2 Eylül 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

2 Eylül 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

" 2 Eylül —©: " Sindkl ğetiren felâketler SON POSTA Bir çok keşifler hep kötü zannedilen tesadüfler neticesinde vuku bulmuştur. Petrol kralı Rockfeller, bu sayede muvaffak olmuştur. Lâstik ve yi e b çıklet de böyle tesadüflerle keşfedilmiştir Charles Good Year lâstiği tcat ederken, Adams. da çikleti lcat etmeği bir tesadüfe borçludur, Bu ölümlü dünyada rastlanan bazı öyle vak'alar, başa gelen öyle felâketler var- dır ki insana yeni baştan ve saadet dolu bir ufuk yaratır: Mukadderatını tayin e- der, ilerideki: yolunu aydınlatır. Bü gibi felâketlere, talih getiren felâketler de '« sek hiç te yanılmayız. Misal olarak  - Mmerikanın meşhür kadın romancıların - dan - «Rüzgârla Gidens romanının yara- “ticisi «Margaret Mitchell» i gösterebi - |lifiz. *Mitehell Amerikada çıkan gazete- “erden birinde adı sanı olmıyan bir muh- bir idi. Bir gün hastalandı. Uzun müd .- , det yatakta kaldı. Felâketler birbirini kö- “Vvalar. Tafa iyi olacaği srada, dyak bile'- ğini kırdı, derken merdivenlerden kâya- rak, kaburga kemiklerinden de biri çat- ladı, sizin anlıyacağınız, bu sebepler yü- zünden aylarca yattı. Doktorlar, okümâ- Yı, yazmayı, hattâ kımıldamayı menet - tiklerinden bü müddet zarfında kizca - ğızın yapabildiği, yegâne şey bol bol düşünmek, ve bir roman mevzuu hazır- “lamak oldu. İyileşip te; kâleme sarılınca; işte Amerika matbuat piyasasında müt- hiş akisler yaratan «Rüzgârla Gidens ro- manını meydana çıkardı. Meşhur seyyah Marko Polo, bir siya- si mahpus olarak hapse tıkılmasaydı bu- gün o dillere destan olan Seyahatname- sini yazamıyacak ve kimsenin ruhu düy- madan ölüp. gidecekti. | Good. Year otomobil lâstiklerinin sa - hibi Charles Good Year, bourçlarını ödi- yemediğinden hapse girmemiş olsaydı, bugün bu lâstikler piyasaya hâkim ol - Mıyacaktı. Çünkü hapishanede, boş za - manlarında lâstiğin ne işe yarıyacağını düşündü ve bundan ne suretle istifad edebileceğini araştırdı. : Hapishaneden çıkar çıkmaz da; hemen İscrübelere başladı. Kimseyi işe karış - tirmıyor. İşin teferrüatile bizzat kendisi uğraşıyordu. İşte bu sırada vuku bulan küçük ve talih getiren bir felâket onu muvaffakiyete götürdü. Elinde taşıdığı, kükürt ve lâstik mayiini her nasilsâ bir ocağın üzerine devirdi. Ortalığı müthiş ve dayanılmaz bir koku kapladı. Can - havlile, 'yaptıklarını temizlerken de, çoks tanberi aradığı puf noktasını tesadüfen bulmuştu. Kükürt kauçuğu sertleştir - mişti. Rockfoller kömür işinde âdeta iflâs et- mek derecesine gelmişken, birden pet- rol işine merak sardı. Bu yüzden dünya- nın sayılı zenginleri ve hayır sahipleri arasına girdi. ş Ki Kaptan-Robert Dollar, kereste işihe gi- rişmiş. Kereste satıp para kazanatağını ümit ederken, bütün malları elinde kal- mış, bunun üzerine «bu iş: böyle yürü - mez, Kendim bir gemi kiralıyayım. Mal- larımi: müşterilerin ayağına - götürerek kendim satayım» demiş Ve bu akıl saye- sinde, istikbalinin kereste _iğ_iı:ıde olma - yıp, gemicilikte bulunduğunu kestirmiş- tir. Bugün Dollar gemi kumpanyası Ok- yanus denizinin en muazzam kumpanya- darından biridir. * KAi n L aai Hepimizin ağzında olan şu «Amerikan sakız» larının «çiklet» in hikâyesini bi- lir misiniz? Bu da tâalih getiren felâketler neticesinde vücuda gelmiştir. Thömaâs A- dams isminde bir Amerikalı, Nevyork ci- varında bir evde öturmakta idi. Komşu- su da Meksikalı ve o zamanlar bir çok A- merikalılara «medet!» dedirtmiş- bir ge- neral idi. Bu general günün birinde, baş- ka bir yere taşınmış, ve kendisine zamk gibi bir maddeden bol bol vermişti. Bu madde Meksikada ağaçlardan çıkarıli - yordü. Yapışkan, zift gibi simsiyah bir şeydi. Adams, bu yapışkan maddeden İstifa- deyi düşündü. Bir nevi lâstik haline ge- tirmek istedi. Volkanize etti, Ve gam - selâlar yaptı. Bu gamselâların bir ku - suru vardı, Nereye değse yapışıyor, çı - karması da güç oluyordu. Hele tecrübe için kendisine yaptığı bir çift galoşu gi- yip te, yolda daha iki adım -atmamış iken tepetaklak olması az kalsın, kafasını patlatmıya sebebiyet verecekti. Bunün üzerine başka bir fikre saplandı. Bu İâs- tikler, takma dişler için damak olarak kullanılamaz miydıi? Tanıştığı bir dişçi, olamaz, diye güldü. Kendisile de üstelik alay etti. Boş bir hayal uğruna, oluk gi- bi-para harcadığı, sermayesini âdeta ke- diye yüklettiği için sinirlenen Adams bu kararla, Meksikanın azizliğine kurban gittiğini sanarak bunu atacağı sırada, generalin bu maddeden arasıra ağzına atıp çiğnediğini hatırladı. Bir tutam ala- şuna gitti.. Hele buna. biraz şeker, biraz da kokulu maddeler katıştırınca zevki- De'doyum olmuyordu. Adams işini bul - muştu. Oğlu ile birlikte, meşhur Adams çikletlerini cayır, cayır satmıya ve Mek- sikanın büyük ormanları da, yalnız A - dams'a mal taşımıya başladı. Amerika tarihinin en, büyük simala - rından ve cumhurreislerinden Abraham başladı: Ayağının uğuru mu, yoksa 'ta - lihli felâket. yüzünden mi diyelim, ma- (ğaza iflâs ederek kapandı, bununla be - raber, mağazada bulunduğu, sıralarda, boş vakitlerinde kendi kendisine hukuk okumuş olduğundan imtihanını vererek bir avukat oldu. Ve bu sayede de cum- hurreisliğine kadar yükseldi. Karikatürist Orhan Uralır sergisinde (Büş tarafı 8 inci sahifede) devirde yapılmış bir karikatür: — Kuzum birader. Sineklibakkal nere- de? — Pek iyi bilmiyorum amma, Mecidi- yeköyünde olacak! Bu da genç karikatüristin son karika- türlerinden biri: — Her akşam radyoya okuyorum! — Gazelhan mısınız? — Hayır.,. Aboneyim! ü * Sergiden çıkarken, az evvel karikatür- le resim arasındaki orijinal, daha doğ. « rusu eksantrik mukayesgyi yapan “ziya- retçi yanıma sokuluyor ve gülüyor: — Söylediklerimi yazarsanız, şunu da ilâve edin: Resmi sevmeyişimin sebep - lerinden birisi de; yağlı boya ile yapıl- mâsıdır. Yağlı boya, yağlı yemek gibi in- sanın gözünü bulandırıyor. Halbuki ka- rikatürleri sulu boyayla boöyuyorlar, Be- nim gibi gözleri yağlıya perhizde olan - lara burasını tavsiye ederim! Gözlerin, fena Manzaraya, fena esere karşı perhiz ihtiyacı duyduğunu biliyor- dum amma, mideler gibi, yağlıya, tuzlu- ya karşı da perhiz yaptıklarını yeni öğre- | niyorum! t Kulaklarımızı da perhize tâbi tutmaz- B sak, kim bilir daha neler öğreneceğiz? Nati Sadullah rak kendisi de çiğnedi. Bayağı bayağı ho- — İki ahbap çavuşlar Heves ALTI AYLİIK ÖNDULE Lincoln, bir mağazada kapıcılıkla - işe . Kadın Gözü İle Avrupa : 3 n T a "” Sayfa $ Seyahatte kadın - erkek farkı tarihe karışmış! Yalnız seyahat eden kadına yan gözle bakmak kimsenin, aklına gelmiyor, fakat Yazan : Önlerinde faşist alâmetleri İstanbuldan ayrılmadan kadın ve er - kek bazı dostlarım, seyahate erkeksiz çıkmamda mahzur gördüklerini, yolda müşkülâta maruz kalabileceğimi ileri sürerek beni vaz geçirmek istemişlerdi. Halbuki biz, üç kadın arkadaş, bu seya- hati yapmağa kat'iyyen karar verdiği - miz için fikrimizden caymadık ve bun- da haklı olduğumuzu daha ilk adimlar - da bariz bir şekilde anladık. İstanbulda olduğu gibi bugün bütün Avrupa şehirlerinde, yollarda, yapur ve trenlerde kadınla erkek Aarasında bir fark gözetmek tarihe karışmış bir moda artık... Yalnız seyahat eden kadına yan gözle bakmak kimsenin aklına gelmiyor, Fakat, diğer taraftan da, bir kadın oldu- ğunuz için hiç kimse sizin yardımınıza da koşmuyor. Vagondaki fileye yerleş - tirmek istediğiniz ağırca çantanızın u - 'ecundan tutup sizin yükünüzü hafiflet - meğe yeltenecek bir erkeği görmediğim gibi, sabahtan akşama kadar süren, ba - zan yorücü bir tren seyahatinde, yanın - daki boş yerden "istifade ederek arkaüstü uzanıp uyuyan ve karşıda iki erkek ara- sında biraz sıkışık bir vaziyette saat - lerce kıpırdayamadan kalan bir kadını görmiyen, görmek istemiyen adamlara da rastladım. Demek oluyor ki Avrupada, seyahat bakımından olsun, kadın . erkek mesele- si kökünden halledilmiş, daha doğrusu böyle bir mesele kalmamış. Ben kendi hesâbıma, böyle umumi na- kil vasıtalarında kadınlara ayrı bir yer ayrılmasına ötedenberi taraftarım. Fa - kat bugünkü hayatın gidişine bakılırsa, artık böyle bir rahatlığı beklemek ve bunu ileri sürmek biraz çocukça bir is- tek olacak sanırım. Avrupanın başka taraflarında nâasıl - dır bilmiyorum; fakat İtalyan trenleri çok, pek çök kalabalık.: Acaba İtalyanlar kendi memleketlerini görmeğe meraklı olduklarından mı, yoksa kendilerine bü- yük kolaylıklar gösterildiği için mi ne- dir? - : Fakat bu kalabalığa rağmen hiç bir in- tizamsızlık, telâş ve kargaşalık görme - dim, Vagonların içi ve tuvalet yerleri ga- yet temiz. Lokomotiflerin çoğu elektrikli oldukları halde bir kaç saat fasılalarla vagonların camları ve pencere kenarları siliniyor... “ Hele her istasyonda, günün ve gecenin her hangi bir saatinde, önü- nüzden küçük el arabasile geçen, ve ma- den suyundan tutun da küçük kâğıt se- petler içinde ekmek, jambon, portakal ve sair bir çok yiyecek ve içecek satan te - miz 'giyinmiş büfe garsonları bazan tam zamanında öyle imdadınıza yetişiyorlâr ki:.. Uykusuz geçen bir geceyi kısaltmak için, bir iki dakikalık bir tevakkuftan is- tifade ederek kompartımanın pencere - h - el AE, . b N ü n £ ' . e di ea e t bi k $ sinden elinizi uzatıp misk gibi kokan bir)- İA e çaerA y HÇ giter gaü * * A l n v_;,) iH p İ H diğer taraftari bir kadın olduğunuz için hiç kimse sizin yardımınıza da koşmiıyor ”uıızız Tahsin taşıyan İtalyan lokomotifleri fincan çay almak zevkini tasavvur ede- biliyor musunuz? - Bu çaylar, limonatalar, doöndüurmalar, üstü kapalı temiz parşömine kâğittan' bardaklar içinde, iştiha verici bir man: zara arzetmekte olduklarından her istas- yonda hemen bütün pencereler açılıp el: ler dışarıya uzanmaktadır. : İtalyayı geçtikten sonra bu küçük el arabaları garlarda büyük bir eksiklik ve gözler onları hasretle ariyor. Yolların iki tarafı uçsuz bucaksız bir yeşillik... Dağların tepelerinden, ovaların tâ kenarlarına kadar her taraf yeşil... İş« lenmemiş bir karış toprak bulmak cid « den müşkül ve bu yerlere bakarken in - sanın göğsünün derinliğinden coşan kıs - kançlık sesini sustürması imkânsiz.. Yolda ve geçtiğim her yerde bu güzel yeşilliğe rastladım ve bizde bakımsızlık yüzünden her gün biraz daha sararan hastalanıp ölen ağaçlara içim acıdı. Ta - biatla_ elele verip çalışsak, suyu ve gi - neşi bol, toprağı verimli yurdumuzda kim bilir biz.de neler yaşatır, neler yara- tırız! Bizdeki bu ağaçsızlığı ben, seyahatimin devamınca, geçtiğim bütün Avrupa şehir: lerindeki güzel yeşilliği ve bahçeleri gö- rerek daha acı bir şekilde duyacakmışım meğer... Asıl mevzudan bir parça dışarı çıktım galiba... Evet ne diyordum, bugün ar- tık bir kadının yalnızca dünyanın dört Ü- cunu gezmesi kabil ve kolay... Kimse si- ze «gözün üstünde kaşın vars demiyor. Gittiğiniz memleketin dilini konuşuyor- sanız her yerde en büyük suhületleri bu- lacağınıza emin olabilirsiniz. Dil bilmez- seniz, benim İtalyada yaptığım gibi, eş- yanızı otele götürmek için hamallarla şehri gezmek için de arabacılarla biraz beynelmilel dilden konuşarak, yani el | işaretlerile anlaşabilirsiniz ki bunun da pek kolay ve zevkli bir şey olmadığı ap- aşikâr. Size bunun ufacık bir misalini söyliye- ceğim: Biz ne dediğini anlamadan yolumuza de- vam etmek istedik, fakat adam önümüze geçerek mâni_oldu. Etrafımıza baktık, duhuliye yok; herkes serbestçe girip çı- kıyor. Neden bizi bırakmıyordu? Bir İn- giliz sayyah bizi bu müşkül vaziyetten |kurtardı. Meğer kısa köllu esvapla kili - seye' girmek memnumuş... Bereket ver « sin ki sıcağa rağmen yanımiza birer ce * ket almıştık, yoksa ya gerisin geriye dö: necek, yahut ta Amerikalı türistlerin yaptıkları gibi kollarımıza birer mendil sarmaâk mecburiyetinde kalacaktık. Şik kadınların kollarına bağladıkları bu ü4 facık mendillerin manzarasını hatırla : dıkça hâlâ gülmekten kendimi alamıyo- rum. Romadan Parise giderken eşyamızı (Lütfen 'sayfayzfgeı;îriiıi;ğ. r Tür * . Romada Senpiyer kilisesine girerken V kapıcı yanımıza gelip bir şeyler söyledi, 4 .4'

Bu sayıdan diğer sayfalar: