SON” POSTA Boğaziçi Lisesinde bir gece Nasıl yeme ; ı.:h“h direktörü Cuınığmğ Bir yoğurı yeyişi - var- * u darbimeselden yiğitle- SYemesini bile bi fi Beti ile bir marifet n Tdikleri anlaşılıyor. Ben, yi- h 'Bürt Yerken ne gibi hünerler “lh_r Hİ görmedim. Fak&t üöyle SÜĞ güüü ye edim. yi N , oralarda pot kır- şhü]zn:ğfn“!den. gaf yapma- ina P: gülünç olmadan ye- '"3:.: bilmek, her yiğitin harcı de- Teih, , Ş n a'na:: Bir strayda, bir sefa- Tiüa Wy: ı’_'!lliı aristokratının ko- M İnin Amerikan Mülti mil- .',"*“ı hnm'““dı verilen resmi bir 53]'%.1_ Unmayagörün! #ekil b olan böy boöy, h. | kların, çatalların, ka- Tin - karşısında, tipki On ı h."'ııııı Hletlerini görmüş bir mah- ü ye Z.. _ıâ'?w,o:h"hrdı. balık başka ça- T Si ayrı yaaka bıçakla kesilir. Bö- A Ap l T çatal konmuşlur. Kir- qh.," 'dağı ayrı, su bardağı ay- d:""diâl ayrı, beyaz şarap £ DA 3 ’hıydıh:'! fanesini yanlış kullan- .h- 'Pkı, anadan doğma soka- T bi San gibi ayıblanırsınız.. hi .ll_qa. .: fakire sorarsonız, yle İhde 3, l'lhçun ölmeye, soğuk Üe hi Çliktan ölmeyi tercih eder: .k:::ddüd etmeden!., Tevtiy Boğaziçi lisesi direk- %_::. Bana: talebelerimize, bir ziya- V.*d'?n. p dı—diğğ zaman bunları Yemenin adabini bilfiil lüzümlü ve oriji uğg::.ni Gikdir. e&mekten ı_m ı?,:::âü kadar evvel, elime N Börmü,, . Mecmuasında, on ta> N.q HTM Üştüm. Bu resimler, mü- Bön, M’erk:âd' Yemek yeyen iki ka- tk n N mühtelif vaziyetlerini Na Öe? Okuy, dU . İN D Bi N ir &da v leyj '_rr._ı,,d_h'__muış-mı' mütehassısı, & dkumlsn bir çok hareket- Bataşa ” Bükalım, dikkat edin. ları gi Z de sezebilecek mi- ]:Umavall resimlerin al- Tihâ şu suali soruyor- ök t mudüktan — sonra, / kendi "'ııim;:)h'?"* çektim. Ve bü- KÜT Tesimizlerimde biriktirerek, q_; * ““kika t:: bilâmübalâğa on n rek ktım, Fakat yemek dd aplediği Stlerinde bir tek ku- .hı_vğ ':w koxkr!sîm' kendi kendime, "föuğuy“h Aaman bir sıfır ver- K ni a r.î"d;a "kîrığın okudum: qçmzemiihkten meyva- bodbinliğin) gös- ME eğle, n Meeli, neş'eli, lezartli |£ Ütlm te de nal|> mırelık, mütehassı- | t teriyormuş. Kimisinde, kadınlardan biî risine şarap ikram eden erkek, ayni sofrada bulunan diğer kadına sırtını iki santim fazlaca dönmüş! 5 H bütün resimler de, bu kabil- den ve göze çok güç çarpabilecek do- recede ince kusurlar bulunduğunu öğ- rendikten sonra bir daha inandım ki, bâzı sofralarda kusursuz yemek yiye- bilmek, günlerce aç kalmaktan zordur. Ve dünyanın bir çok sofralarında ça- tal, bıçak, kaşık kabilinden âletler, rese sam elindeki fırça, şair elindeki kalem kadar ince birer san'at âleti haline gel- miştir. Zira oralarda âdap ve erkânile ye- mek yemenin, bilâmübalâğa bir ince ve gü.ç san'atten farkı kalmamıştır. * ç Evvelki gece, Hıfzı Tevfikle birlikte, için verilen ziyafet ş yemeğin sonunda “Dünyanın en iyi yemek pişirmesini bilen : “Millet, en san'atkârane yemek yemesini bilen millet te olmalıdır ve olacaktır,, dedi ç . Boğaziçi düserinin, minimini yıldızları verdikleri müsamerede muhtelif danslara did kıyafetlerle xoymanın çÇirkinliğini, lakma çiğnenir- Ven ağzı açmanın fenalığımı, hülâsa, bir ziyafet sofrasında nahoş görülebilecek Ü kusurları, birer birer gösteriyor- lar!» Çorbadan sonra nefis bir hindi dol- ması, ondan sonra da enfes bir ekmek kadayifi geliyor. Meyvalar yenilirken, ziyafeti