12 Nisan 1937 Tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 6

12 Nisan 1937 tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

3 -8so Üç komita Eski İstanbul batakhaneleri: —| KUMAR.. — YaZzan: M. S.ÇAPA İki İnsan — | Yerebatan İOkuyucularla | ı: BK |Bas başa lı Makedonya komita- (4 üncd sayfadan devam ) D ei ri ş etmesine nn sınız, Ön- kinci kısı -07 bazden Bit gördüğü zaman yü » z gemi yeptırd kökile - bif cı arı a—ras'n a yı zün. alılır, burnunu tırmalar, bir Levhası BII' gem Y.P'İ K .y"k Ha pare top dizdim taze soğanı, Mısır d8” irısından hesapsız gülle - Sivrisinek oynar kılıç kalkanı! gözünü başından fırlatır! İ — Oskar, bir diş hamlesile on- | ların bel kemiklerini kırar, ankaz- —- 40 -— Okuyucularla — 1 Sultanahmette oturan Nurl Ali #mzalı bir okuyucumuz yazıyor: (Bulgaristanın Karadeniz sahilindeki Burgaz şehri ve Hmanı) Bu memlekette yaşayan Türkler modern mektepleri ve cemiyetleri ile yüksek bir seviyeye ulaşmışlardı. Komitacılık 2ihaiyeti, bu kasaba- da yaşayan Türkleri de perişan etti. Muallim ve münevverlerden bire çokları anayurda göç ettiler, bir kaçı da hapishanelere atıldılar. Milânof, cebindeki kapaklı saati | çıkardı, baktı, sartık'ikiye gelmiş» dedikten sonra, saat kapaklarının içini açarak bana uzattı, burada, genç bir kadın iİle kadının dizine yaslı küçük bir kızın resmi yapış- tırılmıştı: — İşte, dedi, bunlar, ah.. Bunlar.. Şenelerdenberi bunlar için ağlıyo- rum. Bunlar için, memleket, mem- Jeket dolaşıyor, avunacak tesele li, göz yaşlarımı silecek müşfik bit el &rıyorum.. Bunlar için başımda- ki saçlar bir gecede ağardı, bir göl- ge gibi elimde kalan şu gördüğün resimdeki iki i kalbimin ü rine bir merhem Senelerdenberi onlı likte daraban ediyorlar, Ben onları arıyorum. Ahhh kızım ve sevgili karıcığım.. Zavallı Milânof için için ağlı « yordu. Komitacılığın şenaatine kur- ban olan yüksek kalbli bu babanın karşısında benim gözlerim de ya - şarır gibi oluyordu. Fakat, vaziye- ti kurtarmak için, masanın köşe - sindeki elektrik ziline parmağımı bastım ve garsona: — Bize iki bira daha veriniz.. Dedim. * Bulgaristanın münevver Türk genç. lerinden — anayurda göç ederek Ankarada vazife almış bir grup Garsonun gelip gitmesile söz söyleyip cevap alması masa etra - fındaki boğucu havayı değiştirmiş- g. Milânof; — Ben dâha fazla devam ede - miyeceğim. Sen benim dert orta- #am oldun, facianın mabadini y: rın sabah konuşuruz.. Olmaz mı? Dedi. Yatağımın içinde <Allah herkesi görülmedik belâlardan — saklasın», diycrek gözlerimi yumdum., Benim Tırnavoya geldiğimi, her neredense Gğrenen Tırnova muallimi Bay Sa- Yazan: Sofyadık! (Deliorman) gözetesi sahlp ve başmuhariri U Refik ertesi sabah beni derin uykumdan uyandırdı. Oturduk. Gö- rüştük. Milânof, büyük bir nezaketle ya- nuruza gelip oturdu ve Salih Res fik ile de tanıştı.. Türklere karşı büyük merbutiyet gösteren bu zat, 'Türk milletinin büyük basletlerin- deş de bahsediyordu. Salih Refik mektepteki vazilesine gittikten sonra biz Milânofla ta- raçadaki masamıza tekrar yerleş- tik ve konuşup dertleşmiye başla dik. İcinde yanan babalık âteşi bu zavallı adamı bir tek dakikâ bile yakmadan durmuyordu. Parmakları, yeleğinin