23 Ağustos 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 12

23 Ağustos 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

— dum. Takvor efendiyi de kaybettim. | Ne ise ne: Sonradan kapının önünde | değil misi: “Gim; o da hâlâ avdet etmedi. Bir çift| — Kulaklarını iyi aç, dinle, diye «Kü-| Çük Kurt» söze başladı. Herifçi oğlu ka- radan geçerse temizlemesi bana aid. Fa- kat kanalın kenarından geçmesi ihtima- li de var, O vakit herif senin, işini biti -ı rebilirsin, anlaşıldı v? | — Fakat, adam boğazlamak benim pek harcım değil diye Çekirge bu ta - limata itiraz edecek oldu. — Ne dem Sen erkek değli misin? Evvelâ herif ihtiyar. Dünyadan, lüzumu | kadar gâm almış, onu öbür tarafa gön - idermekte bels yok. Şu, sıra söğüdleri gö- Tüyorsun ya, onlardan beşincisinin arka- | n. Moruk önünden ge - undaki kaşkolu çıkarıp boğa- mak bir saniyelik iş. Ceplerini arakla, Tam beş tane binlik frank bula - Bu haberi de eksik olmasın heri- fin hizmetine bakan Mari Saleden duy - dum. — Böyle şeyler benim harcım değil ar- kadaş diyerek Çekirge hvmurd:mmıkıal devam ediyordu. — Bana bak, herifi kaçırırsan işin fe- naya varır. Onu yapmazsın, Dunu yap -| mazsın ne ile geçineceksin be? Çekirge yıpranmış, eskimiş elbiseleri | içinde ür tir titriyordu. Hanüz on altı| yaşına bile basmamıştı. Yüzünü kaplıyan çıibanlarla zayıf vücudü onu uyuz bir ke- diye benzetiyordu. Kü Kurd — Şu köprüyü görüyorsun ya! Moruk onu geçmeğe karar verirse, senin ola - cak! diye izahatını bitirmişti. Öbürü bıkmış, usanmış bir halde — Anladık, anladık artık süs ta yerine çekil, dedi. Küçük Kurd, hafif tertib yağan yağmur altında gözden kaybaldu. Çekirge de, yapraklarını kanala doğru eğmiş süğüd ağaçlarını sayarak beşinci- | sinin arkasına gizlendi. Böyle bir hücum ! için gizlendiği yer biçilmiş kaftan idi. Küçük Kurd daha buraya gelmeden o- na demişti ki: — Kaşkolun yarıyacak, — bıçak, tabancadan bu biçim öldürme daha iyi - dir. Sessiz sadasız ölür. Herif son solu - Gunu verince ceplerine dalarsın. Seni lüğünü — düzeltti we dikkatle bak - tı. Takvoru - tanı- yınca içine su Berpildi. — Yahu! Ne - rtelerde kaldın ? tüiye sordu. Me - Taktan çatlıyor - düm., Peşin sıra| Necmiyi gönder - lerlik mübayeası bu kâdar uzun sürer mi? — Ne yapayım? Buranın mağazaları bir âlem. Dükkânın içerisinde kaybol - buluştuk ta güç hâl ile getebildik , Bu muhavere cereyan ederken, Gu- rabi efendiyi dikkatle süzmekte ve bu simaya bir ad koymak için hafızasını zorlamakta olan yahudi, birdenbire, ihtiyarın ellerine saldırdı, sarıldı, öp - tü — Vay, mumiyiz bey! Vay, paşa haz- getleri! Şukür yoruştuyumuze! Seneler senesi, vallâyi yoreceğim — yelmişti. “Allah sana inandirsin: er yun sana ha- tirladim. Gurabhi efendinin bu tesadüften canı sıkılmış gibi idi. Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur darbı meselinin burada, bu münasebetsiz zamanda fteeyyüd etmesi onun işine galiba pek gelmemişti. Suratını buruşturarak, ya- budiye zoraki iltifat etti: — Hoş geldin, bazirgân! Seni bura- lara han rlar attı? — Ruzyar ilan alişvirişim yok. İn - bat havada yeldim. — E, otur bakalım. Masanın etrafına toplandılar, İfakat hanım, Galeri Labavette başına' gelen- “Son Posta,, nın Hikâyesi EKLENEN NST Çevirem : iHTİYAR Faik Bercmen Torrede bekliyeceğiz. Parayı orada pay | ruk bana kaldı. Ne yapacağım şımdi? de- edeceğiz. di Çekirge hem bunları hem de paydan hissesine düşecek mikdarı düşünüyor, hülyalara dalıyordu. Sinema, yırtık & - teklikli, mavi gözlü, bastı bacak kızı k eaklıyabileceği hülyası, keyfini büsbütün arttırıyordu. Belki de payı umduğundan | fazla olur da deniz kenarlarında bir ye-| re kadar balayı seyahatine çıkabilirler - di de. Amma bütün bunlar moruğun ge- | bermesine bağlı idi. Moruğu gebertmek te pek işine gelmi- yordu. Fakat ne yapsın ki böyle hareket etmek meeburiyetinde kalmıştı. Otların Üzerine uzanarak, kurbağaların sesini dinlemeğe koyuldu. Havagazı lâmhaları - yaları altında hayal n köprüyü de gözden kaçır- mıyordu. Böyle azap ve üzüntü ıçınde bu- nalırken birden karar verdi ve kendi kendine: — Ne yapayım, yaşamak için ya böyle, ya şöyle bir şeyler yapmak lüzım. Ha - yat bu, moruğun başına bugün gelccek şey benim başıma da gelmiyeceği ne ma- lâüm. Köyünden geleli henüz bir bır buçuk sene kadar olmuştu. İlk geldiği günler sefaletten başka bir şey görmemişti. Yo- la çıktığı vakit cebinde bulunan yirmi yedi frank ta daha Parise varmadan tü- kenmişti. İhtiyar gittikçe yaklaşıyordu. yordu. Çünkü gelen: «Manon, işte güneşr «İşte bahar, işte neş'el» Diye bir şarkı tutturmuş, keyifli ke - yifli ilerliyordu. Çekirge dikkatli bakınca gelenin ihti- yar, hem de omuzları düşük, kamburu çıkmış biri olduğunu gördü. Kanalın ke- narında dar yola saptığını gören haylaz oğlan ayağa kalkarak söğüdün arkasını mişti. varmadan yağmurdan ıslanmış ve kayan çimenden sürçülen ayağını toparlayamı- lan vücüdünü ellerile bir söğüd dalma asılarak kanala düşmekten kurtarmak is- tedi. Nafilı — İmdad, diye canhiraş bir ses çıkara- rak kanala yuvarlandı gitti. Böyle anlar- da insanda hiç düşünme kabiliyeti kalır muı? Çekirge de ilerisini gerisini hesab et- meden kendini doğru kanala fırlattı. Fe- nâ yüzücü değildi. Maamalih böyle pis, karanlık bir havada, ayağına dolanan saz- lar arasından ih 1 karava çekebil - mek te bir talih işi idi. — Evlâd, sen olmasaydın, öldüğümün resmi idi. Allah razı olsun. İzmin 5 adresimi vereyim mi sana diycrek ihtiyar — Para kazmiacağım, zengin olacağım, | giça e*.mı-ktonî teşekkür etmekten kendi- köye öyle döneceğim, demişti: Nu:ı:l ğ değmesin hani, ne de zengin olmuştu ya! |* YS ÖL n n İ KS SS yapacakaın büyük baba Viranelerde sürünmekten canı çıkıyor - | ea pi ae Oraşacıln büyük Daba, du. Yola çıkmadan köyün papazı ona: — Parise gidip te ne yapacaksın, oğlum otur oturduğun yerde demişti. Çekirge de: , İdeğmez vallahi. İşte şu kaşkolumu da al, boynuna sar, epeyce büyüktür, seni ısıtır, diyerek Çekirge boyun atkısını da ihti - yara verdi ve hızlı hızlı adımlarla ora - dan uzaklaştı. Kurbağalar ötmekte devam ediyor, yağmur da sinzi sinsi yağmaktan — geri | kalmıyordu. Ne olur, ihtiyar kanal ke - narından geçmeseydi de boğazlamak işi de Çekirgenin üstüne kalmasaydı. YARINKİ NÜSHAMIZDA: Kontun ziyafeli Nakleden: Fikret Âdil tün vücudü ürperdi. Hayal meyal seçile- bilen bir gölge köprüden geçmiş bu ta - rafa doğru geliyordu. — Tuh, Allah müstahak: SON POMANI Ayak sesleri, hattâ sesi bile duyulu - siper aldı. Boynundan çıkardığı kaşkuıuf hararetten cayır cayır yanan eline al -! Gelen ihtiyar beşinci söğüd ağacına | yarak yuvarlandı. Bir lüâhzede bavada ka- | Eski Türk (Baştarafı 9 ncu sayfada) |gördükten sonra bir gece âlemi yaparız, |vâdini savurdum. Aptallar kandılar, So- luğu sokakta aldım. İçimden: — Karamanın koyunu, sonra çıkar ©- yunu, diyordum. Hemen otele geldim. Hesabı temizle - dim. Bavullarımı sırtladığım gibi metro- politene bindim, Pireye indim. Acentala- ra koştum. Az sonra hareket edecek bir vapür vârmış. — Verin bir kamara bileti, dedim. Artık, vapurun kalkmasını döürt gözle bekliyordum. Nihayet limandan ağır ağır ayrıldık. Geniş bir nefes aldım. Kamara- ma girip deliksiz bir uykuya daldım. Göz Terimi açtığım zaâaman (Girid) açıkların- da olduğumuzu gördüm. — Peki ya herifler? — Onlar, beni beklemişler, beklemiş - ler. Bakmışlar ki gelen, giden yök... Yor- gi arkamdan otele koşmuş, «Gittil» ce - vabını alımca beyninden vurulmuşa dön- müş! İşin tatlı tarafına bakın ki üç ahbab ça- vuşun yanlarında para da yokmuş! Ta bancaları rehine koyup tmeyhaneden yi kayı zor kurtarmışlar. Fakat polis mü - dürü, meyhaneci gibi, tabancayı terhin müuamelesini kabul etmediğinden bar bar ışı — Hani Türk casusu? Tıkmış herifleri içeri! Bu suretle birer hafta istirahat etmiş- ler! — Siz bu izahatı kimden aldınız? — Yorgiden! Aradan seneler geçmişti. Gene Alina- da idim. Fakat artık ne benim tevkifimi b ettirecek bir sebeb vanrdı, ne de Yor- ginin göze girmek hevesi. Bir gün, so - kakta giderken -karşı karşıya geldim: — Kirye Yorgi, dedim, sana bir ziyı borcum vardı, hatırlarsın ya?, OSTANIN hâdiseden üzülmüş ründü:; — Eyi ya, hatun. Sürüden — ayrılanı kurt kapar olduğu - nu bilmez misin ? Ne diye Takvor & - fendinin peşini bı - raktın? Karı milleti hnız Gönlünüzü okşıyan & her kangi bir nesne gördünüz mü idi, kendinizi unutur - sunuz, Sizlere, aklı- nız başınıza — gelsin diye arada sırada sopa çekmeli.. diye- cek oldu. Koca karı kızdı: gel! Kavgayı, Takvor önlemek istedi: — Şimdik bu lafların sırasıdır? Neec- mi beyimizi de bulahm da, altık kar - mımızı doyurmağa gidelim. Bu teklifi Yasef de münasip gördü: — Sizi bir bahçeye yotureyim, em bava aliriz, em da yemek yeriz. Mesa- |rifi benden! dedi. Takvor, yahudinin hovardasına ilk defa rastlayordu. Dikkatle yüzünü, kı- İlığını, kıyafetini süzdükten sonra, ken- | di kendini ona takdim etti: | — Afedersin kardaş! Bu patırdının onda beni bulursun. Gurabi efendi sordu: para mı buluyorsun? leri uzun uzün anlattı. Gurabi efendi, içinden, karısının büsbütün kaybolma- dığına eseflenmekle beraber, sureta buıtnnı iş ederim. Adresim, Ü arasında cenabınla teşerüf olmamışım. |ortaklarimiz var; Kumpanya yaptik; Yahudi birdenbire ihti yarın ellerine sarılıp öptü — Sen mi sopa çekeceksin? Yavaş|Tüysüz Haçik sokak, nomro 69. Olur. — Maşalla, maşalla! Sen Kaşer ol - duktan sora yuzel anlaşiriz. Turfa ol- müuş olsaydin, o vakit fena idi. Benim adim da Yasef Yumuşyoz. İskiden ay- lik kirar, fayizcilik yapardiim. Buyun para kumisyonculuğu yapiyorum. Eh, Allah bin bir kiyat versin, yiçiniyoruz. — Para komisyonculuğu da ne de- mek olüyor? Hacet erbabına ondalıkla — Öyle kibi bir şey. Dort, beş yerde ğa ve bacaklarının karıncalarım silk - meğe gitmiş olan Torik — dönünceye kadar, vakit geçir - mek için lâf lâzım- dı.. Gürabi efendi de, Takvor da, ya - hudinin «ne gibi bir ticaret — yapmakta bulunduğunu — öğ - renmeğe heves et - liler, O, kendini bi- raz nazâa çekti, fa - kat her ikisinden de bir fenalhk gele- miyeceğini, — hattâ bilâkis belki de ken- dilerile bir iş göre- bileceğini tahmin e- derek, izahat verdi : Beş ortak, Bükreş, Atina, Belgrad, ki iktiza ederse, her gün öğlene kıdar|Sofya ve İstanbulda bir gizli teşkilât kurmuşlardı. Bu şehirlerden birinde, diğer bir yerle işi olup da serbest döviz tedarik edemiyen tücrar, seyyah ve salreyi arayıp buluyorlar, ona şu tek- lifi yapıyorlardı: «Sizin İstanbulda pa- ranız var, Romanyada da falan yere şu kadar tediyatta bulunmağa mecbur- sunuz. İstanbuldaki paranızı çıkaramı- yor, burada ise kredi bulamıyorsunuz. Ben, size o parayı lei olarak vermiye hazırım. Tutarı, resmi kurs üzerinden şu kadar Türk lirasıdır. Buna yüzde on da komisyon zam ederiz, Buna kar - jsılık siz de bana bir sened veyahud ki Takvor Kaşer'im. Emlak ve erazi üs- | işliyoruz. — , bir bono verirsiniz. Bu senedi, Türki - Pangaltı,! kendi tabirince, doyurma-'yede tanzim edilmiş gibi, Türk damğa Haa ea ea ea B aa Ze ö detektifleri bari şimdi bir kahvemi iç te kısmen ol sun ödeşelim... Böylece konuştuk. O da anlattı. Sabih Alaçam MAFSAL AĞRILARI 3 Çok müdhiş anlar geçirtir. Fakat bir tek kaşe GRİPİN almakla, bütün şid- detine rağmen romatizma ağrısını ça- bucak sindirmek- kabildir. Çünkü husust bir tertible yapılan GRİPİN kaşeleri en muannid ağrıları kısa zamanda geçirir. GRİPİN Hızır gibi imdadınıza yetişir, ağrıları- nızı, acılarınızı defeder. İcabında gün- de 3 kaşe alınabilir. İsmine dikkat. Taklidlerinden sakınınız. Ve GRİPİN yerine başka bir marka verirlerse şid- detle reddediniz. #RADYOLİ il SABAH, ÖĞLE ve AKŞAM her yemekten sonra muntazaman dişlerinizi fırçalayınız. pullarile pullarız. Sened, İstanbulda falancanın namına tanzim olunur. Ya © bizzat siz, yahud ki vere- İceğiniz emre irmtisalen - ticarethaneniz borcunuzu oraya öder!» Böyle bir kolaylığa kim yanaşmaz? Yasefin de, ortaklarının da işleri işti. Senede, mühim yekünlara baliğ olan bir kazanç temin ediyorlardı. Bunun için icab ederse sermayeyi altı aydan altı aya yaptıkları seyahat- ler esnasında kendilerince malüm usul- lerle kaçırmağa muvaffak oldukları dövizlerle muntazaman tamamlamakta idiler. 'Takvorun : — Ya tutulursanız? Sualine Yasef gülümsiyerek: — Rizikosuüz anyi ticaret var? Mu - kabelesinde" bulundu. Torik Necmi bir türlü görünmüyor- du. «Belki doğruca otele gitmiştir ora- da buluruze düşüncesile beklemekten vaz geçtiler. Kalktılar, yayan otele ka- dar gidip Toriği sordular. Oraya da gel- memişti. Yahudi, gidecekleri yeri ka- pıcıya söyledi. Bay Necmi gelirse ya - nına adam katılarak oraya gönderilme- sini de tenbih ederek, Karol parkı ci- varındaki bahçeli lokantalardan birine gittiler. Bir ağacın gölgesine sığınıp oturduk- larında, Yasef sordu: — Burada yuzel irik rakisi yaparlar. Birer tane atalum mu, mumiyiz bey? Gurabi efendi hâlâ somurtuyordu: — Ben müskirat kullanmam! dedi. Yahudi, onun neş'esini nasıl yerine getireceğini biliyordu. Kulağına eğile- rek, yavaşca: — Burada iski hisaplari — kapattik. Tefter İstanbolda kaldi. Ne ben sora- rim, ne da sen duşun. İşallah yini hisap açariz. Şimdik keyfimize bakarak mu- habbet edelum.. dedi, Filhakika, o anda, ihtiyar mümeyyi- zin yüzü güldü; (Arkan var) Ğ —OT —ateseamaünn —

Bu sayıdan diğer sayfalar: