26 Şubat 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7

26 Şubat 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

L EDE Bir tiyatro —İ'dq.* ortaya koyar mı, koymaz benzeyiş tarafı Yazan: Halid F Ğ:';“mm yeni bir telif eseri öy- büşladı, fakat bu temsil başla- #Vvel d> gazete sütunlarında gü- akisler çınladı. Mesele, Şehir Ti- GSi mMecmuasının neşrettiği bir ma- bı_ Çıkmıştır ve bu makalenin fikir- şm:“i «Son Posta» olmak üzere, mat- DN haklh bir asabiyet uyandırmı Piyesin gazetecilik mesleğini Ryr, Ettiği Sadiasile yazılan o makale AM Şehir Tiyatrosu mecmuasından Üi p lllı!ııvon m güdükleşiyor, a nd emua Bağıa aplanda, İstanbul matbuat müdüyü | Tarık Us, ü , döstane bir sansürlük ifa ederek tiyatroya kadar ihti- u%uhmctlg mezkür piyesi okuyor ve _â..“h kaydını atiyor. Bu suretle Te fıkan piyes te, ertesi akşamdan bi %n Oynanmağa başlıyor. Doğrusu —'hq 4 hareketler, piyesten evvel oy- Çok güzel bir oyundur ve bir e- ıf.:mdın iyi, bundan tantanalı — bir Büna Yapmak imkânsızdır. Ş&nce. ne Şehir Tiyatrosu mec- N yazıyı okumuşumdur, ne de bu piyes'n temsilini görmüşütn- ir p yes tenkidi yazmak dü- mdan geçmiyor. Çünkü p bu temsili görünceye Muhakkak ki leh veya Nnu"i yapr'acak ve her zamanki u- ı,.h*re birinir. beyaz dediğine ötekisi n L“qd;.vea)* r icede do, son olarak *& hıh bahse karışmam, suyu çekilmiş Yüya ko Kıh sallamak gibi bir şey İkce 3r. O ha'd» bana ne kalıyor? Sa- k Ht By piyes'n mevzounu değil, ida- ım':uinmn evvel uyandırdığı gürül- M»ıikoıo_ı.k cebhesini aydınlatmağa _k ve mümkünse bazı hakikatleri Ütek... $ünu sormak isterim: Bir tiyatro Yahud bir roman, hayattaki vak'a- ve tipleri ronişleterek ortaya koyar koymaz mı? Ve bu teşhirde bir ha- tü Benzeyiş tarafı aranır mı, aran- İm? En arta bir düşünce ile vuna ©* demem-t, her şeyden evvel nu Bevileri inkâr etmek olur. oluyor ki, tiyatra olsun, roman bu nev den eserler hayatın vak'a- tipleri büyülten bir aynasıdır. Biz 'a bütün iyilikleri ve fonalıkları, likleri ve kabalıkları, bütün Ti ve karanlıkları ile yalnız Yülniz cem yeti buluruz. Ey, 0 hasıl olur da o vak'aları yalnız bir Börebilir ve o tipleri bir tek mu- Ş olarak telâkki edebiliriz? Bir €&Ya romandaki şahislar binbir şe- iyetin herhangi bir mesleğine Olacaklardır. Fakat bir meslek Olarak değil, sadece insan olarak Ş—"__Hrbı! rler ve ancak öyle tedkik Tler. Yoksa meselâ bir piyes anda herhangi bir elnayet Işli- d FELAŞ ££ # VAT x Slek zümresine ma! edemez, ya« i.:?rlr bunu böyle gösteremez. E« Be g YAt öyle girift bir muammadır | ün k Mmoraklısı, karıncayı incitmez M&ŞH Selip şu veya bu psikolojik | a baydud olmiyacağını kat'iyet- edel Mriz, ne de mezbahada ö- | 'xı_:'eız'ışan adamın en ufak bir tde Böz yasları akıtabilecek bir ka- Ş hü“lmn'î—q-m... Madem ki insan- .mmn tezadlarile alınır ve öyle !q,.