31 Man - Sayfa 7 -— ——— Sinema Amerika sinemacılığı varlığını bir Macar SsSON PO 'S.T A KÖY RÖPORTAJLARI: Köyde bayram havası esiyor: âşık gelmiş! Yazan: Cevdet Yakup Köyde bayram havası vardı; kö; geli bir cünbüşle yer yer, sağanakl yordu. Seksen yaşında bir ihtifal müptelâsı Mütekait Saray hademesi, hemşerisi Mimar Sinanın ihtifalinden sonra büyük adamları tanımak merakına | düşmüş, “Bütün ihtifallerin defterini tutuyor ve günün- de merasim yerinde mutlaka hazır bulunuyorum,, diyor ne- aşı - köylüsüne borçludur! Modern sanayiin her bir kısmı bir tek adam tarafından tesis edilmiştir denilebilir. Meselâ otomobil sanay başında Ford vardır. Petrolun: Rok - feller ve Deterling, çeliğin: Carnegie, 'Thyssen, Krupp, kömürün: Hugo Stin- nes, va — culuğun: Ballin, demiryolla. rının: John Dierpont Morgan, pamt - ğun: Asguith, elektriğin: Loxwnstein, filmin: Castman. Amerika ve İngilterede bu gibi a - dami! «self-made men» denilmek - tedir. Koca Amerikanın sinema sana. yilnin başında da: Adolph Zukor bu - Junmaktadır. Bilâmübalâğa detiilebilir ki bu adam o! macılığından da idi... Adolph Zukor çok fakir bir Macar köylüsü idi... 18 yaşında iken para - sız, pulsuz Amerikaya hicret etmi Çok zeki, çok anut, çok kuvvetli iradeye malik idi... İşe cesa atıl - dı. Durmadan çalıştı ve muvaffak ol . dü... eser — bulurm 1912 senesinde sinema henüz boca- liyordu. O tarihte sinema âdeta bir lâ: boratuvar âleti gibi bir şey idi... Kim der di ki sinema sanayli gi de sanayilin ilk safına geçecek ve mil- yarlarca dolar, frank, mark, sterlin ile oynıyacak, âlemi kendine bendeyliye. cek?,, Kim der idi ki sinema en kuv - vetli bir öğretici vasıta olacak; milyon-. larca halkı yerinden oynatacak; binler- ice ve binlerce kişiyi besliyecek?.. Buna o zaman bir tek adam iman ey- Jemişti. O da Adolph Züukor idi. Bir Yubu asırdafi az bir zaman içinde dü . şündüklerinin bepsini' kuvveden file Çıkardı. Sinema kralları lâkablarını al- Mmış olan: Leew; Foks; Laemmle, Kent; Mayer, Sehenek, Göldfish, War - nerlere yolu hep «o» gösteri 191Z senesinde Daniel Frohman ve Edwin Porter ile birleşti ve «Famous Players» kumpanyasını kurdu. Büyük -Pransız san'atkârı - Sarah Bernhardt'a çevirtmiş olduğu (Kraliçe Elizabeth) filmi o derece ük bir muvalfakiyet kazandı ki bütün dünya Herkes hayrette Neticeden memnun olmıyan bir a - dam vardı. O da kendisi idi!., Çünkü daha mükemmel bir şı ap: mak azminde idi... Filmlerin yazılarını beğenmiyordu. Filmleri sesli yapmak istiyordu. La dam o0 Kamelya filmini yaptı. Beyaz perdenin arkasına san'at. kârlar dizdi ve Elm çevirildikçe dramı onlara söyletti. Bir rubu asırdanberi Amerikan si - nemacılığının alemdarlığı — vazifesini parlak bir muvaffakiyet ile başardı... Şimdi Holivudda şöhrete kavuşan - lar bunu hep ona borçludurlar... Orta- Adolf Zukor'un en son yetiştirdiği yıldız. Gladys Adolf Zukor ya çıkardığı san'atkârların hepsini say- mak imk dır:- Aralarında: Douglas Fairbanks . Mary Pickford - Sessuse Hayakawa - Viliam Hart . Ferguson - Valântino - Wallace Beery - Pola Neg- ri » Gloria Svanson - John Barrymore - Chevalier * Marlene - Dietrieh - Emil Yanings . Charles Boyer - Claudette Colberş - Jeanette Macdonaldı saymak kâfidir sanırız... Son olarak bulduğu san'atkârlar ise Gladys Swarthout ile Dorothy La - mourdur! En Meşhur rejisörleri de o yet - miştir: Cecil de Mille . Von Stroheim - Lubitşeh » Von Strenberg - Mamulyan. En büyük romancıların eserlerini sa-| tın alarak filmlerini yapmıştır. Mev - kilne ve fazla meşguliyetlerine rağ - men bu filmlerin en ince teferrüatı ile bizzat meşgul olmuştur. Adolf Zukor her bir filmin bilâistisna herkes ta - rafından beğenilmesini istemiştir. Bu- nun için çalıştı... Çabaladı.,.. Ve mu - vaffak ta oldu... 1922 senesinde Adolph Zukor köyü- nü görmek arzusunu hissetti... yola koyuldu... Köyü (Peşte) kınında idi... Köye varınca kö umumi harbin t düştüklerini gördü... Hemen in ülerin i altında çok fakir Bunların hepsini iaşeye karar verdi... Elbiseler dağıt Köylüler boş kalmasınlar diye köyün civarına ufak bir fabrika blle kurdu... Adölph Zükor hâlen Paramontun (murahhas âzası ve müdürü umum: dir. Bundan başka ondan fazla şirketin meclisi idare âzası olmuştur. ya ri İşlettiği — sermayenin — miktarı: 4,000,000,000 #rangı bulmuştur. ki bi- zim paramızla: 240,000,000 lira eder, 0. Tuğrul — Ne var, acaba?, Diye sorduk. — Âşık gelmiş. Dediler. «Âşık gelmiş» deyince, bizim İzmi - tin ünler âşığı Memo sandık. Meğerse gelen âşık «Hak âşığı» imiş.. Tahir ile Zühreden dem vuran, Ar- zu ile Kanberi dile getiren, Aslısi için 32 dişini söktüren âşıkların soyundan Elinde kırık bir saz, dilinde niyaz, gönlünde «yâr» vardı. Yeşile gözlerinde sevda denili lü parıltıları titreşiyordu. £ yünün bu, esmer akşamında köyün| n görmüş ihtiyarla: n görecek ri lâhuti bir sükütla odayı dol- buyurun. serin iletiverin. Derken, Zileli âşık Osman: Yamacıma geç. Diye iltifat etti. Şöyle yamacına geçtim. Deli deli yüzüme bakıyordu, — Bizim © pekmezine pek bayılırım! Kaledeki mektepte de okumuştum. Muallim Yusuf Efendi, Zeki Bey sağ mı, dedim. Gurbette bir hemşehri bulmanın o, anlaşılmaz sevinci yüzünde dalgalan - di: — Yusuf Efendi sizlere ömür amma, kerem et, Zeki Be Ve birdenbire sor. — Sevda nedir bilir misiâ?, Ve lâhzede gene kendisi cevap ver - di: — Böyle filiz gibi genç olursun da sevmemiş olur musun?, Elindeki saz y yanık başlamıştı. Bülbül havalanmış yüksekten uçar, Hasbahçe içinde gülüm var deyi, Seni seven yiğit serinden geçer, inlemoğe Fd Svarthout — (Şampanya Valsi) filminde  Güzeller içinde yârım var deyi. * Ben seni severim, sen de sev beni, Mevlâm bir karara koymaz insanı, Elbet bir gün olur ararsın beni, Şurda bir divane yârım var deyi * Ben seni severim can ile candan, Mevlâm ayırmasın sevdiğim senden, Canımı esirgemem güzelim senden, Götür sat pazara gölem var deyi.. Kalın, davudi sesi, perde perde dal- galanıyordu Kısmet olup ben bu elden gidersem, Sen de bu ellerde kal kara gözlüm, Gurbet eölde kem haberin duyarsam, | Başının çaresin bul kara gözlüm. Âşık bilir âşıkların hevesin Kömür sandım yâr kaşının karesin Yoksa sen kapma kul mu ararsın.. İşte ben kapma kul kara gözlüm. Sazının nağmeleri durmuş, hançere- anıyamadım, ded. Yazan: Ben, bizde yapılan ihtifallerin bazı- larına gönül rızasile, bazılarına da mes- lek iktizası giderim. Ona, bulunduğum ihtifallerin hemen hepsinde rastgel - dim, Tarihe karışan öski köprü tahsil- darlarının meşhur, cepsiz gömlekleri ne benziyen hüki, ince hirkasını, yaz kış sırtından eksik etmez. Bembeyaz sakalları, ak bir oğlak tüyleri gibi par laktır. Beyaz pembe cildinin, ak saka tezaş teşkil eden kırışıksızlığına, ve | kopça kadar ufak gözlerinin ma- sumiyetine bakınca insan onu, ihtiyar makyajı yapmış bir çocuk sanır, Fakat hal gün — ağırl bu zannı tekzip eder. Adımlarını o kadar güç - |dük çekerek atarker klarının her yüzer kilo ağırlığında birer gül. ği sanılır. Fakat buna rağ- ), dik, bozuk mezarlık yollarında anmıya gidenlerin kafile- ile, iklerini Ubağa azmile takip etmekten geri kal - | maz. Onu ilk gördüğüm gü pılan meşhur adamın rından sanmıştım. Fakat ona bir başka meşhur adamın ih tifalinde de rastlayışım, beni bü ilk zannımda yanıldığıma kanı! etti. Üçüncü tesadüfte ona karşı duydu- ğum alâka bir merak şeklini aldı. Onâ, gittiğim son bir ihtifalde de bilmem kaçıncı defa rastlayınca, bu meraktan kurtulmak arzusunu yene - medim, Ve kendisine orada verdiğim sözde durarak dün onu Beşiktaştaki evinde ziyatet etmek fırsatını da kaçı« ramadım. ihtifali ya - uhabbetkârla: * Adı Mehmet; soy âdı da <Talas» mış: — İşin gücün? diyorum. Anlatıyor: — Şimdi boştayım.. Eskiden bek - çiydim. Amma öyle senin bildiğin bek- çilerden değil... Koskoca saray bekçi- siydim... Dolmabahçe — sarayını — tam kırk sene ben bekledim. Benim nöbe - timde de koca sarâayın bahçesinden bir çakıltaşı bile çalınmamıştır. On sene evvel, bir buçuk Hira aylıkla tekaüt e. dildim, Çünkü tam seksen beş yaşım- dayım. Benim akranlarım, şten değil, dünyadan tekaüt olundular. Bu yaş - tan sonra ben saray değil, kulübe biie bekliyemem. Fakat ge| gör ki, içim- deki meslek aşkı bir türlü sönmek bil- miyor. Hâlâ, bazı geceler, içim coşuyor. Sopamı kaptım mıydı, sökağa fırlıyo « rum. Gidip Rar'nm etrafında güneş do- ğana kadar dolaşıyorum. Vâkıâ şimdi, sarayı aslan gibi askerler bekliyor. On ların, benim gibi ahretlik ihtiya yardımına ihtiyaçları yok. Fakat T Al ilmde değil! Cevabile, merakımı gidereceğim sua. li sormak için daha fazla bekliyemiyb. rum, Ak saçlı, ak sakallı Mehme! Ta- las, kundağından yeni çıkmış bir ço - cuk safiyetile gülüyor: — Demin: «Soy adımni «Ta tır> de- miştim. «Talas», Mimar Sinanın doğ - duğu köydür. U z onun .ı bir kö ))de arın şkanlık bu, kürtulmak & Gökte uçan bölük Yok mu sizin meskenini , eliniz, Mevlâyı seversen arzıhal eyle, I Uğrar ise «yâra eline yolunuz. * Coşkun sular gibi çağlayamadım, Gitti kömür gözlüm eğleyemedim. Elden âr ettim de ağlı Çöller oldu meskenimiz, elimiz. | Şimdi delikanlı «niyet» çe -| kiyordu | Ak imiş gerdanı beyaz kar gibi, Boyu acı, selvi dal gibi, Siyah zülfün tel tel, etmiş uzanmış, Salıvermiş ak gerdanın üstüne, Köylülerin hepsi sevdal:. Kimi baş: lamadan nihayet bulmuş, kimi nihayet | bulgrken gene başlamış, kimi de unuü Z) tulmak denilen o zalim hastulığın sızısı | içindeler... Başı al balalı sürmeli gelin, | yamadım. | lerini, insan şekline girmiş bir kaplum- | n ne & Naci Sadullah Mebmet Talâs ları vardır, Zaten bana onu örad n akrabaları anlatmışlardı. İstanbula ge lince ilk işim, onun yaj Süleyma « e gitmek oldu. Camide bir namaz kılınca, Mimar Sinan adamakıllı gözüme girdi. Bir kere, dindar oldu « ğüm için, cami yapışı h i, namaz kıl. mak için birebir. Oraya kâfiri soksan, secdeye varır, Çünkü hem çok ferah, hem de hafızların sesleri, hamamda gi bi çıkıyor. Ben orada her namaz kıldık: ça, Mimar Sinanın ruhuna da bir fa « tiha aokurum. Aradan çok zaman geç. ti. Bir gün, Mimar Sinan için yapılacağını duydum. S içn, gününü, saatini ko Orada söylenenleri dinleyince, gözüme peygamber gibi zimi köylü olduğu için göğsüm kabardı, Ondanberi bende, öyle büyük adı ları tanımâk merakı uyandı. Okumam, yazmam yok ki kitapları karıştırayım, düşündüm, taşındım, ihtifaliere gitmi- Ye karar verdim. Fakat gitgide öyle alıştım k ihtifal Sinan öründü. Bi « şimdi ihtifallerin arası soğudu mu, rahat e « demiyorum. ün ihtifallerin ta » Fakat bu ket tığım ihtifal tarifesi beni eks. dırıyor. Bazılarının tâ mezarlı ü dar yapayalnız gidip tek bir nutuk bile dinliyemeden dönüyorum, Çünkü bazı ihtifalleri bir dela yapıyorlar, Günü gelince tekrarlamayı unutuyorlar. Bu işlerle kimlerin meşgul olduklarını bil sem, günleri gelince gidip hatırlataca- ğım! Nutuk müptelâsı oldum, Uzun z man dinliyemedim miydi, tıpkı mide boşluğu gibi bir oluyor het Ha- İsmai « şimin, Namık Kemalin, Namı lin, İbrahim Müteferrikanın, Tevfik Fikretin, Ziya Paşanın, Zekâi Dedenin kim olduklarını, neler yaptıklarını öğ. rendim! İhtiyar ihtifal müptelâsı, s: miz dişlerini göstererek gülüyo — Gene bu merakım sayesin zarlıklara alıştım. Yani den de korkum kalmadı! Naci Sadullah — m te. me - artık m « Elinden bir bâde doldur da yörü, Sen beni düşürdün, mihnete, derde, Gel ağlatlın beni, güldür de yörü.. * Beyaz göğsün görünmiyor düğmeden Siyah zülfün mah gerdana eğmeden Gonca güle garip hoyrat değineden Topla yanağında soldu da yörü * Ak göğsünde düğmelerin çiti a Bilmem nâmahremsin, bilmem hâ tunsun ve sevdal sibi ol na gi psisi var di. irpikleri, siyah tatlı gözle « rini bir 5ıh füsun kutusu yapıyor gi- biydi. (Devamı 11 inci sayfada)