NOVGOROD Ö KRAYU S K Yanıy NOĞ v e KKAEMEN ŞMDUR ga C ra Tw * BoU A İ ğNEYLE j UKMOALAĞ, k g Aranı — at vödek K TOKAK . KALİRMŞE, Sovyetlerin garp cephesi umumi Paritarına bir bakış Fransızların meşhur Majino | hattından sonra, Sovyetlerin de | şimalden cenuba kadar garp hu- | dutlarını böyle bir hatla tahkim etmiş oldukları yazılmıştı. Son gelen Sovyet Bgazeteleri bu müdafaaa hattı etrafında dikkate değer bazı malümat ver- mektedirler. Bu müdafaa hattı- nı gezen bir Sovyet gazetecisi de, ziyaretini şöyle anlatıyor: «— Otomobilimiz yeni inşa edilmiş olan askeri köyden çık - tı. Buraya köy demektense, muazzam bir kışla demek daha | iyi olur. Zabitlerin güzel evleri, neferlerin son derece rahat ko- Buşları var. Şoför - santıralına | kadar her türlü konför temin e - dilmiş | Köyden sonra bamboş gibi Bgö-| rünen kır şöselerinde ilerliyo - ruz. Sauda, solda tek tük ağaç- lar.. Solda ve biraz uzaklarda, huduttan otuz kilgmetre mesa - fede buluman bir orman göze Çarpıyor. Acaba bu cepheden Sovyet Rusyayı nasıl bir tehlike tehdit edebilir? Karanlık bir gece... edebilir? Karanlık bir gece... Yer altındaki garajın ve hangar- ların kapıları açılıyor. En kuv - | vetli projektörlerin ışıkları al - | | tında kara kuşlar ve Turembu | Üüyan'a İçi asker dolu otomobiller ve kamyonlar yollara dökülmüş - lerdir. Süvari de ayni yoldan geçecek. Topçu erkânı harbiye- nin tayin ettiği tâbiye noktaları- nı tutacak. Fakat bunların hep- si de şarka doğru hareket edi - yorlar. Bu suretle Ukranyanın işgali plânımı tatbik etmek için, bir kaç yüz kilometre uzunlu « SOVYETLER BİR ÇELİK DUV v Sovyetler hiç bir ordu- nun bu hattı geçemiye- Yukarıda gökyüzü, ortada bom- v « ceğini iddia ediyorlar | boş kırlar fakataşağısımaazallah ğunda bir cephe içinde bütün kuvvetler yola çıkmışlardır. Acaba bu düşman karşısın - | da nelere rastlıyacaktır? | Kumandan bize dedi ki: — Öyle ise giriniz! Alçak bir kapı gıcırdayarak açıldı ve içeriye girdik. Bir ka- pt daha, arkasından bir üçüncü kapı daha açıldı. Nereye gidi - yoruz: e İnsan burada kendisini bir tahtelbahirde zannediyor. Ta - vana doğru uzanmış bir peris - kop göze çarpıyor. Bir köşede de bir telefon memuru mütema- diyen konuşuyor, aldığı emirle- ri icap eden yerlere bildiriyor, Kapının önünde de bir pas « pas! yani kunduralarımızın al - tını silerek içeriye gireceğiz. YER ALTINDA BİR KULE Duvar boyunca uzanan kau- çuk borulara baktım ve boruları takip ettim. Ne göreyim? Uçları dışarıya doğru uzanmış maki - neli silâhlarla birleşiyor. Ma - kineli silâhlar tertemiz, pırıl pı- rıl! Kaucuk boruların hikmeti- ni söylediler. Bunlar bir muha- rebe zamanında mütemadi - yen işliyecek olan makineli tü- feklerin namlılarını soğutmak için su naklediyormuş. Bu tü - feklerin yanıbaşında ayrıca ha- va filtreleri de var. Periskopa bakmak için mü « saade istedim. Bir takım rakam- ları çevirip karıştırmak suretile İ e sür Türk polisinin hakiki hatıraları: 12 Avukatım Fransızdı; beni Fransız- i lara karşı nasıl müdafaa edecekti? . devam olunacağımı, şimdilik u- | mumi koğuşa götürülmemi söy- ledi. Ayni bina dahilindeki umumi koğuşa alındım. Burada da du- ruşma için sıra bekliyen bir çok dertli vardı. Jandarma rahatça bir köşe gösterdi. Bakırköy ko- miseri bulunan İhsan Beyin te- girile olacak, gardiyan ve jan - darmalardan iyi muamele gö - Tüyordum. Bir şey istersem al- dırılacağını, avluda gezmekte yabileceğimi ve ara sıra da ziya- serbest olduğumu, gazete oku - | retçilerimin kabul edileceği - ı ni söylediler. Onlar tarafından İ e Bir. Sövyet BombBardıman tayyaresi gördüğüm bu iyi karşılama ü < | mitlerimi büsbütün takviye et- ti. Cürmüm ağır olsaydı bu hak- lar da verilmez, Kumkapıda ol- duğu gibi ağır muamele göl düm. Bunlar, mahkemede ça - Tışmak itibarile vaziyeti daha kavrarlar, diyordum. Yorgun, fakat müsterih ola - rak yatağa uzandım. O gece çok korkunç - rüyalâr gördüm. Kurşuna diziliyordum Uyandığım zaman kendimi tere gömülmüş buldum. Üst ü te nefes alıyordum. — Yavaşça doğrularak koğuşa bakındım. Herkes uyuyor, yalnız, yanı ba- şımdaki yatakta bir ihtiyar a - dam, elinde kalem - ve gözlerini önündeki deftere vermiş olarak bir şeyler mırıldanıyor, kalktı - Rimin farkına bile varmıyordu. Bir taraftan terimi kurutma - Ba çalışırkeh, diğer taraftan da bu garip adamın vaziyetini sey- retmekten kendimi alamıyorum. Gözlerini kapayıp açtı. Çehre - sine hafif bir tebessüm gelmiş- ti. Defteri kapatarak başını çe- virdi. — Hayırlı geceler... — Sana da evlâdım... Ağır başlı ve bilgili bir adamı üstümüzdeki toprağın tâ uzak- | lara kadar her taralını seyret - tim, «Tahtelbahire den, daha doğ- rusu «tahtelbers den ayrıldık, bu sefer daha şayanı hayret bir manzarayla karşılaştım. Yer al- tında bir kule! Burada kapılar açıktı. Uzak- tan bir Hint şarkısı işittim. Gra- mofon kurulmuş, çalıyor. Biz girdiğimiz zaman gramo - | fon suştu, etrafını çevirmiş o - | lan askerler ayağa kalktilar ve selâm vaziyetine geçtiler. Burası «Tahtelber» den da- ha çok geniş bir yer... Duvarlar maviye boyanmış, Stalinin, Vo- | Toşilofun Tresimlerile süslenmiş. | Tavan beyaz! Gözümüze çarpan ilk şey, namluları mazgalların - | dan uzanmış bir topla bir mit - ralyöz... Kumandan dedi ki: — Eğer isterseniz, buna ben - zer daha bir çok yerleri gezebi- liriz. Fakat yürüyelim, ben size daha enteresan şeyler göstere - ceğim, Otomobille geçtiğiniz ve bomboş sandığınız kırlarda ve tarlalarda toplar ve makineli tü- fekler vaziyetlerini almış, bekle-| mektedirler, Bir santimetre mu- rabbar toprak bile müdafaasız bırakılmamıştır. Farzedelim ki, | bir muharebe başladı... MÜTHİŞ BİR ATEŞ | Râsıtlar bize düşmanın şu ve- yahut bu noktaya geldiğini ha - | ber verdiler, Hattâ sisli hava - larda, hattâ en koyu - karanlık gecede bize filân ağacın veya - hut filân toprak tümseğinin nu- | marasını bildirmek kâfidir. Top- larımızın atış zaviyeleri hazır - | dır. Yalnız bir işaret, en hatasız | endahtlarımıza kâfi gelir. Düş - | manın bulunduğu toprağa çelik yağmuru yağar. Hem de nasıl? Yüz metre murabbama dakika- da on bin mermi atmak şartile! 3 numaralı periskopta - işaret edilen şu büyük çukuru görü - yorsunuz. Düşman kendi mev - cudunun yüzde doksanını kay - bedince, geriye kalanların bu çukura üşüştüklerini kabul e - delim. Ateşi keseriz. Fakat kom-| şu batarya ateşi açar ve çukura sığınan bütün diğer düşmanları da kurşundan geçirir. Farzedelim ki, düşman o sı - rada tanklarını sürdü. Biz bu tankların 500 metre kadar bize yaklaşmasına müsaade ederiz. (Devamı 6 ZAVALLI Haftalarca aylarca bekleyen; nihayet ümitleri sönmüş düşü - nen, bazan hıçkırıklarla ağlayan Neclâ bugün yine dalgındı. Bo- ğazın sessiz mehtabini Vanikö - yündeki yalısının küçük pen - ceresinden seyrediyorken, oda kapısının hızlı hızlı çalınışı onü birdenbire şaşırttı. Titrek bir | sesle: — Kim o! | Diye sordu: — Aç yavrum.»* Masa üzerin- de duran bir kâğıt parçasını kar- yolanın altına attı. Derhal koş - ' tu. Bu hareket Neclânın kapıyı açmasını geciktirmişti. İçeri gi- ren annesinin: — Niçin yatmadın yavrum? demesine meydan bırakmadı. uykusunun kaçtığını söyledi. Evlâdına çok düşklün olan Di- rayet hanım odasına döndü. Üz- gün bir halde yatağına girdi. Neclâ yine annesinin arkasın- dan kapıyı kapattı. Avucunda- ki sakladığı kâğıt parçasını eli- ne aldı. Taze bir heyecanla oku- du (pazartesi günü Sirkeciden Eğe vapuru ile hareket ediyo - rum, seni son olarak göreyim). İmzayı adeta heceledi. Celâl Celâl! ve derin derin içi- ni çekti. — Ah.. gideydim. Bu son ha- ber bu Son Telgraf değil mi? O- muzunda dökeceğim göz yaşla- rını kuruyuncaya kadar olsun beni anacığına emin — olsaydım bütün tehlikeyi göze alırdım. Celâl düşünüyorum ve umuyo- rum ki gelseydim vedalaşma sı- rası belki de bana gelmiyecekti. Neclâ mütaassıp bir aile kızı | idi. Mektebi terkedeli iki sene | olmuştu. Bahanesiz gezmek ni- yetile yalnız sokağa çıktığı pek azdı. Celâlin randevü alınca yalancı bir mektup düzer annesine gösterir. Arkadaşı Sü- öylüye: haberini Güyanda Cagenne şehrinde Fransız hastanesi. hele deminki rüyanın üzerimde bu- lunan tesirini gidermek için behe- mehal konuşmak istiyordum. Ya- vaşca kalkarak yanına vardım. Gün görmüş, hoş sohbet bir a - damdı. Gösterdiği yere — oturarak andırıyordu . — Sizi, dedi, henüz görüyorum, Bugün mü geldiniz? — Akşam üstü. Sözlerinden — teselli -buluğacak gibiydi. Benim de canım sıkılıyor, —HIKÂYE Yazan; Leman Ozel NECLAÂ İstanbula inerdi. Halbuki aylar- ca haber almadığı Celâlden ani bir telgrafın gelmesi onu hayli üzdü ve şaşırttı. Bir gün içinde ne uydurur, nasıl çıkabilirdi. Buna imkân yoktu. Neclâ mahzun bakışlarile baş ucunda asılı duran saatin 12 ol- duğunu gördü, hemen kalktı. | Sıkı bir göğüs geçirdi. Çekme - cesinin ancak bir köşesini dol - duran mektupların arasma elin- deki kâğıdı da koyarak kilitledi. Karyolasına uzandı, uyku göz- lerinden akıyordu.. Okunan sabah ezanları Dira- yet Hanımı uyandırmıştı. Ken - di kendine düşündü, evlâdını aylardanberi devam eden has - talığına hiç bir mana - veremi - yordu. Namazını. kıldı, işlerini bitirdi, aşağıda hazırladığı tep - siyi aldı. Neclânın oda kapısını dakikalarca dinledi. Hiç ses yok- tu. İlik bir sesle: — Neclâ yavrum saat 9 oldu kalk ta vaktile ilâcını iç.. Istırapla irulmuş bir göğüsten gelen öksürüklü bo - ğuk bir ses, «Şimdi uyandım an- heciğim> diyerek — kapıyı açtı. Kalbindeki ümitsiz helecanı bel- li etmemek için nefsine hükim olmağa çalışıyordu. Daha şen görünmek içi nesinin bıraktığı tepsi kuvvet şurubunu içti, kahvaltı- sırfı yaptı ve kanapede oturdu. Annesine: Anneciğim bu şurubun faydasını gördüm değil mi? — Evet yavrum ben de seni çok iyi gördüm bugün. Biraz İs- tanbula insen, diyecektim. Annesinin bu sözlerini duyan Neclâ belki bir ruh doyurucu bir mektup gelir ümidiyle her günkü gibi bugün de evden ay- rılmak istiyordu. — Öyle ama anne Süheylâ ge- 6 mer sayfanla) çok konuşmağa bi raflarında koltukçulukla geçinen bir fakirmiş. Üç gün önce dört Fransız zenci dükkünına girerek i- çeride ne varsa kırıp dökmüşler. Şikâyetlerini dinletemedikten baş- ka suçlu çıkarılarak buraya geti - rilmiş. Söz arasında remil de açtığını söyledi. Böyle şeyler hakkında İ- tikadım olmamakla beraber sar - sılan maneviyatımı belki de tak « viye eder ümidile rica ettim; — Bana da bir yemil açmanızı rica edeceğim. Fakat, nasıl çıkar- sa öylece söylemek şartile... Kirli defterinin üzerine elinde ki kurşun kalemle bir takım tu - haf işaretler çizerek bazı hesaplar yaptıktan sönra bana döndü. — Doğru söyliyeceğimize göre, istikbalin karanlık. Ölnüyecek am- ma çok çile çekeceksi O, hesap - işaretlerine ' bakarak devam etti: — Belki suçsuzsun! Fakat, suç- (Devamı var)