No. 39 KANUNİ SÜLEYMAN Yazan : Nedim Refik E ğer yabancı iseniz,beraberarkadaşlık edelim.Ben Istanbul'un can sıkmıyacak yerlerini bilirim Parhalı bunları söyleyen adama baktı. Onu dinlemek mi, savmak mı lâzım geldiğini düşündü Parhalı derhal kendisini bir ge - mici kıyaletine sokarak: — Biraz, dedi, limandaki «d larla konuşayım. Kızı buradan baş. ka bir yere götürmek lâzım olursa vasıta hazır olmalı, Parhalı işini bitü kapıdan kenc nha bir yerdi. * Vakit akşam olüyordu. Deniz kenarına toplanmış denizci esrafının arasına daldığı zaman ee peyce dt geçmişti. Parhalı 'na- zarı dikkati celbetmeden gözlerile bir takım adamları aradı. Fakat bu- Tamadığı anlaşılıyordu: — Neaksi iş, dedi, Venedikli gel- memiş.. Venedikli dediği adam Tacı Ci- hanı sakladıkları yerin sahibi idi ki, İstanbulda ticaret bahanesile ka- lır ve kendi gemisile Venediğe gi- der, gelir, para kazanmak için hiç L bir şeyden kaçınmaz bir adamdı. Ali Şavkat ile Parhalı bu adamı bul-| muşlar, ona büyük menfaatler va- dederek Venediklilere casusluk yap- mayı taahhüt etmişlerdi. Parhalı şimdi onunla iki üç ke- lime konuşacaktı. Çok değil.. fa- kat adam görünmüyordu. Halbuki, ekseriya bu saatlerde buralarda bu- lunurdu; diye düşünen Hindli göz- lorini kalabalığın arasında dolaştı- rirken yanına birisi sokuldu: — Yabancısın, değil mi?.. dedi, birisini arıyorsan bulalım.. Parhalı — birdenbire irkilmişti. Çünkü zihni meşgul olduğu için az çok dalgın görünüyordu. Fakat ken- dini toplayarak: — Evet.. dedi, yabancıyım. Fakat pek de değil. Çünkü az çok türkçe biliyorum. İstanbula birinci defa gelişim değil. — Çok iyi.. Eğer yabancı iseniz diyecektim, beraber arkadaşlık ede- lim. Ben İstarbulun can sıkmıya - cak yerlerini de bilirim. Parhalı karşısında bunları söy - liyen adama baktı. Bu genç yaşta, zeki gözlü, dakat üstü başı pis ol- mamakla beraber çok eski görünen bir adamdı, Parhalı onu savmak mı, yoksa dinlemek mi lâzım oldu- ğuünu iyice keşlirememişti ki, mu- hatabı gülerek — Ben, dedi, sana lâzım olurum. Kimi arıyorsan beraber - bulalım. Fakat Parhalının canı sıkılmış - € ufak bir dişöri attı. Burası ti — Hayır, dedi, aradığımı ben kendim bulurum. Lâzim değil.. Hızlı adımlarla yanından ayrıldı. Genç adamdan uzaklaşırken onun kahkaha ile güldüğünü işitti. Aca- ba kendisile mi eğleniyordu?.. Maa- mafih Hintli böyle şeylere ehemmi- yet verecek hide değildi. Bir müddet sonra aradığı Vene- dikliye rastgeldi. İkisi kısa - birer selâmdan sonra yavaşça konuşmu- ya başlamışlardı. Parhalı dedi ki: — Bizim için yolculuk çıkarsa hemen gemiyi hazır bulabilir mi - yiz?.. Karşısındaki yusyuvarlak bir a- damdı. Yaşı ilerde olmakla bera- ber cesaret ve cüret istiyen işlerden büyük bir zevk aldığı anlaşılan bir adamdı — Ben, dedi, gemici oldukça her wakit gemi hazırdı. Bu sözleri düşünetek, a - ğur, ağır söylüyordu. İkisi de türk. çeyi kolay, düzgün konuşacak hal- de değildi. Maamafih Venedikli da- ha evvel İstanbula gelmişti. Lâkin Parhalı ile diğer (Kali) evlâtları kadar buranın dilini bir an evvel öğrenmeyi merak etmemişti. Par- btlri — Ben sana haber veririm, de - di, Venedikliden ayrıldı. Fakat ay- rılirken aralarında bir işaret geçti. Venedikli elini başına doğru götü- rerek yüzünün etrafında bir daire Çizer gibi bir işaret yapmıştı. Par- balı başile tasdik etti. Bundan son- ra ayrıldılar, Fakat Parhalı ile Venedikli ay- rılalı çok vakit göçmemişti ki, bi- raz evvel Hintlinin yanmma sokul - muş olan genç tokrar karşısına çıktı. Gülerek: — — Sen, dedi, çok yabancısın” Da- Hintlinin ) Bin şeyleri başkalarına söy ha buranın dilini iyi bilmiyorsun. Beni yanına al da senin anl Parhalı bu teklifi anlayınca gü mekten kendini alamadı: dedi,, benim dilimi bil- Benim dediğimi nasıl an- caksın ki, başkalarına da söy- liyecekâin?. | Senin dilin nedir bakalım?.. —| Ben Arabım. İskenderiyeden | | | | geldim. Sen Arapça bilir misin?. Canım sen beni yanına beğenmezsen o zaman söyle.. Parhalı karşısındakinin bu kadar ısrarından onun sarhoş bir adam | olduğuna hükmetmişti. Çünkü bu ısrara başka mânâ veremiyordu. | Genç adamı başından savmaktan | başka çare bulamadı. —- Sen, dedi, bana lâzim değilsin. Ben yarın öbür gün buradan gi- | deceğim. © zaman genç adam ona müânâli | bir bakışla buktu: — Evet, dedi, Venedikliye gemi sorarken ben de işittim. Parhalı buna hiç memnun ol - | madı, Fakat kendini bozmıyarak: | &l da Babmn ü a aei Haai aNi e öi üi ine hersaren — Tamam.. dedi, ben buradan Bideceğim. Ne yapalım? Ticaret bul adam kat'i bür sesle bu se- ç gülmiyerek: — Ey İskenderiyeden gelmn dam, dedi, sen beni yanına alı - yor musun, almıyot musun? Ben Benin işine çok yarıyacak bir a - damım.. dedi; Parhali gayet tabii ve oradan arlık ayrılmakta acele eder gibi: — Benim bir işim yok.. dedi, lâ- zım olursanı seni ararım. Sonra hızlı adımlarla uzaklaştı. Arkasından büyük bir kahka - ha koyuveren genç bağırdı: — Maymun herif.. işi yokmuş. Lâzım deği beni ararmış. Beni arıyacak olanı adam yerimi yurdumu sormaz mü? Bu yalanlara alışığım ben. berif tekinsiz değil. Ben senin pe- şini bırakmam.. sen görürsün.. sen #lbette bir gün yine Bilâl ile kar- şı karşıya gelirsii (Devama var) “ Hay,, ermenice “Er- meni,, demektir (5 inci sayfadan devam) [ sem, elli, belki de daha evvel... iş- | te ilk defa onların yanında sah - | neye çıktım. Kanto söylemek i- | çin değil. Bir (Sobert) rolü ver - | mişlerdi bana., o zaman (13) ya - şında idim. Bir sene kadar çalış - tım. Sonra baktım, kanto söyliyen, | sahnelerde oynıyan kızları halk da- ha fazla tutuyor, çocuktum, heve- | sim de vardı, hemen karar verdim onlar gibi — olmıya ve oldum. Be- ni bu İşe teşvik eden, kanlo söy - lemeyi, oynamanın usullerini gös- , teren olmadı. —Fakat sizin için Peruzun çırağı diyorlar. Ustanız, hocanız o imiş! — Hayır! Benim ustam, hocam falan yok. Ben her şeyi kendi ken- dime öğrendim. “Fasulyacıyanın kumpanyasının ayrıldıktan sonra kanto söylenilen ve ayak oyunları oynanılan yerlere devama başla - dıim, Peruzu, Küçük Eleniyi falan seyrettim. Kantoculuğa çok heve- sim olduğu için;işin inceliklerini ça- buk kavradım. Ve bir ay sonra Şehzadebaşında kantoya çıktım. Hiç sıkılmadım, kantolarımı serbest ser-, best söyledim, oyunlarımı oynadım. | Hem bilmem bunda sıkılacak ne var? Bilmem nereden hatırıma geldi. Eşkiden kanta söyliyen kadınla - rın hafiyelerden, tulumbacı reisle- tinden, mavunacılardan, köprü al- ti sâkinlerinden, kahveci çırakla- rından, mektepli efendilerden, gö - zü açılmamış miras yedilerden, pa- şazadelerden, —her sınıftan, — her milletten, velhasıl her çeşit in « sandan bir çok sevdalıları — vardı. Kız kantoya çıkıp ta mazlı nazlı kantosunu söyleyip kıvıra kıvı - TA göbek çalkalamıya başladı rm, bepsinin ağzının suyu akar, on * dan bir tifat bekleyip dururlardı. Bir gülüşe, bir iltifata nâil ola- mıyan bazan kadının arkasını ko- valar, üstünlü! başını paralardı. Da- ha evvelleri sahneye tabanca atan- lar, kurşun sıkanlar olduğunu, söy- Tiyenler hâlâ aramızda yaşamak - tadırlar. Kendisine böyle bir taarruza uğ. rayıp uğramadığını sorduğum za - man, Minyon gülerek cevap verdi: — Tabancalı, kurşunlu, bıçaklı taarruzlara hiç uğramadım. Uğra- dığım taarruzlar daima tatlı ta - arruzlardır: Tabanca yerine araba- ma şekerleme kutuları, ipekli men- diller, küçük ipek keselerde çil çil” altınlar atanlar çok oldu. Bizden evvel, Amelya ile büyük Eleniye bir kaç kere taarruz edip burun - larını kesmek istiyenler olmuş, fa- kat benim başımdan böyle şey - ler geçmedi. — Abdülhamid zamanında sizi jurnal eden oldu mu, zabtiye kapı- sına falan gittiniz mi hiç? — Bir kere... Bakınız o da nasıl oldu? Bir gece (Hımbıl havası) de- diğimiz bir kanto okuyordum. Bu- nun: Hay nare, nare, nare Başımız yandı nare! Diye bir de ara nağmesi vardı. Bir gün zabtiye nezareti memür - larından İncir köylü Ali bey gel- di; bana: — Zabtiye kapısından seni yorlar, hazırlan gidelim! dedi. Daireye gitliğimiz zaman, —Ali bey beni bir zabtiye çavuşuna tes- lim etti. Bir odaya koydular, Ak- şama kadar kaldım. Ne çağıran, ne arıyan, ne de bir sorgu soran ol - dü. Akşam ezanına yakın sivil bir adam geldi, beni aldı, bir arabaya koydu, doğru Mehterhaneye gö - türdü. Üstümü, her tataftmı arıya- rak kadınlar tarafına soktular. Bu- rada bir gece kaldım amma, sa - bahı nasıl ettiğimi ben bilirim. Er- tesi günü: — Haydi git! dediler. Ve beni serbest bıraktılar. Beni niçin tutmuşlardı? Niçin bir sorgu sormadan serbest bırakmışlar- dı?Bu şaşılacak bir şeydi.Nihayet bu bir gecelik hapsin neden ileri gel- diğini öğrendim: «Hay nare, nare, narel» ara nağ- meli kantoyu dinleyen hafiyelerden biri, zabtiye nazırına jurnallamış, İ ve benim Ermeni komitesine men- sup olduğumu da ilâve etmeyi u- nutmamış!.. Ve bu iddiasını ispat €tmek için de kantonun ara nağ- mesini İşhad ve tefsir etmiş'.. Kan- todaki «hay» kelimesi Ermenicede (Ermeni) mânâsına gelir, Knar) ise Arapça (ateş) demektir. «Be-, yit tahlil edilirse şu mânâ çıl Ermeniler Türklerin elinde mah- voluyor, yanıyor! Zabtiye nazırı almış fitili: — Vay! demiş, bir kantocu ka- rı Ermeni komitecisi?.. Yakalayın, getirin şu yılanı!.. Bereket versin Ali beye; işi ü- zerine almış, nazırı kandırmış, be- nim böyle şeylerle alâkam olmadı- Binı söylemiş. Eğer Ali beyin bu dostluğu, sahabeti olmasaydı, bil- mem halim ne olacaktı? Bayan Virjini yapayalnız yaşı -« yor. Şişlideki evinin getirdiği kira, sattığı arsaların parası, onu kim - seye muhtaç etmeden geçindiri - yor. Akrabası, çocukları olup ol - madığını sorduğum zaman, -bu es- ki kadınının gözlerinin içinde sı- cak bir ışık yandı ve sevinç dolu Bir sesle ve çabuk çabuk: —Çök şükür! dedi. düşmanla rım yok. M. SII'oyynın Çapan bir tavırla | mişim. Lâzım olursam | -i Arkadaşımın iOkuyucuıarıa Baş başa Tamir | Edilen “Saat | | Harbiyede oturan okuyucuları - | mızdan biri yazıyor: «Bozuk bir saatim vardı. Geçen Kün götürüp civardaki saatçilerden birine verdim. Zembereği karılmış | dedi. Yeni bir zemberek taktı. 65 kuruş da para istedi. Fakat taktığı zembereği, gözümün önünde, hur- da, eski bir saatten çıkardı, taktı. Numarası uygun mu idi, değil mi idi?.. Orasını Allah bilir. Ayni sa- | tı. Yine ayni saatçiye, ayni 1 götürmüştüm. O it de epeyce bir para vermiştim tçi | p bir vatandaş... Her seferinde | | bir daha bozulmiyacağını söylü - | yor. Halbuki yine kuruluyor. Zem- | berek kırılınca kabahat ssatin imiş | Saatçi böyle söylüyor. Fakat, kö- | tü. eski ve kullanılmış zembere - Bin taktığını söylemiyor. Ekseri saatçilerin, tamir için al- | dıkları saatleri yapmayıp - bilâkis | bozdukları hal karasında söylenir, durur. | Bizim saatçi de galiba öyl HİKÂYE 6 | | Metresi ( 4 Öncü sayfadan devam ) kalmadı; Nedimin anahtar tutan e- N havada kalmış, kapı açılmış, açı- lan kapının eşiğinde birdenbire şa- | şıran arkadaşı Cevadın - koskaca boyu görünmüştü... Nedim, birdenbire olduğu vaziyet-| te donmüş kalmıştı... Demek,.. De- mek... O da, seninle bana ha!,. | Diye belirsiz bir kaç söz kırın- tısı sahıverdikten sonra ayni halde eşikte mıhlanıp kalar arkadaşının Üstüne atılmış, boğazına sarılmıştı. Cevat, — arkadaşının — savletini | zorla menedebildi... Göğüs göğüse hasım bir vaziyette kalan iki arka- daşın sükütu uzun sürmedi, Cevat kekeler gibi söylendi: * — Pardon, Nedim, affet, o kadar atçiye, iki ay evvel ayni saati yine ! getirmiş, yine 80 kuruş para almış- | | masa bir türl Eski İstanbul! batakhaneleri: KUMAR.. İkinci kısım İstibdat devi in bu kötü ruhlu & memurları kasa hırsızlarına gwk yankesicilere paravanlık ede keselerini doldururlardı. Şimdi ne cevap verecekti? Üstünü aratsa bir türlü? Arat - yukarı baksa sakalı! İki cami ara- şırmış kalmıştı. Tereddütle geçirecek zamanı da yoktu. Ani bir karar vermezse bütün şüpheler üstünde — kâlacak, cevap vermemekle, hırsızlığı ka- bul etmiş olacaktı. Asabi bir hareket göstererek, i- şi mugalâtaya dökmek iistedi. Na- sıl olsa, bu felâketten kurtulmanın otelcilerin, orada bulunanların kar- dilmemek için bir jest yapmak i - cap ediyordu. Bu düşünce ile yaralı adamın teklifine karşı gülerek şu ceva - bı verdi: — Bu salâhiyeti kimden aldınız? Madem ki benden şüphe ediyorsu - anlaşılır. Bu şekilde bir teklifte bulun - masının ikinci sebebi de, karakola medhettin ki, ufacık Merakıma mağlüp oldum! emin ol ki... | Neğim. Cevadın devam etme - sine meydan vermedi: Şapkasını başına, anahtarını cebine koydu, ve merdivenlerden ters yüzüne indi; yürüdü gitti... * O gün bugündür Nedimin dos - | tundan, metresinden, karısından | bahsettiğini ne duyan oldu ne işi- ten!... Körler ölülerin Gözlerinden İstifade ediyorlar | (5'inci sayfadan drcam) mahdut vak'alarda mümkündür. Profesör Filatov'a gelince, mu - malleyh, körlere, ölülerin gözleri içinden alınmış karniyei lâmia a- şılıyarak - iyiletmektedir. Profesör kör gözde & milimetrelik ufak bir delik açarak berrak karniyei lâ - miadan bir parça akıtmakta; bir kaç günlük dahi olsa gene yaşa - makta olan göz içinde yerleşen ve organizm ile birleşen bu mayi ber- raklığını muhafaza ederek yaşa - yan fakat kör olan gözü gördür - mektedir. Profesör Filatov'un tesbit etti - ğine göre, bir kadavradan alıman karniyei lümla yaşayan bir İnsan- dan alınandan daha ziyade müessir- dir. Zira, gene Profesöre göre, ya- şayan maddenin şahsiyeti, orijinal husutiyetleri, üzerine aşılanan mad- de ile mücadele etmektedir; halbu- Ki ölü maddede bu mevcut değil - dir, böyle bir maddede yalnız ha- yati kabiliyetler kalmakta ve bun- lar da derhal öteki nesiç üzerine intibak jle neşvünemaya başla - maktadır. Tefessüh etmemiş — bir kadavradan alınan karniyei Tâmia, benliğini ve yabancı nesiçlerle blo- şimik imtizaçsızlıklarını kaybet - miş, fakat yaşayan ve yaşatabilen | bir nesiçtir ve bundan dolayı kör | | gözün karniyei lümiasını şetfaf - | Jaştırmakta ve kör göze nur ve- | rebilmektedir. atmak ümidini beslemesinden ile- ri geliyordu. Fakat işin sonu ümtid ettiği gibi çıkmadı. Hep birden ka- rakola gitmek üzere ötelden çı - karlarken yaralı adam (R.) nin ar- kasını bir dakika yalnız birakmadı. Yolda rastgeldiği bekçiye: — Bu âdam benim - cüzdanımı çaldı, kaçırma, belki cüzdanı yol- da bir tarafa atar, buna da iyice dikkat et! Diyerek, (R.) nin hazırladığı /kEDkAA vbdaDAANamdamsamt aa azmadAk hi ü dümenımtdemansadade aç ayaANaNaHüNENEEEHENE HS aNi ea aü asanmnanaznan eudNAANiNanmra nn |Güzel olmak Kadar kolay Şey yok ( 5 inci sayfadan devcm ) der, bir defa buna ne lüzum var? Kendisini rahatsız hisseden bir ka- dın, ilk merhalede cazibesinden bir çok şeyler kaybetmiş bir kadındır. Rahat bir kadınla rahatsız bir ka- dının halini düşünün! Onun için hiç bir kadına mak - yajda ileri gitmesini tavsiye ede - mem. Benim saçlarım eski rengini &1 - dı. Çünkü ben eski devirlerdeki kadınların takip ettikleri usulleri takip ediyorum. Biliyor musunuz ne yapıyorum? Yağ kullanıyorum, parafın yağı' Litrelerle kullanıyorum. Bu ya- ğın akşamleyin yapılan masaja o kadar yardımı oluyor kâ... Parafin yağı, diğer bütün yağ - lardan ziyade cildin mesamatına en ziyade nüfuz eden bir yağdır. Derinin kirlerini en ziyade tard eden odur. Yalnız bu yağı cildin mesamatında bir müddet bırakmak Kizımdır. Yirmi dakika, yahut ya- rım saat... Yani yatmazdan evvel, tuvalelinizi değiştirmek için geçe- cek vakit... Fakat ondan sonra da çehredeki bu yağı iyice silmek ve temizlemek Tâzımdır. Yağlı bir maddeyi bütün Bgece cildin içinde muhafaza etmek kadar kötü bir şey olamaz. Sonra ben bu yağdan mebzul | Mmikdarda İçerim. Dışarıdan ve içe- riden bunun kadar iyi bir tedavi usulü tasavvur edemiyorum. Bir faydası da ucuz oluşudur, San'atta olduğu gibi, yalnız san- Aşağı baksa bıyığlı, | sında kalmış binamazlar gibi, şa - | âmkânı yoktu. Fakat hiç olmazsa, | şısında rezil olmamak, feşhir e - | nuz, karakola gidelim, orada her şey giderlerken yolda cüzdanı bir tarafa - * Yazan: M. S. ÇAPAN rek ve plânı suya düşürecek m# | tibat almaktan geri kalı M Karakolda, kısmı adli 97P (p ) yapılan araştırmada rul*'"'.) hin üstünden çıkınca, OtE t elile istavroz işareti yapill — Mega! dedi, Sen bif P olasın* İşte bunu ııdll“’d':"; imit etmezdim. Ka yavrun ğ böye S D | ihtiyacın vardı ki senin, | nabetlik işler yapoorsun!- Polisin biri atıldı: 'e — Yeni tanıyorsun? W*M geç kalmışsın! Otelcilerin onu bilmiyen yoktur, ayol'- & Otel sahibi ikinci defa, el”? " sünün üstünde bir iştavr0f yaptıktan sonra: ye — Anloorum, ınlwum!“a: 0 | bu cenabet kumar _yüıundf”:’ r binlerce sarı garı carım altiBİM” | racıklar bitince bu işe Düi 6” | Otelci kumar aleyhinde P y makla beraber, kendisi de o_Y:ı’n » talarındandı Beyoğlunun bÜT . marhanelerine girer, çıkaf, pe” rimlerde zar sallar dururdüu: nunla beraber: — Enayi! — Kapalı göz! Bir oyuncu değildi. da dalma: — Avanta! P xKo : X | —— Kaşkariko! Tarafına kaçanlardan SüRÜL y kı almayı ihmal etmezdi: © Öyek fih bu dereceyi bulmadan yay ” kendisi de epeyce bir paârf betmişti. , (R.) ile kumarhanelerdt mış olmakla beraber, üğini, yüksek bir alleye duğunu, iyi tahsil yaptığın! lenlerdendi. * Cürmü meşhud aşıri üvwğl retini mucip olduğu İsİ Üü ” ertesi günü Beyoğluna M:ı"_w t tün kumarhaneleri dolaştı. | yif teni anlattı. Ve işte (R-) W ğ hirsiz olduğu bu. süretle j di. y (R.) nin Galata mzııerın:l"pg— rinde yaptığı şu numara katen enteşesandır! Abdülhamid devrinde, V yf da hursızlık geniş bir $t tı. Baştakiler, kelli felli b0 ç y ler, paşalar, ricali mülkiy? eti miye nasıl avuç avuç ç.:,ı#' vet alıyorsa, bir takım M ipsiz sapsız takımları d8 yankt yola yaparak, ev mrlf"' 'f' sicilik yaparak çalıy0f © kaldırıyordu. Papelcilik! Dızdızcılık! Kaldırımcılık! Şehirde bir salı ediyordu. — Zabıta ne yıpıvo"d':ı Kâye mi soruyorsunu”” Hiç! Her at K | gin hallad? atte mi, her şeyde oldul zellikte de, mümkün © tasarrufa dikkat elme Fakat bir kadına hati vermek neye kendi tabiatine, bün” giden güzellik — vasi! kendisi keşfeder. Başkâlit y siyelerine ihtiyacı YoKti bir defa aynaya ş ve sebatın muci: kani olsun, y