6 --SONTELGRAF — 2 Mayıs 1937 No. 7 e KANUNİ SÜLEYMAN Yazan: Nedim Refik Deem Padişah, bahadır sahibi, yor gunluk veren kayıt- lara bağlı olnlı ğarak kabul edecekti Bahadır sahip İstanbula geldi geleli ilk defa olarak gemi- sinden dışarıya çıkıyordu — Ben seni yorgun diye yanımızdan uzak. laştırdım ki, bir şeyler VA PA öğrenesin diye. Hiç kimse ÖYU ile bir şey konuşama. din mi?, — Yalnız yemişler, şer« betler.. Ondan sonra bir çok siyah köle, hiç biri lâkırdı etmiyor, İkide bir — 'Türkçe bilmediklerine çok |Ş hayflanır giti işaretler 5 ederek çı'cıyorlar. Canım çok sıkıldı. Bir aralık he- men bulunduğum yerden fırlayarak geminin her | tarafını dolaşayım, araş- tırayım diye düşündüm, fakat bunu doğru büle madim, — Bununla beraber her şeyi öğreniriz. Bu adam Sultan Süleyman buzu. * zuna çıkmak iztiyor. Ona söyliyecek bir şeyi var. miş, Başka kimseye söye lemiyor. İşte hiç olmazsa ( ; bonu öğrendik. Bu ge. c.ki gezintimiz de böyle F—> olsun., Kayıkçı gülerek tasdik etti: — Ben seni yorgun diye yanımız- dan uzaklaştırdım ki, bir şeyler öğ- rvenesin diye. Hiç kimse ile bir şey konuşamadın mı?, — Yalnız yemişler, şetbetler... Ondan sonra bir çok siyah köle hiç biri lâkırdı etmiyor. İkide bir türkçe bilmediklerine çok hayfla - mor gibi işaretler ederek çıkıyor - lar, Canım çok sıkıldı. Bir armik hemen bulunduğum yerden fırla - yarak geminin her tarafını dola - şayım, araştırayım diye düşün » düm, fakat bunu doğru bulma « dim. — Bununla beraber her şeyi öğ- reniriz. Bu adam Sultan Süley » man huzuruna çıkmak istiyor. Ona söyliyecek bir şeyi varmış. Başka kimseye söylemiyor. İşte hiç ol - mazsa bunu öğrendik.. Bu geceki gezintimiz de böyle olsun. Kayıkçı gülerek tasdik etti: —Evet.. dünyanın en görülmemiş yemişlerini, en uzak memleket « lerin şerbetlerini getirip ikram et- tiler. Hiç olmazsa bu kârımız var, Kayık sarayburnu civarına gel - mişti. Sahilde bir yere yanaşlılar, İkisi de çıktı. Kayıkçı kayığını ka- raya çekti. Bu sırada karanlıktan bir kaç adam çıktı. Fakat kayıkçı onlardan birine bir şey söyledi. Hepsi çekildi. Kayıkçı ile yolcusu karanlıkta' kayboldular.. * Bahadır Sahip Cenk misafirler gittikten sonra kölesine emretti: — Git Yakubu çağır.. Köle gitti, çok geçmeden yakı- Şiklı bir genç İle beraber geldi. E- fendisinin işaretile köle gene çekil- di. İkisi geminin salonunda yalnız kaldılar. Yaşlı adam dedi ki: — Bu ziyaretçiler için ne diyor- sun?.. — Siz benden daha iyi bilirsiniz, Her hâlde bunların geldiğıine mem- mun oldunuz. — Pek de değil. Çünkü ben padi- şah ile görüşmek istiyorum, Bura- da kaldığım her gün ise bu tasav- vurumda muvaffakiyetsizliğimi gös- teriyor. Yalnız onun tarafından gel- miş bir zatâ ısrar ettim, Bu istiha- Sonra kendi kendine söyleniz gibi: — Hi çbir şey kederimi hafifle- temez. Adının Yakup olduğunu öğren - diğimiz genç adam ayakta duru « yor, önüne bakıyordu. Birdenbire yaşlı adam ona sordu: — Acaba şimdi sağ mıdır? Yok- sa öldürdüler mi?. Yakup bir şey söylemek vaziyetinde kalan bir a- damdı: « — Hayır, dedi, sağdır. Sizden bü- yük bir para koparmak istedikleri için onu sağ ve salim muhafaza e- I*M Eski istanbuldan bir görünüş — Yakup.. Sen Canberdi Gazali. nin isyanında onunla berâberdin. Her şey mahvolmuş, kimseden are tik yardım gelmek ümidi kalma » muşt. Sultan Süleymanın ordusu için böyle isyanların hiç bir ehem- miyeti yoktu. Ne olduysa Gazalt Beye oldu. Suriyede bir saltanat kurmak sevdasına kapılan bu bed- baht başını da bu uğurda uçurttu. Sen de onunla beraberdin. Fakat kurtulabildin. Olanca cesaretini topladın, kaçabildin. Ben seninle Berutta buluştum deği mi?.. — Evet efendim. — Senin için oralarda dolaşmak çok tehlikeli idi. Ferhat paşanın e- Hne geçseydin Gazalinin en ileri gelen yardımcılarından biri diye hemen seni de... — Evet, evet... Hemen ben de bu dünyaya veda ederdim, — Bereket versin ki, senin gibi genç, cesur bir delikanlıdan çok şey beklenir; senin gibi bir adamın ya- pacak bir çok işi vardır. Beruta ka- çarak canını kurtarmışlır. İyi bir tesadüf olarak ben de oradaydım. Sen bana geldin, her şeyi söyledin. —E":ı—ğ;âı—ıâiren Yavrular ” — (Sinci soyfadan devam) hünde birer küçük sandık taşıyan sakat bir çocuk, gazete satan bir arkadaştı. Bir hilkat garibesi gibi bir şey- di bu yavru! Haşarı müvezzilerden biri, boru Bibi yaptığı blr gazeteyi bir zurna Bgibi üflüyor, öteden bir başkası: — Saferime maşallah! Küçüğüme maşallah! Diye tutturduğu mânâsız sözlere şakrak bir şarkı ahengi uydura « rak, küçüğü oynatmıya savaşıyor- lardı. Bu cici abhenk devam eder - ken, küçüğe yaklaştım, adınt sor- dum: — Safer! dedi. Fatihte Sarıgüzelde oturan bu yavru da bu yarım, sakat ve ma- Jül vücudile çalışarak — kazandığı 20 - 25 kuruşla anasına, babasına bakıyordu. Bunlar, bu yavrular, kimsesiz midir, himayesiz midir?Hayır kim- sesiz değildir bu çocuklar.Bunlar bir ulusun yavrularıdır.Bir cemiye- tin çocuklarıdır bunlar, Fakat onlar,| bir cemiyetin, bir ulusun çocukları, yavruları olduklarını, cemiyetten bir şey istemek hakları olduğunu bilmiyarlar, ' Ve bunu bilmeden, zavallı, biçare, talisiz ve yoksul hayatlarının yükünü, zayıf, kud - retsiz, kuvvetsiz omuzlarında ta - goyorlar. Bir kayrabur gibi sırtla - y » var SAAT — Sana sığınacak bir yer gösterdim. Seni beraberime aldım, buraya ge- tirdim. Burada padişaha aflettir « mek ümidim çok kuvvetlidir. Fa- kat burada seni göten misafirler elbette meark etmiş olacaklar, Dik- kat etmedin mi?. — Evet. burada türkçe bilen bir adamın bulunmasına hayret etmek- ten kendilerini alamadılar. Sim benim için bir şey söylemediler mi?, — Hayır.. Bu merak ve tecessüs göstermek olurdu ki, kibar Türk misafirlerim buna tenezzül etme- diler, Ben de senden behsetmeyi pa- dişahın huzuruna sakladım. Genç adam asıl söylemek istedi. ği noktaya temas ederek dedi ki: — Ben size yemin ettim. Rodos şövalyelerinin eline geçen kızınızı kurtarmak için ö raşacağım. Buna ahde — İyli söylüyorsun oğlum. Fakat yalnız senin cesaret ve fedakârlı- ğin buna kâfi değildir. sonra derin derin içini çekti, ilâve etti: — Buna olsa olsa ancak Sultan Sü- leyman muktedir olabilir!. O Sul- tan Süleyman ki, kendisine yalvar- mıya geldik. Rodosu şövalyelerden kurtarsın, benim yavrumu da bana werdirsin. Ben daha evvel gelerek Yavuz Sultan Selimden bunu istis yecektim. Fakat Yavuzün vefati haberi geldi. Bir zaman bekledim, Yeni padişaha dair malümat toplı- yarak nasıl bir genç olduğunu öğ- rendim. Babasının başaramadığı işleri tamamlıyacak bir padişah ol- duğuna kanaat getirdim de buraya geldim. — Öğrendiğiniz şeyler aksi çıksay- dı ne yapacaktınız?.. Meselâ genç padişahın yalnız kendi zevk ve eğ- lTencesile meşgul bir adam olarak fütuhat sevdasında olmadığını öğ- renseydiniz ne yapacaktınız?.. — O zaman iş başka türlü olur- du. O zaman derdimin çaresini hı- ristiyan âleminde arar, malik ol- duğum cesim servet sayesinde bir çok kapıları açtırır, kizimı kurta « zırdım. Fakat intikamım alınmış olmazdı, Takip ettiğim emel, kızı- min göz yaşlarından duyduğum &- emın İntikamını almaktır. Bunu ise alsa alsa ancak Türkler alabilir. 'Türkler Rodosu alırlarsa benim de intikamım alınmış olur. (Devamı var) Üait ai Okuyucularla Baş başa Evkaf Müdürlüğünün Dikkatnazarına Üsküdarda Selimiyede oturan o- kuyucularımızdan İsmail imzasile bir mektup aldık. Mektupta Se - llmiye Harmam sokağı 48 numaralı bir dükkân ve arsanın Evkafa ait bir yer olduğu haber verilmekte- dir, Mektubun sonunda, mevzuu « bahsolan bu yerlerin ihaleye kon- ması da istenmektedir. Bize gön- derilen mektupta, fazla bir tafsilât yoktur. Binaenaleyh meselenin ma- hiyetini sarahatle anlıyamadık. Bu yerin Evkafa ait olduğu, şimdiye kadar bilinmiyor da, yeni mi ihbar ediliyor? Yoksa, Evkafa aittir de şimdiye kadar ihalesi mi yapılmı- yor. Yahut mesele bambaşka bir şekilde midir, bu noktaları bilmi- yoruz. Hâdisenin bizce vuzuh keş- betmiş tarafı olmadığı için, bize gönderilen mektubu kaydi ihti - yatla telükki ediyor ve alâkadar makamın, yani İstanbul Evkaf Mü- dürlüğünün usulen bir kere dikkat gözüne koyuyoruz. Bittabi, Evkaf ideresinin tetki. kinden sonra mesele anlaşılacak ve KN SĞEN lemEle yapı HİKÂYE Garip Hasan (4 üvcü sayfadan devam) bisine siliyordu. Kucağındaki Ş ya- şında kadar çocuk boyuna: Anmnemi isterim, annem, annem di- ye bağızıyordu. Karşı minderde sekseni geçmiş bir ihtiyar; ellerini kaldırmış; Allahım, vatan uğrunda bir çok çocuklarımı seve seve kay- bettim, son kalan Alimi de yine bu uğurda yolladım, Aliciğim gelince ne demeli Allahım. Ah yavrum, ge- linim, diyordu ve bu yaştan sonra bu yavrunun feryadını mı görecek- tim, sıra benimdi büyük tanrım. Diyor ve senelerin yükü ve acısile beyazlaşan gür sakalını sonsuz göz yaşları ıslatıyordu. İşte ilâhi bir kudret, bir mucize arlık bu pize elini uzatmıştı. Te- essürünü zaptedemiyen Recep oda- ya daldı ve doğru ihtiyara yaklaşa- rak; baba ne ağlıyorsun, derdini söyle hele belki deva buluruz, de « di. İhtiyar bir an şaşalar gibi oldu ve kısaca: gelininin öldüğünü ve bir istiyeceği varsa bemen söyle - . mesini diliyordu. Recep: Baba, dedi, bu kadar ke- derlenme, Sana Allah gelinini göne derirse bana ne verirsin, dedi. İhtiyar: Evlât, dedi. Bu yaştan sonra maytap etme, Yaşım sekseni geçti. Ne istersen veririm, diyordu. Recep kat'i bir tavırla; baba tan- rı sana acıdı, çabuk gelininin urba- larını ver, sana getireceğim, dedl Ümitsiz bir vaziyatte, son eşyasını da ölünün istirahatı ruhu maksa- dile vereceğini söyliyerek kalktı ve bir bohça derunundaki ölünün urbalarını verdi. Recep hemen ur- baları alarak odadan fırladı ve ka- piya gelerek kadına uzattı: Al bacı biz ötede arkamızı dönüyoruz, gi- yin, beraberce girelim, dedi. Biraz sonra damın küçük odası önünde idiler. Bir feryat ve çığlık... Evlâdım, ciğer parem yavrum. Allahım ne büyüksün, bana gelinimi bağışla- dın, yarabbi rüya mı görüyorum... Recep, Veli bu manzara karşısında dona kalmışlar ve ne maksatla bu köye ve şu odacığa girerek neler yapacaklardı. Halbu ki, tanrı on- lara ne vazile vermişli. İkisi de bu hâdiseye şaşmakla beraber kalben de seviniyorlardı. Karşılarında iki “3htiyer - ve bir çocuk, tekrar dirilen bir ölü sanki bir tek kalb gibi çare pan kalblerilâ biribirlerine sarıl « mış, bu sevinçlerini nasıl izhar e- deceklerini bilmiyorlardı. Kendine gelir gibi olan Garip Hasan dayı bir irkilâdi ve hemen yandaki odaya koştu. Biraz sonra elinde 3 okkalık kadar bir torba ile içeri giriyordu. Veli ile Recebe dönerek: Evlât « lar, dedi; bütün hayatım, servetim yavrularım içindi. Senelerce di« dindim, çobanlıktan itibaren çalı« şarak şu gördüğünüz serveti elde etlim, Fakat şunu yine vatan uğ- runda harp eden evlâtlarıma yol: hyacaktım, lükin düşmandan ka çırıp götüremedim. Bir kısmını da yine onlara götürmek üzere varın alın hepsini, size teslim ediyorum. Helâl olsun, dedi. Ben bundan son- ra parayı ne yapacağım, dedi ve Recebin eline göz kamaştırıcı ser. veti tutuşturdu. Biribirlerine hâlâ sarmaş dolaş almuş olan bizim dirilen ölü ve Ga- Tip Hasan Dayının kadını nine, ço- cuk hiç bir işin farkında değiller. di. Recep bunlara dönerek: — Bacılar, Hasan baba oturun, dedi ve bir büyücek eleği de orta- ya tersine koydu. Elindeki keseyi birden boşalttı. Baba: şu avuçladığım parça se- nhdlr İhüyır halinde sana dâzım- Bı:ı bu da senin hakkındır. Yav- Tünün da büyümesli için lâzımdır. Nine: bu da senin. Bir avuç da kendilerine ayırdı ve ihtiyara dönerek: Hasan baba; he- Iâ1 edersen bu da bizim olsun, İşte bu paranın yarısından — fazlasını mukaddes İstiklâl savaşında döğü- şen kahraman oğlun Arslan All- nin ve arkadaşlarınındır. Al bunu sakla, 2 gün sonra biz haber ulatı- Tız. Kuvveyi milliyeden gelip ala- caklar, Zaten biz de onlara para bulmak — için çalışıyoruz. Hem de — hainlik edenleri — buluyo. ruz. Düşman hakkında haber ileti- yoruz. Sen bizim de babamızsın. Dört oğlunu aziz vatan savaşların- da kaybetlin. Unutma ki, biz ön- ların akan kanları namına yemin ettik, Hain ayakları burada kırıp moezar yapacağız. Var olsun vatan.. Var olsun Türkiye ve Türk.. Var olsun ulu Gazi.. Haydi lıqp kal Iıüı- ıhı. bacı.. | ) —— Eski İstanbul batakhaneleri? ” KUMAR.. İkinci kısım Petko trişörlüğüne rağmen, karesii oyuncunun yerden kâğıtlarla yaptığı floş ruvayyali medi, 240 lira rest verdi. 4 lerde isvoli çekmiye, bu suretle pa- ra kazanmıya başladı. Ve nihayet © kadar tanındı, o kadar malüm bir adam oldu ki, artık onunla kimse oyun oynamamıya başladılar. Ebedi boykot! Ebedi boykot, açlık ve mahru - miyet Petkoyu büsbütün çileden çıkardı. Asabi buhranlar geçirdi. Ağzından köpükler geldi, Deli oldu, Tımarhaneyo koydular, — Epey müddet orada kaldı, iyileşir gibi oldu, kendisini taburcu etmeden tımarhaneden kaçtı, yine sürün- dü, aç kaldı, yoksul bir hayat ge- gçirdi. Rakı bulamadığı günler is- pirto içti. Ve bu defa, frengi büs- bütün beynine vurdu, aklını ta - mamen kaybetti ve sefalet içinde öldü. Petko çok san'atkâr bir isvolici olmakla beraber, ayni zamanda ku- marbazların: — Enayi! Dedikleri zümredendi. O, kurnaz bir enayi idi. Aptal bir trişördü o! Trişörün aptalı, kurnazın enayi- si olur mu? Filhakika, herkes trişörleri ta « “ün gibi, veba Bibi, kolera — gibi müthiş bir şey farzeder, Öyle sayar trişörleri! Halkın ve hepimizin: — Kumarbaz mı? Şerrine lânet! — Kumar hırsızı mı? Köküne kib- rit suyu! Dediğimiz insan müsveddelerinin de, bazan hakikaten enayileri 0- lur. İşte, Petko da bu: — Enayi açıkgöz! lerden biri idi. İsvoli çekmekte çok usta, çak kuvvetli olmasına rağmen, yalnız hilenin bu şeklini bilir, öyle montaj, kapak, şu ve bu gibi işlerden ka- tiyyen anlamazdı. O kadar ki, ken- di masasında hırsızlık yapan o e yuncuları görmez, fark bile etmez- di. Hattâ bu budalalığı, görmemez!i. ği yüzünden mütarekenin son sene- lerinde Kadıköyünde Kuşdili si « nemasının üstündeki gazinoda po- ker oynarken bir karede, 140 li » ralık bir: — Pot! bile kaybetti. Nasıl oldu bu iş? Anlatayım: Petkonun isvoliciliğinden istifa- de etmek, Kadıköyündeki bir kaç paralı oyuncuyu temizletmek is « tiyen, Kadıköyünün kurnaz oyun- cularından biri, bir gün Petkoyu yanına alır ve Kuşdilinde sinema- nın üstündeki kahveye götürdü. Kare kuruldu, oyuncuların ara - sında, kahvenin sahibi de vardı. Fakat, onun yapılacak işten habe- ri vardı. Hattâ, Petkoya, oyun oy- namak için, sermaye veren de o İdi. Kahvede fişle poker oynamak teh- Hikeli olduğu için, hesaplar tabe « lâye yazılıyordu. Tabelâyı yazan oyuncu atik, yani: — Ale votur! Oynuyor, kendi hesabıni yaz - mıyordu. Ve bu oyuncu karenin en paralı oyuncusu idi. İlk seans hafif geçti. İkinci se- ansta, herkes biribirinin oyununu anladığı için: — Biğfler! — Restler! Biribirini takip etmiye başladı. Petko, kâğıtlar sirkaflı olduğu 1- çin bütün ustalığı ile isvoli çeki - / yor, ortadan, alttan -böyle bir kâğıt Yazanı M. S.ÇAPAN' -0 seçe seçe gör dı alarak kazanıyordu. Ve oadf tığı hileleri kimse Gi du. Hilekârlığını bilen ki le... Bir aralık, kâğıtları dül kendi eline: — Ful as!.. Aldı, tabelâda resti çok Ber oyuncuya da: — Ful ruat., Verdi! Açtılar, Görenler oldu üvertürü! Rölans yapıldı. S Petko sür rölâns etti. GöMÜ dü, kaçan kağıtları açtı © ve nihayet iş: — Rest! Tere kadar dayandı! Petkonun resti (240) yira F dı. Bütün oyuncular kaçmift ği nız tabelâyı tutan ve ale yotif G niyan oyuncu, elindeki atmamıştı. O, daha başt? oyuna girmemiş: « Rölâns! — Sür rölüns! Ca Yapılırken ve kâğıtlardat ÖğÜ — tirilirken, ortaya atılan Ki dan istediklerini seçmiş, © kâğıtlarla birleştirerek bir” — Floş ruvayyal! gi Yapınıştı. Fakat Fetko T farkında olmadığı için: — Rest! Çektiği zaman, öteki 09" ellerinden kâğıtları atıp, ları hâlde, tabelâcının elif Bitları atmayıp tutmi şündüğüne hamletmiş, birtf — | kemişti. A Aradan bir kaç saniye halde, yine bir ses çıkm TW sefor sormıya mecbur oldu: — Siz gördünüz mü testli Tabelâ tutan oyuncu W'* medi, hafifçe gülümsedi. teki oyuncular, kendisinif ki kâğıtların içinden pirint lar gibi istediği kâğıdı SE$T ğını görmüşlerdi. Bunu $7 | yalnız Petko idi. a Petkonun sualine cevaP ,j için, öteki oyuncuların Ki vaziyet alacaklarını anlanı” zımdı. e Bunu anlamak ister gibi. lerine baktı. Birisi dedi ki: — Ne duruyorsun, li kâğıt varsa, hemen IJ Bir başkası da: — Bunda düşünecek b*# her halden yerden kötü Bi iyi kâğıt seçtin. Durmü cevabını ver! Petko az Türkçe ııııdiliı İi nuşulan lâflardan bir yor, önünde kâğıt hâlâ 0"* Tiyordu. Nihayet, bu !ışvxkkh;ç y şısında ale vou oynıyan — Peki gördüm! Diye cevap verdi. Petko; kazanacağındağ larak elindeki kâğıtları — Bende ful as! dedi. Öteki de: — Beride floş ruva. — Benim kâğıtlar & Diyerek, kupa k rüvayyal açtı. Petko — hırsından Şaşırdı : — Floş ruvayyal! d Gükidün çıkmıştı. Ö dağıtırken karşısın! de ne otd'ülmu wl!'“' Resti (hun Ş e var TÇ # srrr — a » elinde İi ları dağıtırken floş ğini görmemişti. ha Y İTerxrsrrmr. TLE EZEL Pssrsws