*UT T ÇA KU A T RRE L a a a r a a aa “€—SONTELGRAF- 8 Ağustos 1937 Tafrika No: 37 Tercüme ve iktibas hakkı mahfurzdar Raconsuz işler namussuzluktur! “Çeşni değiştirmiye merakınız varsa, bende daha ne yağlı bıldırcınlar var!,, Olmaz olur mu?.. Onun şerefi- het — Haydi bir dat — Bu sefer hepimizin şerefine!, Yine Fatmanın sesi duyuldu Aliyel olsan, ya olsun!.. nlar boşandı, tekrar doldu, * boşandı ve Memo fincanı bo - dıktan sonra, yanında oturan Pembeye sarılarak yanaklarından Öptü. i, odada sonsuz bir zevk ve reye V üküm sürüyordu. Kızlar mü- temazdiyen şarkı söylüyor, kanto, karşılama oynuyorlardı. İlfet, oyun- da Pembenin yanında hafif ve ek - sik olmakla beraber, yine kusursuz eynuyor, iştahı kabartan — göbekler ordü. Arada, Falma ve klavuz kadı k birer lurla kızların oyunla: ik ediyorlardı. Heri ye neş'esi gel- mişti. le Hüseyinin... Pembe ile İffetin sesi, tatlı, cana yen-bir âhenk olmuştu. Bazan Hüseyin de kızlarla be Vet okumak istiyor, sarhoşlüğün diği hızla, dışarıdan seslerinin du - akrak sesleri arasında bi çatlak, musibet bir Je ir zurna gi yal oluyordi yinlerinde uğulduyor, Memonun t İeli sesi, âsabı tel tel ayırıyordu. Neş'e kıvamını bulmuştu. Kafalar H dumanlanmıştı. Şimdi iki ar- Pembe ile halvele çekilmek yorlardı. üyardu... üyordu ne yapayım diye... Hüseyin de düşünüyordu Düşünüyordu o da ne yapayım Giy Axr,ım da oluyardu. Güneş. hak- Küuran kafesinin pencerelerine kı « Zıl perdesini asmıştı çoktan... Momo, bir kaç fincant daha yüvar- hadıktan, bir kaç fincan da Pembeyo icirdikten sonra, dudaklarını, Çinge- Ko kızının kollarında gezdirmiye, kı- zan şuraşından, burasşından mezel:r almıya başladı. Pembeyi âdeta be - nimsemişti. Kendi mantığınca, arta- da iki kız vardı Pembe ve İflet!, Bunlardan birisi onun değil miy- di? Bir tanesi onun hakkına düşmü- yor muydu? İşte bü hakka, bu paya enerek Pembeyi seçmiş, ona e- sahüpetmişti. Her hangi bir umum- haneye gi karşısına kızlardan, günahkâr yosmalardan bir tanesini beğenip almıyacak mı: Ö? Burada da Pe beğenmiş isin içinden çıkmıştı. nbey isevin. ark Pembe ile fazla olâkadar ölmâsına çok sinir - lendi. Onun gözü de onda idi. Fa - | kat, bu sinirliliğini belli etmemek ve izzeti sine hürmet el- in, o da onunla meşgul olmiya, Pefif tettip yanaklarından öpmiv sıçlarını, k anı okşamıya baş dadı. Fincanları toküşturdu, mezeyi dü- oklarından aldı. x kadın, vaklin geç olduğu- no ile Hü - S- geyin, onun eline birer mecidiye kıştırdılar Beş dakika sor.ra, Momo da abdest bozmak bananesile odadan çıktı. Pem- be de kılavuz kadına bir mecidiy vererek gönlünü almış, odaya dönü- yordu Sofada Memo ile karşılaştı. Kı - mın olgün kalçaları, müştehi dudak- Isrı, dolgun vücudü. rakının verdiği neş'evle büsbütün mahmurlaşan göz- Jeri Memodaki ihtirası büsbütün art. terdı. Kırı kutakladı, boynuna sa - | rıldı, Pembe sordu: — Kendine gel.. Burası merdiven şeyler... dudaklarını, dudaklarında hissetti. Ve lâkırdısını bitiremedi Hüseyin, Memonun dışarıda fazla kalışından şüphelendi. Kalbindeki kaskançlık ateşleri kıvılcımlandı. 3u Bırada odaya giren Fatmaya sordu: çıkarılan | krüüşilee” bitiremedi; Vüemöndü. | nerede? Pembe hâlâ e ne konuşuyor? [ Arkadı |€ DZE — Peki ne yapıyorlar dışarıda? ene karısı gilti. | Kadın gülerek cevap ver Ağanın düğn dikiyor odada .. adı. Ses çıkarmadı. kurnaz davran » — Ne yapacaklar? s: kopmuş, Pe Hüseyin işler; Mermo ondan dah ilk hamleyi yapmış, oyunu zanmıştı. Hüseyin için artık yapı Cak bir şey kalmamıştı. Arkadaşının çıkardığı kadına kötü gözle bakmak, onunla yatmak, kül - habeyi raconuna aykırı şeylerdi. Ra- consuzluk yapanları mamussuz sa - yarlar, 1rz düşmanı telâkki eder - |lerdi. Hele bir kadını iki arkadaş birden |&iç alamaz; biri koynundan çıkınza, İheraen öteki koynuna giremez, bunu jbir midesizlikten ziyade ahlâksızlık (sayarlardı. Bu gibi hareketler, racan- İsuzluk olduğu kadar — kabadayılığa İsığmaz, kabadayılığa yakıştırılmaz - di | yulmasından çekinmiyerek bir şey * | der mırıldanıyorlar, ikisinin de ses « Bu sebeplen dölayıdır k Pernbenin, i, Hüseyin, koklamak hırsını kalbine gömdü. 1f- fetle daha fazla alâkadar olmıya baş- ladı. | Pembe ile Memo ha madılar. Sabahtanbe tten çıka » rakı içen Me- rehavettan İscnra, büsbütün pelteleşmi İvin sıcak göğsünde sıznış! ( Hüseyin de İlfetle halvete çekil- |diği zaman, yatsı yeni okunuyordu. | mdan kalan va- İkıyı temizlediler. Hattâ biraz daha Jaldırdılar... Öğleye kadar çaktılar. |Akılları başlarma geldi. mideleri dü- zeldi. Öğle yemeğini yedikten sonra, e halvete çekildiler. İkindiye ka- dar uyudular, eğlendiler. Evden çıkarlarken urluyor ve L memnun oldunuz deği Kızların ikisi de bıldırcın gi- Çeşni değiştirmiye merakınız varsa, daha güzel aynalı parçalar da belurum size... evi öğrendiniz ya? Ne z. Yal- Jnız bir gün evvelinden haber verin. | (Devamı var) 0, sinirlerine çöken ş, Pembe- Ertesi günü, &! Fatma onları diyordu ki: mi?. bidir. zeman isterseniz gelebil Tetrika No.: 32 (FELUCE) LİMANINDA | Sabah oluyor.. Sahile yaklaştılar.. Rüstem Diye mırıldandı Ve limana uzaktan şöyle bir göz |otarak Tuhaf şey! dedi - Bizimkilerin benden önce gelmesi lâzımdı. Ge - miler meydanda yok. | Jüzetta sordu : — Onların senden önce gelecekle- Tni nereden biliyarsun? — Ben onlardan ayrıldıktan sonra (Issız ada) arkasında on İki saat eğ- lendim. Onların'clbette benden on iki saat evvel buraya gelmeleri 1â- | di — Belki başka bir limana uğramış- lardır. — Mümkün değil. Seyahatimize İburadan başladık.. burada bitecekti. Yavaş yavaş limana girdiler. Sahilde dolaşan bir kaç Arap ka- yıkcısı Rüstemin gemisimi görünce: — Hoş geldin, karabatak! | Diye bağrışarak gemiyi karşıladı - lar. Cezayir kıyılarında sıkca tesa - |düf edilen (karabatak kuşları) mı, sa- 'hildeki Araplar, Türk körsanlarırın |bu kıyılara yerleştiği tarihten sonra , |tonumışlardı. çok defa sefere çıkıp -vaktinde dönme - diği için: arkasından öldü, diye aj lar.. fakat gün |kagelirdi. Ün birinde Rüstem çı- muhteris dudaklarından | — Beş on dakika sonra limana gi- | Manisa, 3 (Hususi) — Manisa de - İyince muhakkak ki, aklınıza bir züm- rüt deryası gelmelidir. Trenin daha yakınlaşmadan evvel başlıyan bağ- arı, tren Manisadan uzaklaşip da gözden kayboluncıya ©der. Bu yoşillik içinde yaşamamak âdeta bir talihsizliktir. Bir insan, yazın en civcivli zama- nında ve bil vaktinde kendini bu üzüm yurdundaki neş'eli- ler arasında görmekle bahtiyarlığın en büyüğüne erişmiş olur. MANİSADA HÜKÜMET İŞLERİ Manisada hükümet işleri terakki- İye doğru dev adımlarile yürümekte- İdir. Değerli vali Lütfi Kırdar, mera- ssa Üzüm Teketin ber İşile yakından alâkadar jolmakta ve memleket işlerile candan bir istekle çalışmaktadır. Geçen yıl küçük olan Halkevi büyütülmüş ve |güzelleştirilmiştir. Belediye işleri, vilâyet işlerinden seviyede yürümekledir. Şehrin geniş caddeleri günden güne çoğalmakta ve güzelliği artmaktadır. Belediye, halkın sıhhatile de pek fazla alâka - dar olduğu için sokakları günde bir kaç kere sulatmaktadır. KÜLTÜR İŞLERİ Memlekette kültür işleri de fazla ilerlemekle beraber halk, bir liseve Ççok ihtiyaç göstermektedir. Çünkü bu şirin vilâyetin dokuz, on tane ilk- mektebi ve bir tane de örtamektebi alduğu halde maatteessüf lisesi yok- İtur. Bunun kan gençler liseyi okumâak için mut- laka İzmir veya İstanbula gitmekte- dir. Çok sevinçle haber aldığımıza ve, Kültür. Bakanlığı, yıl için burada bir lise açmıya karar n ortamekleplen çı « önümüzdeki Rüstem, Feluce limanına gırdıgı zaman Murat ' reis henüz seferden dönmemişti. kadar devam | aşağı kalmamakta ve iki iş de ayni | yazan M Büleymen Çeren — (Anadoludan Son Telgrafa VESRARENGİZ Manisa, bu güzel ve ISTANBUILl zengin toprak.. Manisanın umum? manzarası ıvurmı;iır. Bu haberi halk büyük hir sevinçle karşılamaktadır. 'TARİHİ YERLER Baştan aşağı tarih olan bu yurt, ihi kıymeti haiz bir çok eserlere iptir. Bilhassa Manisa camilerile meşhür olmu ur. Ufak bir yer ol « Jenasına rağmen otuzdan fazla camti vardır. Bunların en güzeli, şehrin |tam ottasına düşen ve mimar Sina- İnin yaptığı (Muradiye) camiidir. De- İğerli Türk mimarı burada da ken » İdini göstermiş ve bu şirin vilâyete |parlak bir hediye bırakmıştır. | ASKERİ GAZİNO Büyük bir gayret eseri olarak vü - .cude getirilen askeri gazino, halta- Wrun her cumartesi akşamı, memle - ketin münevver ve değerli kimsele- iıcnmn tanışma ve görüşmeleri için büyük bir vesile olmuştur. Cumarte- siden maada her akşam askeri ban- do Tümen bahçesinde bir saal kadar çalarak etralı neş'elere boğmaktadır. Hulâsa, Manisanın her yeri bir cen- İzet ve her yeri bir neş'e kaynağı... Şeyh Sayit büyük kayanın arkasındaki sarayindan İimana bakıyordu., | Tıpkı karabatak kuşları gibi. Onlar da suya veyahut bir batak- lığa dalıp uzun müddet çıkmazlardı. İnsan bu kuşların gördükce: |: — İşte battılar.. bir daha çıkmaya- klar, Diye hükmeder, arkalarından - cınır.. suya dalışlarını fakat umulmuyan bir zamanda karabataklar battıkları yenden tek- rar silkinip çıkıverirlerdi. Kayıkcılar Rüstemin gemisine bak- tılar.. Büyük, arka kasarası yüksek, top- iarı yeni, güvertesi geniş ve uzun bir gemi.. Halbuki, Rüstemin eski gemisi çok küçük ve eski bir tekneden ibaretli. | AA AYA Z > SŞT AĞ Süleymanın Sarayında — KU deedsnn ZT e 'Tefrika No: 133 YS o arasında kimleri BİR SARI ÇİÇEK. VE BİR KADEH ŞARAP üküm alan kadehlere şarap yordu. Odanın her sarı çiçeklerle bezenmişti. 'Tamara, hükümdarın çok sevdiği sarı elbisesini giymiş, sarı saçlarını omuzuna dökmüştü. Konuşmiya başladılar — Dört aydanberi (yaşayan ölü - ler) arasında nasıl oturdun, Tama- ra? Ben seni bu kadar tahammüllü bir kadın sanmazdım! — Siz emrettiniz. tim.. şka ne yapabilir Affed. tahammül et- eceğini umuy |dun?. — Evet, Her gün bekl İÇünkü suçum yoktu. Beni er fedeceğinizi biliyordum. — Ben (yaşayan ölüler) arasına sülan bir kadını hiç bir zaman a mezdim. Babam da böyle yapardı. Verilen cezaları affetmek, o0 insını tekrar ayni suçu İşlemiye teşvik — |der. ordum. eç öf rak kabul ederdim. Fakat, her za - man iddia ederim ki, benim bir gü- nahim yoktur. Beni çekemiyenlerin iftirasına uğradım.. beni bu kuyuya düşürenler, elbette - bugün değilse yarın - cezalarını çekeceklerdir. — Yaşayan ölüler arasında kim - lerle görüştün.. Istırapları dinmemiş kimseler var mı orada? — Sağımdi ve solumdaki hücre- lerde oturanlardan başka kimseyi tanımadım, mellâ! Zindancılar hiç 1 biribirile görüştürmüyorlar. Araplar hayretle geminin baş tara- fina sokuldular, Sordular: — Murat reis nerede? — O, benden önce yola çıkmıştı. Belki başka bir limana uğramıştır. Bugün yarın gelir. — Bu gemiyi nereden buldun, ka- rabatak? — Venediklilerle çarpıştık.. harbi kazandık.. onlardan aldık. Ve göğsünü kabartarak ilâve etti: — Bir tane değil. Hele arkadan ge- lecekleri görün! Jüzetta, geminin sancak direği di- binde ayakta duruyordu.. Gemicilerden birine sordu: — Bu köye kim karışır..? Gemici omuzlarını kaldırarak, ga- rip bir tavırla cevap vedi: — Türk gemicilerinin bulunduğu yere Türklerden başka kim karışır?! Sonra birdenbire genç kızın yüzü- ne bakarak gülümsedi: — Etrafta bir Arap kabilesi var am-! ma.. onların reisi de bizim dostumuz- dur. Nerede oturur o reis..? Genğci elile bir tepeyi gösterdi: AAA feti | — Suçum olsaydı, bunu doğru ola- | KIZLARI ŞEALERMAŞ Yazan: M llecdo! Tunçer Süleyman, Tamaraya (Yaşıyan ölüler) gördüğünü sordu. (©O:- İki mustarip kadın tanıyorum, dedi. riş duğum zaman |nuttum!» dedi Doğru söylemiş. (Büyük ma - bed) in temelleri atıldığı yıl göz den düşmüştü o. Eskiden çok g |bir kızdı.. - Hâlâ güzel, mellâ! Hâl rinin içi parlıyor. Fakat, sade yüzü ve gözleri güzel Ya vücudü?. Cenaze gibi zayıl ve kuru-Ke- Ti çıkmış meydana. Ayakta du- ramuyor. — Zavallı Hazer.. — Suçu ne idi, mellâ? — Sana söylemedi mi? — Hayır. Kimse ile konuşmuyar ki, — Sana anlatm lüzüm yok. Kadehleri başalttılar. Süleyman gülerek sordu: — Öteki hücrede kim yatıyordu! 'Tamara içini çekti: — O büsbütün yürekler acısıdır, mell: hiç tahammül edemezdim. Bir ah adını sordum: «Ben adsız bir kadınım!» dedi. Çok muztaripti. Ona zindancılar: «Adıtıt unutan kadın!» diyorlar. — Kaç yaşında var? | — Kırk yaşlarında. zindancının jbiri onu bir gün bana göstererek : «on beş yıldır burada çile dolduru- r. Bak ta ibret &l'» dedi. Onu gö- Yılımı, gönümü u- sa, öğrenmene rünce korktum.. titredim, Hâlâ ha- 4 tırladıkça tüylerim ürperiyar. Süleyman sakalını kaşıdı — Adsız kadın.. adsız kadın. hah, şimdi buldum. Esmer, uzun boylu bir kadın değil mi? Evot, Fakat, uzun yıllardanberi güneş görmediği için olacak, benzi balmumu gibi sararmış. Sabaha ka- — Başka bir şey söylemiyor mu — Bir gün: «Süleyman beni dizi- İnin dibinde uyutur ve bana - senden ölünceye kadar ayrılmıyacağım! - derdi. İnsanın sözünde durmasına hü- kümdar ve peygamber olması da kâfi gelmiyor!» dedi. (Devamı var) — Şu karşıki büyük kayanın ar- kasında kabilesile beraber oturur. — Çadırda mı.? Kabile efradı çadırlarda, Fakat İ|kendisi bjr hükümi rayında oturur.. haremağası, cariye- leri ve bir çok memurları vardır. — Çok zengin demek?!.. — Zengin demek de lâf mı? Bütün İçöl onundur. — Çocukları yok mu bu kabile re- isinin? — Bir kızı ve bir öğlü var, — Evli mi bunlar? — Oğlu evlidir. Kızına gı Gemici önüne bakıyordu. Jüzetta: — Noye ce ne olmu: Gemici sıkılarak devam etti: — Şeyh Salt kızını Murat Reise vermek niyetindedir — Murat Reis evli değil mi? — Evli amma.. Araplarda bir kaç ikadın almak değildir. Eğer Mu- rat Reis söz verirse, kabile reisi kızı- ni Murada vorecek, — Muradın k — Hayır. — Ya şeyhin kızı..? — Ona hiç diyecek yok, Bir kere sahile indi.. yüzüne bakamadık.. göz- lerimiz kamaştı. — Ne diyorsun? O kadar güzel de- |mek?! lince, ustun? dedi- kızına gelin- güzel mi? — Gökten yere düşmüş bir yıl - dız.. parlak gözlerinin tçtne hiç kim- se bakamaz. Eğer Murat Reis onu &- lırsa bu havaliye sultan ( İ (Devamı mv) İ