Umcumi vali bana «Batavia» ya ve Yavarya gitmek müsaadesini telgraf- & veriyordu. Hemen o akşam «Portakal» otelinde ütün yoldaşların iştirâkile umumi bir Meclis akdettik. Ben herçebadâbaâ ve #n kısa yoldan Almanyaya dönmeğe ar vermiş bulunuyordum. Binaen- Üeyh hiç bir mukaddemeye lüzüum gör- teden doğrudan doğruya maksada gi- ’Pıhm, görüş tarzımı anlattım ve sor- Süm: — Ben hemen Almanyaya yitmek ü- Rre buradan hareket ediyorum. Be- Timle beraber kim gelmek ister?,. «Sohenberg», «Reinhart», ve «Johan» İtmimle beraber geleceklerini söyiedi- Öt, Yalnız «Johan» o kadar hasta, o de- tte mecalsizdi ki kendisinin hate Ekması değli, yerinden — kıpı 'le şimdilik mevzuu bahsolamazdı. #ğerlerine gelince bunlar senelerce /ksayişarkta yaşamış, orada yerleşmiş, ide aile ocağı kurmuş kimseler. leyh- Almanyaya gidip de ne ;*inaca ardı? İşleri, aileleri, ra q'h(—p Aksayişarkta idi ve bu yüzde T ki «Padangs da kalmayı ve harb t Üce de eski işlerine devam Bi yerlerinden kıpırdamamanın lâzır Bldiğini zan ve tahmin ediyı K | Vaziyet böylece tavazzuh ottikten Ora ben ve iki arkadaşım lir han bitaraf gemi süvarilerin 1 terkedememiş olduklarınâ t sonuna kadar orada kalmıy idiler. Bu Alman vapurlarının arile ahbab oldum. Mem likelisi de bu idi. Bu hakikati bana tün çıplaklığı İle anlatan Holandalı ? kaptan oldu. Bir gece, karanlıktan ifade ederek büu zatın süvari olduğu Şııur.ı gizlice girmişlim. Kendisini ka- '*Pasmda buldum ve bir mukaddeme- T lüzüum görmeden sordum: — Geminize gizlice binmek hususun- * bana müsande verir misiniz? Ben , tanyaya gitmek arzusundayım. Bu Zumu Çütfen yerine getiriniz... 'Hulnndalı denizci, Felemenklilere $ bir şive ile: , — Azizim, dedi, ben sizin kim oldu- Nuzu biliyorum. Siz İngilizlerin ha- İ harıl aradıkları kaptan «Lauterbah> “üz, <Emden> in eski seyir zabiti olan *t «Kolombo» da iken sizin fotograf- “nızı gördüm. «Aden» de de gene bu , Ograflarla karşılaştım, «ePortsaid>- * de, «Süveyş> de de iz haliha- Çda bir çok İngiliz liçası değerinde ? kiymetsiniz. Binaenaleyh bana ina- yüz.. sizin nazarı dikkati çekmeden 6 (Validen geçmenize ne ihtimal| var, ne imkân... y « Demek ki ben nere- ig. em böyle maddi bir ölçü ile, W ağırlığı ile, varakai nakdiye örçüsü * tartılacak, hesab edilecek kıymetli * mata haline gelmiştim. Doğrusu İn- .m*l'-erin bana oynadıkları oyun benim Üara oynadığım oyun kadar şeytanet- İGüne Tai. Böyle büyük bir nakdi mü- 'ı’i( vaad etmek ve fotoğraflarım: bü- & dünya limanlarına bol bol dağıt- k suretiyle düşmanlarım beni sıkı N örümcek ağı ile sarmışlar; elimi, ko bağlamışlardı. İl aenaleyh benim için en kısa yol, tün dünyayı dolaşmaktan ibaret olan A Uzun ve yorucu yol olabilirdi. Öyle kqve_vşı tarikile memlekete dönmek 'alalık olacaktı. îîcıl:ıa «Batavia» ve «eJava> yolile Çölebes» ve «Filipin» üzerinden bir Vahat tariki intihab etsem nasıl o- U? eFilipin» den Birleşik Ameri- -ş'/l geçmek pek güç bir şey değildi. Ş” kere Birleşik Amerikaya varınca rjda €emin ve müsterih bir halde mem- *|le edilemezdi. Mahalli memurlar va Kaptan Denizlerin Bu Ahmet Cemalettin Saraçoğlu Çeviren Hoölandalı kaptan: “ Siz İngilizlerin harıl harıl aradıkları kaptan Lauterbahsınız, Kolomboda, Adende, Portsaidde, Süveyşde hep sizin fotograflarınız asılı.. ,, dedi — Şu halde herkesin i mümkün olabilirdi. Demek oluyordu ki şimdcilik benim İnc amcanın diy k Amerika topraklarına a- de bulunduğum çıkmaz yolun zı larını bir kat daha anlıyordum. Evvelâ her üçümüz gizlice aynı ge- miye binemezdik. Bu, mevzuubahis bi- felerini tam bir dikkat ve itina ile y limandan ka! şapkasından sinli- elen, kan her hesabına çalı:; casuslar tarafından - dikkatle tarassud ediliyordu. Hem de bir hırsız çok kıy- metli bir inci gerdanlığı ağzırın suyu aka aka nasıl gözlerse öyle bir taras- sud... Anlıyordum ki bir firsat zuhur etmiş olsa bu herifler beni, vaad edi- ler büyük para mükâfatını ceblerine aradığı adamsınız! memleketleri gemilerinden istifade bel-|kaçırmıya bile cür'et edeceklerdi. Binaenaleyh düşünmek, adamakıllı Ve inceden inceye düşünmek icab edi- yordu , Bir gece (Portakal) otelinin medha- linde birkaç Almanla oturmuş lâf atı- yorduk. Bir İngiliz ticaret vapuru tay- fasından bir grup otele girdi. Bunların aşında vapur zabitlerinden birisi var- dı. İngilizler girince meşhur milli şarkı- ları olan «Tipperary» yi söylemeğe baş- ladılar. Söylerler ya!. Bitaraf bir memlekette kimin kime ğiz açmıya bakkı olabilir?, Lâkin İn- zler gittikçe seslerini yükseltiyor - lar, mütecaviz bir hal alıyorlardı. Ben ve arkadaşlarım bunlara ehemmiyet aramızda görüşmekte rduk. Lâkin göz vcile de heriflerin , “<lerini bizden ayırmadık - larını ve bir belâ çıkarmak için vesile gözetlediklerini farkediyordum. Niha- yet İngilizlerden birisi gözlerimin içi- ne bakarak yüksek sesle: — Allah Almanların belâsını versin! (Arkası var) T. C. ZRAAT BANKASI İstanbul Şubesinden : Halkalı Zirasat mektebile Yeşilköy Tohum Islah Enstitüsünde yaptırılacağı dlân edilen hangaların adedi üçden beşe çıkarılmış ve evsafında da değişiklik yapılmış olduğundan inşaatı almak istiyenlerin verecekleri teklif Mmektubları 27 Eylül 1937 pazârtesi günü &aat 16 ya Yeni plân ve şartnamelerin Bankamız kadar kabul edilecektir. Müdüriyetinden istenmesi rica olunur, (6326) Saadet pınarı Yazan: Melâhat Sezener — Kızın sana benziyor Feriha! Yıllardan sonra iki arkadaş tekrar bu-|balık ailemizin bütün ihtiyaçlarını kare luşmuşlardı. Esmer, uzun boylu, narin | çılıyamıyor.. Ben, kendimce, buna çare genç kadın kucağındaki bebeğin saçları- | buluyorum. Ben de çalışıp kazanayım.. nı okşıyarak anlatıyordu: Bu suretle geçim yükünü kocamla paylar — Sekiz yıl.. ne kadar uzun bir zaman | şayım istiyorum. Sü_leymın h_şını Tazı ol- mek için ağlebi ihtimal İskandinavya|indirebilmek için, bir kız kaçırır gibi değil mi Feriha? Birbirimizi görmiyeli ! Muyor: «Kâdımnın, bilhassa küçük çocu - lunca, kundimi çocukluk çağına dönmüş sandım.. O günler de bir günmüş... 'Tatlı bir rikkatle gülümsüyordu. Ar - bir kadındı. Demindenberi Asumanın diz lerinde oturan çocuğunu almak istedi: — Pinar, söni Yahatsız etti Asuman.. ver bana.. Genç kadın kucağındaki çocuğu bi - rakmadı: — Kızın sana benziyor Feriha.. Ne ka- dar güzel, ne kadar sevimli.. Her halde İsenin küçüklüğün de tıpkı böyle idi.. Sa- hL. Sana onu soracaktım: Mektepte iken büsbütün başka emellerin vardı senin.. Hiç evlenmiyeceğini, hayatını çalışarak kazanacağını söylüyordun.. Sınıfımızın en ağır başlısı, en çalışkanı olduğun için bu gayelerinin tahakkuk edeceğinden e- mindim. Nasıl oldu da tahsilini bırakıp evlendin? Feriha, huysuzlanmağa başlıyan Pı - narı Asumandan alıp suşturdu. Arkasın- daki ipek yastıklara rahatlça dayanmış, yalnız mes'ut ve müreffeh insanların göz. lerindeki nazik, fakat şimarık ve mağ - rur ifade ile kendisini süzen arkadaşına baktı; — Hayatta daima insanların dilediği değil, kaderin istediği oluyor Asuman.. Mektepte iken bir çok ümitlerim, haya - tımın binbir rengi ile süslediğim yük - sek gayelerim vardı. Liseyi bitirdiğim se. ne babam öldü. Tahsile devam edeme - dim. Çünkü iki kardeşimi doyurmak ve A Gicutrak bana düşüyordu. Bir kaç yıl h- 'Tek. fakat kat'i çare Tecrübe edenlerden sorunuz! Baş, diş, adale ağrılarile üşütmekten mütevellid bü- tün ıstırablara karşı yegâne müessir tedbir bir kaşe, (ALMAKTIR)- < Mideyi bozmaz, kalbi ve böbrekleri yormaz İcabında günde 3 kase alınebilir. susi müesseselerde çalıştım. Bu müddet zarfında bir çok tecrübelerle bu suretle hayat kazanmanın bir genç kız için ne kadar güç olduğunu anladım, En so - nunda da bir kaç talip arasında beni an- nem ve kardeşlerimle berabor kabul e - deni, büyük kardeşim zabit çıkıncıya ka- dar aile yükünü omuzlarına alanı seçtim ve evlendim. Asuman, sağ kaşını kaldırıp, dudak- larını büzerek sordu: — Mes'ut musun bari? Sen ki tam ma- nasile saâdete lâyık bir kızdın Feriha.. Kocan seni anlıyabildi mi? Senin mezi - yetlerini takdir etti mi? Evlilikten bekle- diğin bütün saadetleri sana verebildi mi? Feriha, ince parmaklarını Pınarın uçuk sarı saçlarında gezdirdi. Sonra dudakla- rı mahzun bir tebessümle aralandı: — Doğrusunu istersen, Asuman, «mes'u- dum» diyemem.. Saadetimin kırık, yarım bir tarafı var.. Süleyman, fena çocuk de- ğil.. Evine bağlı. Dürüst ve namuslu.. Gözü bizden başka dünyayı görmüyor.. Manevi hayatımızın bu düzgünlüğüne ve zenginliğine rağmen maddi yaşayışımız biraz bozuk.. Süleymanm kazancı kâala - Zayi askerlik vesikası Cihangit askerlik dairesinden almış olduğum askeri vesikamı zayi ettim. Ye- nisini alacağımdan eskisinin hükmü yok- |gün gelir, elimiz daha geni |dişle elimizin genişliyeceğini kadaşı çok sade giyinmiş, mahzun bakışlı | tamam sekiz yıl oldu. Seni karşımda bu-fiğu olan bir kadının yeri ancak evidir Fe- Elbet bir Bu gi * le pek um- riha, diyor, aç, açık değilsi: muyorum ben.. Kardeşimin mektepten çıkmasına deha çok var.. Süleyman, istik- balsiz, küçük bir memur.. İşte her gün bunları düşünüp üzülüyorum Asuman.. Hayatımın en güzel günlerini kendime zehir ediyorum, Pınar doğa'ı biraz © » nunla avunuyorum. Eğer o da olm & Genç kadının sesi ağlama — ihtiyacile düğümlendi Asuman: — Yalnız bunun için üzülüyorsan hiç ehemmiyeti yok Feriha, dedi, seni ne ka- dar sevdiğimi bilirsin.. Akşama İhsan ge- lince söylerim.. Elbet kocana şirkette dolgun maaşlı bir iş verir. Seninle buluş- mamız bak, ne kadar iyi oldu. Feriha, gururunun acısile nemlenen gözlerini arkadaşından gizlemek için ba- şını kızına yaklaştırdı. Onu öper gibi ya- parak kirpiklerine toplanan yaşları Pı « narın ipek saçlarına içirdi. * Feriha, yolda giderken arkadaşının saa- detini düşünüyordu: Bütün varlığına sa- hip, yüksek bir şirket müdürünün karısı olan Asuman, ne kadar talihlivdi. Onun gibi yemek pişirmek, kocasının eskiyen çoraplarını tamir etmek, modası geçen robunun soluk yerlerini çıkararak onu Biyilecek bir hale sokmak için çalışmı - yordu. Gecelerini ulaşılamamış emellerin hasreti, tatmin edilmemiş arzuların hüs- ranı ile uykusuz geçirmiyordu. Çünkü ©- nun her şeyi, süslü, temiz bir yuvası, sa- yısız işçileri, mutena tuvaletleri ve el - masları, bir genç kadının istediği ve ar- zuladığı her şey vardı. * Asuman; balkondan eğildi. Küçük kı- zanın elinden tutarak ağır ağır yürüyen arkadaşını köşeyi ciye kadar göz- lerile takip etti. Biraz evvel oma acımış- tı, Eski çocukluk arkadaşının düşük kı - yafeti, boyasız yüzü, topukları bozulmuş iskarpini kalbinde merhamet uyandır - mış, sahip olduğu yüksek hayattan utanç duymuştu. Fakat bütün bunlar zevahir - den ibaretti. Hakikatte Feriha, ondan çok daha mes'ut, daha bahtiyardı. Asuman, yaşayışının bütün fhtişamıma rağmen bedbahttı. Kocası, işlerine fazla gömük müş durgun, sessiz bir adamdı. Onun bü- tün ruh ihtiyaçlarına cevap veremiyor- du. Üstelik evleneli seneler geçmesine rağmen çocukları da almamıştı. Asumanın gergin yanaklarından süzülen yaşlar taf- ta robunun göğsündeki plâtin iğneye damladı: — Sen refah içinde gördüğün arkada- şından çok mes'utsun Fertiha.. Değil mi ki elinden tutup götürdüğün, bağrına ba - sıp doya doya kokladığın bir yavrun, tü- kenmez saadet Pımmarın var.. Bu mutlu « luk sana yeüşm?z mi? Yarınki nüshamızda: Harpten sonra