8 Sayfa LA ALA AYA AAA " İ ÇANAKKALE SON POSTA : g Sunmum. General Gemil Gonkun hatıraları: 7 amam şman Şafak vakti dü "Türk askerinin kahramanlığı, hamaseti yalnız bizim tarafımızdan serdolunan bir iddia şeklinde (kalmamış, bizzel düşman kumandanları dilile de ifade olunmuştur. Nitekim, İngiliz generali Tavshand, hatıralarında bu moktadim uzun uzadıya bahsederek demiştir « Avrupada hiç bir esker yoktur ki müdafsada oOTürkler ile mukayese alunabilsin.» General Cemil Conk'a sordum: — #6915 muharebesini kazanma - dan önce, muhtemel bir düşman tâar - ruzunu püskürimek için ne gibi ted - birler almıştınız? Sayın general şu cevabı verdi: — Mıntakay: alayımla tesellüm et- tikten senra, pek tabii olarak düşmanı yalnız başıma karşılayscağımı düşün” düm. I —“Evvelâ, mıntaka karargâhından siperlere giden yolları tahdid ettim ve merkez ile sağ ve sol cenahlar olmak üzere üçe indirdim. Yolların başlarını, postalar ile tutturdum. 22-5-915 muha- rebesinde, avcı hattından bir çok efra- dın imdad, cephane, hattâ emir almak için karargâha koştuklarını görmüş - tüm. Bu sebeble, tebur kumandanları" na emirberlerini tahdid ettirdim, On - ların ve tabur kumandanlarının imza- larını, yol başlarını tutan postalara da- Eıttırdım. Bu imzelar: göstermiyen hiç kimsenin geriye salıverilmemesini ve yerihe gönderilmesini, itaat gösterme” dikleri: takdirde derhal vurulmalarını emretlim. Bu sure' Ayni zaman mamış eld: aları ve cep tu kimse (o gelmedi. estur yollar kapan - ileriye takviye kıt ne göndermek kolaylaş” TE — Elimde, amele efrad da vardı. Bunların bir kısmını topçü mermisi İ le yıkılan mestur yolların temizlenme” adişaha, bazı hususi maruzatla bulunacağını bildirerek ( huzura çıktı ve orada derdini döküp, damad pa- gaya bir ders verilmesini istedi. Hünkâr: — Bojanıhız! teklifinde bulundu. Lâkin sultan efendi bu hercal kocayı deli gibi seviyordu. Şevketli “amcasının böyle bir teklif serdetmesinden kuşku- landı. Gelip te şikâyet ettiğine nadim ol. du. Onun gazabını tahrik etmiş olmak- tan ve bu gazabının, paşasına bir fenalık getirmesinden korkuyordu. — Ferman efendimizin!, dedi. Fakat bu defalık af buyurun da, sade bir tek- dirle iktifa edilsin!. Çanakkale siperlerinde Türk askerleri sine, bir kısmmı na cephane stokuna memur ettim. Bu-tedbirin, yani muntazam surette yapılan bu iş bölümünün çok fayda - sını gördüm. TI — İleriden ve yanlardan haber almanın, uzayacağını düşündüm. Gözü pek ve ayağına çevik 2-3 nefer ve kü” çük zabiti emirber olmrak yanıma al - dım, İcabı halinde, vaziyetlerini öğren- mek istediğim yerlere bunları koştur- dum. Her şeyden, vakit ve zamanile bir de receye kadar doğru haber aldım. Bu snretle düşmana karşı yaptığım muka bil tedbirler ve takviyeler hep yerli ye rinde oldü. IV — Elde takviye kıt'alar, kalma - vınca, ne İhtiyat kuvveti istedim, ne de kimseye bu vaziyetten bahsettim. Tak- yenlere, düşmanı püs- akviyeye lüzum yoktur, ce - ve ayni zamanda şu tav- tle, düşman için müh Hk bir vaziyet ihdas edeceğim! Siz, sü-| künetle yerinizi muhafaza eyleyiniz! kerlerimin maneviyatlarını Kendisine ilânı aşk eden edene idi. nüp, yürüyordu. Ve lâkin o, bu gönülleri Sadece | tutuşturmak Son Posta'nın Romanı : ne ba a taarruz kuvvetlendirmek zamanlarında, kendilerine birer man - ga İle yardım ettim. Böylece, cephe - min mukavemetini muvaffakiyetli bir tarzda uzatmış oldum!, V — Bu tedbirlerden başka, cepha - ne sandıklarının vidalarını — çıkarttım, içlerindeki çinko kısımları © açtı! X Yani, cephane yollamak için, vakit ge- çirmiyecek bir şekilde hazırlattım. İşte, size, birer birer sıraladığım bu tedbirleri ittihaz ettikten sonra, düşün» | düm ki taarruza geçmek (için hiç bir noksanım yoktur! 'Taarruza başladıktan sonra, bir ara“ lık, benden cephane ve takviye kıt'a - ları isteneceğini umarken, hiç bekle - mediğim bir istekle karşılaştım! O, ne idi, biliyor musunuz? Su! Su! İleri hatlarda bulunan askerlerimin yürekleri o kadar yanmış olacak ki su hasretinin ardı arkası kesilmiyordu! Halbuki ben, bunu hiç üşünme - miştim! Ne yapacağımı bir anda tasar ladım. Civarımızda bir çeşme vardı. A- mele efrada, hemen cephameleri boşalt- malarını, sandıklara çeşmeden su dol - durmalarını emrettim, Bir yandan da cephane sandıkları nın içlerinde bulunan çinkolardan şe ker külâhı şeklinde maşrapalar yap tırttım. Su doldurulan her cephane sandı ğının içine, bu şeker külâhı maşrapa - lardan birkaç tane & ım ve hepsini dakika geçirtmeden ileri hatlara yol - lattım. Size, garib bir şey yeceğim: Çin kolardan kestirip yaptırdığım şeker kü lâhı şeklindeki (o maşrapalar, o kadar makbule geçmiş ki! Muharebeden son- ra, silâh arkadaşlarım, banw bu maşra- pslardan, hakikatte alelide mahiyette olmalarına r#ğmen, © kadar ehemmi - yetle bahsettiler ki şaşarsımız! (Arkası var) Yrzan: Sabih Alaçam için de, pek sıkışık| EDE Yazan: Halid Mes'ud Cemil! bu gece beni ağlattın. Radyoda Tuna gecen bir şaheserdi. Ağladım, çünkü 'Tunanın hasretini çağ- layan o güftelerle besteleri o kadar iyi seçmiş ve kendin gibi ince hisli san'at- kâr arkadaşlarını o kadar iyi hazırlamış. sın ki... Hakikaten o oe mükemmel koro idi ve sen, büyük tambur! Cemilin oğlu, o koroya ne kadar lâyık bir musiki şef idin! Emin ol, Türk san'at ölemi senin gibi yüksek bir varlıklı bütün cihana İ karşı övünebilir. Değil mi ki klâsik Türk musikisinin en derin nağmelerni, bilhas- sa Türk halk edebyalının en metli seslerini mazinin bağrından söküp çıka- tan ve bize bu son Tuna gecesi gibi en. fes & geceleri yaratan sensin, o hal de nasıl olur da her Türk gibi ben de sa- na kalbimin en dast teşekkürlerile hay- ran kalmam! Tuna ve Tuna edebiyatı, Tuna halk türküleri... Bu türküler her Türk kalbi. ne tarihin ne şanlı ve ayni zamanda ne hazin hatıralarım çağlıyor: O yâr için cihan bana dar gelir, Bu ayrılık yaman büktü belimi. Boğazımda bir düğüm, gözlerimde yaş- lar, dinliyorum. Musiki, Tunanın hıçkı- rik kesilen dalgaları. iki sahilde, mil yonların hasreti uğulduyor ve hayaller geçiyor, levend boylu, yağız çehreli akın- <ı cedlerimizin hayalleri... kışın var, Derken, yeni ve hazin bir bestenin bir güz yağmuru gibi ruha akışı: Bir gün olur iki hasret kamtışur, Aman paşam çeken bilir sılayı, Ve bunun arkasından, daha içli türkü: Ağlama Eminem, talih böyle imiş ne çare Bu «Eminem; türküsü bana bir anda Muallim Naci'nin meşhur mısramı hatır- İattı: Canan da #mühacir oldu şimdi! Ve gene Muallim Naci'nin Dicle şiirin. deki meşhur bir mısraı dudaklarımın u- cuns geldi: Tunalaştın gözümde gitikçe! Fakat «Ateşpare» pairinin gözlerinde yalnız Dicle Tunalaşıyor. Senin hazırla. dığın Tuna gecesinde ise bütün pebirler ve denizler Tunalaştı, Mes'ud Cemil! Çün. bir kayığa verdiğin, o da başka! Bunun 86- nu gelmez. Hürmüz, © zihni- yetteki o mahlüklara has olan bir lâkaydi #le, tombol omuzle- Tuna edebiyatı Fahri Ozansoy -An kara radjosu musiki gefi Mes'ud Cemile- * kü, bu gece Ankara radyosunun önles ninden taşan nağmeler bütün boşlukları dolaştı, denizler aşırı kıtalarda çağılda- İd ve en uzak diyardaki gurbetzede Türk kalbleri, vatanın bağrından kopan bu hıçkırığı, tarihin bütün şanlı uğultulari. İle müşterek bir duygu halinde bütün his« İM tellerinde duydu. duydu ve ürperdi. hem gurur, hem derin bir ıztırabla... Milli musikinin ne büyük bir gönül bağı olduğunu ve cihangir bir milletin | bundan neler, neler hissedebileceğini bu gece bir kere daha anladım. Varol, Mes'ud Cemil Şüphesiz bilirsin, dostum, hani Ro manya "Türkleri arasında çok söylenen bir türkü vardır, «Plevne dedikleri küs çük kasaba» diye başlar ve kıta'ları s0- munda şu nakarat sanki iki mısra değil, insanın kalbine saplanan iki ateşten ok gibidir: Giderim annem Balkan tükenmez Arkama bakarım imdadım gelmez İşte, aziz ve san'atkâr kardeşim, bu ge- ce bu «Plevnes destanmı da düşündün; dün bana... Bilmem bunun da bestesi vd notası elinizde midir? Acaba bir başka 'Tuna gecesinde bunu da Ankara radyo. sunun korosundan gene senin takdimin« le dinlemek saadetine <rebilir miyiz? © Sonra bir düşünce ve arzu daha: Senin çok canlı bir inşad ile okuduğun «Akıncılar» şiiri de acaba Rumeli türkü« lerinin yanık nağmelerile yepyeni ve ço güzel bir beste olamaz mı? Bu beste bek ki de senden doğar ve o zaman, Yahya j Kemalin: | Simşek gibi bir semte atıldık yedi koldan Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan Diye aruzun muttarid kalıbında harl« kulâde bir kahramanlık sesi, bir rüzgâr bir fırtına esişile ebedileştirdiği istilâ | devrimizin şanlı destan hatırası, musikiy bütün nesillere daha başı kaynağı olur, Cemil! Kahramanlar ve kahra. manlıklar diyarı Anadolunun nefis halk türkülerini radyodan bize sık sık dinle. tiyorsun. Bu sesle, bu nağmeler, bu gü te ve bu besteler bize nasl zevk veriyon, (Devamı 10 uncu sayfada) — Evet! Durup dururken başıma belâ alayım.. annem gibi. Esirci içini çekti: — Annen tek duraydı, yabanm dost tutmıya idi, bu akıbete dünyada u, ramazdı! Ondan önce fena mu idi vazi yeti? — Evet, Ve lâkin böylesi daha iyi. — Yok, kızım! Hayır Evlâdım! Paran güzelliğinle, gençliğinle beraber biter, sonra yanarsın, benden söylemesi... — İlâhi, Fıtnat hanım! Ben senin dedi Bin işi beceremem kil Esirci karı maksadına varmıştı. — Ben ne güne duruyorum, a evlâdım? dedi. Zaten, cariye alım satımı pek ol. rını silkti., — Canım sağ ol Eğildi. ayak öptü. endişe ile, hükmü'ye süründürmekten muyor şimdi. Evimi kapatıverir, geli İ zevk alıyor, üftade- yor şimi apatıverir, gelir bekledi. | buraya nezaret ederim. Şanı, şöhret! sen- Padişah ta damadını seviyordu. Hem ©, çok itimad ettiği bir vezirinin oğlu idi. Herhalde, bu işi örtbas edip, ihtiyar ve- zire hayatının son demlerinde büyük bir keder vermekten çekinmeğe taraftardı. Sultanı çenesinden tutup yerden kaldı. Tarak: — Peki! dedi. Ben darüssade 'ağasile ona İÂzım geleni söyletirim. Ertesi gün saraya celbedilen Hüsamet- tin Paşaya, kızlar ağası hünkârın irade- sini kat'i bir İisanla tebliğ etmiş ve bu rabıtayı devam ettirecek olursa, akıbeti- nin fena olacağını söylemişti, Hürmüze karşı beslediği muhabbete rağmen, damad paşa böylece münasebe. tini kesmeğe mecbur olmuş, fakat kadı. na de mühim tavizlerde bulunmuştu. Beya? şemsiyeli, halkın kendisine karşı gösterdiği teveccühün ogurürlle adetâ sarhoştu. Bu gençliği, bu güzelliği ve bu şuhluğu İle evine kapanarak sakin ve münzevi bir hayata katlanmayı o tevec- cübkâr halka karşı nankörlük sayıyor. du. Paşsdan ayrılıp ta serbest kalmea, şöhretinden, İstifade etmeye, (İstanbula hâkim olmaya karar verdi. Haftanın Cuma, Pazar ve Çarşamba günleri. her seferinde başka bir tuvalet- “ Je mesire yerlerinde görünmeğe başladı. lerinin hiç birine ihti. İst etmiyordu. Esasen taş yürekli doğmuş, © yüreğinin ba katılığını aralığı da büsbütün kuvvet. lendirmişti. İnce his- lerden hiç biri bu kalbe nüfuz ce bir bebekti, bebek ki, dünyevi hazlarını kendi gururundan alır, Bir me) bek ki, başkalarını da kendi gibi himin | belifyerek, onların gönüllerile pervasız- ca oynamayı şıar edinmiştir. Seyir yerlerinden akşamları evine dön- dükçe aynanın karşısına geçiyor. sant.| lerle kendini temaşa ediyordu. Arabası. | ina atılan feryadnameleri açıp okumağa İtenezzâl etmeden dolabın gözüne atıyor, hergün artan sayılarına bakarak gurur- lsnıyordu. kıza sık sık soruyordu: — Güzelim, değil mi? — Evet, hanımcığım! , — Daha on sene böyle kalır mıyım, dersin, Şayan? Genç kıza sık sik soruyor du: «— Güselim değil mi?» — A! Elbet kalırsınız, hanımcığım! — Şayan! Ben ihtiyarlarsam. çirkin olursam, kendi kendimi öldürürüm.. — Allah etmesin, hanımcığım! Siz, hiç bir vakit çirkin olur musunuz”. Ve Hürmüz, hizmetçi kızın verdiği bu teminattan mahzuz olarak, aynanın ö. nünde şarkı söylemeğe koyuluyordu. A Bir gün, Hüsamettin Paşa ile araların. daki münasebeti kurmuş olan esirci Fıt- Hizmetini gören. Şayan adındaki genç|nat eve geldi. Hal ve hatır sorup biraz da şundan bundan bahsettikten sonra; — Evlüdım! dedi, Dikkat ediyorum; Çok para harcıyorsun. Bir gün giydiğini bir daha sefere arkanda gören yok, Seyir, seyran, boyuna dolaşıyorsun. Arabaya, sun! cevabını verdi. —A, elbette kı cancağızın sağ olsun amma, para dediğin çabucana suyunu çe ker, kâfir. Elinde a- vücunda olanı işlet melisin. — Nasıl? Hafızın Eda hanım gibi tefe- cilik mi edeyim? — Keşki yapabil sen! amma, © iş her. kesin harcı değildir. — Ya, me yapayım? — Ne yapacaksın? Evine misafir kabul et. Bugüne bugün şöhretin var. İstanbu - Yan bütün kibarları buraya üşüşmek için firsat bekliyorlar, Hürmüz gevrek bir kahkaha attı: — Ben onların yüzüne tükürmem! de- ad, Fıtnat suratını astı: — Büyük söz söyleme! Allah muhtaç etmesin yoksa. Hem ben, sana onu de- mek istemedim. Rahmetli BenM Seniye. ninki gibi selâtin biz eğlenti yeri aç de- mek istiyorum. den, idaresi benden. sen sadece köşende otur, safana bak. Değil mi ya? Hürmüz, azıcık kanmış gibi görünü. yordu. Gülümsiyerek cevab verdi: — Vallahi fena fikir değil. yim. — Hiç düşünme, nafile! Ben senin iyi. liğin için söylüyorum. Allaha şükür, bir ekmek param var, Şunun şurasında öm- rümün sonuna ne kaldı? Kıt, kanaat ge. çinir, giderim, Ve lâkin senin ahar vak- tinde sıkıntı çekmene yüreğim kail de Zil. Sevdim seni, zorla değil a? Senin her vaki: ferahta olmanı arzuluyorum. — Eksik olma, Fitnat teyzeciğim! Sa- hi, iyi söyledin. Şimdi şimdi benim de aklım yatıyor. Gerçekten, bu fikri beğenmeğe başla. muşlı, Üftadelerini evine düşürüp, onları kendi vuslatının iştiyakile gözlerinin ö- nünde kıvrandıracak, bu suretla de hüs- nü anının, cezibesinin, kadınlığının gü- düşüne- rurunu duyacaktı. Esirciye tekrar hitab ederek; — Bu gece burada mısın? diye sordu. CArkası var)