ı."'er. Hâsılı san'at eserlerinde- "da ne belli başlı muayyen bir Z-uu_k At hakiki bir ailenin, ne de bir LE P a İN ga dan hiç birisi değildir. San'a'» Di Ti a İşte bu kadar / dağınık BRLi içing ” Maddi ve manevi husu- _—Yn hp""""' kendi zevkine göre bir & ak, T Ve netlerde ortaya bir e ;;’“’-Mdır. Görüşe ve gösteri- 7 " bu san'attaki insan ka- kudroti, birbiri,. © birçok birbirine ben- 'Töni famamlıyan vasıfların ileri gelmektedir. Bir piyesin etrafında İ gürü'tü eseri, yahud bir roman, hayattaki vak'aları ve tipleri ge- *|şünelim: bir eserde ferd değil de zümre -SON POSTA İYAT — mı? Ve bu teşhirde bir hakikate aranır mı, aranmaz mı? ahrı Ozansoy © halde, Avrupada bile bazı dar düşün- celerin tevehhüm ettikleri «Roman â |elet», yani hakiki hayattaki bazı kimse- leri kasdeden romanlar iddlası nerede kalıyor? Mesele piyesler için de aynidir -3 ep ve aksini düşünmek çok iptidaf düşün-| — Bundan evvelki kısımların mektir. Şımdi bu tezin bir de aksini dü- M."ASZSI Kışmet!! bir bilginimizin yardımile bu seriyi yazan muharrir, Osmanlı İmpara- torluğunda tansimattan evvelki zindan- ları anlatınaktadır. Bostancıbaşı hapisha- veya bütün bir cemiyet sarih sure 'herhangi bır büyüklük, yahud küçük'ük- le muttasıf gösteriliyor: meselâ filân ti- garet en âdi, en gayri meşru bir ticart- tir ve bu ticaretle meşgul olanlar en “ö- renç insanlardır gibi... İşte burada axar sular durur, Zira o zaman ortada ne kı- İyakter kalır. ne sembol! San'at ve saa'at. taki tahlil ortadan kalkarak doğrudan doğruya hücum ve tariz onun yerine ka. im olur. Buna da san'at demezler, sadece haklı veya haksız polemik derler. Hakiki san'at eserleri ise, bir zamanlar natüra- lizmin düşmüş olduğu bu hataya düş- mekten mümkün mertebe çekinirler. Sı- rası gelmişken burada hakiki bir hâdi- seden bahsedeyim: nesi, Tomruk hap'shanesi, Tersane zin « danından sonra sıra Haseki kadınlar ha- plshanesine gelmiştir. (Yazı devam etmektedir) —a Oraya girenlere Aahlâk, fazilet dersleri verilirdi. Yanl hapishane höcrelerinin, bugün Amerikadaki nümune hapishane- lerindeki medeni dershanelerden hiç far- kı yoktu. Orada iş öğrenen, iş gören, hattâ buna mukabil para kazanan mahkümlar, «1s- lahı hal» edip te hürriyetlerine kavuşur. larken, bir mikdar sermaye de biriktir- miş olur'ardı. Buna rağmen, Osmanlı aleyite | Bundan birkaç yıl evvel Fransada bir Kkasaba halkı belediye reislerinin delâle- tile Paristeki bir genç romancıyı dava etmişlerdi. Davaya sebeb de, bu kasaba halkının v romanda kendilerini ve kendi | memleketleriri tahkir edilmiş bulma'arı | ve fena kadınlar, yani fahişeler tıkılırdı. idi. Niheyet bu dava rüyet olundu ve ga- | — Bu itibarla, kavgaya tutuşan kadınlar, ribe bakın ki romancı manevi zarar ola« birbirlerine çok ağır bir hakarette bu- rak o kasaba belediyesine bilmem ne ka- Tunmak istedikleri zaman Şu cümleleri dar frank tediyesine mahküm oldu. Hal- | sarfederlerdi: buki zavallı adam mahkemede e«Ben ne| ——— Hasekiden çıkmış karı! bir kasabayı, ne bir kaseba halkını tahkir | -. Hasekiye git Hasekiyel.. etmeği düşünmedim!» diye acı acı yan. | — Haseki kaçkımı! mış yıkılmıştı. Ben bu tafsilâtı bir Fran- | Fakat buna rağmen, Haseki zindanları, sız gazetesinde okuduğum zaman hay. sanki memleketteki ceza makamlarının retten donakalmıştım. Niçin mi? Çürkü | işledikleri bütün adaletsizliklerin kefa- © eserde hakikaten bütün bir halkı ve bir retlerini ödemek istemişler ve bir şefe muhiti tahkir manası garahatle mevcud . kat, bir himaye kaynağı olmuşlardır! ise bundan sadece o kasaba ahalisinin | «Hasekili Leylâ» lar, «Hasekili Fit değil, milli bir tecssürle bütün Fransız /'nat» lar, Hasckiye birer fahişe ruhile kasaba ve şehirlerinin, bütün bir mem- | girmiş, orada ıslahı hal ederek çıkmış ve Jeketin davacı olması lâzım gelirdi. Yok- ; havatlarını alınlarının terile kazanmış ga filân veya falan zümrenin tevehhüm- . olan ilk Türk kadınlarıdır. leri Je harekete geçmek ve nihayet faz-| —O devrin ticaret hayatında muvaffakl. la realist bir eserdeki kötü ahlâkları ve | yetlerile meşhur olan bu kadınlar, ka- Xxötü ahlâklıları bir muhite tam hakikat | zançlarını, Haseki zindanlarında — edin. diye mal etmek haksızlık olurdu ve bel- | dikleri melekelere, ve marifetlere borçe ki de bu eser için öyle olmuştur. Ancak | ludurlar. hakaret, san'at hududunun haricinde bir | Binaeneleyh. Haseki zindanları, sade realiteye dayanmışsa ona diyecek yok-| memlekette fuhşu azaltmakla kalmamış, tur. Buna da, hiçbir müellifin bütün bir | Türk kadınını çalışma sahasına — kazan. cemiyeti veya zümreyi küçültmek gibi | dırmak şerefinden de küçük bir hisse al- bir hareketle hiçbir menfaat elde etmi- | mıştır. yeceğiri ve bunun bir manasızlıktan baş- | Fakat Haseki zindanlarınm karanlık. ka bir şey ifade etmiyeceğini düşünürsek | larırdan doğup, taassubun karanlıkların- ihtimal veremeyiz. Olsa olsa siyasi bazı |da sönen bu ömürsüz inkılâb yıldızcığı, sebebler böyle eserlere müessir olabilir- | ancak Atatürk devriminde bir güneş ler. O zaman da fırka meseleleri mevzuu | büyüklüğü, bir güneş parlaklığı, ve bir imparatorluğunun — karanlık tarihinde nurdan bir noktacık gibi parlıyan bu gü- zel milessesenin, çok fena bir şöhreti b va: bu hapishaneye, müerim, düşkün _!ı'!e b:îvlrırs'mı. kendisini bulmalıyız, ,'ı:w,_ s:"â bir tecavüz tevehhüm et- , kîl “P': îl / eserlerindeki — şahısları Wq::*lk-: kör, hayatta gördüğü tip- he !eum ede nihayet öyle bir tip Nhh"' Vit ki bunda birçok müşte- Kt el iksanların etralte leri vardır, VEkT gbi görünmesi de, di- ! eserleri hududundan uzakta bir yer tu- maları lâzım gelir. Hâsılı hangi cebhe. den düşünülürse düşünülsün, hakiki san'at eserlerinin böyle itbamlardan masun kalması temenni edilir. Aksi tal girde, herhangi bir roman veya bir piyes yazmak için eline kalemi alan müellifin, daha ilk satırlarından itibaren «Acaba fikirlerim yanlış anlaşılır mı? Acaba şu wak'a yahud şu tip umumileştirilir. mi? Acaba şu tipi tanıdığım yahud tanıma- dıklarım içinden birisi kendisine benze- tir mi?» diye düşünmeğe başlaması ve eserinin her sayfasını yazarken ecel ter- leri dökmesi pek tabii bir hal olur. Bu da, her şeyden evvel, böyle endişelere kapılacak olan bir memleket müellifle- rini gittikçe akamete sürükler. Artık o zaman, geçenlerde Aka Gündüzün çok gü zel bir makalesinde sorduğu gibi biz de ayni surli tiyalroya da teşmil ederek so. röbüiriz: — Roman ve piyes yazamıyacak mıyız? Halid Fahri Ozansoy Mektebler hakkında yeni bir tamim Tedrisat müddetinin üçte Ikisi dolmuş - tur. Dundan sonra talebelerin bir mekteb - dan diğer mektebe nakline müsaade edil - miyecektir. Mualltmin küdreti sınıfını geçen talebenin sayısı ile ölçülecektir. Her sınıfta- ki talebe meycudunun üçde Skisinin sınifi geçmesi teab etmektedir. Mekteblere yapilan bir tamimde mual - mlerin talebe e ehemmiyetle meşgul el - İması istenlimiştir. bahsolur, neticede o eserlerin de san'at | güneş ebediliği kazanabilmiştir. l onlara « * | Foğut zind rları «Koğuk» denilen zindanlara — gelince, Askerl hapishaneler» ismini de verebiliriz. Yeniçeri ocaklarında, ve kale mevki. lerinde toprak zeminli, ve içine hiç ışık Birmiyer hususi höcreler vardı: «Koğuk», bu höerelere verilen isimdi. Koğuk'ara tahmin ettiğiniz gibi, kaba- hat işliyen yeniçeriler, veya kale yamak- ları sokulurdu. Bunların cezaları, ya yeniçeri ağaları tarafından kurulan meclislerde — karam- laştırılırdı, yahud da doğrudan doğruya orta zabitleri tarafından verilirdi. «Koğuk»e lara atılan cezalılar, ekseriya dayak ta yerlerdi. Size anlatacağım fevkalâde komik, ve fevkalâde orijinal bir vak'a, aynı zamane da, «koğuk» denilen hapishanelerin bü- tün hucusiyetlerini tebarüz ettirebilecek nefaset ve mükemmeliyettedir: , O devirde, orta ağalarının, zabitler gi- bir birer emizberleri vardı. Yeniçeriler- den birisi, emiberi bulunduğu orta ağa. sının kızına gönül vermiş. Ağanın fettan ve güzel kızı da, yeniçerinin yüreğine düşen ateşi habire körükler duruürmuş. Gönlünün ateşi gittikçe alevlenen bi- çare yeniçeri, bir taraftan ağasının güzel kızını tahayyü! eder, bir taraftan da, ona el sürdüğü takdirde göreceği cezaların dehşetini düşünürmüş. | Yazan : Naci Sadullah birinin bulunduğu Payas kalesinden bir görünüş O hayalin lezzeti, bu düşüncelerin deh- şetini unutturacak kadar ağır basmış o- lacak ki, âşık yeniçeri, kendi kendine: — Adam sen de.., demiş... Ben kızına bulaşırsam, ağam bana ne yapar sanki? Belki boynuma lâle (*), ayağıma pranga vurdurur. Belki tabanıma tam ultı ay günde yüzer sopa attırır. Belki beni kü- reğe, tomruğa bağlatır. Belki sürer. Bel ki de asar. Fakat bana pranga da, lâle de, sopa da, kürek te, tomruk ta, hattâ cellâd da vız gelir. Varsın kellemi vurdursun... Bu kelle- yi ağanın kızından daha muteber bir mu- rad uğruna kurban edecek değilim a? Canım helâl olsun ona... Böyle düşünen yeniçeri, kellesini teh- likeye koyan kararı tatbik etmek için en münasih fırsatı kollamaya başlamış. (*) Kâle, ağır cezalı mahkümların boyun- larına, eriyet maksadile astlan kalın bir zin- eirdir. Bu zincirin bir ucunda tunçtan bir de topur bulunuz. Sayfa 7 İstanbul hapishanesi yıkılırken Zindanların tarihi Osmanlı İmparatorluğunun askeri hapishaneleri: “Koğuk,, zindanları Ağanın kımı da, yakışıklı yeniçerinin çapkın bakışlarına lâkayd durmadığı İ- çın bu fırsat gecikmemiş! Ve günün bi« rinde cür'etkâr delikanlı, aylarca içini kasıp kavuran bu murada ermiş. Böylece başlıyan bu gizli, bu tehlikeli muaşaka, bir müddet devam etmiş. Fakat zamanla hevesi azalan yeniçeri, sevgilisini ihmale başlayınca, kıskanç'ık damariarı kaynıyan kıiz macerayı vaba- sının kulağına götürmüş. Hakikati öğrenen yeniçeri ağası o ka- ; dar hiddetlenmiş ki, dolgun pala bıyıkla- rını, tek kil birakmamasıya yoölmüş - va karşısına getirttiği nefere, suratını göse tererek' — Bak, demiş, beni bu yaştan sonra ne hâle getirdin? Şimdi ben seni ne yapa- yım? Yeniçeri boynunu bükmüş: — Sen bilirsin ağam? — Bu işi yaparken, başına neler ge- leceğini hiç düşünmedin mi? — Düşündüm ağam? — Seni tomruğa vurduracağım aklına gelmedi mi? — Geldi ağam. — Geldi de, ne diye bu haltı işledin? — Gözüme görünmedi ağam! — Boynuna lâle, ayağına pranga vur- Eski devrin korkunç zindanlarından duracağım da aklına