12 Eylül 1937 Tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 6

12 Eylül 1937 tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

| | | İ j | p | | Kamayı kaldırdı ve birden sapladı €- SONTELGRAF — 12 Eylül 1937 Tefrika No: 72 — vaza “Ah yandım!,, Diyerek yere yuvarlandı Bu, ölen adamın son ihtilâcı, son sesid Maamafih, sözler kuru sıkı olmak- la beraber, bunlar adam öldürmek- ten, bıçaklamaktan çekinmiyen in- | sanlardı. İnsanı bir tarafından şiş - lerler, sonra savuşurlar, insan kim vurduya giderdi. Askerlerden birisi tehditkâr söz- ler söylerken, öteki kamasini (A.) nin göğsüne adamakıllı dayamış, hattâ ucu etine batmıştı. (A.) korktuğunu belli etmek iz- tememesine rağmen, yüzü sararmış- tı. Hakikaten dehşet içinde idi. Şim- dilik ölümle yü: gelmiş hir va- ziyette bulunuyordu. Ölüm yüzde yüz dı yüzde beş yüz muhakkak- tı. Çünkü, asker kızmış, kamasını ha- fif hafif batırıyordu. Fakat ne olur- sa olsun, (A.) yiğitliğe leke sürmek istemedi, gayrişvuri surette bağırdı: — Ne kadar soksarı bana vız gell Ben ölümden korkmam!.. — İster kork, ister korkma! — Yani öleceğim değil mi?.. — Teklifimizi kabul etmezsen, e- vet!.. — Öyleyse vur !.. . — Daha vakit gelmedi. — Ya?.. Neden' — Biraz daha düşün... Gençliğine yazık... Sana acıyorum da ondan... — Sen kendine acı!.. (A.) ila asker bu şekilde konuşur- larken, aradan cpoy zaman geçtiği halde arkadaşının geri gelmediğini gören Suphi meraklandı, endişeye düştü. Kahveden çıktı. İleride iki bahriye askerinin orlasında bir şey- ler konuştuklarını görünce - onlara doğru yürümiye başladı. Sallana sallana, ağır ezel, fıstıkt makam yürüyordu. Yürüdü. Yüz metre kadar kaldı Elli metre kald> inin geldiğini görmüş, halâs güneşinin doğduğunu görerek sevinmişti. Fakat yavaş yavaş yürü- mesine sinirleniyor, sıkılıyordu. İçinden söyleniyordu : — Yürü be adam! — Aç adımlarını be! Süphi, bunlara ön adım kala (A.) ya bir işaret verdi. Kamasının ucunu (A.) nın göğsüna sokan bahriye askori, onun dik ce- vaplarına, lâkaydisine o kadar kızdı, © derece canı sıkıldı ki, daha fazla beklemiye tahammülü kalmadı. Ga- Tiz bir küfür savurduktan sonra ka- mayı kaldırdı, kaldırdı ve birden... Sapladı. Fakat nereye biliyor musunuz? . Ackadaşının gi me... Çünkü (A.) Suphinin işaretini anlamış, yapacağı mahevrayı kavramış, asker kamayı göğsünden çekip havaya kaldırdığı zaman yere eğilmişti. (A.) yere eğil- dikten sonra, arkadan gelen Suphi, arkası kendisine dönük olan öteki bahriye askerini kamasını saplamak Üzere kaldıran askerin üzerine ölan- ca kuvvetile dayarmış, kama da ©- No : 17 ta, — Öteki dostlarınız. Tignol ve Gribbe ile muhabere etmeniz imkâ- ni var mi? Z— İmkünsız, Nerede olduklarını bilmiyorum. Beş senedir kendilerin. den bir haber bile almadım Ne za » man geleceklerini de bilmiyorum. vens gigarasını asabiyetle sön - dürdü: — Bu fena, dedi, kendilerini mü- dafaa edemiyecekler.. Ve daha fazfa Izahat vermek ih - tiyacını hissetmeden muhataplarını selâmladı, çıkıp gitti. Enkarnasyon: — Madre! dedi, kadehini içmemiş. Ve genç kadın, bunt fenaya yor - İnun omuz başına, iki küreğinin or- |tasına saplanıvermişti. Bahriye askeri : — Ah yandım!.. Diye feryat ederek yere yuvarlan- dı. Bu, ölen adamın son ihtilâcı, son sesi, son hareketi idi. (4.) bu fırsatı kaçırmadı. Hemen arkadaşını kamasile ölen nına seğirtti, elini bükt rını açtı, Sakız işi kamayı elinden aldı. evvelce silâhı yokken, tu. İstediği gi- bi, vuruşabilir, dör r, bir kama ile icebında birkaç kişiye birden mey- dan okuyabilirdi. Kendi silâhile arkadaşmın vuru- Tup ölmesi, öteki askeri çileden çı - kardı. Kudurmuş bir kurt gibi, Sup- hinin üstüne atıldı. Suphi ile boğaz boğaza boğuşur- larken, Ööteki askerler bu vaziyeti gördüler. Arkadaşlarının yardımına koşmıya başladılar. Bir koşuş, bir gürültü, bir patırtı gidiyordu. Suphi ile (A.), askerlerin çemberi içine girmemek, bir açmaza düşmemek için bütün dikkatlerile hareket ediyorlardı. (A.), elino geçirdiği silâhı Suphiye vermek istedi. Fakat 0: —Bana lâzı mdeğil... Sen kendini kolla, bıçağı idare et.. elinden kap- tırma... Şimdilik bana yumruklarım Elbette ben de bir tane elime geçiririm.. diyerek arkadaşının tek- lifini reddetti. Suphinin, bu teklifi reddetmekte hakkı vardı. O, (A.) ya nisbetle kav- gada, vuruşta, velhasıl bu gibi işler- de çok, amma çok pişkindi. Tecrü- besi yüzde bin fazla idi. Bundan baş- ka çok kuvvetli bir adamdı. Bilek- |leri, pazuları demir gibi idi. Tuttu- gunu koparmadan bırakmazdı. Sonra kendisi pehlivan olduğu için, çap İrastları, göğüs kapmalarını, köpri İleri bilir, Kavgalarda, dövüşlerde bunlardan azami derecede istifade ederdi. Askerler vuruüyor, tokat sallıyor, kama kullanıyor, iki arkadaşa hü - cum ediyor, bunlar da, biri silâblı, öteki silâhsız, mukabeleden geri kal- miyorlar, hattâ vaziyete hükim bo- ğuşuyarlardı. Sert asker sesleri, kımıldanma ya- narsın nidaları, yandım nâraları, bü- tün meydanı sarsıyor, camlin avlu- sunda bu sözlerden başka bir söz du- yülmüyor, bu sözlere ve bu seslere başka bir ses ve söz karışmıyordu. Bir aralık Suphi, iri boylu ve kuy- vetli bir askerle karşılaştı. Boynunu koluna kaptırır gibi oldu. Fakat, ça- buk davrandı, hasmını göçertmek için ayağile askerin göbeğinden a- şağı kısmına bir tekme indirdi. As- ker kendini toplayamadı, ağzanı açtı bağıramadı. Nihayet sonsuz bir acı içinde kıvrıla kıvrıla yere düştü, ba- yıldı, toprakların Üüslüne serildi kaldı. (Devamı var) akleden * Gölün suları bir yatak çarşafı gi - bi dümdüzdü. Mavi ve beyaz çizgili örtüsü olan bir masaya oturmuşlardı. Aralarında, masanın Üüstünde, için- de kırmızı karanfil olan bir çiçeklik duruyordu. Garson, hizmetini gör - dükten sonra çekilmiş, fakat gilme- den evvel, onların medeni âlemle yegâno tomasını temin eden radyo- yu âyar cderek parssitleri ortadan kaldırmıştı. Kuğu kuşları, arkala - İrmda bir fil dişi iz bırakarak suyun Üzerinde kayıyorlardı. Senter: — Eylülün ilk pazarı! Diye mırıldandı, ve Enkarnazsyo - nun yüzünü kapatan çiçekleri ma - I BİR KADIN İKİ ERKEK Türk Artistleri (5 inci sayfadun devam) sinle Musula, Otello Kâmille, Ke - mal Daverle, Şahapla, İbnirrefik Ahmet Nuri ile, Süzanla, Arşaloviz- le, Lâbel Rozalya ile, Madmazel Tos- ka ile, Madam Darkosla oynadı. Meşhuz (Befrtran) la sahneye çıkta ve muvaffak oldu. Müfit Batip tiyatro tenkillerinde onu medhetti. Tercümani Hakikat başmuharriri Hüseyin Kâzım, Cev- det Maşuk, Kemal Emin, Ahmet Ne- bil, Baha Tevfik gibi o devirde ti - »yatro tenkitleri yazan muharrirler, Saffeti aldığı rolleri güzel oyntyan 'vve hakkile başaranı bir adam olarak yazdılar, Saffet, asıbi bir hastalıkla hasta- haneye gittiği güne kadar sahneden ayrılmadı. Şehir tiyatrosunda, ken- disine verilen rolleri muvaffakıyet- le başardı. Burada — Erluğrul Muhsinin bir |kadrişinaslığından bahsetmek iste - jrim: Saffeti oraya alan bizzat Muh- esire meydan vermemek için, ona bir maaş bağladı, ve ölümüne kadar emekdar san'atkârı ve allesini ya - Şüttı. Allah razı olaun.. Eğer Muhsin bu — kadrişinaslığı göstermeseydi, Saffet bir Otello Kâ- | İmil gibi sefalet içinde ölecek, ve bel- ki de, söylemeğe dilim varmıyor, fa- kat acı da olsa yine söyliyeceğim, | sokaklarda el açacaktı. Öyle zanne- diyorum ki, Muhsin burada bulun - saydı, eski bir sahne hâdiminin ölü- İmü karşısında lâkyd kalmaz, hiç ol- mazsa cenazesine bir şehir tiyatro- su namına bir çelenk gönderirdi. Kenar mahallelerde işsiz bir ame- le, ücera bir köyde tarlasını süremi- yen bir köylü. Son günlerini nasıl geçiriyor bilmem. Fakat biliyorum ki, operet san'atkârı Melek Sa- bahaddin evinin bir köşesinde, kötü bir hastalığın esiri bulunuyor. Ve Otello Kâmil son nefesini verdiği yer sefil bir bekâr odasıdır. Ve yine biliyorum ki, belki san - atkârlık bıkımından çok kuvvetsiz, fakat emekdar bir çok sahne adam- ları bir kış günü ateşsiz bir odada, yorgansız bir şilte üstünde ölmüş- Ve böylece bu misalleri arttır - İmak, yırtık bir hasır üstünde can veren san'atkârların adlarmı sira « lamak ve neticede göz karartan bir yekün bulmak çok mümkündür. Ve 'bu hiç de güç bir iş değildir. | Sahnemizin şuyu vardı, buyu var- dı. Şöyle oldu, böyle öldü, diye 1âf- lara, uzun sözlere ne haret a efen- dim... Bunlar da hep o yoldan, böy- le kestirmeden — gitmişlerdir. işte... Tabii öldükten sonra hepsinin bir çok takdirkârları, dostları çıkmıştı. Söylememek insafsızlık (!) olur, Hepsine cenaze alayı yapmışlar bir | gelenk göndermişlerdi. | Yalnız Saffete, benim temiz dos - |, tum Saffote bir merasim yapılmadı. O alâyişsiz, çelenksiz hastahane ha- demelerinin amuzlarında ebedi is - tirahatgâhına gönderildi. Hayatı gibi, ölümü de sessiz, gü- rültüsüz oldu. Ve bir dere gibi saf ve berrak aramızdan süzüldü gitti. Onu ilk defa tamam otuz yıl ev - İvel görmüştüm. Ben on on iki ya - şınde bir. çocuktüm. O — babamın |dostlarındandı. Tanıştığımız gün - den, ölümünü can sızısile tesbit et « tiğim şu uğursuz (1İ1 eylöl) a kader Saffeti nasıl tanıdımsa öyle kalmış- tı. Yani temiz, yani terbiycli, yani sanın üzerinden kaldırdı. Enkarnasyon koyu mor renkte bir tuvalet giymişti. Belinde, dantelâdan bir kuşak vardı. Göğsüne, sol me - mesinin Üüzerine pırlanta bir iğne koymuştu. Parmağında plâlin bir yüzük vardı, Siyah saçlarile bu g- 'yiniş o kadar güzel bir ahenk yapı - yordu ki, Senter titredi: Bu kâdin ne garip bir kadındı. 'Ne düşünüyordu. Güzcl, fakat his - Jlerini hiç belli etmeden yüzünden bir şey anlamak kabil değildi. Senter belki yüzüncü defa, kendi |kendine, bu kadını sevdiğini tekrar- hyordu. Bunu ona yüksek sezle söy- lemeği ne kadar istedi. Fakat söyli- yemiyordu. Bir his, tarif edemediği bir şey bunu yapmaktan onu mene- dişordu. Pekâlâ hissediyordu ki bu itiraf genç kadının sinirli bir zama- nına rastlarsa, artık aralarındaki bağlar, dostluk bağları ve beraber |bulunmak imkânları ortadan kalka- (caktı. Senter, sadece: — Eylülün ilk pazarı! L Demişti, Bu sözleri asıl mânası g — AĞA 0 ERS İ t D ÖNRLDNR U NNĞN SĞ SÜ DN ERESGRNARA SN GNDN İ ĞG Ğİ Tefrika No.: “Fernandonun kardeşi Tunus kalesinde hasta yatıyor. O, Sizi karada ve denizde yenmek istiyen bir Türk düşmanıdır /,, Yolumu kestim.. siz yetiştiniz. ka- Ççamadım.. yakalandım. Bu gemiyi şimdiye kadar hiç bir yelkenli geçe- Ternişti. Murat Reis, kaptana sordu : — İlk önce söylediklerin çok müb- hemdi. Haydi, bize hakikati anlat'.. İspanyol donanması buralarda de - mirlemiş midir? Yoksa Halkulvaad kalesinde mi duruyor?.. İspanyol kaptamı etrafına şöyle bir bakmdıktan ve palaları omuzlarında parıldıyan cellâtları gördükten son- Ti — Ben yalan söylemem, dedi, bu- raya şövalye Fernandoyu Amirali « özcü olarak göndermişti. jleri arıyordunuz bu sahil- İki reis hayretle biribirlerine ba- kıştılar. Murat Reis: — Çok doğru süylüyar, dedi, kap-' tanın kabahati yok, Bizimle harbe tutuşan şövalye Fernandodur. Ve kaptana dönerek : — Öyle değil mi? Diye sordu. Kaptan : — Evet, dedi;, kaçıp gidebilirdi. Kaçmadı.. (Şu Türkleri denize dö- İkelim!) diyerek topçulara ateş emri verdi. — Bir gemi Jle kendisine nasıl gü- veniyordu?.. — ©, çok cesur bir adamdır. Bu- ralarda dolaşan Türk korsanlarının gemilerindeki toplara ©, oyuncak | gibi kıymet vermez,. Başımı önüne eğerek gülümsedi : — Bizim geminin topları Venedik igemilerinde bile yoktur. Murat, Rüstemin kulağına — fısıl- dadı: — Bu, mert bir adama benziyor.. ondan çok istifade edebiliriz. — İspanyollardan mert adam ye- tişir mi be kuzum?! Onlar bizi şim- diye kadar hep arkamızdan vurdu- Jar. Bugün nasılsa karşımıza çıka- rak - kaçmıya muvaffak olamadık- ları için - göğüs göğse dövüşmiye mecbur oldular. İspanyol kaptanı iki Türk reisin neler konuştuğunu anlayamadığı i- için merakından çatlıyordu. Murat Reis tekrar kaptana döne- vek İzpanyolca sordu : — Fernandonun nereye kaçtığını bilmiyor musun? Kaptan başını salladı : ——— kibar ve eski bir tâbirle efendi... Kibar ve efendi olan Süffet, kibar ve etendi olarak öldü. Saffet öldü, kurtuldu. Ya ailesi ne olacak? Bir yavru ile bir anayı aç bırakmamak için, hiç olmazsa sağ - lığında kendisine verilen bu ehem - miyetsiz parayı silesine kesmiyelim. Ailesine verelim. Artık yazamıyorum, dilimin ke - sildiğini azabıma, matemime bağış- Tayın... i seviyorum> alarak söylemişti. 'on ona, tatlı tatlı, kondi - ni vercrek, senki bir rüyada tama - mile kendini ona bıfakmış da daha fazla derağuş edilmesini istiyormuş gibi bir mâna ile bakınca, Senter, masanın üzerinden clini uzattı, genç kadının mühmel bir hazeketle du - 'ran elinin üzerine kapadı ve başı ile manzarayı göstererek: — Bu, dedi, Bermüd . adalarının manztrasile boy ölçüşemez mi? Genç kadın gözlerini yere indire di. Senter bunu, gözlerinden hi: lerini okunmamasını — istemesine hamletti, elini daha kuvvetle sıktı, boğazı kurudu. Zihninden, şimdi söylenmesi icap eden kelimeler sı- ralıyordu. Fakat Enkarnâsyon ona vakit bırakmadı ve: — Şu dakikada bile, dedi, Gorni - konun ölüp ölmediğini hâlâ bilmi - iyoruz. Ne müthiş ıstırap. BSenter bir soğuk duş yemiş — gibi loldu ve istemiyerek cevap verdi: — Şu Varobeyçik benim pek ho - şuma gitmiyor. Hâlâ tahkikatından bir netice çıkmadı. eee İERE Dee l bi A Ğ Yazan: iltica ettiği — Hayır.. ; — Doğrusunu söylersen, bizden Wiç zarar görmiyeceksin! Hem sen bu işde bir şey kaybedecek değilsin ya.. onun nereye saklandığını bire söylersen, seni öldürmeden memle- ketine yollarız!. İspanyol kaptanı ölümden çok kor- kuyor ve Murat Reisle konuşurken tir tir titriyordu.. Bir kaç saniye tereddüt etti. Sendeledi.. Düşündü.. Ve birden son kararını vermiş gi- bi görünenek : — Ben size bütün bildiklerimi söy- ledim, dedi, onun kat'i olarak nere- ye kaçtığını, nereye saklanacağını bilmiyorum. Fakat, tahmin ediyo - rum ki, Fernando, Tunus sahillerin- rlemiş olan Amiral (Alvaro) donanmasına iltica edec , Fer- nandonun orada Uzra kalesinde has- ta yalan bir kardeşi vardır. Fernan- 'da, kendisini bir aydanberi göreme- diği için çok merak eğiyordu. — Kalede hasta yatan bu adam a3- |ker midir?.. İspanyol sövalyesi Fernandonun Tunus kalesine tahmin ediliyordu.. — İspanyolların en değerli 7 lerindendir. Ona arada Amiral ( varo) nun «Sağ eli» derler, — Meziyeti nedir bu adamın? — Çok cesurdur. müdafaa ettifi bir kaleyi hiç bir zaman hasmımt line geçirmez.. iyi dövüşür.. ve vüşmenin yollarımı bilir. — Bu kadar mı? İspanyol kaptamı yine tereddilt © çinde bocalamıya başlamıştı. Rüstem, — Bu herifin dilinin ailında şeyler var.. söylemiye cesaret edö miyor. Diyocdu. Murat: — Korkma.. söyle! Diye bağırdı. t Kaptan, titrek ve korkak bir sesif ilâve otti. - “Şüvalye Fornando ve kardef Filip, Türk düşmanıdırlar, Biri Kt dara, öteki denizde Türkleri yef ” İmmiye ve sindirmiye ahdetmişlerdif (Devamı var) A (5 inel sayfadan devam) raz