veren sınıf namına söz söyliyen bir talebe, aşlarını, konferans salonunda ter- ip edilmiş olan eğlentiye de davet e- Çiyor. Genç talebenin, olgun bir «Sa- lon adamıs edasile yaptığı bu davet, umulmadık bir sürpriz gibi, yedi 4 talebenin neş'esini yedi yüz kat artiı- rıiyor. Yemekten sonra yapılan kısa müsa- hâbede, değerli direktör Hıfzı Tevfik; « — Biz, diyor, en bol iştihalı mil- talabeler tarafından hâzıslanan ziya- |letlerden birisiyiz. kuvvetimizi, neş'e. fet salonuna inerken: — Kimbilir, diyordum, Fransız mecmuasının âdabı hocası bizimle beraber olsa, göreceği- miz sofrada ne kusurlar bulurdu? şu mahud , sıhhatimizi bir parça da hiç bir zaman oburluk derecesine Warmıyan muaşeret |Lu iştihamıza borçluyuzdir. Boğazımıza ne kadar düşkün oldu- ğumuzu, caddelerimişde Trastladığımız We az sonra içine girdiğimiz salona | törekci, tavukcu, pastacı, sütçü, mahal- gıralanmış sofralara, mulll:ıkuv u bulmak istiyen bedbin - bir münekkid dikkatile baktım,.hiç bir küusüur göre- kusur | leb aşçı dükkânlarının bolluğundan da anlıyabiliriz. Dünyanınen nefis, en sıhhi yemek- mediğimi söylersem, bakikatlen uzak- | teri, bizim mutfaklarımızın mahsulü- Taşmış olurum. 3 Fakat önümde uzanan tertemiz sof- Falârin, lüks bir müessesenin yılların dür. Binaenaleyh, dünyanın en iyi yeme- ğini pişirmesini bilen bu millet, dün- ftecrübelerile kaşarlanmış şefgarsonları | yanın en san'atkârane yemek _Vlr!'ms:ni ;arnlmd:m değili, mekteb talebeleri ta-|hilen milleti de olmalıdır. Ve olacak- rafından hazırlandığını gdüşününce, sez-|tır.» diğim küçük kusurları bağışlamamayı büyük bir nsafsızlık saydım. Z &n sekizinci sın:f talebeleri ta- indan; hocalara ve diğer talebele ordu. Bu müstesna gecen'in zi- şerefine, mektebin kız ve er- kek talebeleri bir sofrada yemek yiyor-| ki tar, yani mekteb dahilinde ilk defa bir oraya geliyorlardı. Sâlonün bi dans havaları çalıyor. Ve çocuklar bü- yük bir neş'e içinde yemeklerin lardı. Yanımda-oturan mekteb müdürü, bu gece hakkında izahat veriyordu: “ — Talebeler, bu gece, tıpkı dışarıda verilen resmi bir ziyafete gider gibi gi- yinmişlerdir!.. Görüyorsunuz... Esvabı ötüsüz, saçı taranmamış, sakalı uzamiış bir tek talebe yok!. Ziyalet veren sınıf talebeleri, sofralara n 1 ediyorlar, rkadaşlarına tıpkı garson gibi hizmet Solra aralarında dolaşanlar arasında muallimler de var... Onlar da, talebe- lerin hareketlerine dikkat e(u_vor]uî Yüksek sesle konuşanlara, bir -resmi afet sofrasında, sese — verilebilecek ar. Peçetenin nasıl kul- danılacağını, çatalın nasıl tutulacağını, etrafta oturanları rahatsız etmemek İ- çin, kolların nasıl hareket ettirileceğini imtihanlarını muvaffakiyet-|man. akşamdanberi yüre anlatıyorlar. Yemek bittikten sonra çatalın, bıça- dın veya kaşı nereye, ne şekilde bi- yakılacağını bildiriyorlar. “Yemek beklerken dirsekleri masaya İçine toplandığımız konferans salo- nundaki sahnenin perdesi açıldığı za- dalan takdir, taşkın bir hale geldi. Muhiddin Sadığın hazırladığı koro heyeti tarafından ağız muzikalarile ve- vilen konser, Türk yavrusunun musi- stidadı hakında en parlak ümidler verebilecek mükemmeliyetteydi. Hele on iki, on Üç yaşlarında yavrular tara- r köşesinde, radyo, oynak|fımdın oynanan Macar, Iı:ı'eç,_ Nnrvcç_l İspanyol, | İskoç, İskandinav, Rumen, Kafkas, Türk milli oyunları, dansları, rakşları, horaları, duyulan takdiri, hay- ret derecesine vardırabilecek derecede muvaffakiyetle başarılmıştı. Yanımda oturan öğretmen: — Azizim, diyor... Bizim yüksek ga- inolarımıza, lüks otellerimize, büyük şeselerimize «eşsiz, meşhur artiste diye getirtilen varyeteciler, bu on iki yaşındaki mistengetleri seyretselerdi, bu memlekette sahneye çıkmaya cür'et edemezlerdi!. Hele «Azade» ve «Perihan» isimle- rindeki küçük yıldızların, isterlerse günün birinde sahnede birer «nur> ©- Jabilecekleri güneş kadar üşikârdı! Bir mekteb binasını, bir düğün evi- ne çeviren bu gecenin, diğer mekteb- lerimiz tarafından nümuhe edilmesini dilememek elimden gelmedi. Hıfa Tevfik: «— Bizde, diyordu, her ay böyle bir gece vardır. Kimisinde nasıl yemek renildiğini, kimisinde natıl konser din- ienileceğini, kimidinde- nasıl —tiyatro (Devamı 9 uncu sayjada) Dünyanın en büyük operatörünün hârikulâde maceraları: Suvfa 7? — .e Parisde sefahatin en k yenileceğini öğretmek — koyusuna gömüldüm! Seine nehrinde balık tutanlara kurd mu toplamadım, serserilerin izmarit müteahhidliğini mi yapmadım, geceleri otomobil kapıları mı açıp kapamadım. Sözün kısası bir dilenmediğim kaldı Nakleden: İbrahim Hoyi Pâris yolundaki son merhalem en üzü- cü ve en heyecanlısı oldu. Yolculuğu- mun bu kısmını gene bir vağgona girerek yapmıya mecbur kaldım ve son saatle- rimin her dakikası ıztırab, işkence içinde geçti. Zira Parise «<tahtelhifz>. ve polislerin jyedeğinde olarak ayak basmak hiç te ho- şuma gitmiyordu. Ben! bu halde göreti Rus cemaati ne demezdi?.. Daha ilk a- ğızda polis ağına düşen bir delikanlıya hiç yardım eder miydi?.. Trendeki biletçiyi — atlatmıştım, Parise varınca ne olacaktı?.. Vallah bil- lâh korkuyordum. Nihayet o an da ge'di, çattı: Allah büyüktür, Sava kuluna her- halde acır!. dedim ve ekspresin girdiği Gare de L'Est'in kapısında biletçilerin durup ta bilet topladıkları parmaklığa ama ldogru.dum. Tâm aralarından geçerken: — Vay camına ne oldü?., der gibi yap- tım ve güya kaybolmuş olan biletimi a- ramaya koyuldum. Bir gıçrarsın çekirge, iki sıçrarsın çe- kirg.. Üçüncüsünde işte böyle ele geçer- sin çekirge... Pejmürde kılığım beni ele verdi ve kurnaz Fransız memuru şübheli, şübhe- li; biraz da bıyık allından gülümsiyerek beni süzmeğe, dikizlemeğe başladı. Bir ikinci defa olarak ceblerimi karıştırma- ya koyuluürken «*Eh Bien!...» diye homurdandı. Fransizcam pek kıttı. Sırf bu berzah- 3 |lan kurtulmak için de, işi büsbütün di |bilmemezliğe vurdüm. O cünım fransır- camla başımı, gör ü yara yara: .Bi tim düşmüş olmalı!» dedim ve bütün servetimi ortaya döktüm. Bir, bir say- dim: 9 frank ve birkaç mangir bakır... Memur: — Rus musun?... diye sordu. Hazin hazin başımı salladım. Fal — Evet, Rug. Hep ayni oyun, ayni lavere, katakulli, dedi ve sanki işi çırpıda kökünden halletmek istermiş gi- bi, çantasını kapadı, kapıyı hızla çekti. Sanra bana dönerek: — Haydi gel bakalım, dedi. koyun gibi onu takib ettim. Yezid herifin, hep ayni dalavere!,, de- mesine cidden içerlemiştim. Elimden gel. seydi, suratına hiç olmazsa bir kaç tokat indirecektim. Üzerinde «Police» yazilı dâr bir bara- kanın önüne geldiğimiz zamaz, memur beni baştan aşağı bir süzdü, Elbiselerim, parça parça olmuştu. Ayakkablarımdan parmaklarım dışamıya fırlıyordu. Mu- hakkak ki, o âne kadar, benim gibi kılık kıyafet düşkünü, sefil, kirli pasaklı bir kaçak- yakalamamıştı. Fikat gözleri yü- züme takılınca, içlerinden fışkıran tik. sinme, iğrenme ışıklarının yavaş Yâvaş €riyip kaybolduğunu gördüm, Birden. bana bir kapı göstererek; *Allez, fichez le camp!», (Haydi kır kirişi!.» dedi ve geri dönerek uzaklaştı. Parise ayak basar basmaz yüzüme Bav- rulan bu kaba iltifat kulaklarımda çın- hya, çınlıya, istasyon kapısından dişarı t bir Kasablık ya çıktım. İnsanı sersem eden bir uğultu ile kâynıyan koca şehir, bende fazla bir tesir yapmadı. Gare de 1'Est'in, Paris medhallerinin en çirkinlerinden biri olduğunu bugün pek iyi bilirim, fakal o biçare ve kaygu- hu anlarımda bana öyle şirin görünr tü ki. Ancak ve ancak o İstasyon memu- Tunun sayesinde hapsi boylamaktan kur- tulmuştum ve bu garib ve kocaman şeh- re-de, tpki kuyruğu bacaklarına sıkış- mış bir parya köpeği gibi ürkerek, ve pek az hakiki ve arkadaş yüzü göreceğime inanarak giriyordum. Hey koca Paris!.. Cebimde 9 frank ve birkaç mangırla kaldırımlarına ayak bastığım, bu koca şehir ilkönce beni hiç sarmamıştı. Şimdi, caddede yürürken duyduğum karışık hisler, bütün zavallı- hğıma rağmen beni sarsıyor, tartaklıyor, adetâ yeni bir hüviyete bürüyordu. Baş- ka bir şehirde tesadüf edemiyeceğiniz türlü türlü kılıklarla adetâ bir panayırı andıran bu ışık, zevk ve safa beldesinde, elbette ki ben de yiyecek bir Jlokma ek- mek bulabilir ve gaycme ulaşırdım. Ne yapacak edecek, operatör olacaktım. Rus cemaatinin merkezi nerededir, bü- miyordum. Bilsem de, bu pejmürde kıya- fetle onlara görünmek istemiyordum. Her türlü güçlüğe tahammül eden ben, karşımdakilerin en belirsiz bir - şekilde bile olsa, bana acıyan gözlerle bakmala- rına asla razı olamıyordum. Onun için, iyisi mi dedim, cebimdeki 9 frank bitin- ciye kadar çalışır,; çabalar, kendime bir iş bulur, çekidüzen verdikten sönra, mii- letime gider, yardım isterim. Hovarda Amerikaliların — dolarlarını yağdırdığı, fakat şimdi, bir ölü evi kadar sessiz barların, eğlence yerletinin daha doğrusu para tuzaklarının önünden ge- çerek, şöyle ucuz tarafından karnımı do- yuracak bir yer aradım, arıyan belâsını da bulur, mevlâsını da derler. Ben mev- lâmı bulmadım, sair zamanlarda içine girmeğe korkacağım, daha münasibi, tik- sineceğim bir izbe bir kovuk — buldüm. Kimseden, düstur, icazet almadan içeri- ye daldim. Oh.. nihayet, şöyle sırtımı da- yıyacak bir yer bulmuştum, Zil çalan karnımın da hakkını, birkaç paralık ka- tıksız ekmekle pek çabuk verebilirdim. Nitekim de öyle yaptım. Yatacak yeri peyledikten sonra, iş, nım gibi (belki de ondan fazla, di ğim ama, aldırmayımız, insanlar hodbin- dirler, Her şeyi nalıncı keseri gibi hep kendi taraflarına yonlarlar) — sevdiğim mesleğimde tahsilime devam edebilmem için para bulmaya kalmıştı. İnanınız, ba« na dostlarım, o binlerce acı, nasibsizi, İn- san camlasının en aşağı tabakasından en Yüksek tabakasını içinde barındıran, bes- Hyön, yaşatan Paris, mukadderatıra belirtmek yolunda kuvvetli bir Projektör vazifesini görmüş olan, güzel ve şirtin İs- tanbul ile, türlü türlü macerâlarla bir se- ne mes'ud bir ömür Beçirdiğim Sofya- dan daha baskın çıktı. Bana öyle bir dir- sek çevirdi ki... (Devamı 8 vincu sayfada) b