sol tara « fında ve kalbinin üzerindeki cep- te duran saatte dolaşıyördü. Sik sık saati çıkarıp kapaklarını açi« yor, karısı ile kızının fotoğrafla « Tm, yzüne, gözüne sürüyor, derin derin baktıktan sonra, içten gelen bir inleme ile başını yan tarafa eğiyordu. Komitalardar çektiğimiz cefa Tarın bir kısmını, ben de Milânof'a bir sırasını getirip anlatmıştım: O, tekrar söze başladı ve: *> Generalin tabutunu meb'us. Tarla, kollarında siyah matem tül- bentleri taşıyan büyük rütbeli za- bitler taşıyorlardı. Ağır ağır kili- seve doğru gelen cenaze alayına, bütün ministirlerle muhalif ve mu vafık belli başlı parti şefleri, mü- tekaid generaller iştiriâk etmişler- di. En önde Sofya metropolidi İs- tefan bulunduğu halde, asker? bir mızıka ağır matem havaları çalı- yordu. Tabut kilisenin ortasındaki boşluğa konmuştu. Generalin yakın dostlarından bir kaç kişi mütevef- fan.n meziyetleri hakkımda SöÖZ Söy- lerserken, dışarıdan ve içeriden bir suikaste maruz kalınmaması için po'is, zabit ve askerler kilisenin et. rafını kordon altına almışlardı. Sof- yanın belli başlı ailelerinden bir çox kimselerle birlikte kızım ve ka- rTımla ben, kilisenin içinde bir köşe- de ayak üzeri nutuklar dinlemiye başladık. Kilisenin dış kapısında bir bareket oldu: Kral geliyor, dedi - ler. Tam bu esnada İdi ki, bir müyon şimşek birden çakar gibi, cebennemi bir görültü ile kilisee nin davanındaki dinamit makine- leri tepemizde patladı. Yüzlerce (Devamı var- Bulgaristandaki Türk gençleri, okumak, öğreamek merakile birlikte Musiki ılırm Ççok ehemmiyet veriyorlardı.. fakat.. ne yazık ki, komita.- bu güzel teşebbüsleri perişan ettiler.. Komitaları imha eden Köse İvanof hükümetinin, orada kalan Türk gençlerine yeniden çalışma serbestisi vererek medenileşmeleri busu göstereceğini beklemek hakkımızdır, sunda kelaylıklar | karı banyoda M.Necmeddin Dellorman | Sen de Zouzouyu tavan arasına ka- | patırsın! larını duvardan aşağı yuvarlar, her hilde Zouzounuzun Gikkat etmesi gerek! — Ve eğer Oskar, ona musallat olursa, size evvelâdan söyliyebili- rim ki duvardan atılan yine ken- disl olur. — Bu şerait altında biz şimdiden | bu işi kırmakla daha iyi etmiş olu« TUZ. — Nasıl hoşünuza giderse, Maamafih bu kızgınlık no birine ne de diğerine uygun gelmedi. Ro- geti — Bence müsavi, bu iki hayvan yüzünden bu raddeye gelirsek, di- ye kekelerken Denise de: — Biribirlerini karşılaştırmama- h. Nasıl olsa büyük bir apartıman tutecak vasıtalara mâlikiz. Ben Os- muhafaza — ederim. Diye bir hal çaresi buldu. ... Böylece evlendiler. Aradan üç ay, gayet iyi geçti. Roger'in hem- şiresi Zouzou'yu muhafaza eder - ken Denise'in ebeveyni Oskar'a ih- timam ederlerken devriğlem seya- hati yaptılar. Sonra dönünce, a « partımana yerleşir yerleşmez bir mesele meydana - çıktı. Denis'e banyo Oskar için küçük görünü « yordu. Hayvan linoleum üzerinde gezinmekle üşüyecekti. Diğer ta « raftan Röger tavan arasının kuzee ye müteveccih olduğunu, halbuki Zouzou'nun güneşten hoşlandığını can sıkıntısile ilâve etti. — Maamafih bir kedinin hatırı için de naklimekân edilemez ya! — Ne de bir köpeğin ayakları yüzünden bir banyoya halı döşeti- lir! —A. Bak kurnaza., — Oh, zeki olduğumu iddia et miyorum. — Bereket versin.. Roger hırsla kapıyı çarparak çık- tı. Denise de göz yaşlarile köpe « ğini yıkamıya gitti. Öylece za « ğarını islatırken oda - hizmetçisi görleri evinden fırlamış geldi.. Zi. ra, Zouzou mahbesinde kendini 0- yalamak için genç kadının bir ipek gömleğini tırnaklarile parçalamış- ©. — Peki Bernadette mösyöye haber veririm. Fakat mösyö, Denis'in artık bir krizanteme benziyen bir gömleği elinde salladığı zaman banyoda u- nuttuğu pantüflerini aramıya git- ti. Onlarin da en mühim kısımları« nı Oskar kemirdiği için pek azı kalmıştı. Hırsla geri döndü: — Zannediyorum ki biribirimi- ze gıpta edecek halde değiliz! — Öskar daimâa terbiyeli bir kö- pok olmuştu. Bir müfsit, bir ahlâk sız gibi musmele edilmiye alışkın değil. — Zouzou'da her zaman istediği Bi'n dolaştı. — Dolaşsın! — Öğkar'ın onu boğması için de- ğil mi? — Benim köpeğim senin gibi ka- ba değil! — Benim kedim de bir çok in- sanlardan daha az vahşidir, — Mademki kedini benden çok seviyofsun. Onunla kal, ben gidi- yorum. Denise pür hiddet Orkar'ı düşünmeden çıktı, gitti. Roger de Zouzouyu tamamile u- nutarak fırlad. Eğer ev bu ise derhal bitirmeli idi. Bütün gün Bayzını yenemedi. Evvelâ Jokan fada bir şey beğenmedi. Sonra bü rösunda ortağını yersiz. müta - Tezlar, kaba dermeyanlarla taciz etti. Yalnız beşe doğru evine döh- menin en iyi olacağımı; valizini hazırlayıp Zouzouyu da bir sepet içinde götürmeyi düşündü. Allah bilir onu ne halde bulacaktı. Za - vallı hayvan.. Denise de bir tarafta, boş, mâ- nâsız, bedbaht bir günden sonra valizlerini yapmak ve köpeğini al. bırakınız, | Sarayının sokak içindek! eski tahta | kapısı ve yol Sultanahmetteki Yerebatan sa « rayını bilmiyen, tanımıyan var mıdır?. Şehrimize gelen seyyahla- rın da en ziyade gezdikleri yerler. den biri bu Yerebatan sarayıdır. Fakat, ne hikmettir, bilinmez. Ye- | rebata pildiği dar dair sarayı, asırlarca evvel ya- | bi duruyor. Galiba alâka- ki kapısına, catide üstündeki lev - hasma el sürmüyorlar, Yerebatan üzerindeki levhası kepazelikten başka bir kelime ile ifade edilmez. Bu levha, pencere - | leri camsız, çerçevesiz, eski, ahşap kara bir binanın üzerinde asılıdır. Fakat, levha uzun seneler, yağmu- | run, rüzgârmn tesirl İle o kadar es- kimiş, kirlenmiş ve yazıları silin » | miştir ki, burada bir levha bulu - nup bulunmadığını, iyice dikkat etmezseniz, fark edemezsiniz. Bu levha, bir yüz karasıdır, A- ca bunu kimse görmüyor mut, Dosta, düşmana karşı tarihi bir sa- rayın levhasının bu halda - oluşu, ne İle tefsir edilebilir?. Bu gibi iş- lere bakan makam, daire kimse, Tütfen, bu levhanın indirilmesini temin etmelidir. Eğer, buraya gü - zel bir levha yazdırıp astırma çin tahsisat yoksa, eski levha in sin, O da kâfi, . . .. Yeni bir dünya V4 üacü sayfadan devam | za< ihtiyatımız memleketi ancak 17 gün idare edebilir. Eğer biz gü- nün birinde açlıktan ölebilecek bir vaziyette bulunuyorsak, ne diye silâhlarımızı çağaltlmak için mil - yarlar sarfediyoruz? İngilterede harcadığımız erzakın yüzde 87 sini başka memleketler « den ithal ediyoruz. Bu miktarın an- cak yüzde on üçü memleket top « raklarından çıkıyor. Böyle bir va- ziyetlte te büyük bir tehlike içinde bulunduğumuzu anlamak için ke- hanet istemez.. Bütün bu mülâhazasir gösteri- yoc ki, 1933 de neticesiz kalmış ol- sa bile, nasılsa bir dünya iktisat konferansını toplamak — müyesser olmuştu. Fokat 1937 de böyle bir könferansı toplamak dahi mümkün olmayacaktır Ça mak için kendi kendine karar ver- di. Birdenbire evde nelerin geça: biteceği aklına geldi. Eğer bu pts kedi Oskar'ın gözünü çıkgrmak i- çin tavan arasından kaçmışsa.. Ah, Oskar'ı kör bulmaktansa Zouzou'yu parçalanmış görmeyı yüz defa tercih edecekti. Saat beşi beş geçe Denise kor- kudan kalbi çarparak apartımana girdi. Zouzou'nun bu kadar sevim- H ve nazik olmasına rağmen dört aylık müşterek hayattan sonra bo- şanmak.. Maamafih izzeti nefsi mu- kavemetini kırmıya, Oskar'ı ter - Kkermiye mânidi. — Dişlerini sıktı. Salonun camlı kapısımı açmak ü- zere elini uzattı. Bir el elini ya « kaladı. Roger'i götdü. Kocası tu üyordu. Bir ızlırap çek « inde kaldığı hissediliyordu. Denise bir şey söy- lemek istedi, Roger elini dudağına götürerek susmasını işaret etti. Sonra yavaşca pencerenin perde. sini kaldırdı. Salon gözüküyordu. Sölenun tam ortasında Oskar ku- Tulmuştu. Fakât yalnız değildi. Zou- 201 bacakları arasında yatmıştı. Ö- lü clarak değil.. Bilâkis bütün can. hlık, bütün ronronlarile beraber. Eir facia tasavvur eden sahiple- ri tarafından terkedilmiş olmak » Ja bu iki hayvan biribirilerinden fevl alâde hoşlanmışlardı. Denise huşkırıklarla ağlamıya başladı. Ro- ge onu kucaklıyarak kulağına e- Bildi: — Ah sevgilim, onlar bizden da- ha az aptal! diye fısıldadı. r, Sarayın tarihi kıyme- | tini bozmamak için, sokak içinde- Şökretli tambura ©e sar icrakür. larından Galetalı pehltvan Hikmet hapishane penceresinde Bay İbrahim, bunun önüne geç- mek için, bir kaç zaman vaziyeti tespitle meşgul oldu. İnzibatsızlı- ğan, nerelerden geldiğini anlıyarak tedbirlerini ona göre bazırladı ve ıslahata radikel bir surette buşla- dı. Pek at bir zaman içinde bütün hapishaneyi: — Mum! Gibi yaptı. Kumarı, esrarı, çalgılı gece âlem- lerini kökünden sildi, süpürdü. İ- dareye karşı: — Kafa tutan! — Zorbalık! — Serkeşlik! Yapan mahkümlar, onun çök sıkt çok şiddetli tedbirleri karşısında: Z Süt dökmüş kedi! Gibi böüzülüp kaldılar. Kabak! 'Tabanca! Kama! Usturpa! Artık böyle şeyler hapishanede bulunmaz, görülmez oldu. Ve mah- Kkümların bir çoğu, onun himmeti- le açılan kundura, çorap ve ilh., a- tölyelerinde çalışmıya başladılar, » ( fezn (ü S SÜ Darbasanyanla arkadaşları ko « ğuşlarına döndükleri zaman, — Kabak! Çekmedikleri halde üçü de: — Mastor! Olmuşlardı Duman mastoru... Ertesi günü uyandıkları zaman, üçü de hâlâ sersem, hâlâ: — Mankafa! Bir halde bulunuyorlardı. Akşamki kabak âlemini, kantolu, şarkılı eğlenceyi bütün hapishane duymuştu. Herkes eşkiya Mehme- de Lir haset gözile bakıyor, üç zen- gin adamla böyle çabucak lâübali oluşunu kıskanıyorlardı. Darbasanyan, bu geceden sonra yine eski süküt ve inziva köşesine çekildi. Cobeka ile Yervant Züh - rap da, eşkiya Mehmedin koğu - şundaki barbut postasının başın- dan kalkmıyorlar, habire: — Zar! Sallayıp duruyorlardı. Aradan bir hafta geçti. Heyecan- sız, eğlencesiz bir hafta... B Bir Cuma akşamı, eşkiya Meh- met Yervant Zührab'a dedi ki: — Hapishanelerin muhtelif eğ - lenceleri vardır. Birini size göster« dim. Bu gece de başka bir eğlen « cemiz var. Arkadaşlarla gelirseniz memnun olurum. Hem de güzel bir gece geçirmiş oluruz. Yervant Zührap, teklifi memnu « niyetle kabul etti. Fakat Darba - sanyanın yine bir öyun bozanlık yapıp, teklifi kabul etmiyeceğin - den korkuyordu. Daima durgun ve daima dalgın bir halde, günleri geçiren Darba - sanyan, esrar âleminden hiç höş - lanmamıştı. Bunu yine öyle bir şey zanneder mi? — Yök, dedi. Ben gitmem. Âlem, #lem dediniz, sonunda hepimiz de harap olduk. Sersemliğimiz gün « lerce geçmedi. Ö köçek hezifin B bek atışları olmasaydı, saatlerimiz hep uyku ve dalğüif çinde geçecekti. İ Yervant Zührap cevap verdi: — Bu seferki öyle değilmiş. F” Türsız, içkisiz bir eğlence imlik — İmişle olur mu? Öyle de meydana nargile mi, kabak f nedir? İşte o Allahın belâsını ŞİM meydana çıkarıverirler! — Eşkiye Mehmet temin Gt böğle değilmiş! Gidelim, bakalik bu eğlenceyi do görelim. ü Darbasanyan yine dıyınıd ve yine yatsıdan sonra dörM koğuşun kapısından girdiler. Çaylar içildi. Bir kaç havat Bf taa sonra, Babacan Necmile * macı sukün etti. Daha sonra eli su kabağının tersine çevrilmiş * bir deri ile kapatılmış şekli başka bir şey olmıyan (darl ve zilli ve çarparalı (maşa) Bu halde, iki kişi daha bunlara tihak etti. Babacan Neçmi, hicazdan birtik, sim yaptıktan sonra, bir kaç w ra> darbesile hüseynide karaf v dı. Arkasından, oturanlar ari dan bir- ses yükseldi. Hazia B nağme arasında mâni okumıyı' ladı: t Arpalar evlek evlek Dadandı kara leylek Kışı burda kışladık Yazm ayırdı jelek! Buna bir başkası cevap vl;. Bu yoldur pınarın yolu Boş giden gelir dolu Desti kulpun kırılsın Yoruldu yârtmin kolu! Bir başkası söyledi. Sazda mütemadiyen içli ıılll" d. Çaylar dağıldı. İçtiler, bir 'ı içtiler. ': Eşkiya Mehmet üçüncü çaVİ — gerken şu emri verdi: a — Destana başlayın M Destanlar, mâni gibi, fakat #i ayrı bir tarzda söylenmedik$i tiva ettikleri «enükte» ve «f7 mun» ları anlamak mümkün GÜ maz. Destanlar (rast) mz':anll’ okunur. Besteleri: Nay Taram nay Tam, Naj nEY Nay Yara ray Tam, ray Tara 1? İfadesine uyan okuma * * dökülür. Sonra yine (mhuıj, zerinden hususi bir eda ile okunmaya başlar, her kıtafiff nunda girişi tekrarlamak ıı'“* Destanlar, ekseriyetle semtl velerinde, külhanbeyler ıf"'j okunduğu için, bu çeşit ok! ra (külhanbeyi ağzı) adı İl:/ tır. Maamafih, külhanbeyi * larından başka, eski kaba S7 gi dizimiz takımlarda da okr! bunları zevkle. dinliyen bir Tiğ meraklılar vardı. Eskilerden şair (Serkis) bir Ermeni hanende ile oğlu #" ran)ın bu vâdide w!emî;’ r lerini üstadım Ahmet R& 4 lüyor. Bugün bu vâdi mllb:; nutulmuş olmakla berabef: © | ne üstadı lâvutacı (Ovrik) Ö Destanların bir çok A dır, İçlerinde: Bir gemi yaptırdım ayrık V Bin pare top dizdim taze $ Mısır darısından hesapsif Niyetim Jethetmek Frenf Bin karga götürdüm yud—; A Örümcek ağası bile yedekti Yüz bin serçe yazdım topçt Sivrisinek oynar, kılıç kal/ Kıt'alarile başlıyan mi tanler olduğu gibi, eski P Hocapaşa yangınları hak&? — zılmış destanlar da vardi- (Devami -| e <

Bu sayıdan diğer sayfalar: