurtulamı- yacağımı anlayınca evi değiştir - meğe karar verdim.Paris civarın- da bir köye naklettim. — Burada kuşlarım, köpeklerim, kedilerim ve maymunlarımla rahat bir ha- yat yaşıyacağımı ümid ediyor - dum. ne mümkün?... *Sonradan — öğrendim: Meğer, kalbimin yumuşaklığını bilen a- çıkgözler — hastanelerde, fıkara yurdlamda şuna ve buna, iki frank| Mukabilinde adres mi satıyor - lar, hangi saatte nerede bulundu- Bumu, merhametimi celb için na- zıl bir hikâye — uydurmak lâzım hur etti sanki., İ Duraladım. İ — Bu hareketi yapmağa tenez- zül etmiyeceğii Dedim. Onu unutmağa, ondan uzaklaş- mağa karar vermemiş, bu kararı tatbik etmemiş miydira? Şimdi ba- na aid olmıyan bir kadına karşı böyle bir harekette bulunacak - tem?.. Geri döndüm. Omuzlarım — düşük, hafif hafif içimde tüten ümid parçaları sön- müş, büsbütün perişan, husranla başbaşa yolumu çevirdim. Artık kafam benim kafam, ayak- larım benim ayaklarım değildi. Düşünmiyor, düşündüğümü bil- miyor, nereye gittiğimden haber- siz kurma bir oyuncak gibi yü - Tüyordum. Nekadar yürümüşüm, nerelere gelmişim bilmiyorum. Böni tamıdık bir ses olduğum | r Ve Rahatl arı Kaç l semome fle berader geldiğini söylüyorlarmış. Bun - dan başka hususi acentalar bulun- duğunu, bu acentalardan, ufak bir para mukabilinde hüviyet vara - kaları tedarik olunduğunu da öğ- rendim. Para istiyenler, mektub- larına bu kâğıdları da - iğneleyip gönderiyorlardı. Aygı kâğıdı Üç | defa saldığım oldu! Tabii birinci- #inde aldattım. İkincisinde, üçün- cüsünde geri gönderdim. «Tiyatroda, locama kadar gelen-i ler de oldu. Bir gün, meşhur hır- sızlardan birine de yardım ettiği- mi öğrendim. Çok canım sıkıldı buna... «Ben; yardımı, sadaka vermeyi! severim. Birkaç fakirim var. Bun-| lar ayda bi rgelilrler, kendilerine muayyen bir şey veririm, Teşek- kür ederler, giderler. Fakat, çar- panlardan kurtulmak pek güç... Bunlardan birine acıdım, yeni bir kostüm, bir palto verdim. Bir haf-| fta sonra yine ayni eski elbise ile gördüm. Meğer verdiğim elbişe- leri satmış, kokain almış!...» Harri Bor Sinema artistleri içinde en çok çarpılanlardan — birisi de Harri Bor'dur. Zira çok merhametlidir. İhtiyaç içinde birini gürdü mü he- men elini cebine atar, arkadaşla- | rından, dostlarından birinin para- ca sıkıntıya düştüğünü anladı mı hemen yardımına koşar. Bir san'atkâr nekadar çok şöh- Tet ve nam kazanırsa o derece çok taleb karşısında kalır. Bunların hepsine yetişmek imkân haricin- yere mihladı: — Sermed!.. Durdum. Karşımda İclâ! duru- yordu. — Bu ne dalgınlık Sermed?, Görmeden geçiyordun!.. Silkindim. Onun mahzun mi - miklerle bana çevrilmiş yüzüne, sevgi taşan gözlerine baktım: — Görsem de tanımazdım İc - JâL. Ne kadar değişmişsin!. Başını, sonra da gözlerini yere eğdi: — Görüşmiyeli çok oldu Ser - medi.. — Değişecek kadar. — Nerelerdesin Sermed!.. — Bugün burada yarın yine orada.. Yüzüme baktı. Çok garib ve tu-| haf bir söz söylemiştim. Ne de - mek istediğimi anlamamıştı. ZI , n İ smr —— — lar iyor dedir. Harri Bor. burlardan şöy- | bahsediyor: <— Birgün, genç bir tib talebe- | sinden bir mektub aldım. Bu take- | be, kanserle mücadele ettiğini, ilâ- | cnı bulmıya çalıştığını üzün uzün. anlatıyor, tetkiklerine devam için benden yardım istiyordu. Bu, bir — defaya mahsus olsaydı, belki red etmezdim. Halbuki tetkiklerinin en a on sene süreceğini söylü - yordu. Tabii red cevabı verdim. — «Bana müracaat edenlerin hepsi para istemezler, Birgün bakarsı - nız, birisi gelir, Yanında küçük bir | kız vardır. Bunun yıldız olmasına — çalışmamı rica eder. j Birgün, bir kadından çok garib — bir mektub aldım. Küçük bir dük- kânı olduğunu, kocası ve çocuk - | larile beraber çalıştığını ve rahat yaşadığını yazıyordu, Sonra, ya - nındakt dükkânın boşaldığımı, bu- — nu da kiralamak, Ücaretini geniş- — letmek tasavvurunda * olduğunu | bunun için kendisine 50 bin frank borc vermemi rica ediyordu. Bu parayı, on senede ödeyeceğine da- ir bir de kefil vereceğini ilâve e- diyordu. «Sefiller filminden sonra mah- kümlardan, hapishanede bulunan- — lardan yüzlerce — mektub almıya başladım. Güyan adusından bile mektub gönderenler, para isti - yenler oldu. Bunlara az çok yar - dim ettirm. «Birçok kimseler beni Yahudi sanıyorlar ve dindaş olmak dola- yısılt yardımda bulunmamı isti- yorlar...> İntizama çok riayet eder. Hu - susi bir kâtibi vardır. Gelen mek- tubları o açar, okur. Şayet para ve yardım istiyenler olursa hak- larında ufak bir tahkıkat yapar. Sonra patronuna söyler. Tdisyen Baru, çok garib bir ta- leb küarşısında kalmıştır. Bunu kendisinden dinledim: «— Birkaç sene evvel, çok ça - lıştığım sıralarda idi. Hemen her akşam, karanlık çöktü mü; bir a- dam geliyor, kapıcıdan evde olup olmadığımı soruyordu. Menfi ce- vab alınca kapının önündeki taş — merdivene oturuyor, soğukta bek- liyordu. Sant sekize, dokuza ka- dar dorüyor, sonra yeisle - kalkıp Bidiyordu. | «Kapıcı, bu adamın — halinden — şüphelenmiş, — bana bir fenalık yapması ihtimalinden — korkarak — dikkatimi çekmişti. Doğrusu ben — de ürktüm. Stüdyodan çıkmaz - — dan evvel kapıcıya telefon edi - — yor, soruyordum: ««Orada mi?..» —— Bir akşam, yerinden kımıldan - j j a Lüsyen Baru ; madığı cevabıni aldına. «Canım sıkıldı. Otomobilimi, ka- pinin biraz ilerisinde durdurdum, indim. O, merdivenin taş — basa- maklarında iki kat olmuş oturu. yordu. Önünden geçtim, yüzüme bile bakmadı. Şüpbesiz beni ta - nımamıştı. Biraz yürüdüm. Sonra döndüm. Tabii sokakta vakit ge- çirecek değildim. Kapryı açaca - ğam sırada ayağa kalktı, şapkasını çıkardı: — Mösyö Baru?... «Dedi, sert bir tavırla, böyle her akşam gelip kapımın önünde oturmasının sebebini sordum. Be- ni sükünetle dinledi, sonra ya - vaşça: — Bunu mutlaka öğrenmek mi istiyorsunuz?... j «Dedi. Arkasını döndü, eski pal- fosunun eteğini kaldırdı, ilâve et- ti — İşte bunun için!.. «Zavallının ayağındaki panto- lonun arkası yoktu. Etleri görü - nüyordu. Bunu görünce kendisini — içeri aldım. Çamaşır, bir kostüm, bir palto verdim. Ayrıca eline d frank sil 4