sonra tenha bir yere gelmişler- dir. Haydut buralarını çok iyi bil - iğinden şoföre, sağa sap, sola sap diye emir vermiş ve böylelikle gece olmuştur. Haydut nihayet otomabili met - rük bir samanlığın önünde durdur - muştur. Clyde Derriek otomobilden inmiş ve iki polisi de indirdikten sonra ellerine de elektrik fenerleri- ni vermiş ve seri bir hareketle şoför yerine geçerek otomobile yol ver - miştir. Haydut bir dakika sonra ka- ranlığın içine gömülmüş bulunuyor- du. Polisler sabaha kadar orada kal - mışlar ve ancak ortalık ağardıktan sonra nvrode bulunduklarını anlamış-İbüyük bir muhabbet beslediği! Mlardır. Bundan sonra başlarına ge - uz? Her bulduğu- nu, her keşfettiğini söyler bir ada - ma benzemiyor. Benim ona ilima - Öım var, — Lâkin Gernikonun nasıl kaçı - rıldığına dair bir iz bile olsun bula- Mmadı, Kapıcı da bir şey görememiş. - Peki amma, haksızlık ediyarsu- muz. Kapıcıyı siz karakola gönder - İmediriz miydi? - Olsun. Asansör de işlemiyordu. Bu takdirde, kızıl sal adam Ger- nikoyu omuzunda indirmiş demek- tir. Hiç kimse görmez olur mu? Ge- ce yarısı bile olsa, insan sokaklarda, sırtında bir yaralı ile dolaşır da gö- rülmez mi? — Lâkin... belki arka kapıdan içıktı ve orada bekliyen bir ntamobi- le koyarak gölürdi Enkarnasyon istimdad eden göz - Jerle Senter'e baklı : — Yoksa, dedi, o öldü mü? Söy yiniz bana. Cevap veriniz, öldü mü, yaşıyor mu? Senter başını salladı: — Kimse bu hususta bir çşey söye liyemez, O kadar karışık bir iş ki.. Sarışın kadınlarıteshif eden haydut lenleri anlalarak haydudun araf || masına başlânmış ise de ne ve ne de olomobili bulamamışt!f- | Polisler bütün günü başlarına fg İDen gülünç vak'ayı anlatmakla #f | çirmişler ve haydudun kendilerif İden daha mabir ve hilekâr oldul nu itiraftan çekinmemişlerdir. Derriek çok tehlikeli bir hayt” | olarak,tanınmıştır. Gayet şık ve *!w rif giyinir, çehrece sevimli bir dır. Bu sebeple kadınları çabuk ü hir etmeğe, onlarla dast olmağa ” | vaffak olur. 2 Geçenlerde genç ve güzel safif” bir kadını kaçırmıştı. Bu İd elyevm — mevkuftur. Hapish kendisini kaçıran hayduda ni F j tiraf etmektedir. İgelişi, atılan kurşun, kaybolan * İrab. sizin uğradığınız hücunü Gernikonun göğsündeki döğmel | Düşünceli, genç kadın tasdik — Evet, Bilhassa döğmeler. |sa cesedi, döğmeler için mi ka$ lar? n — Zannetmem Hem ne mür j bet. — Hatırlıyor musunuz? Döğ eebinden girdiği servetin net İdııgıııııı göstertyordu. Belki ont yeri söyletmek için kaçırdılâr- Ca Hayır. Hayır, alımaz. | Semler münakaşa etmemek M böüyle söylüyordu. Müthiş bit uj' içinde idi. Münukaşayı kabul €7Ü y le erasen, Gernikonun hatıraSifllğp | yandırmakla elinden kaşırmış Öiğg | u fırsatı, büsbütün kaybetmiz caktı. Gernikonun hayali arslt iyine dikilmişti. Bununla bE' p igenç kadının sözlerini mantıkf duyordu. Evet. Yaralıyı bu 8€? kaçırmış olabilirlerdi. Acaba O gi beyçik bu moktayı düşünmü — ddi? (Devamı ©Y

Bu sayıdan diğer sayfalar: