Vahdettin ve Pad #ON POSTA falında çamı Yazan: Halid Ziya Uşaklıgil işah Sarayda tevali eden merasim - Sefaret davetleri - Cuma selâmlıkları - Arabalar niçin o kadar ağır giderdi ? - Hurşid Paşa - Garib bir ziyaret Saray hayatı hakkında kâfi bir fikir! vermek için kaydetmeğe Vüzum görüyo- rum. Dolmabahçenin sessizliği, iezlığı çinde bir tenevvü husule getirmek iti-! barile bizlere teveccüh “eden merasim vazifesi pek eğlendirecek, hoşlanılacak işler olmak lâzım gelirken bunlar muh-| teli vesilelerle sık sık tekerrür edince,! bele elbise değiştirmek mecburiyeti de| busule gelince pek can sıkacak mahiyet! kesbetmiş oldu; ne zaman bu merasim- den biri zuhür etse onu adeta ürkerek, ürpererek telâkki eder olmuş idik. Bu merasim meyaninda yeni tayin e- dilen sefirlerin itimadnamelerini takdim etmeleri yahud vazifelerinden oayrılan- ların veda rasimesini ifa eylemeleri, son- ra sık sık kış mevsiminde sefaretlerde verilen ziyafetlere saray erkânından ol. mak hasebile bizlerin de hazır bulunmak vazifesi bir işkence hükmüne geçer ol- muştu. Hele bu ziyafetlerde (yanınızda bulunan birinci defa gördüğünüz bir ya- bancı Be saatlerce süren yemek esnasın- da görüşmek, müsahabe vesilesi bulmak öyle sor tuhazmül! edilen bir külfet idi ki ne zaman bu varziyetie bulunsam 80f- radan fırlayıp kaçmamak için kendimi mor ziptederdim. Maamafih bazan bana boş vakit geçirtecek, bu işkenceyi bir eğlenee haline getirecek fırsatlar da zu- hür etmedi değil. Bir ziyafette tâ yanım- da Fransa sefareti kâtiblerinden birinin genç zevcesi bulundu. Ufaktefek, sarışın, pek fıkırdak, ve henüz çocukluklan yeni| çıkmış zannedilecek yaşta olan bu güzel kadıncık yanında bulunulmaktan pek lezzet alınacak bir şirin mahlüktu; fakat görüşebilmek şartile... Ona nelerden bahsettim; lâkırdıya tutmak, onu biraz söyletmek için müsahabeyi ne zeminlere sevkettim. Paristen, edebiyattan, temâ- şalardan, seyahatlerden, musikiden, mü- zelerden, velhasıl her hatıra gelen şey- den söz açtım; hattâ İstanbul hayatın dan, belki bir takım sualler irad eder de izahata girişmek mümkün olur mülâha- zasile Türk kadınlığından, daha bilir mi- yim nelerden... O sadece dinliyor, nazik bulunmuş olmamak için dudaklarında zorlukla beliren ufak bir tebessümle: «Ya?. Evet? Öy'e mi? Doğru!., kabilin den tek bir kelime ile mukabele ediyor ve bir türlü bana dökülüp saçılmıyordu. Belliydi ki bu sofrada, şu uzun yemek saatini başka birisinin yanında geçire mediğine sıkılmıştı. Fransız aselet âile- lerinden birine mensub ve $t. Germain an'anelerine pek sıkı bağlarla merbut bulunan ekseriyet üzere olduğu gibi bel- ki çocukluk yıllarını rahibelerin idare- sinde bir manastırda geçirmiş olan bu gözel genç kadın kim bilir, şark ve bil- hassa Türk hakkında edinilmiş kötü fi- kirlerle, garb bayat ve fikrine ne kadar aşina olursa olsun, mademki Türktür, şu | Burada işaret edeyim ki galiba mevkib! dama yüz vermeği bir nevi zül addedi- yordu. Yemek bitince ufak bir baş eğ- mesile fırladı ve şefaret dostlarının ya- mına seğirtti. Bu küçük vak'adan bir can sıkıntısı duymadım, yalmz verilecek hükmü zihnen: «Ne yapalım? Şark ile gurb arasında dalma böyle bir açıklık bulunacak!» şeklinde icmal ettim. * En can sikacak merasimden biri her hafta mutlariden ve hep ayni tarzda te- kerrür eden Cuma selâmlıkları idi, Hün- kâr bunların hiç birini kaçırmak iste mezdi. Yalnız bir kere bir kızamık has- talığı esnasında, galiba iki Cuma selâm hğa çıkamadı. Bizden sonra du mesane- sinde yapılan ameliyattan dolayı çıka- mamıştı, Selâmlık bitip te herkes, ken- disi başta olarak, resmi elbiselerini de ğiştirince arabalara binilir, ve hafif bir alay halinde seyrana çıkılırdı Hünkâr selâmlık için İstanbulun bu işe müsaid olan bütün camilerini dolaştı. Ya genç- Jiğinden kalan hatıraları tazelemek, ya selâmlık alayı temaşasından sehrin muh- telif semtleri ahalisini müstefid etmek emeli salk olarak meselâ Sultanselim, Fatih, Sultanahmed. Beyazıd, beri taraf- ta Ortaköyde Mecidiye camilerine, Bey- lerbeyi eami'ine kadar gidilir; fakat ek- seriyet Üzere kısa mesafelerde bulunan camilerde bu iş çabukça görülürdü, Se- lâmlığı müteakib yapılan seyranlarda Balmumcu çiftliğine, bazan Ihlamur ve Zincirlikuyu köşklerine, arasıra saltenat kayığile Beylerbeyi sarayına yapılırdı. Bir kere de gençliğinin birçok hatırala rına zemin olan Ayasağa ve KâAğıdhane köşklerine kadar gidilmişti. Yalnız se- lâmlık merasiminden sonra değil, saray- da can sıkıntısı içinde geçen hayattan birkaç saat uzaklanmak için, hafta orta- larında da, saray tâbirince gidiş olurdu. Bazan deniz tarikile, bazan karadan... Merasimde ve husus! gidişlerde en zi- yade tahammül kudretini aşan hünkâr arabasının ve bittabi ona tebann maiyet arabalarının ağır yürüyüşü idi. Bu yü- rüyüşü ağır kelimesi tamamile ifade e- demez, denebilirdi ki arabaları yavaş ya- vaş, yaya yürüyenlerden çok daha bati bir zorlukla ve halatlarla çekiyorlar. Ben ilk defalarda bunu hünkârın etrafı bol bol temaşa etmek arzusuna hamleder- dim. Sonra öğrenildi ki mesanesinde taş bulunan bu hasta ihtiyar araba şarşıldık- ça pek ıztırab duyduğundan bu sureti ihtiyar etmiş imiş. İnsanda râkib olduğu şey ne neviden olursa olsun, ondan bek- lenebilecek süratin azamisini almak ih- tiyacı olduğundan bu ağır yürüyüşe ayrı ayrı arabalarda münferid bulunma- Jarı usul muktezasındandı. Asıl çan sıkıntısı gidilen yerlerde ge çirilen uzun boş saatlerdi: Bunları nasıl dolduracağımızda mütehayyir idik. Na- almazdım. Zaten o yıllarda okumakla, yazmakla bir iştigalim Ge kalmamıştı. Bendegân hünkârın yanında, yahud ya- kınumda olurlardı. Biz Lütfi Beyle yalnıa kalırdık. Ve galiba yalnızlıktan gelen bir ihtiyaç İle o fıkralarına her vakitten zi- yade bolluk verirdi. Bunları birçok de- falar dinlemiş olmakla beraber gene gülerdim. Mahmud Şevket Paşanın gör- düğü Hüzum üzerine seryaverlikten Pe- tersburg sefareti nezdine attachâ mili- taire tayin edilen Remzi Beyden sonra seryaver olarak saraya gelen Hurşid Pa verleri kendi hallerine bırakarak (bize refakat eder, ekseriyet üzere de İstablı İâmire müdürü Şeref bizimle beraber bu- Tunurdu. O zaman vakit biraz daha iyi İ geçerdi. Hurşid Paşa pek metin ve nezih ahlâk sahibi, şahsan sevimli, melâhati vecih sahibi, ve canı isterse kendisine mahsus boş ve biraz Çerkes çeşnisile ka- rışık şivesile konuşurken natuk denecek kadar sühuleti beyana malik bir zat idi. O bize hatıralarından bühseder, meselâ İdivanıharb riyasetindeki intıbalarını an- İlatır, pek şaka yapmaktan haz slan Lüt fi Bey lâtifeye çok mütehammil olan Şe- refe sataşır, ben de söyliyecek bir şeyler bulamıyarak her gidişte tekerfür eden bu mücaleseleri yeni hir şeymiş gibi din- lemeğe çalışırdım. Hemen her defasında da iünkâr bizleri büsbütün ihmal etmi. yor görünmek arzusile nezdine celbede- rek beş on dakika alıkordu. Bir gün pek hayreti mucib bir hâdise oldu: Ihlamur köşküne gidiş olmuştu. Bu köşk biri padişaha, diğeri maiyete mah- sus aralarında yüz adım kadar bir me- safe ile iki binadan müteşekkildir, Birin- elisi pek mükellef inşa edilmiş, fakat o da diğeri kadar harab bir bale gelmişti. Biz bahçede kalamazdık, burada hünkârn gözü önünde bulunmak muvafık değildi. İkinci köşkün bir odasında kapanırdık. Ogün birdenbire köşkün kapışından bir kira arabasının girdiğini ve hünkârın bulunduğu köşkün hizasına kadar yanaş- tığını gördük. Bu, kim olabilirdi? Her halde saraydan biri olsaydı Istablı âmire arabalarından biri olacaktı ve köşkün bahçesine girmiş bulunmayacaktı. Me- rak fle anlamak Üzere davranırken ya- sıl düşünmezdim da yanıma bir kitab | zevk aldığıma kendi kendimi kandırarak | İşa arasıra maiyetini teşkil eden genç yar | Az zamanda birkaç suç işliyen bir genç muhakeme edildi La Görülmemiş bir meharetle suç Üs - tüne suç işliyen Osman Nuri oğlu Ah- med Şükrü isminde lise mezunu bir genç. 2 nci ağırceza mahkemesine ve- rilmiştir. İ Ahmed Şükrü, bir müddet evvel Harbiye mektebinde tahsilde bulun - duğu sırada firar ederek, Adapazarına İgitruiştir. Kendini orada kimsesi yok bir adam olarak tanıtmış ve ötekine be rikine evlenmek istediğinden bahset - miştir. « : Adapazarında dostluk tesis ettiği ba zı kimseler de, kendisini Necmiye & - dında bir kışla tanıştırmışlardır. Nec- miye ile münasebat tesis ederek, nişan yüzüğü yaptırmak üzere, genç kızın bir yüzüğünü almıştır. Necmiye. alyansı ibekliye dursun; Şükrü, bir daha orta- ida görünmeden doğruca İzmite kaç - muş. fakat burada yakalanmıştır. Suç- İü nezaret altında bulunduğu sırada da, Hasan isminde zabıtaca yakalan - muş kirile tanışmıştır. Şükrü, zabıta nezareti altında bile tek durmıyarak, Hasanın bir kehribar tesbihini çalmış- tır. Bilâhare tevkif ve muhakeme olu - ban maznun, 6 ay hapse mahküm edi- lerek, hapisaneye, fakat rahatsızlı - ğı dolayısile, buradan da hastaneye sevkolunmuştur, Maznun, burada da bir kolayını bu- larak, bir gün surtında pijama olduğu halde firar etmiş, derhal bir otomobi- le atlıyarak. İstanbulda tanıdığı Ha - cer İsminde bir kadının evine gitmiş - vr. Şükrü hakkındaki iddialara naza - ran, İşlediği suçlar. burada da Litmi - İyor. Delikanlı, bu defa evvelce Nec - İmiyeye söylediği nakaratı. yani evlen- me vaidlerini, Hacere de tekrar etmiş. İHacerin 50 lirasini dolandırdıktan #on İra, hemen savuşmuştur. Şükrü hakkındaki iddialar arasın - da, sahte zabit elbisesile gezmek, bir arkadaşından âldığı vesikayı tahrif ederek, mahkümiyeti sirasında tebdi- Hi hava kâğıdına çevirmek suretile, sah tekârl'k yapmak da vardır. Bu kalabahk cürümlerden dolay: a- ğrcezaya verilen suçlu, sorgusunda, bu işlerin hiçbirile alik#sı olmadığını söylemiştir. Bu davaya dün bakılarak, mahke - Nişanlılarının para ve yüzüğünü alan, nezaret altında iken hırsızlık yapan ve sahte vesika tanzim eden suçlu bu işlerle hiçbir alâkası olmadığını iddia etti me bazı tetkikat icrası için. duruşma- yı başka güne bırakmıştır. Bir mizah gazetesi sahibi müstehcen neşriyattan mahküm edildi Dün asliye yedinci ceza: mahkeme « sinde bir müstehcen neşriyat davası - na bakılmıştır. Dava, «Açıkgöz» isimli bir mizah gazetesinde neşredilen bip Avrupa karikatüründen dolayı mez - kür gazete sahibi ve neşriyat müdütü Salih aleyhine ikame edilmiştir. Suçlu, mahkemede gazetenin haki- ki sahibi kendisi olmadığını ve bu ka rikatürün hasta olarak, evde bulundu“ ğu bir sırada neşredilmiş olduğunu be- yan etmiştir. Ni İddia makem; mütaleasını serdedes rek. ehli vükuf raporu ve diğer delil lerle suçu sabit bulmuş; Salihin mat- buat kanununun 27 ve 3İ inci mad - deleri delâletile ceza kanununun 426 ve 427 nci maddelerine tevfikan tec - ziyesini istemiştir. Nihayet. mahkeme de suçu sübut mertebesinde görerek. o «Açıkgöz» ün sahibi neşriyat müdürü Salihi bir ay müddetle hapse. 15 lira para cezasına mahküm, fakat eski mahkümüyeti ol - madığı sihetle, cezasını tecil etmiştir. Feneryolu cinayetinin muhakemesine devam edildi Feneryolu cinayetinin duruşmasına ikinci ağ'reoza mahkemesinde dün de devam edilmiştir. Evvelki günkü celsede. müddelu »- mumi, katilin metresi maktule Fat » manın suçludan ayrıldıktan sonra, nerelerde kaldığının Kadıköy zabıtası vasıtasile tahkik ettirilmesini. mahke- meden istemişti, Mahkeme, bu hüsus- ta bir karar vermek üzere. duruşmayı talik etmişti, Dünkü celsede, müddelumuminin ta lebi kabul edilerek. bu cihetin zabıts marifetile tahkik ettirilmesi ve maz - nunun göslerdiği birkaç müdafaa şa - İhidinin celbile dinlenmeleri karar altına alınmıştır. Muayyen müddetin dolmuş olmeiı dolayısile, ayrıca, cürmü meşhud ka- nununa "göre yapılan duruşmanın umu mi abkma tâbi tutulmasına karar ve- rilmiştir. zat dalma hünkâr: gelip görür ve her gö- rüşünde onu cemiyetin, hükümetin aley- hinde kışkırtmağa çalışırdı. Artık rana anlaşılmış idi ki saltanatın yakın bir ve- mahküm olarak arabasının içinde tek ba- ver beylerden biri odanın kapısında gö-|risi olan bu zat muhaliflerin başında idi. şına kalan, başmabeynci ile başkâtibin nasl şıkıldıklarını tasavvur etmelidir. ründü, manalı bir gülümseme ile: i — Vahdeddin efendi geldil. dedi. Manalı!.. Zira bizler, yaverler, kâtib- Bugün Dolmabahçede hünkâr aramış, orada bulamıyarak Ihlamurda olduğunu haber alınca kira arabasının içinde bü- yanında oturan ve muttasıl söyliyen a-Juzunca olsun mütaleasile bu iki zatın İler, daha doğrusu herkes bilirdik ki buizülerek buraya kadar gelmeğe lüzum yol verecek amma. tehdid fena! Anlat- tıklarına göre hizmetçi: — Bana küçük bir fenalık yapar- sanız, her şeyi beyefendiye anlatırım. demiş. Hanım rekabete rağmen bu hizmet çiyi koruyor. Eski elbiselerini, çorap larını hep ona veriyor. Küçük hanım efendi. bu sene say fiyeya gidilmediği için kızgın. beye- fendi işlerinin çokluğunu bahane ede yek bu sene seyfiyeye | çıkmıyacağını Hen'mefendi bu hizmetçiye Ks . kat” olarak söyledi. Midesinden rahat- sz olduğu için. lokantada yemek yiye. miyor, halbuki sayfiyeye gidilse yeme. ğe selemiyecekmiş, bu iki bahanenin bahane olduğunu derhal farkına var. dım. Bana karısmdan şüpheleniyor gi- bi geliyor. Bu karara küçük hanım İtiraz etti, denizsiz yapamam deyip. saytiyeye gi- den a' irimlerin! sayıp dök- küçük hanımın da bir sevgilisi varmış. Yaz geceleri bile -sabehlara Okadar süren poker partileri devam ediyor. Bazan küçük hanımın arkadaşları top- lsnıyorlar. dans ediyorlar. Bütün ısrar- Jara rağmen aralarına katılmıyorum. Mevkiim hizmetçilerin bir derece fev- kinde. , Maddimi bilmiye gayret edi- yorum. Şikâyetim yok... içindeyim. Hanmmefendinin genç sev- rkadaşlarının tü ise de, dinletemedi. Hergün clvar-Jdalılarından biri Tarık değil mi inriş. daki tenis kortuna gidiyor. Zaten evde| nefret ettim Tarıktari.. evi bir kadınla oturduğu vâki değil. hizmetçilere göre, münasebette bulunmak suretile ahlâk- hk İİ ii) İsızlık göstereceğinden, bu kadar küçü- ileceğinden hiç zannetmezdim. Az da- İha da beyefendinin elile yakâlanıyor- du. Yükseli 9 da yatağına yatırdım. Bir türlü uyumak istemiyor. söyleni- yordu. 10 a kadar başucundan ayrıla- madım. 10 da masal anlatırken uyu- yüyerdi. Bir müddet kilab okudum. Yatmam 12 yi buldu. Gözlerimi belkon kapısından gelen bir tikirti ile açtım. Evvelâ bunun bir- #z olması ihtimalini düşünerek kork- tum. 'Tül perdenin arkasından bir göl- ge görünüyordu. Yataktan fırladım. COSKUN Jaşalmıştu Oda aydınlanır aydınlanmaz. gölge de ben de birer feryad kopardık: — Tarık! — Güner! İgörmüş olacaktı. Acaba ne için? Onün telkininden sonra yeni bir vak'aya inti- /ar etmek icab edecek diye düşündük, tahminde yanılmamışız. Aradan çok za- man geçmeden o yeni vak'a hâdis oldu ki mutlska bugünün mülâkatı onu ihzar eden bir mukaddeme idi. Onu ayrıca hi- kâye etmek lâzımdır. Halid Ziya Uşaletıği! — Ya sen Güner? Ne işin var bura- — Bunu hangimiz hangimize sor- “-& Ju > E N N ET L i K mak vaziyetindeyiz. Ben bu evde bulu- GÜNAHKÂRLARI—/ nuyorum, bu oda da benimdir. — Ben seni hiç görmedim. Ben seni gördüm. Niçin gözükmedin? Öyle Tâzımdı. Benden neden kaçtın Güner?. — Bunları bırakalım, bu odada bu- Tunuşünu izah et lütfen... — Benden nefret edeceksin! — Birdenbire hüküm verme. isin Fakat o derhal kendini topladı. per-|ne burada? Balkona nereden çıktın?, mağın: dudaklarına götürerek «susb işareti yaptı. Koştu, elektriği kapadı. Onu balkonda ve sonra da odamda bu- Tuşuma hiç bir mâna veremiyordum. Balkona nereden atlamıştı. bitişik oda hanımefendinin yatak odası idi amma, 'Tarıkın orada bulunabileceğini aklıma getirmediğim için, or#den geçmiş ola- bileceğini de düşünmemiştim. — Ne arıyorsun burada Tarık?, Utangaç bir sesle itiraf etti: — İçeriki odadan... — Yani henmefendinin odasından.. orada mıydn? Cev#b vermedi: — Sana yakıştıramadım Tarık. evli bir kadınla — Gençlik Güner.. bir tecrübesizlik ettim. fArkas ver)