geldi mi? — Geldi ağam. Yeniçerinin bu mütevekkilâne sükünu, &ğanın gazabını büsbütün arttırmış: — Seni menfalarda, küreklerde sürün- dürebileceğimi de düşündün mü? — Onları da göze aldım ağam! Ağa kudurmuş gibi yerinden fırlamış. — Ulan ben seni gebertinciye kaaar tepeletirim. Tabanlarında yüz tane sopa paralatır, kulak tozlarını şamarla patla- tırım. — Aklıma geldi ağam... Ama ben bun« ları da göze aldım! Ağa yeniçer'nin yakasına sarılıp silker: — Sen! kovuğa tıkıp açlıktan geberte. ceğimi de düşündün mü? Yeniçeri istifini hiç bozmadan ayni cümleyi tekrarlamış: — Aklıma geldi ağam! — Ulan aklı küruyası... Seni ipe çeke. rim ben... Yeniçeri, bu tehdide de, ayni lâkay. dile: — O da aklıma geldi ağam!.. — Arkası var — Evkaf memlekette İmar hareketine Engel teşkil etmez Ankara okuyucularımızdan 8. İ. O bize yazdığı bir mektubda, son günlerde bir gazetede evkafın faydasızlığı ve memle - ketle imara engel teşkil ettiği hakkında yazdığı bir yazıyı çok yanlış bulduğunu söylüyor, diyor ki: — Ben, evkafın —memleket — içinde yeni yeni bir çok binalar kurduğunu gös- terehilirim. Meselâ Ankaraya 15-20 daki- ka mesafede yeniden kurulan Etimes'ut nümune köyünün Inşasında vakıflar ida- resinin sırf kendi varlığı İle vücüde geti- rerek yurda hediye eylediği mekteb, ha- mam, fırın ve hâl binalarını gözümle gördüm, İstanbulda Aksarayda — Valide camli yanında modern bir mekteb binası, Anksrada Yenişehirde mimar Kemalettin mektebi gibi binalar hep evkaf elile yap- tırılmıştır. Üniversite ve Darüişşafaka'ya yerdım büdcesine tahsisat koymuş, Yeni- bahçedeki hastanesinin bütün modern tesisat ve zengin laborataarlarını kur- Muş, Ankara hastanesi Inşaatı ile Ankara şehri su tesisatına nakden yardımlarda bulunmuştur. Ayrıca eski eserlerin ko - runması için göze aldığı masraflar şayanı takdirdir. Bunlar gibi daha bir çok fay- dal: çalığmaları ve müsmir hareketleri gö- rilen evkafın imara öngel teşkll ettiğini söylemek ekdden büyük bir hatada bulun- maklır.a ıl SAA .A)Ğm»)»/ d YA Daday « Eflâni arasında 4 yıldır bir yol Daday'dan dava vekili Tevfik oğlu Meh<e mncd Kanad imzasile yazılıyor: &- Daday ile Eflâni arasında bir yol VAT &4, GÜCÜ söne evvel vilâyet encümen kararile yapılmağa başlanmış, fakat an- cak kaza merkezinden Akpınara kadar tamamlanmış, diğer kısım öylece kalmış- f Hattâ bu kısım için kırdırılan taşlat Boyalılar köyünde yığılı kalmıştı. Aradan Gdört sene geçtiği halde bu yol bir törlü tamamlanamadı. Köyün bir kenarında, bin zahmnetle kırdırılan taşlar orada, mah- volup gidiyor. Bu yolda 18 köy halkı ve kereste fabris kası kamıyon ve arabaları — işlemektedir. Kış bastırınca artık burası bir yol olmak- tan çıkıyor, bir bataklık halini alıyor, a- rabalar ve kamyonlar çamura saplanıp kalıyor. Değerli valimizin bu hususta na- zarı dikkatini celbederiz.. * Trakyaya aid film ve bir okuyucumuzun temenn'si Edremid okuyucularımızdan Osman Boz kırt birkaç gün evvel ERdremidde halka mercan! olarak gösterilen Traxya Genel Müfettişliğinin çektirdiği manerra ve 1- ma lmlerin! gördüğünü, çok beğendiği- ni, bu filmlerde Trakyadaki ziral ve sınal kalkınmayı halkım takdirle takib etliğl- ni yazıyor ve diyor ki: Bu güzel teşebbüs bütün Türkiyeya termil edilmelidir..

Bu sayıdan diğer sayfalar: