4*-SONTELGRAF — 16 Haziran 1937 -Almanya Çekoslovakyaya karşı olan tehditkâr va- ziyetini asla değiştirmemiştir Bütün gayretler Yugoslavyayı kendi tarafına çekerek küçük itilâfın göğsünde bir yara açmaktır Fakat Yugoslavyanın, tatlı dillere kapılarak, eâkı çlqştlarını feda edeceği zannedilemez! — Belgrad - Berlin siyasetinin asıl mihverini ithalât ve ihracât Belgradda meclti binası | Bisü *damları takip ediyor. Devle ribirlerini görmek oradan oraya gidip geliyor. İn | Londeada toplanmış olan telif devletlerin hariciye nazırları, mem! ten sonra her h liyete gir z rinin, hariciye nazırları ziyaretlere çıklıkları gü Alman Milli Müdafaa nazırı Ma- reşal Blomberg'in seyahati bunla- rın başlangicı oldu. Blombergin se- yahatinden, İtalyadaki imubaların- dan, Roma gazetelerinin yazdıkla- rından, bu seyahatten bir netice çı- kıp çıkmadığından bir kaç günden- beri «Son Telgraf» ın bu sütunla - rında okuyucularımıza — malümat vermekten geri kalmadıik. Al - man Milli Müdafâa Nazırı henüz İ- talya ziyaretini bitirmeden Alman Hariciye Nazırı Fon Nöyrat da B: kanlarda bir seyahate çıktı. O seya- hatine devam ederken Lehistan dev- let reisi Bay Mosçiki de Bükreşe gi- derek Romanya Kralı ile görüştü. İşte bugün beynelmilel siyasi iş- Terle meşgul olan mehafili meşgul eden bu ziyaretlere dair Avrupanın en mühim gazetelerinde çıkan ma- lümatı «Son Telgraf> okuyucula - rına hul etmek istiyoruz. Ev - velâ Alman Hariciye Nazırının Bel- | grad seyahatine dair gerek Alman ve gerek Yugoslav gazeteleri hep bir ağızdan şöyle yazdılar: «Bu “zi- yaret n ket icabı olarak ya- pılmiş bir ettir. Yoksa Al - e Yugoslavya giyasetlerin- de mühim bir değişiklik yoktur.» Hattâ Almanların Beobachter gaze- tesi daha Heri giderek bu ziyarette hangi bir devletin men- unur bir cihet olmadı - Edebi Roman No: 28 Zekeriyya Sofrası Yazan: AKA Gündüz İ——— —| — Zaten önu da tanıman bir ha- [ ta ya, neyse,.. Fakat bu Vesika ha- numı hem başından, hem civarın- dan sav kızım. İşte o kadar! Yarı baba, yarı amca sıfatiyle söylüyo- rum, İtaatli göründüm. Fakat içimden kızdım. Yirmi ikisini aşmış bir kız her halde Fuat beyden akıl öğren- mez. Yirmi iki senelik dümdüz bir bayat, İstikamet yok, hedef yok, ideal yok, meşguliyet yok. En büyük günahımız yüzümüzde bir peçe, sırtımızda bir çarşaf olması, Bu iki şey bizi hayatın - doğru iğ- ri - her yolunda karşılayor. İş yol- ları bile kapalı. Peçe, sinema, roman, natırlı hamam, ev, esne- mek, dedikodu.. Bunlar yasak de- ğü. Bunlardan başka her şey gü- mah. Her şey ahlâksızlık. Memle- | Ben de ahlâk üzerinde titizim. Fa- b | | ğini, Almanya ve Yugoslavya gibi | iki dost devletin münasebetlerini kuvvetlendirmekten ibaret 'olduğu- Alman gazeteleri bilhassa iktı « sadi münasebatı ileri sürüyorlar. Diyorlar ki: Almanya, Yugoslay- yanın ihracatından yüzde yirmi “beş miktarını çekmektedir. Onun | in Yugoslavya ile Almanya ara - ndaki bu iktısadi münasebe' endirmek | he Alman — gaze - Berlin ile Bel - Egrad'ın münasebatı kuvvetlendik- çe ancak sülhun devamı için hiz » met edilmiş olur. Fakât Alman gazetelerinin bu sözleri, diğer komşuları tatmin et- mekten çok uzaktır. Şimdi de Fran- sız gazetelerinden alınan neticeye sız gözetelerinden alınan enticeye bakalım: Başta Tan gazetesi oldu- ğu halde Fransız gazeteleri, Alman- yanın ötedenberi Küçük İtilâf dev- letlerini biribirinden ayırmak iste- diğini, hele İtalya ile Almanya mü- nasebetleri bu kadar sıkı bir hal al- dıktan sonra, Berlin politikasının Küçük itilâfı bazmak hususundaki faaliyetinin daha kuvvetlendiğini ileri sürüyorlar. Hele İtalya ile Yu- goslavya srasında son defa hasıl olan anlaşmadan sonra İtalyan politika- ınan Belgradda tesir ve ehemmi - yeli arttığı, bu yüzden de Almanya- nın istifade edeceği çok söylenmiş- tir. Bir de Almanyanın Çekosla - vakyaya karşı olan tehditkâr vazi- yeti hiç değişmemiştir. Bütün bunlar böyle olmakla be- raber, Pransız gazeteleri diyorlar ki: İtalya tle Almanya arasındaki Berlin-Roma mihveri ne olursa ol- sun, Balkanlardaki Alman ve İtal- yan menfaatleri biribirine çok ay- kırıdır. Hem vaziyet de gitgide öy- le bir hal alacak ki, Yugoslavyada- ketin en sörbest düşünen, en eski inkılâpçısı Ali Fuat bey bile mora- list kesiliyor. Amma bir bakıma da hakkı var görünüyor, Benim i- yiliğim için olduğuna şüphe yok, kat bunun hududu ne? Serbest ha- yatla ahlâksızlığın nerede başla- yıp nerede ayrıldığı belli değ Paşa kızı ben, okumuş ben, terbi- yeli ve adlâklı ben... İşte o kadar.. Her iyi şey ben ve bende.. Neye yarar ki bahçedeki baldıran - gibi doöğdum, büyüdüm, — yaşıyorum. | Benim bu sıfatlarımın hayatta hiç bir değeri, faydası yok. Uzun bir | Sarık bezini burmuşlar, burmuş - lar da hayatın boğazına ilmikle - mişler, habire çekiyorlar, boğu - yorlar, Tevfik Fikzet aklıma gel - . işleri teşkil ki Alman Milli sosyalist faaliyeti yalnız Küçük İtilâf aleyhine çev - rilmiş olmakla kalmıyacaktır. Bel- gradda Alman nüfuzu arttıkça bun-| dan İtalya da endişe edecektir. Çünkü Alman nüfuzu Balkanlar- da İtalyann da aleyhine çevrilecek- tir. Alman Hariciye Nazırınm şe fine Belgradda verilen ziyafette söy- | lenen nutuklardan ise Almanyanı: Yugoslavyanın hal mâaksatlü şu veya bu olduğun beri söylene ge vetlendirecek bi ak mümkün d anda «Dostlarile an - şarak» bu gibi münaseh 1 olacağı devletlerle müm düğü kadar küvvotli bir * mesaiye lüzum olduğuna kanaa tirmiştir. Başvekil bundan sonra iktısadi sahalarda Almanya ile çalışmak lü- zumunu söylemiş, Alman Harici- ye Nazırı da ayni suretle fikrini i- leri sürmüştür. Yugoslavya hü - kümet reisi bu münasebatın mev- cut muâhedelere karşı gelen bir şey olmadığını söylemeyi ihmal et- memiştir. Yani Küçük İtilâf dev - letlerini tatmin etmek istemiştir. 'Tâ ki Berlin - Belgrad dostluğu « nun bu kadar ilerlemesinden on « lar endişe etmesinler diye ... Alman Hariciye Nazıri da bey « x etmektedir ilel sulhun devamına ve diğer devletlerle — dostluğa — ehemmiyet verir tarzda sözler söylemiştir. bu kabil Fakat diyeceksiniz ki, nutuklar her vakit söyle geri kalmaz. Acaba işle; he âlemdedir? Bu hususta biz yine Fransız mat- buatının fikrine müracast edece - ğiz, Küçük İtilâfin bozulmamasına san der kat eden Fransızlar, ce d tabildir ki, Almanşa İle Yuğos « lavya arasındaki dostluğun kuv - vetlenmesine hiç lâkayt kâlamâz - | lar. Fakat <Tans diyor ki | adda — söylenen den dünya efkârı u: | sa endişeye düşürecel -| | tur. Almar Nazırinın Yü mlarile mülâ » n Küçük ini ve Çe- vaziyetin tından, Yugo: £ debilin akyaya Biştirecek bir netice çıkması muh- temel görülmemektedir. Alman İariciye Nazırı Sofyaya da gitmiştir. Berlin - Sofya münase - batının da en ziyade iktısadi sa « hadaki ehemmiyetini göstermek i- çin şu nisbet zikredilmektedir: Bul- garistanın ihraçatından * her sene yüzde yetmiş beş miktarı Alman- de - k | yaya gitmektedir. Almanyanın Balkanlarda siyasi sahalarda eline şu son seyahatlerle bir şey geçip geçmediği lemin edil- tezse de her halde konuşmaların en mühim kısmı şu iktisa: lere münhasır kaldığı gö Berlinde zafer nişanest olarak duran Brondeburg kaptsı di: Bu memlekette de bir gün sa - bah olursa Halük... Bu'doğacak sabahı bir gök güne- şinden beklemek budalalıktır. Bir, yer güneşi istiyoruz. Öyle bir yer güneşi ki bütün varlığımızda, ben- liğimizde bir sabah yaratsın. Birçok, isimler gözlerimin ö - nünde kıvılcımlanıyor: Samsun.. Erzurum.. Sivas.. Ankara.. Ana - farta.. Yıldırım Orupu.. Mustafa Kemal. Acaba?. Acaba?, Mustafâ.. Ke - mal.. Bu memlekette de bir gün sabah olursa. Olur. mu? Olacak mı? Yapacak mı? İçimde bir sevinç Sihhatli bebeklerin sebepsiz sevinci-var Defol Vesika hanımefendi! De- folunuz vesikalı — hanımefendiler! Defolunuz burulmuş sarık bezleri! Dışartya gıkmak, kırlarda kaş- mak, kahkahalar atmak, yollarda hayatı henüz bilmiyen bebekleri öpmek istiyorum. Nereye gilmeli? Ağaçlar tomurcuklu, vişneler çi- | çek açtı. Hah! Aklıma geldi. Baba- | min hastalığı yüzünden Feridenin | nikâhına gidememiştim. Çalıkuşu- na giderim. Hem özür dilerim, hem akşama kadar gülerim. Yorulunce ya kadar yaya giderim, sonra bir çekçeğe binerim. Yolda şair Ahmet Haşimle kar- şılaştım. O, bana: — Bugün ne kadar pembesiniz Maviş hanıfemendi, dedi, ben ona: | — Sizi görür görmez içime bir sevinç doldu da ondan. Dedim, o, bana: — BSizin için (Karanfil) adında bir şiir yazdım. Dedi, ben, ona: — Şimdi istemiyorum, onu bana karanfiller açınca bir ateşten ka- ranfille beraber gönderiniz. Dedim, o, bana: ü yalnız siz anlıyorsunuz, ölümümden sonra da başkaları an- yacaklar. Dedi, ben, ona: — Bunu bir daha söylerseniz ka- ranfilleri kaparır atarım! Dedim. Ayrıldık. Ahmet Haşi- mi seviyorum. Bir aşkla değil, bir .boynu bükülü kahveye düştü. | kaç hafta oldu. Cenazesini bile ta- | remiz! Erkeklerin arasına karışa » kti bırakalı iştihasile yiyor, i- , kır düşmüş çiyor, azılaş saçları bile kı imi yerinde, eh, işi de fena zelcene Fakat kadın hususunda talii yok çocuğun. Hangi kadına el atsa, & kasından bir numara çıkıyor ve za- vallı akan salyasile kalıyor. Kâç defa bir kuzu kadar masum- ları eline geçmişken bir ârkadaşı tebelleş ölup elinden almış, Şakire avucunu yalamak düşmüş. 'Tali zorla Şakiri haremağası e- | decek, ne denir? | Hattâ diyordu bir gün: — Yahu, kendi kendime kur yap- sam, beni elimden alacaklar, Ne | kör tali bu? Şakir, bu yazı Adada geçirmiye | karar verdi. Ve bizi giderken, tes- tiyi kırmadan adamakıllı haşladı: — Görünüz, âliliniz, sakatınız | bile bana misafir gelmiye kalkma- | sın. Vallahi kovarım. Hiç olmazsa bir sefercik rüşlümü denememe müssade ediniz! Şimdi gel de bu çocuğa acıma bakalım? Tam bir ây sonra biça- Te Şakir yine süt dökmüş kedi gibi yine — Ne © yahu, Şakir? Daha göçle- rin arkası alınmadan, daha — kel felli yaz girmeden seni hangi rüz- gâr attı Adadan? Biz sorduk amma, pişman da ol- madık değil: O koca, dağlar gibi Şakir, latijlokum gibi yumuşamış, nazlı çocuklar gibi dokunsan ağlı- yacak halde.. — Arkadaşlar, dedi, bana kör, t pal, kambur, sakat; ne olursa olsun, fakat, kadın olsun. birini bulun ve beni evlendirin. Yoksa vallı metle, bir küçük kızkardeş hürmetile seviyorum. Çünkü c da beni anlıyor, çünkü o da beni ayni derin duygu ile seviyor. Ölecek - miş! Niçin ölsün! O öleceğine ne kadar Ali Kemaller varsa, onlar ölsünler! Öyle amma, yine bunlar ölüyor- lar. Ömer Seyfettini — gömeli kip edemedik, mezarının başına bi- le gidip gömülürken ağlıyamadık. Neden? Neden clacak? Biz nâmah- mayız! Dirilerimizin önünde gül < mek haram! Ölülerimizin ardın - da ağlâamak haram! Ali Canibin (Şark) ını mırıldana mırıldana yü- Tüyorum: Daldım göründe vehm uyuyan sus- muş ufkuna kanmadın mı asırlarca uykuna? Hölâ huşua kubbeler en hisli bir penah Hâlâ minarelerde tevekkül diyen bir ah Ey Şark! — HIİKAYE Yazan: Burhan Cevti Dikişçi kızın Babasız cocu Çh tel lah, tallah Almanyaya gidip b eti m kendimi. inCi trtlk * öteli var ya, onun ik enize karşı bir oda t > var ha. Yanıbaşımıda a ıyor- Ne mız zamöl da biribirimize bak iliklerine kadar sırsıklam olmuf tazı gibi titreme geliyordu banâ Yemekte yanında yer aldım, En çük fırsatta birinci sınıf bir güf Sibi hizmetine cen attım. Betlli ' londa yanında oturdum. meşgul. Bu, muhakkak. Fakât, lerinde bir vaad, bir ümit, bİf. " ni şu esnafın yüzünü güldüret lış veriş müjdesi yoktu. Ha gayret Şakir, ha gayret şir kir dedim, yüzdün, kuyruğuna tirdin. Bir akşam kulağımı bayanın Oük duvarına dayadım, dinledim. — yapıyor bu kız içerde yapn)""”’ caba? l — Şakir, benim fakir bir kif T duğumu bilse yüzüme bile maz, Bu cümleyi birkaç defa tektif © den kızın sesi, sevinçten Çi yardu beni, Dinliyorum, — ayaklı zıngır titriyor. Nefesim dü samıyorum, Çok şükür sigaray? rakmışım, Yoksa duvara Yapk bir. sümüklüböcek kabuğü donüp kalacaktım. Devam ediyo! — Ne zamandanberi onunla mg_ gulüm. Terbiyeli, nazik, tatl Ö genç. Fakat onunla benim arafl dağlar kadar fark var. O: Z€f bil- ! (Decamt 6 ıncı soyfetA X ykadı Hölâ saçaklarında güler b:: vi sokak” a Kİ çürü ses Hölâ beşik gıcırtısı, hâlâ © wf'g,, Yükselmiyen — tezarruun ug'“ Sor! Hayye alelfelâhını gökler i"'yu! et d işle' Sönsün semalarında sükün İ Üler Hülâ köpek eninleri serpe” Hâlâ hurafeler yaşatır. hef Dönsün zeminlerinde d€ Üt 2 ğurit Diz çökmesin sağır GÖĞt Ülgeuti yelâ Z Her zülmü, kalırı m::#';:"v,w Şerk Ey Şark uyan yeter 1:':;:,'"&' Yoğurtçu küprüaünün “;:"ı Reşat Nuriye rnmlwu sının izmariti yine & yapt © Koltuğunda hkür temar (Devett Yaksın bütün ufukları artık