DÜNün, BUGÜNÜn ve YARINın tarihi: 8ON POSTA â AVRUPANIN ALTINDAKİ ATEŞ Fransız aleyhdarı bir muharr Fransaya yükliyebilir. bulunmasa bile Yazan Almanlar büyük harb başlangıcında Harbin ilk günlerinde köylü Alman askerleri Reni geçince, ellerini Fransa toprağına daldırınca bu toprağın bu ka- dar mümbit oluşuna şaşakaldılar, _ Bu toprak yaşamak için zorladıkları Orta ve Şark Almanyası toprağından ne kadar da farklı idi. Fransızlar bunu bilirler Ve Fransız toprağının bir çokları tarafından arzu- dandığını pek İyi anlamışlardır. Onun i- çin harb sonrası Fransız lime ile hülâsa edilebilir: Güven, güven gene de güven.. Fransız mantalitesine göre ancak sulh için harbedilir, ve sulh için harbetmek te değer. Şimdi burada objekif bir parantez aça- rak diyeceğim, ki bütün harb sonrası g- ilelerini Fransızlara yüklemek, herhangi Fransız aleyhtarı bir muharrir ıçiq hiç te zor bir iş değildir. Öyle ya, mahud, bi- ber gibi acı Versay muahedesini hatırlı- yanlar Klemansonun oyununa kurban gitmediler mi? Gene bu Klemanso, AL manyamın ticaretini mahvetmeği, bü milleti ebediyen köle bir ırk haline sok- mayı istihdaf eden akıl ve hayale sığmı- yacak kadar muazzam tamirat befi:llen- ni istemedi mi, ve bunu öd:xr.rk için Al- manyayı tazyik etmedi mi?. y D:hî sonra, Almanlar borçlarını “df' meyince, onları tahkir elmek için Ruhr'a ordu gönderen gene Fransızlardı. Y,".u kurulmuş Savyet Rusya imhadıîıı. ilir lâf devletlerini saldıran elbette ki Fran- 'u:lî:ı;ıyınm etrafında bulunan dev- letleri himaye eden, onlara parâ ver:m, kendilerile askeri anlaşmalar yapan, böy- lelikle Alman halkını düşmanlık çemberi içine alan kimlerdi?.. Fransızlar. Ğ Leh koridorunu icad eden gene onlar- dL N Versay muahedesindeki silâhsızlan- maya dair birçok maddelere rııyet_ e_l' miyen gene Fransızlardı. Almanya, itilâf devletleri de buna uymak görtile silâh- larından tecrid edilmişti. Halbuki, genç- lerini askere alan ve Avrupada en küv- vetli orduyu kuran Fransızlar oldu. Yukarıda dediğim gibi, Fransız aleyh- tarı bir muharrir, Fransızları haksız çı- karır, Lâkin bu bir tarihtir. Propaganda değildir, zira Fransanın yaptıklarına bir unmasa da bir sebeb vardır. ülkelerinin Al- tilâ edildi- Harbin hakiki mazeret bul. manlar tarafından iki Bini bizzat görmüşlerdi. sebebleri daha belli olmıyabilir, fakat is- tikbalin hiçbir tarihçisi, - şu hakikati kay- detmeden geçemiyecektir ki, 1870 de ol- duğu gibi 1914 de Fransayı istilâ edenler gene Almanlar olmuştu. 1918 denberi de Fransız politikası; «Bu istilk keyfiyeti bir daha asla vukua gel- memelidir!..» esası üzerine kurulmuştu, fakat Fransanın emniyeti aramaktaki u- gülleri Almanlara, kendilerine bir taar- Faka ir, bütün harb sonu gailelerini kolaylıkla t Fransanın yaptıklarında bir mazeret kuvvetli sebebler olduğu muhakkaktır ; Emeys Jones - Çeviren : İbrahi Fransaya girince bu t ruz hazırlığı şeklinde göründü. Hattâ Fransız dostları bile bu metodun dünya ünü tehlikeye düşürecek bir mahiyet aldığını sandılar. Şurasını da unutmamanızı yica ederim ki, Fransızlar, Fransanın emniyetini si- gortalamaya çalışırken, sade ve sadece vatanseverlikle hareket etmiyorlar. (La Belle France) güzel Fransa güzelidir. Tep rağı zengindir. Ziraati, sanayi! denk- tir. Burası muhakkak.. Fakat Fransa bir Fransız -için daha bağyka manalar ifade eder. Zira Fransız, Fransanın dünyanın en medeni milleti olduğuna inanır?.. Öyle midir, değil mi-| dir. Bunu burada münakaşa edecek de- ğiliz. Dolayısile Fransız. dünyada harbe de- ğer yegâne sulh derken, kendi medeni- yet şeklini takib edecek sulhü kasdeder. Bu noktayı kavrıyamasak Fransayı an- Jamamızın imkânı yoktur. Şimdi de bu idealin Fransayı ve Fran- İşızı nereye sevkettiğini düşününüz. Göz- lerinizi 1918 e çeviriniz: * Harbin en büyük kısmı Fransız top- raklarında cereyan etmiş, 24 bin kilop metreden fazla toprak çiğnenmişti. Böyle harabeye çevrilmiş yerler için Almanyadan neden para alınmasındı?.. 1870 harbinden sonra, Fransızlardan taz- minat istiyen Almanlar değil miydi?.. Ve Fransızlar da borçlarını iki senede öde- memişler miydi?. * Milletler tamitat meselelerile uğraşa- dururken, Fransa parçalanmış flkesin! yeniden- yapmıya koyuldu, Fransa hazi- nesi, sonraları Almanyadan almak ümi- dile, kapılarını açtı. Fakat 1921 yılına doğru Almanya bir kuruş bile vermedi ve Fransız halkının bir çoğu Hberal kafalı başvekilleri Aris- tide Briandın ne yapacağını merakla öğ- renmek istediler, Briand bu hususta hiçbir şey yapmak arzusunda değild. Zira, Fransanın em- niyetini sigortalıyabilmek için İngiltere ile dost kalmak siyasetini güdüyordu. Bu sıralarda, Lloyd George da, Almanyanın ticaretini mahvetmekle bir şey kazaml- mıyacağını İngiliz halkına anlatmış bu- Tunuyordü. Fransızlar işi hatbe dökmek istediler. Briand çekilmek- meeburiyetinde — kaldı ve yerine reaksiyoner Poincar& geldi. Almanya borçlarını ödiyemedi. Poin- carâ, 1923 de Fransız ordularının Ruhr'u işgal etmelerini ve 1925 e kadar arada kalmalarını emretti. Plân şunu istihdaf ediyordu: Madem Ki nakid para alınamı- yor. O halde kömürlerden istifade edi- lir. Halbuki Alman madencileri dayan- dılar ve Fransaya tek bir ton kömür bile yollanmadı. Bu macera, Alman halkmı daha beter bedbin ötmek, ve Fransızların kalbinde .a v FU AM m Hoyi oprakların çok mümbit olduğunu görerek şaşırmışlardı. Almanyanın güttüğü maksadların korku- sunu bir kat daha arttırmak gibi bir ne- tice verdi. Ayni zamanda Fransa, dahilen de kar- makarışık bir manzara arzediyor, iflâsa doğru. sürükleniyordu. Kazandığından fazla Ssarfediyordu. Frank buhranı da| baş gösterince, işler büsbütün — azıttı. Poincarâ müvazeneyi temin edemeyince de çekilmek mecburiyetinde kaldı. * Kabine kuzan diğer nazırlar da bu de- nemede boylarının ölçüsünü aldılar, fa- kat 1926 da mesele a-kadar karıştı, dal- |landı budaklandı ki, Poincar€'yi tekrar işbaşına gelirmek icab etti. İlâçla, dozla iş göremiyeceğini anlıyan Poincarâ bı- çağa sarılmaktan başka bir çare bula- madı. Frankın kıymeltini asli kıymetten beş- te bire indirdi. Böylelikle sermayenin dörtte beşi uçtu. Bununla beraber Poin- car6 frangı diğer döviz ve valorlerile denkleştirmeğe muvaffak oldu. Başvekiller, maliye nazirları frankla hembezm olurken, gelip giden hariciye nazırları da hududların ötesinde Fran- sanın emniyeti meselesi ile uğraşıyor- lardı. 1922 de kızıl ordular Polonyadan yayı- hp geçerek Varşova kapılarma iniyor- lardı. Fransa, tabiatile alâkalandı. Zira Lehistan Versay muahedesile yaratılmış bir devletti ve Fransafim dâ işine yarı- yan bir wvarlıktı. Almanya ile Rusya ara- sında bulunan yeni ülke Fransanın iki düşmanı ortasında mükemmel bir tam- pon vazifesini görürdü. Fransa, usta kumandanlarından Gene- ral Weygand'ı Mareşal Pilsudskinin yar- dımına koşturdu. İkisi Rusları mağlüb ederek geriye püskürttüler ve böylelik- le Fransa ile Lehistan arasında askert bir ittifak doğmuş oldu. Bundan sonra Fransa- Alman hudud- larının berisinde yerleşmiş bulunan Çe- ,talonunun kayışına parmağını — takmış; Yazan: Vasfi Rıza Zobu Artvin Valisine bu da benim istidam olsun! Halk şairi vapurun güvertesinde etrafina köylüleri toplamış, ıa;l:'j ve sözle (âsarı atikanın muhafaz s1) için öğüd periyordu. Bu konserdi, ayni zamanda bir konferansıı. Fakat ne gazetelerle ilân edilmiş, ne merasimle içeri girilmiş, ne de hatır için sandalyelere esniyerek dizilinmişti. Vapurun güverte yolcuları - arasında bir saz şairi var. Yolcular başına toplan- mış, hayran hayran dinliyorlar. Kulak verdim; çalış tarzı öyle fevkalâde bir şey değil, fakat halkm dikkatle dinleyişin-| den ben de meraka düştüm, aralarına kâ- | rıştım. Gördüğüm ve dinlediğim bu a- dam, Halkevlerini düşündülrecek kadar | ehemmiyetli. Hiçbir kuvvet, hiçbir mü- essese ve hiçbir para, bu adamın fisebi- Ullah yaptığı propagandanın küçük bir eşini başaramaz. Pejmürde kıyafetli bu adam, fakrü se- faletin de bir nümunesi zaten. Elindeki afetine uyacak derece harab.. coşkun adam. Yaptığı işin klüğünü anlıyor mu, bilmem. Ama büyüklük taslamıyacak kadar bahtiyar.. Ahengine şöyle başlıyor: «Filân yerde bir hisar vardır. Onun taşları, eşi'az bu- lunur güzelliktedir. Köylü bazan oradan taş söker de, kırar, şurada burada kulla- har. Kırdıktan sonra pişman olsa; ne et- tim de bunu kırdım; dese, artık çaresi var mı?, Bir defa kırılmış. Bundan sonra 0- nu yapıştırıp eski haline getirebilir mi?. İşte kalb de böyledir. Kırmağa gelmez. Kırıldıktan sonra bir daha yapılmaz. O- nun için gönül yap gönül!. Kalb kırma! Kalbini kırdıktan sonra ona kurban da olsan artık faydası yok. Şairin biri kalb kırmağı o hisarın taşını kırmağa benze- tiyor. Bakalım ne söylüyor?» «Bir söz fle kırsan hisar taşını» «Sonra ona merhem olsan fayda ne..» Sonra tekrar duruyor. Halb işlerinden bahsederken arada «asarı atika muhafa- zası> meselesi de mevzuu — bahsoluyor. Halkın kulağına, bir hisar taşı kırmanın, kalb kırmak kadar büyük bir kusur ol- duğunu da sokuyor.. Daha sonra alnını elinin tersile silerek gelecek mısraları da izah ediyor: «O de- mek istiyor ki: Mutlak bir meslek sahibi olmak lâzımdır. Mesleksiz olduktan san- ra memlekette sultan da olsan fayda ne?> Gene çalıyor; gene okuyor ve gene su- suyor. Sonra diyor ki: «Misafirperver ol. Küçüklere muhabbet büyüklere hürmet göster!!'» Karşısında kendi. sınıfından bir sürü kalabalık toplaâanmış. Kiminin eli arka- sında, kimisi güneşten muhafaza için a- vucünü tepesine yapıştırmış. Kümi pan- kimi de mintanının eteğine — yapışmıştı. Hülâsa lâübali bir duruş, kayıdsız, şart- sız bir vaziyette, sıkılmadan, usanmadan, gülüp eğlenmeden dinliyorlardı. Dinle- dikleri «saz> la, ruhlarmı gıdalandıran- lar «söz. le de dimağlarını cilâlandırı- yorlardı... Bu bir konserdi. Bu ayni za- manda bir konferansti da... Ne gazete- lerle ilân edilmiş; ne merasimle bir ka- pıdan girilmiş; ne de hatır için sandal- yalara esniyerek dizilinilmişti... Adam koslovakyaya gözlerini çevirdi. Sulh mu- ahedesinin müzakereleri sırasında Fran- sız erkânıharbiyesi, cenubdan Alman topraklarına geçebilmek üzere faydalı bir mıntaka kurmak üzere, Avusturya imparatorluğunun bu kısmında merke- zilendirilmiş bir devlet vücude getiril- mesini ısrarla istemişti ve 1924 de Fransa ile Çekoslovakya bir muahede imzaladılar. Bu hâdise Almanyanın çember altına ahnması gibi şübheli bir zehab uyank dırdı. Dolayısile 1925 senesinde Fransa, Almanyanın Miletler Cemiyetine girme- |sine razı oldu. Fakat bunun için de-bazı şartlar koşmuştu: Almanya, Fransaya ta- arruz, hücum edecek olursa, İngiltere, Lehistan, Çekoslovakya, İtalya ve Belçi- ka kendisine yardım edeceklerdi. gönülden bahsediyor, gönüllere hitab e- diyor, gönül alıyordu., Şimdi sorarım size, bundan daha mü- kemmel bir propaganda vasıtası olur mu? Hangi-hatib, hangi mürşid bu adamın yaptığını yapabilir? «Saz» dinletmek için karşısına aldıklarına, farkına vardırmı- yarak, iç sıkmıyarak «söz> dinletebilir.. Halka, avama, köylüye söz anlatabil- mek, ona İstediğin aşıyı vurabilmek için gene ondan, gene onun arazından; onun kıyafetinde, onun tarzında bir vasıta ile hitab etmek, bence en sağlam ve en mu- vafık usuldür. Onu ikna odebilmek için gene ondan olmalı. Köylü, «boyunbağlı, ütülü pantalonlu» adam karşısında hür- met duyar.. ona sual soramaz, Öna «fa- lan şeyi de söylel» diyemez, Söylediği fikir için münakaşa edemez... Onu, kar- (Devema 11 ünci sayfada) gısında görünce esasen «ben bu adamın | tedkikler yapacaktır. ! Güverte yolcuları vapurdan çıkarlarken sözlerini anlıyamam ki; kâtibane konu-. şacak!» diye kararını vermiştir. Artık onu dinlemez. Dinlese de anlıyamaz. An- lamağa çalışsa da o, anlatamaz. Çünkü köylünün tâbirlerini, köylünün heye- canlandığı kelimeleri bilemez. Bilemeyin- ce de söyliyemez. Kulağının alıştığı ke- Hmeleri bulamıyan köylü, yabancı söz- lere kulak bile vermez. Gözü onun ceke- tine takılır. Boyunbağısını nasıl öyle kı- vırmış diye düşünür. Ne söyleneni ııılhı'.ı ne de anlıyamadığını söyliyebilir... Hala buki kendi kılığında giyinen, kendi tar- zında oluran ve kendi lehcesile konuşan bu «halk san'atkârı» nı «halk>» dinliyor. | Anlıyamadığı yerlerde sual soruyor. Hüs | Lâsa zevkyab oluyordu... Dinlediği bu şarkılar ve garkıların ifade ettiği mana, daima onun kulağında çınlıyacak; daima | hafızasında yer tutacaktır. İhtimal ki köyüne döndüğü zaman kahve ar| Ş | larına, evine gittiği zaman çoluk çocuğu- na anlatacaktır. İşte Anadolu Halkevlerinin yapacağı ucuz ve tesirli propaganda vasıtası... Bu ve bu gibi adamları tutmak; onların kar- nını doyurmak ve köy köy dolaştırmak. Onun repertüvarını gözden geçirebilirsi niz, istediğinizi atar, istediğinizi muha-s faza edebilirsiniz. Bügünlün — fikirlerini taşıyan eserleri bu Şan'atkâra anlatırsır nız. O, onu köylüye göre adapte eder, | Bündan da istifade edebilirsiniz. Ön tane şehirli konferanscının, köylerde —yapa- madığı işi bu adam belâgan mabelâg tek başına yapar; harcedilen para sarfedilen emek te yerine erer... Meselâ işte Rus- lar.., İnkılâbı aşılamak için bu gibi a« damları köy köy dolaştırmış, bundan da büyük istifadeler elde ettiklerini müte- addid defalar söylemişlerdir. * Adamın ismini sormak için yanına git- | tim, Sazı göğsünde, ayak ayak üstüne Ö- turan bu «halk san'atkârı», karşısında | «boyunbağlı, ütülü pantalonlur adam görünce toplandı. Yukarıda iddia etti. ğim gibi biraz sıkıldı. «Bu da benden ne istiyor?> der gibi suratıma baktı. Ona yavaş sesle ismini ve nereli olduğunu sordum. Bir askerin, sübayına cevab ve- rişi gibi, olanca sür'at ve ciddiyetile; «Artvin vilâyeti, Şavşat kazası, Kocabey köyünden 313 tevellüdlü Taşdemir oğ larindan Osman oğlu Hafız!; dedi. İşte bu yazı da, Artvin valisine benim | bir istidam olsun.., Ğ Vasfi R. Zobu Türkofis Asbaşkanı geldi İztisad Vekâleti Türkofis Asbaşkani Ci 182 şehrimiade birkaç gün kalarak vak a &i İi dB